27 Mayıs 2024 Pazartesi

Merkez Camiine Haksızlık Yapmışım

Konya Millet Bahçesinin köşesine yapımı devam etmekte olan Merkez Camii ve Kur'an Kursunun hem ihtiyaç olmadığına hem konan ismine hem de büyüklüğüne oranla, kondurulan küçük kubbeyi estetik yönden eleştiren "Büyük Camiye Küçük Kubbe" başlıklı bir yazı kaleme alıp paylaşmıştım. 

Yazıyı okuyan bir arkadaş "Ne var bunda? Sen bir de İstanbul Esenler Otogar Camii ve minaresinin mimarisine bak, haline şükret" şeklinde bir yorum yazmış. İlaveten bu Camii ve minaresinin resmini göndermiş. Cami ve minaresinin
Gönderilen bu cami ve minaresinin görünce, küçük kubbesinden dolayı Konya Merkez Camiine haksızlık yaptığımı anladım. Çünkü Konya Merkez Camii, Esenler Otogar Camiine göre bir şaheser. Esenler Camii ise minaresi ile birlikte ucube bir görüntü veriyor. Tek başına minaresi ise minareden ziyade sanki füze görüntüsünü andırıyor. 
Bir de Afyon Üniversitesi Kampüs Camiinin görüntüsüne yer vereyim. 
Türkiye'de bu şekil ucube daha ne kadar mabet var, kim bilir? 
Merak ediyorum, mimarımız mı yok? Ki çok sayıda var. Mimarlarımız kendilerini yetiştirememiş mi ya da biz yetiştiremiyor muyuz? İyi mimarlarımız var da biz onlara bu camilerin projelerini vermiyor muyuz? Yerlerine, ahbap çavuş ilişkisi içerisinde ehil olmayanlara mı veriyoruz? Mimarlarımız şaheser bir esere imza atmaktansa garip ve ucube bir proje çizerek bu şekil mi hayırla yad edilmek ve hatırda kalmak istiyorlar? 
Haydi mimarlar macera peşinde. Bu projeyi çizdirenler niçin bu ne biçim proje, biz bu projeyi kabul etmiyoruz demezle? Devletin ilgili yetkilileri böyle ucube mimari örneklerine niçin sessiz kalırlar da müdahale etmezler? Diyanet İşleri Başkanlığı bu tür kötü mimari örnekleri için niçin bir şey demez? 
Hasılı çok sayıda camimiz var ama çoğu estetikten ve zarafetten yoksun. 21.asırda hala örnek ve bize özgü bir mimarimiz yok. Her alanda olduğu gibi maalesef cami mimarisinde de yokuz. Bu duruma da üzülmemek elde değil. 

26 Mayıs 2024 Pazar

Süper Lig Maratonu Sona Erdi

2023-2024 Süper Lig maratonu sona erdi.

Şampiyonluk yarışını, ezeli rakibinin üç puan önünde tamamlayan GS kazandı.

24.şampiyonluğunu kazanarak 5.yıldızı takmaya son bir adımı kaldı.

Bu sezonu şampiyon tamamlayan GS'i tebrik etmek lazım.

Lige bir hafta kala on kişi oynadığı maçta ezeli rakibini 1-0 yenerek umutları son haftaya taşıyan ve ligi ikinci bitiren FB de tebriki hak etti.

Sezonun başından beri şampiyonluğun en güçlü iki adayı olan GS ve FB'yi, rekabete kattıkları katkı ve getirdikleri heyecan dolayısıyla tebrik etmek gerek.

Gönül isterdi ki şampiyonluğa oynayan takım sayısı daha fazla olsaydı. Çünkü lige renk, hey açan ve kalite gelirdi. Keşke ligin üst tarafı da düşme hattındaki takım sayısı kadar olsaydı. Çünkü esas heyecan ligin altında idi. İstanbulspor Karagümrük ve Pendikspor'un ardından ligden düşecek dördüncü takım son haftaya kadar sürdü. Bir doksan dakika kah Konyaspor kah Ankaragücü ligden düştü. Sonunda ligden düşecek 4.takımı Trabzonspor belirledi ve Başkent ekibi Ankaragücü Süper Lig'e veda etti. Ankaragücü'ne yazık oldu. Belki de Ankaragücü, Trabzon karşısında sarı lacivert renkli formasının kurbanı oldu. 

Bir zamanların Ziraat Türkiye ve Süper kupasını kazanmış Konyaspor’a, bu sezon sahasında çok maç kaybetmesi, çok sayıda teknik direktör değiştirmesi ve oynadığı kötü oyun yakışmadı. Trabzon sayesinde lige tutundu. Ümit ederim ki seneye daha iyi bir takım kurarak ligde kendini gösterir. Oynayacağı oyunla iyi ki düşmemiş dedirtir. Yoksa ligden düşmeyi bir sezon ötelemiş olur.

Depremden kötü bir şekilde etkilenen ve bin bir sıkıntıyla boğuşan Hatayspor'un lige tutunması, memnuniyet verici.

Karagümrükspor gibi iyi oynayan bir takımın ligden düşmesi üzüntü verici.

Hatasıyla, sevabıyla, yanlış ve tartışmalı kararların çokça olduğu ve algı oluşturmaya yönelik bir ligi geride bırakırken bu sezonun garip bir lig olduğunu belirtmek isterim. Bu da ligimiz adına üzüntü verici. Çünkü şampiyon olan takımla ligden düşen takım arasında 86 puan fark var. Lige son sırada tutunan Konyaspor’la şampiyon takım arasında 61 puan var. Yine ilk iki ile üçüncü takım arasında 35-32 puan fark var. Bu da Ligimizdeki takımlar arasında rekabet ve Ligimize kalite gelmesi yönünden uçurum olduğunu göstermekte. Şampiyon ile son takım arasında puan yönünden makas ne kadar daralırsa Ligimize kalite geleceğini düşünüyorum.

Yazımı bitirirken kısa kısa şu hususlara da değinmek isterim. Konyaspor ile GS maçının berabere bitmemesi şaibe yönünden iyi oldu.

Sezonun kaybedeni, nicedir ekranlarda boy gösteren ve bu sezonun şampiyonunun FB olacağını söyleyen müneccim kızımız oldu. Attı ama tutmadı.

Şampiyonluk maçından bir gün önce kongre yaparak yeni başkanını ve yönetim kurulunu seçen GS’yi tebrik etmek isterim. Sessiz, sedasız, kavgasız ve nizasız bir seçim yaptılar. Kazananı ve kaybedeni birlik oldu. Gelmiş, geçmiş tüm başkanlar GS’in başarısı için yan yana geldi ve kenetlendi. Takım seçimden olumsuz etkilenmedi. Bu seviyeyi korumaları yönüyle başkan adayları ve üyeleri kocaman bir tebriki hak etti.

On yıldır şampiyon olamayan ve ligi ikinci sırada bitiren FB’ye de bir parantez açayım. FB büyük takım olarak kalmak istiyorsa, ezeli rakibi GS’in yönetimini örnek almasında fayda var. FB, başkan adaylarının atışmasından, başkanlarının kavgacı ve gerilimli yönetim anlayışından vazgeçmesi ve oyunuyla adından söz ettirmesi iyi olur. Değilse, başkanları eliyle bu tarihi kulüp eski başarılarından gittikçe uzaklaşacaktır.

Bir diğer husus, çoğu FB’lilerin ve başkanlarının GS fobisinden ve nefretinden bir an evvel kurtulmaları gerekir. Çünkü bu kadar hazımsızlık rekabetten öte bir şey. Belki de bu hazımsızlık, şampiyonluk sayısında FB’yi GS’in ardına düşürdü. Çünkü çoğu FB’li için şampiyonluk mu, GS’i yenmek mi, bu ikisinden birini seçin dense, öyle zannediyorum, çoğu GS’i yenmek şampiyonluktan önce gelir diyecektir. Halbuki FB’nin buna ihtiyacı yoktur. GS’i yenmekle yetineceğine maratona odaklanması başarıyı getirecektir.

Bir diğer husus, FB şampiyonlukta bir Çapanoğlu arayacağına, Şampiyonu sahasında bir eksikle yenebildiğimize göre zamanında daha kolay maçları sahamızda kaybetmeseydik,  şimdi şampiyon biz olurduk özeleştirisini yapabilmelidir. Başarısızlığına gerekçe üretmemelidir.

Nüfusta Tehlike Çanları

Özal döneminde nüfus planlaması teşvik edildi. Az çocuk yapın, bakabileceğiniz kadar çocuk sahibi olun bilgilendirilmesi yapıldı. Boy boy kamu spotları yayımlandı. Sağlık ocaklarında planlama üzerine birimler açıldı. Adeta ülke olarak bir seferberlik ilan edildi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bu nüfus planlamasının tam aksi yönünde açıklamalarda bulundu. Gerek katıldığı nikah törenlerinde ve başka konuşmalarında en az üç çocuk tavsiyesinde bulundu. Hala da ortamını bulduğu zaman bu görüşünü yineliyor. 

Aslında üç çocuk öylesine söylenmiş bir temenni ve tavsiyeden ibaret olmasa gerek. Nüfus artışının makul seviyede artması için bu şart. Çünkü bir çocuk nüfusu eksiye götürür. İki çocuk nüfusu yerinde saydırır. Üç çocuk ise nüfusta artı artış demektir.

Özal dönemi nüfus planlaması üzerine çalışmalar, bildiğim kadarıyla istenildiği gibi sonuç vermedi. İyi ki böyle oldu.

Açıklanan veriler dikkate alındığında, Erdoğan’ın üç çocuk önerisi de sonuç vermemiş görünüyor. Çünkü önceki yıllarda binde yedi olan nüfus artış hızımız, 2023 yılında binde 1,1'e düşmüş ve 2022 yılına göre 2023 yılında nüfusumuz sadece 92 bin kişi artmış.

Bu artış çok az. Böyle giderse bir müddet sonra nüfus önce yerinde sayar. Sonra eksiye düşmeye başlarız. Bu da bir ülke için tehlike çanlarının çalması demektir.

Nüfus artışımız onca teşvik, temenni ve öneriye rağmen niçin düşüyor? Bunun üzerine kafa yormamızda fayda var. Öyle görünüyor ki az çocuk yapın, üç çocuk yapın teşvikinin vatandaş nezdinde bir karşılığı yok. Kimse sipariş üzerine bir planlama yoluna gitmiyor. Herkes bildiğini okuyor.

Nüfus artış hızının bu derece düşmesinde elimde bilimsel bir veri yok. Kendimce nüfus artırışının düşmesine dair görüşlerimi yazacağım.

TÜİK’e göre 2023 yılında evlilikler de bir önceki yıla oranla 1,82 azalmış. Aynı şekilde boşanmalarda da 2,01 azalma olmuş. Evlenme yaşı da erkeklerde 28,3’e çıkarken kadınlarda 25,7’e yükselmiş.

İstatistiğe göre hem evlenme oranında azalma var hem de evlenenler daha geç yaşta evlenme yoluna gidiyor. Nüfus artışının azalmasında bu iki verinin etkisi var.

Evlenmelerde azalmanın sebebi başka sebepler olsa da herhalde en önemlisi ekonomik maliyet olsa gerek. Çünkü haydi deyince bugün düğüne kalkan 600 bin ila 1 milyonu gözden çıkarması gerekir. Bu maliyetin altından kaç kişi kalkabilir ve düğün yapabilir? Evlenenlerin de daha geç yaşta evlenmesinde bu ekonomik tablonun etkili olduğunu düşünüyorum.

Diyelim ki düğün maliyetinin altından kalkıldı ve borç harç evlilik yapıldı. Yeni evliler haydi deyince çocuk düşünmüyor. Bunda evliliğin devam edip etmeyeceği neden olabilirse de bunda da en önemli sebebin evlenen çiftlerin çalışıyor olması. Çünkü günümüzde kadın da erkek gibi çalışmak zorunda. Eskiden çalışan kadın sayısı az iken günümüzde çalışan kadın nüfus, çoğu mesleklerde erkeği solladı. Eskiden nasılsa anne çalışmıyor, çocuğa bakacak var denirken, günümüzde çalışan çiftler çocuk düşünürken iyi de çocuğumuza kim bakacak düşüncesi içerisine giriyor.

Çiftler daha çocuk planlamadan ve çocuk olmadan bakıcı planlaması yapmak zorunda kalıyorlar. Çoğu çift ilk etapta ücretli bakıcı düşünmüyor. Çünkü bakıcı için en az bir asgari ücreti gözden çıkarmak gerekiyor. Bu da bir maliyet çiftler için. Bu maliyetin altından kalkabilseler bile çoğu kimse ücretli bakıcıyı tercih etmiyor. Çünkü bu şekil bakıcıya güvenemiyor. Anne ilk etapta ücretsiz izin alsa da ücretsiz iznin de belli bir süresi var. Ki maaş alamayacağı için çoğu kimse ücretsiz izne de ayrılamıyor. Çocuğa bakma işi de genelde büyükannelere kalıyor. Büyükanne de kaç çocuğa bakacak? Bir ya da iki toruna bakabiliyor. O yüzden çalışan çiftler çoğu zaman tek çocukla yetiniyor. Bu da nüfusun eksiye doğru gerilemesi demektir.

Bir diğer husus, bir çocuğun bakımı, annenin ücretsiz izin alması ve büyükannelerin bakmasıyla bitmiyor. Çünkü ilkokul ve ortaokul bitinceye kadar çocuk bakıma muhtaç durumda. Bu yüzden çalışan anne-baba, anasınıfı çağına gelinceye kadar çocuğunu kreşe vermek durumunda kalabiliyor. Kreşler de cep yakıyor maalesef. Bu da ayrı bir maliyet.

Çocuğun bezini, mamasını, çocuk odasını, çocuk koltuğunu, oyuncağını üst baş vs. masrafını saymaya gerek yok.

Ailelerin doğacak veya büyüyecek çocuğunun geleceğini görememe, ileride bunları baş göz etme, iş güç sahibi yapma ve bakma endişesinin de etkili olduğunu düşünüyorum.

Hasılı günümüzde çocuk bir maliyet. Bakımı bir dert. Büyüyünce okuması ve istihdam durumu ayrı bir dert.

Bu durumda nüfus azalmasın da ne yapsın?

Tehlike çanları çalmaya başlamışken bu konunun ele alınıp üzerine ciddiyetle gidilmesinde yarar görüyorum. 

23 Mayıs 2024 Perşembe

Haset ve Fesat Dünyası (3)

Bu yazıda esas, İran’da içinde cumhurbaşkanları, dışişleri ve üst düzey yöneticilerin olduğu helikopter kazası sonrasında helikopterin enkazını bulma konusunda İran’ın ve Türkiye’nin açıklamalarına değinip hakkında üç beş cümle söyleyecektim. Bu ülkeler adam olmaz diyecektim. Gördüğünüz gibi iş nereye geldi.

İran’daki helikopter kazası hava muhalefetinden kaynaklı bir kaza mı yoksa suikast mı? Kaza deniyor. Bu kaza İslam dünyasında olunca açıkçası kaza diyesim gelmiyor. Kaza denip geçilecek ama öyle zannediyorum bir suikast. Böyle kazalar da nedense hep fesat ve hasedin kol gezdiği, her türlü Bizans ve Acem oyununun oynandığı İslam dünyasında oluyor.

Bu olayın benzeri bir uçak kazası sonucu Pakistan’da olmuş. Tüm üst düzey ölmüştü. Daha önce bizde de Muhsin Yazıcıoğlu’nun başına gelmişti. Dava hala devam ediyor ve azmettiriciyi bulamadık.

Reisi’nin ölümü bana Muhsin Yazıcıoğlu’nun suikast sonucu ölümünü hatırlattı. Sonrasında, enkazın yerinin tespit edilememesi, enkaza geç ulaşılması, helikopterin hava muhalefeti dolayısıyla düştüğünün açıklanması iki suikastın ortak yönleri.

Kaza mı, suikast mı, bunu da geçelim. Esas sadede gelelim. Bundan sonra yazacaklarım da yukarıda yazdığım gibi İslam dünyasının fesat yuvası olduğuna ve birbirini çekemediğine bir örnek olsun.

Reisi’nin düşen helikopterinin yerinin tespit edilememesi dolayısıyla İran dünyadan yardım istedi. Türkiye’den giden bir İHA kaza yerini tespit edip geri döndü açıklaması yaptı Türkiye. İran ise yok öyle bir şey. Türkiye İHA’sı yedi km uzaklıkta bir yeri belirledi. Halbuki kaza yerini ve helikopterin enkazını bizim drone tespit etti açıklaması yaptı. Üstelik biz dünyadan yardım talep etmedik dedi. İyi de yardım istenmediği halde Türkiye’nin İHA’sının İran içinde ne işi var? Gezinti yapmaya mı gitti oraya?

Bu iki açıklamadan biri doğru, diğeri yalan söylüyor. Ya Türkiye yalancı ya da İran. Türkiye enkaz yerini tespit ettik diye niye yalan söylesin? İran niye yanlış yeri gösterdi desin? İki ülkeden biri bizimle oyun oynuyor belli ki. Ama hangisi. Şimdi çıkın bu işin içinden.

Bizim İHA’nın enkazı bulduğuna dair şahidimiz İsrail. Bakalım İran kimi şahit gösterecek? Herhalde o da Beşşar Esad’ı şahit gösterir.

Bu iki açıklama bile benim İslam dünyasını fesat ve haset yuvası göstermeme bir örnek. İran dese ki sağ olsun, komşu ülke sıkıntılı anımızda bize yardıma geldi. Faydalandık. Bu iyiliğini unutmayacağız dese ne olurdu? Türkiye de acılı gününde komşumuzun yanında yer aldık. Destek verdik dese ne olur?

Kazanın enkazını sen buldun, hayır ben buldum ne demek? Neyin kafasını yaşıyoruz bu açıklamalarla. İnanın, çok anlamış değilim diyeceğim ama biz bizi bildiğimiz için hiç garipsemedim bu açıklamaları. Bizde herkes sayemde bulundu inisiyatifini alma ve reklam peşinde.

Adamların Cumhurbaşkanı ölmüş ya da öldürülmüş. Buna rağmen ne hesap derdindeler.

Sahi bu İslam dünyasından bir cacık olur mu? Varın siz düşünün biraz da. 

Haset ve Fesat Dünyası (2)

Faili meçhul cinayetler bu ülkelerde vakayıadiyedendir. Engel görülenleri temizlemede, kaza süsü vererek cinayet işlemede çok mahirdirler. Ağızları "Kim bir cana kıyarsa tüm insanlığı yok etmiş olur. Ebediyen cehennemlik", "Kim bir canı kurtarırsa, tüm insanlığı kurtarmış olur" der. Kafa yapıları, elleri, beyinleri, eylemleri ise gözünü kırpmadan öldürme eylemini gerçekleştirir. Ölen öldüğüyle kalır, kim vurduya gider. 

İnsanlığın "İ"si, değerlerin "D"si, "genel geçer kuralların "G" si bu ülkelere uğramaz. Hepsi değer verir göründükleri değerlerin içini boşaltmakla meşgul. 

Hepsi, Filistinlilere uyguladığı terör dolayısıyla İsrail'e düşman. Her birini toplasan bir İsrail yapmaz. İsrail tüm Filistinlileri yok etse, İsrail'den önce oh be Filistin belasından kurtulduk diye adeta zil takıp oynayacaklar. Çünkü Filistin hepsinin en büyük kamburudur. 

Devekuşu gibi kafalarını kuma gömüp kendilerini sütten çıkmış ak kaşık göstermede üstlerine yoktur. 

Dilleri alemin dürüstü olduklarını haykırır. Eylemleri ise yok öyle bir şey der. 

Olgularla değil, algılarla yaşarlar. 

Bir türlü sadede gelmezler. 

Ne Allah korkuları vardır ne de kuldan utanmaları. 

Savundukları değerler yönüyle bu dünya mı ahirete inanıyor yoksa doğru dürüst inancı olmayanlar mı diye düşünmeden edemiyor insan. 

Ahiretten önce birbirlerine had bildirme yönleri ağır basar. 

Kazara niçin başka ülkeler gibi işleyen, kurum ve kuralları oturmuş bir devlet yapımız, kurallara uyan halkımız yok desen, seni Batı hayranı olarak gösterirler. 

Haset, fesat, çekememezlik adına ne varsa bu ülkelerde var. Nerede bir kural tanımazlık varsa bu ülkelerde.

Aynı çukura doldurulsalar aynı kazanda kaynamazlar. 

Derdin ne bu kadar? İslam dünyası ile alıp veremediğin nedir diyebilirsiniz. İslam dünyasının hali pürmelali dolayısıyla dertliyim dertli olmasına. Zira İslam dünyası benim için bir hayal kırıklığıdır.

Aslında bu konuya başlarken fesat, Haset, İslam dünyasında gırla gidiyor deyip sadede gelecektim. Gördüğünüz gibi dolmuşum ki döşedim. Haset ve fesat dünyası dediğim İslam dünyasında diğerlerinden farklı ve istisna olan ülkeler vardır belki ama tepeden bakınca hiçbiri içimi açmadı. (Devam edecek) 

Haset ve Fesat Dünyası (1)

Adına ister İslam dünyası  ister Müslüman ister halkı Müslüman ülkeler diyelim, bu ülkelere İslam dünyasından ziyade haset ve fesat dünyası ya da yuvası diyesim geliyor.

Çünkü hiçbir İslam ülkesi birbirinin ne olmasını ne de onmasını ister.

Bu ülkeler birbirinin kuyusunu kazmaktan, ayağını kaydırmaktan başka bir işe yaramıyor.

Ne birbirleriyle doğru dürüst bir araya gelirler ne ortak hareket ederler ne de Batı'ya karşı tek vücut olurlar.

Her biri görünürde kendi başına buyruk ama her birinin ipi başkasının elinde. 

Başkalarına karşı süt dökmüş kedi gibi olurlar. Birbirlerine karşı aslan kesilirler. 

Ülkelerinin yeraltı kaynaklarını Batı'ya ve küresel güçlere peşkeş çekerler. 

Hiçbiri teknolojide, bilimde ve üretimde yok. 

Ellerindeki yeraltı ve yerüstü kaynaklarını adeta bir hayırsız evlat gibi  harman savurmada üstlerine yoktur. 

Birbirleriyle doğru dürüst alışverişleri bile yok. Varsa da zorunluluktan. Birbirlerinden daha uyguna almak ve ticareti geliştirmek varken gerekirse pahalı almak suretiyle bu dünyanın dışındaki ülkelerden alırlar. 

Utanmasalar birbirlerine selam vermeyecekler, selamı sabahı kesecekler. 

Ülkelerindeki yeraltı ve yerüstü kaynakları paylaşmada adaletten eser yoktur. Zengini Karun gibi zengin, fakiri de ekmeğe muhtaç. Sosyal devlet ve sosyal adalet yönünden her sene ikmale kalırlar. 

Çoğu babadan oğula geçen saltanat ile yönetilir. Aile devleti dense yeridir. Demokrasi bu ülkelere uğramaz. Kazara demokrasiye geçen varsa da onların yönetim anlayışı, yönetime gelişleri ve yönetimde istikrar abidesi olmaları yönüyle krallıktan başka bir şey değil. 

Ahlak ve etik değerler, özgürlük ve huzur bu ülkelerde hak getire. Kimin gücü kime yetiyorsa yok etmek için uğraşır. Mülkün temeli adalet bu ülkelerin semtine uğramaz. Her şeyi kılıfına uydurmada üstlerine yoktur. Zulüm, haksızlık, bedbahtlık, her türlü ahlaksızlık bu ülkelerin kaderi gibi bir şey. 

Hepsinde işleyen, kurum ve kurallarıyla oturmuş bir devlet yapısı yoktur. Kişiye özgü yönetim anlayışları vardır. Devleti ele geçiren mülkün sahibidir. 

Her biri İslam dünyasının liderliğine oynar. Kendisini ve ülkesini bulunmaz Hint kumaşı sanır. (Devam edecek) 

Bastığımız Zemin Ne Derece Sağlam?

Zaman zaman Türkiye'nin değişik yerlerinde obruk adı verilen büyük yarık, geniş ve derin çukurların oluştuğu gündeme gelse de Karapınar ilçesi, oluşan ve tehlike arz eden çok sayıda obruklarla hop oturup hop kalkıyor. Şimdi de bir zamanlar yüzeye yakın su çıkıyor denilen Çumra'da da büyük çukurlar oluşmaya başladı. 

Obruklar ekili arazilerde, sulama yapılan yerlerde ve meskûn mahallerde ortaya çıkıyor.

Birden ve beklenmeyen yerden ortaya çıkan obrukların büyüklüğü o kadar korkutuyor ki üzerinden araba geçse, kaç arabayı içine çekecek cinsten. İçine düşen eşya, mal, insan ve aracı çıkarmak mümkün değil. Çünkü görüntüler adeta dipsiz bir kuyuyu andırıyor. Ara ki bulasın. Ki böyle bir tehlike arz eden obruklarda arama ve kurtarma çalışması yapmak da mümkün değil. Çünkü ayağını bastığın toprağın da altının boşalma riski var.

Oluşan bu obruklar bir şekilde doldurulsa da başka yerlerde yine yeni obruklar oluşuyor.

Ne zaman, nerede ne büyüklük ve ne derinlikte bir çukurun açılacağı muamma olan, özellikle obruk riski olan mahallerde, çiftçi traktörüne binip nasıl tarlasını gönül rahatlığı içinde sürmeye kalksın. Oluşacak bir çukur maazallah traktörüyle birlikte çiftçiyi yutar. Bu durumda çiftçi ekin, harman ve çifte giderken kelle koltukta gidecektir.

Sadece ekili araziler değil, hiç ekilmeyen yerlerde de obruklar oluştuğuna göre insanımız özellikle obruk riski olan bölgelerde gönül rahatlığıyla nasıl gezip dolaşabilsin.

Meskûn mahallerde de çukurlar oluştuğuna göre oturduğumuz evler, üzerinden araçla geçtiğimiz yollar ne derece güvenilir? Böyle giderse ölümümüz belki de bir kör kuyu yüzünden olacak.

Hasılı ayağını sağlam zemine bas, yerden güç al, ayağını yerden kesme, denilen yer eskisi gibi güvenilir değil. Çünkü güven vermiyor. 

Küresel ısınma ile birlikte yeraltı suları çekildikçe, yerine yeterince yağış gelmedikçe, yeraltında oluşan su havzaları içme ve sulamada kullanıldıkça, su ile kaplı havzalar boşalacak. Biz de altında büyük çukurların oluştuğu ama üstü toprakla kaplı zeminlerde yürümeye ve yaşamaya devam edeceğiz.

Zemin etüdü yapılmadan, gerekli izin alınmadan zamanında su kuyusu açılan ve suyu biten yerler birinci derece tehlike arz ediyor.

Kendiliğinden oluşan obrukların etrafına güvenlik şeridi oluşturmanın ya da oluşan obruğu kapatmanın dışında yetkililerin de yaptığı bir şey yok. Yetkililerin elinde şuralarda obruk riski var şeklinde bir zemin etüdü yapılarak Türkiye'nin bir obruk haritası olduğunu da sanmıyorum. Varsa da bilmiyorum. Şayet obruk riski haritası yoksa yetkililerin bir eksikliği bu. İstenirse ve dert edinilirse böyle bir risk haritası ortaya konabilir. Yerin km’lerce altından geçen deprem fay hatlarını ortaya koyan bilim, obruk fay hattını da ortaya koyabilir. Vatandaşını bu konuda bilgilendirir. Vatandaş da elinden geldiği kadar bu konuda dikkatli olmaya çalışır. Özellikle bir zamanlar evinin altına ya da bahçesine su kuyusu vurdurup şebeke suyundan ziyade bu suyu kullanan apartmanlar ve mahaller belirlenip gerekirse boşaltılması yoluna gidilebilir. Aksi takdirde bu tür meskûn mahallerde açılacak büyük obruklar binalarla birlikte insanımızı içine çeker ve yutar.

Hasılı özellikle karasal iklimin hakim olduğu bölgelerde oturanlar için yer eskidi gibi sağlam ve güvenilir değil. Rabbim encamımızı hayreylesin.