29 Eylül 2024 Pazar

Kime Kulak Vermeli?

Akıl ve mantık çerçevesinde konuşana,

Ağzında fermuar olana,

Bin düşünüp bir konuşana,

Kâr zarar hesabı yapana,

Olayların perde gerisini okuyana,

Konuşurken sesini yükseltmeyene,

Ağzında hakaret olmayana,

İnsan onuruna önem verene,

Din, ahlak, milli ve manevi değerleri çıkar için kullanmayana,

Hamaset ve slogan yapmayana,

Nazik ve kibar olana,

Proje adamı ve gizli ajandası olmayana,

İçi, dışı bir olana,

Duruşu, omurgası ve prensibi olana,

Kin gütmeyene ve intikam peşinde koşmayana,

İnadım inat demeyene,

Zararın neresinden dönersem kâr diyene,

Kendi başının cezasını başkasına çektirmeyene,

Yerinde, zamanında ve kıvamında konuşana,

Herkese ayar vermeye çalışmayana,

Söz ve eylem çelişkisi yaşamayana,

Yaptıkları ve konuştuklarıyla etrafındakileri bezdirmeyene,

Bedeli ilk kendisi ödeyene veya ödemeye hazır olana,

Her şeyi kıvamında ve tadında bırakana,

Kendisini mükemmel ve Hint kumaşı görmeyene...

Kimden Uzak Durmalı?

Hep hamaset yapandan,

Sloganvari konuşandan,

Sesi yüksek çıkandan,

Konuştuğunun önünün arkasının nereye varacağını hesap etmeyenden, 

Durmadan konuşandan, 

Hep konuşandan, 

Bol keseden atandan, 

Mangalda kül bırakmayandan,

Ateşli konuşandan, 

Kırıp dökenden, 

Kırıp döktükten sonra kendisi bedel ödemeyip bedeli başkasını üzerine boca edenden, 

Geçmiş çöplüklerden beslenenden,

Korku yayanlardan,

Başkasını kötüleyip kendisini bulunmaz ve vazgeçilmez Hint kumaşı görenden, 

Söz ve eylem çelişkisi yaşayandan,

Konuşmasında akıl ve mantık olmayandan, 

Sürekli U dönüşü yapandan, 

Kâr ve zarar hesabı yapmayandan, 

Kutuplaştırmayı iyi becerenden,

İyi kin güdenden, 

Omurga, duruş ve prensip sahibi olmayandan, 

Dini, dini ve milli değerleri aksesuar olarak kullanandan, 

Hep din, dini değerlerden referans gösterenden,

Gizli ajandası olandan... 

27 Eylül 2024 Cuma

Tek Sermayeleri Çene Olanlar

Yaşını başını almış, yetmişine merdiven dayamış niceleri vardır. Bu tiplerin çoğu okur yazar değil. Dışarı çıkma imkanları yok. Çünkü yürümekte zorlanırlar. Çıksalar bile yol yolak bilmezler. Bir meşgaleleri de yok. TV falan izlemezler. 

Dört duvar arasına hapsolmuş bu kişiler hayata tutunmak, hastalanmamak ve bu halinden daha da geriye düşmemek için poşet poşet ilaç kullanırlar. Zaten çoğunun raporlu ilaçları vardır. Kullandığı ilaçtan kaç tane kaldığını sayar dururlar. 

Bu tip yaşlıların tek sermayesi;

Çene, 

Hep çene, 

Bol çene, 

Sadece çene, 

Çene çene çene. 

Ve

Tekrar, 

Bol tekrar, 

Hep tekrar, 

Sadece tekrar,

Tekrar tekrar tekrar. 

Çünkü başka sermayeleri yok. Yeter ki bir dinleyen bulsunlar. Kovanın içinde ne varsa onu her gün alt üst etmek suretiyle yinelerler ve anılarını tazelerler. Ne de olsa anılar yaşlıların koltuk değneğidir. 

Anlatırken çeneleri yorulmadığı gibi rahatlarlar. 

Anlattıkça rahatlasalar da bu çene;

Bezdirir. İllallah dedirtir insana. 

Ama yapılacak bir şey yok. Dediğim gibi tek sermayeleri çene döğmektir. 

Bunların dışında yine yaşını başını almış ama okumuş yaşlılar vardır. Bunların da tek sermayesi konuşmaktır. Bunlar da

Durmadan kafa ütüler ve kafayı ağrıtır. 

Çünkü temcit pilavı gibi tekrar edip dururlar. 

Bununla kalsa iyi. 

Telafisi mümkün olmayan maddi ve manevi zararlara imza atarlar. 

Çoğu zaman yol, su, elektrik, su olarak sana döner ve ceremesini sen çekersin.

Okumamış konuşan yaşlı ile okumuş konuşan yaşlıları karşılaştırır ve hangisi masum dersek, okumamış yaşlılar daha masum kalır. Çünkü çok konuşup kafayı ütüleseler de kimseye zararları yoktur.

Halbuki okumuş çok konuşanların zararlarını ise herkes çeker.

En iyisi bin düşünüp bir konuşmak. Yeri ve zamanı gelmeden konuşmamak. Konuşunca da kararınca konuşmaktır. Ötesi çevreye ve sağlığa zarardır. 

MESEM'in Sıra Dışı Öğrencileri

Bugün MESEM adı verilen çıraklık eğitim merkezlerinde genellikle ortaokulu bitirmiş, lise seviyesinde olan öğrenciler okumakta ise de sıra dışı öğrenciler de gözlerden kaçmıyor. Çünkü yaş sınırı yok. 

9.sınıf bir MESEM sınıfına girdim. 30 yaşın üzerinde bir hanımefendiyi sınıfta gördüm. Bu kadın veli olmalı. Ne arıyor burada derken kadının öğrenci olduğunu öğrendim. Takı tasarım alanında çalışıyormuş. Aynı kadın okulda veliymiş aynı zamanda. Çünkü diğer 9 MESEM'de muhasebe okuyan kızı varmış. Anne madem kızım okuyacak, ben de gideyim, meslek öğreneyim demiş. 

Diğer öğrencilere ismiyle hitap ederken anne öğrenciye bir şey soracağımda isminin yanına hanım eklemek suretiyle hitap ettim. 

Mesleki eğitim merkezinde koridorda dolaşan birini, nöbetçi öğretmen, ne arıyorsun burada dedi. Sınıfıma geçiyorum dedi. Ne sınıfı, veli misin dedi. Hayır şu sınıfta öğrenciyim dedi. Yaşını sordum. 37 yaşındayım dedi. Yeni mi aklına geldi okumak dedim. Öyle oldu. Şu kadar yıldır sigortam var. Çalışıyorum. Ama ustalık belgem yok. Belgeyi almak için yazıldım dedi.

11.sınıf motor bölümünde ders işlerken hem derse katkı yapan hem de sorduğum sorulara mantıklı cevaplar veren bir öğrenci dikkatimi çekti. Bilgi ve birikiminle dikkat çekiyorsun. Nereden öğrendin bu bilgileri dedim. Hocam, ben şu liseyi bitirdim. Sınava girdim. İstediğim bölümü tercih edecek puan alamadım. Babam benim tamir ustası. Onun yanında ona yardım etmeye başladım. Daha önceki yıllarda da gidiyordum dükkana. Sonunda babam, yanımda çalış, kalfalık ve ustalık belgesi al dedi. Ben de liseden sonra MESEM okumaya karar verdim dedi. İyi düşünmüşsün, iyi bir usta olursun inşallah dedim. Ona YouTubeda dinlediğim bir tamirci ustasını anlattım.

"

MESEM'lerdeki Ders Yükü ve Ders Saatleri

Biraz içinde olanlar bilirler ki Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) sanayi ve işyerlerinin çırak ve kalfa ihtiyacını gidermek için kurulmuş elzem kurumlardır. Haftanın 4-5 günü işletmede pratik eğitim alan bu öğrenciler, haftada bir gün mesleki eğitim merkezlerine giderek teori ve genel kültür derslerini alıyorlar. 9.sınıftan 12.sınıfı bitirinceye kadar bu öğrencilerin ücret/harçlık/maaşları devlet tarafından ödeniyor.

Yine içinde olanlar bilirler ki haftada bir gün kurum veya okula giderek yüz yüze eğitim gören bu MESEM öğrencileri 10 saat yüz yüze ders görüyor, gerisini aynı günün akşamında uzaktan bağlanmak suretiyle yapıyor. Yani bu çocuklar bir günde yüklü ders görüyor ve ders saatleri de diğer okul türleri gibi 40 dakika. 

Açıkçası haftada bir gün 10 saat yüz yüze, gerisini aynı gün uzaktan bağlanmak suretiyle ders yapmak ve her ders saatini 40 dakika olarak belirlemek çocuk ve öğrenci psikolojisini ve pedagojiyi göz ardı etmek demektir. Çünkü hem ders yükü hem de ders saati bu öğrenciler için çok ağırdır. Çünkü,

Bu öğrenciler tıpkı diğer okul türü öğrencileri gibi öğrenci olsa da veya kabul edilse de bu öğrenciler haftanın diğer günlerini işletme ve işyerlerinde geçirdiğinden, teşbihte hata olmasın, bu çocuklar sanayi veya işletme çocuğudur. Okula haftada bir gün misafir öğrenci gibi gelen kişilerdir. Dersle pek alakaları yoktur. Akademik başarıları düşüktür. Okumayı, kitap taşımayı, kalem bulundurmayı pek değil, hiç sevmezler. Ders dinlemek onlara çok zor gelir. 40 dakika sırada hareketsiz oturmak onlar için en büyük eziyettir. 

Haftada bir okul ya da kuruma getirttiğimiz bu sanayi çocuklarına, bir günde on saati yüz yüze, geriye kalanı ev ya da işyerinde uzaktan ders işlemek “Papaz ve Seyis” hikayesini aklıma getirdi.

Bilirsiniz, papaz vaaza hazırlanıp kiliseye geçmiş. Bakmış ki kilisede sadece bir kişi var. Şaşırır bu duruma. Halbuki kilisenin hınca hınç dolu olmasını bekliyormuş.

Tek cemaate, vaaza hazırlanıp burada konuşacaktım. Görüyorum ki sadece sen gelmişsin. Bu durumda ne yapayım, vaaz vereyim mi, vermeyeyim mi demiş.

Adam, efendim, ben seyisim. Atlardan anlarım. Vaazdan anlamam. Yalnız tüm aylar kaçsa geriye kalan bir ata yem vermemezlik yapmazdım deyince, papaz, o zaman anlatayım demiş.

Papaz anlatmış da anlatmış. Anlattıkça coşmuş. Vaazı bitirmek bilmemiş. Haliyle seyis de sıkılmış bu uzun vaazdan.

Papaz vaazını nihayet bitirir ve seyise, nasıl buldun vaazımı demiş.

Seyis, efendim, dedim ya ben seyisim. Vaazdan değil, sadece atlardan anlarım. Yalnız şu var ki tüm atlar kaçtı diye geriye kalan tüm yemi bir ata yedirmezdim demiş.

O hesap biz de haftada bir bulduk diye teşbihte hata olmasın, tüm dersleri öğrencilere bir günde vermeye kalkıyoruz.

Haliyle bu tür yoğun ders yükünden verim alınamayacağı açıktır.

Bu durumda ne yapmak lazım. Ders yükünü asgari seviyeye çekilmesinde ve ders saatlerini de 40 dakika yerine 30 dakikaya indirilmesinde yarar görüyorum.

Mesleki ve Teknik Liseleri ve MESEM'ler

28 Şubat sürecinde meslek liselerine katsayının konması ve ilköğretim okullarına sekiz yıl kesintisiz ve zorunlu eğitim getirilmesiyle birlikte hem meslek liseleri hem de sanayilerdeki usta çırak ilişkisi büyük darbe yedi.

Bu zaman zarfında meslek liselerinden kaçış başladı. Sanayide ise çırak ve kalfa kalmadı.

Meslek liselerine uygulanan katsayı farkının ortadan kalkmasının ardından nice yıllar geçmiş olmasına, devlet teşvik etmesine ve diğer liselere göre bu okullara daha fazla yatırım yapmasına ve masraf etmesine rağmen bu okullar hala belini doğrultabilmiş değil.

Bu okulların öğrencisi var ama istisnalar ve bazı bölümler hariç eski başarılı öğrenciler bu okulları tercih etmiyor. Tercih edenlerin çoğu ya sınavla öğrenci alan okulları kazanamamış olanlar ya da İHL'de okumak istemeyenler. Çoğunun da ortaokul dersleri vasat ya da vasatın altında. Bu okullarda okuyan öğrencilerin sayısal dersleri iyi olması gerekirken çoğunun yine sayısal yönü zayıf. 

Eskinin Çıraklık Eğitim Merkezleri, şimdinin MESEM şeklinde kısaltması olan Mesleki Eğitim Merkezleri de tıpkı mesleki ve teknik liseler gibi teşvik edilmesine rağmen pek tercih edilmeyen yerlerden idi. Çünkü birçok anne ve baba, çocuğu için eli sıcak sudan soğuk suya değmeyecek masa başı iş istedi. Öyle ya çocuğunun kir, pas içinde ne işi vardı. Bu çocuğu sokakta bulmamıştı. Kıymetlileri idi çocukları. Kendileri zamanında çekmişti ama çocukları çekmeyecekti. Bu yüzden sanayide işi yoktu çocuklarının. 

Çocuklar ebeveynler gözünde kıymetli olduğu için sanayici de çırak bulamadı. Sonunda devlet MESEM'e kayıt olan öğrencilere teşvik getirdi. Sanayi veya herhangi bir işyerinde çalışan öğrenciye asgari ücretin üçte bir ücretini harçlık olarak vermeye başladı. Yani devlet işyeri sahibinin çırağa vereceği parayı üstlendi. Bu yol ile işyeri sahibi külfete girmeyecek. 

Çocuklarımız MESEM'de haftada bir gün ders görecek, diğer günler işyerinde mesleğini öğrenecek. 11.sınıfta kalfalık 12.sınıfta da ustalık belgesi alarak aynı zamanda lise mezunu olabilecek. 

Devletin verdiği bu teşvikle MESEM öğrencisi çalıştırma şartlarını taşıyan esnaf, sanayici, işveren, yanında çocuk çalıştırmaya başladı. MESEM'ler öğrenciyle doldu taştı. Bugün MESEM'lerde aşağı yukarı her meslek her dal ve her bölümden öğrenci okuyor. 

Şimdi esnafın, işyerlerinin ve sanayicilerin yanında bol miktarda MESEM öğrencisi var. Devletin, dünyanın parasını harcadığı ve masraftan kaçınmadığı bu projesi devam ederse, yakın zamanda ülkenin çırak, kalfa ve usta ihtiyacı fazlasıyla giderilmiş olacaktır. Gecikmiş de olsa devletin bu projesi yerinde. Yalnız bu projenin ilanihaye devam etmesi isteniyorsa, yanında MESEM öğrencisi çalıştırma imkanı elde elden işverenlerin, devletin üzerinden yükü biraz almalarında, meslek öğrettikleri öğrencilere ödenen harçlığın bir miktarını üstlenmesinde fayda vardır.

Kısaca hem mesleki ve teknik liseler özellikle MESEM’ler bu ülkenin geleceğidir. Bu okullar ve MESEM’ler sayesinde buralarda okuyan öğrenciler daha küçük yaşta iken kollarına altın bileziği takmış olacaklar, okul bittiği zaman bir meslek sahibi olacaklardır. Okul bitince ya kendi işlerini açabilecek ya da bir başkasının yanında ücret karşılığı çalışabilecek. Bu da ülkenin ara eleman ihtiyacını bu yol ile gidermek demektir.

Yine bu okullarda okuyan ve bu okullardan mezun olanlar diğer liselerde okuyup üniversite bitiren çoğu öğrenciye göre daha şanslı. Çünkü bugün ülkenin en büyük sorunu okumuş genç işsiz sorunu. Çoğu üniversiteyi bitiren öğrenci, alanında iş bulamadığı için boşta ve önünü göremiyor. Okuduğuna Bi pişman. Halbuki mesleki teknik liseleri veya MESEM’leri bitiren öğrencilerin işleri daha okurken hazır.

Kısaca mesleki ve teknik liselerde veya MESEM’lerde okuyanlar, akranlarına göre daha şanslılar.

Diğer yazımda da MESEM’lerdeki ders yükünü ve ders saatlerini masaya yatırmak isterim.

26 Eylül 2024 Perşembe

İfrat ve Tefritin Sonuçları

Bir şeyin değeri ve önemi nasıl sağlanır ya da bir şeyin değer ve önemi nasıl düşürülür? 

Etki ve tepki ile ya da ifrat ve tefritle. 

Biraz açar mısın? 

Çok açmaya gerek yok. Zaten her şey açık. Yeter ki değer ve değer verilenler üzerinden olup bitenleri şöyle gözümüzün önüne bir getirelim. 

Sen yine de aç. Hatta örneklendirirsen hem daha iyi anlarım hem de aklımda daha kalıcı olur. 

Bir şeyin önem ve değerini artırmak istiyorsan, o değerlere saldıracaksın, baskı yapacaksın. Bu durumda insanlar kenetlendiği gibi saldırdığın şeylere dört elle sarılır. 

Peki, insanların değer verdiği ve önemsediği şeyler nasıl gözden düşürülür?

Değer verilen ve önemsenen şeyleri çoğaltarak ve dilinden hiç düşürmeyerek.

Biraz açar mısın?

Mesela, halk imam hatip okullarını çok mu sevdi, bu okullara aşırı bir talep mi var. Yapacağın şey, halk istiyor diye bu okulların sayısını aşırı bir şekilde çoğaltacaksın.

Halk hafızlığa büyük önem mi veriyor? Hafızlara saygı mı gösteriyor? Her yere hafız yetiştiren okul ve kurslar açacaksın.

İlahiyat fakülteleri için de aynı yolu takip edeceksin. 

Başörtüsünü gözden düşürmek mi istiyorsun? 

Başörtüsünü hiç ağzından düşürmeyeceksin. 

Din, dini değerleri, ahlakı, ayet ve hadisi gözden düşürmek mi istiyorsun? 

Bu değerleri hiç dilinden düşürmeyeceksin. Hep bunları referans göstereceksin. Oturup kalkıp din, iman, ahlak, ayet, hadis vs. konuşacaksın. Hep sureti haktan görüneceksin. 

Bunları konuşmak iyi olmaz mı? 

Yerinde, kıvamında ve kararınca konuşursan, bir de konuştuğunu ve referans gösterdiğini yaşarsan, pratiğe dönüştürürsen iyi olabilir. Yani söz ve eylem birlikteliği olursa, savunulan değerlerin değeri düşmeyebilir. Yalnız söz ve eylem çelişkisi olursa, başkasına telkin verilirken üzümler salkım salkım yenilirse, değerler hamaset ve slogan olarak kullanılırsa, başkasına sopa olarak ve Demokles’in kılıcı gibi kullanılırsa; İHO, İHL, hafızlık, başörtüsü vs'nin sadece satışı yapılırsa, buralar arka bahçe kabul edilir ve bu değerleri kendi mülkü veya tapulu malı gibi görürse, bil ki bu değerler ayaklar altına alınmış olur.  

Bu örnekleri verirken ciddi olamazsın. 

Hem de hiç olmadığı kadar ciddiyim. Zira bu ülkede olup bitenleri sonuçları itibariyle okuma yaparsan, yaptığım tespitlerin doğruluğuna hak verirsin. 

Herhalde baskı yapanlar bu değerler önem kazansın veya dilinden düşürmeyenler değeri düşsün diye yapmıyordur. 

Kimsenin içini bilemem. Zira niyet okuyucusu değilim. Birileri gözden düşsün veya değeri artsın diye belki bir amaç taşımamıştır. Bu değerlere baskı yapanlar, samimi olarak bu değerlerin yok olmasını istemiş olabilir. Aynı şekilde bu değerleri hakim kılmak isteyen de bu değerleri yüceltmek istemiş olabilir ama sonuç ortada. Yani tersi bir durum söz konusu. 

Bunu test için şöyle etrafına bir bak. Çoğunluk hiç olmadığı kadar dinden veya dini değerlerden uzak veya mesafeli. Halbuki dilden düşürülmeyen değerler, açılan İHO ve İHL'ler, ilahiyatlar, hafızlık okulları vs. kurumlar sayesinde, toplumda dindarlığın artması beklenirdi. 

Ne diyeyim, tespitlerinde haklısın galiba.