19 Şubat 2024 Pazartesi

Ömrünü Kur'an'a Adayanlarla İmtihanımız

Kendisini Kur'an'ı anlamaya ve anladığını anlatmaya çalışan o kadar insan tanırım ki nazarımda Mehmet Okuyan gibisi yoktur. Adeta kendini Kur'an'a vakfetmiş bir bilim insanıdır. Kur’an’ı yemiş yutmuş dense yeridir. Yine bu konuda kendisine allameicihan dense yakışır.

Kendisini Kur’an’a vakfetmesinde bir otobüs yolculuğunun etkisi büyüktür. Oturduğu oturağın arkasındaki iki yabancı kişiyle tanışması esnasında, onlara ilahiyat mezunu ve hafız olduğunu söyleyince, Bakara süresinde neden bahsedilir sorusunu sorar iki yabancı. İsrail oğullarından bahseder demiş. 286 ayet var bu sürede. Başka hangi konular var demişler. Birkaç konu daha saymış. Arkası gelmemiş ve mahcup olmuş. Öyle zannediyorum, bu anekdotun ardından kendini Kur’an’a adamış olmalı.

Geldiği nokta itibariyle Kur’an’a vukufiyet konusunda, Kur’an ayetlerini Kur’an ayetleriyle tefsir etmede üstüne yoktur. Ki Kır’an’ın Kur’an’la tefsir edilmesi tercih edilendir ve makbul kabul edilir.

Kendisini Kur’an’a adamış ve öğrenmiş. Bununla da yetinmemiş. Öğretmeye devam etmiş. Öğretmesi halen öğretim üyesi olduğu Samsun 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencileriyle de sınırlı kalmamış. Kur’an’ın anlaşılmasını anlatmak için adeta Türkiye’yi karış karış dolaşıyor. Yeter ki herhangi bir il ve ilçeden talep gelsin.

Bildiğim kadarıyla uçak fobisi de var. Gideceği her yere otobüsle seyahat ediyor. Kur’an sohbetini veriyor. O kadar teptiği yolu yeniden tepiyor. Gittiği her yerde dolu salonlara hitap ediyor. Yeter ki bir salon bulunabilsin ve izin verilsin. Çünkü seveni kadar sevmeyeni de çoktur. Gittiği her ilde kendisini dinlemeye gelen kadar onu konuşturmamak için lobi faaliyetinde bulunan ve sesleri çok çıkan kişiler de vardır.

Davet edilen televizyonlara çıkıyor, konferanslara gidiyor. Ne televizyondan ne de konferans için gittiği yerlerden bir kuruş para alıyor. Yani meccanen yapıyor bu işi.

Kuran meali yazdı. Herkesin istifadesi için dijital ortama aktarttı. İsteyen herkes ücretsiz dinleyebiliyor.

Mealle de yetinmedi. Otuz cilt Kur’an’ın tefsirini yazdı.

Kur’an’la hemhal olması, konferans ve TV programlarından bir kuruş almaması, üzerine meal ve tefsir yazması takdir edileceği yerde, bugünlerde yerden yere vuruluyor. Vay efendim, “Kur’an bize yeter” dediği halde 21 tane kitap yazmış. Halbuki onlara göre Kur’an varken ne gerek vardı bu kadar kitap ve otuz ciltlik tefsir yazmaya. Okuyanın yanına Mustafa İslamoğlu (80), Caner Taslaman (17), Sait Çamlıca (31), Emre Dorman (10), Bayraktar Bayraklı (36) tarafından yazılan kitap adetleri de eklenmiş. Ayrıca her birinin fotoğraflarına da yer verilerek sosyal medyada afişe ediliyor bu kişiler. Sünnet ve hadis inkarcısı, oryantalist, sapık vs. ithamları, yapılan ithamların yanında pek masum kalır. Adeta hedef gösteriliyor.

Bu kişiler niçin zaman zaman ve şimdi temcit pilavı gibi böyle hedef gösterilir? İnsanımızın bu insanlarla alıp veremediği nedir, çok anlamış değilim. Öyle zannediyorum, belli kişi ve mahfillerin bu kişileri hedef almasında, bunların hadis ve sünnete bakışları yatmaktadır. Diğerleri için bir şey söylemeyeceğim. Yalnız Mehmet Okuyan hadis ve sünnet inkarcısı değil. Kendi ifadesiyle, hadisleri “Ne süpürüp atanlardan ne de süpürüp alanlardandır”. Yani Okuyanın suçu, hadislere temkinli yaklaşması, hadisleri Kur’an, akıl ve mantık süzgecinden geçirmesi.

Bildiğim kadarıyla hadisler konusundaki bu metot Okuyan’a ait değil. Bu metot aynı zamanda İmamı Azam ve İmamı Maturidi’nin yoludur. Bu ikisinin yolundan gidiyoruz. Biri amelde, diğeri itikatta mezhep imamımız.

Adı geçen kişileri savunmayacağım. Zira onlar kendilerini savunur. Yalnız bir hakkı teslim etme adına şunu söylemeden geçemeyeceğim. İslam ileri çağlara hitap edecekse, ileride İslam halkın gündeminde olacaksa, bunda adı geçen kişilerin payı büyük olacaktır. Bu demek değildir ki bu kişilerin her söylediği, yazıp çizdiği doğrudur. Tefsir yaparken bazı ayetlerde zorlama yorum yaptıkları da oluyor. Bunu da anlamak ve anlaşılmak için yaptıkları aşikardır.

Hasılı Mehmet Okuyan’ın Kur’an’ın anlaşılması üzerine hizmeti, çaba ve gayreti takdir edilmelidir. Taslaman’ın günümüz gençliğinin deist, ateist, agnostik olmaması, olduysa da oradan kurtulmaları için gösterdiği eforlar bir takdiri hak ediyor.

Okuyan ve diğerleri bir metot geliştirip yollarına revan olurlarken sahi biz ne yapıyoruz? Onların yaptıklarına burun kıvırıyoruz. Durmadan onları hedef gösteriyoruz. Birilerinin onlar adına oluşturup servis ettiği algıyı paylaşıp duruyoruz. Böyle yapacağımıza, kendimiz de bir metot geliştirip tefsir yazsak, meal yazsak, kitaplar yazsak daha iyi olmaz mı?

Meal ve tefsir yazmak kolay mı demeyin? Öyle kelli felli ilahiyatçılar ve kendilerini ehlisünnet savunucusu gören ve dinî bildiğini sanan öyle güney müftüleri var ki onlar için meal ve tefsir vız gelir. Yeter ki sosyal medyada Okuyan ve diğerlerine saldırma vazifesini bırakıp bir işe yaramaya odaklanabilsinler. Sahi işiniz yok mu sizin? Bir de Okuyan ve diğerleri hadislere temkinli yaklaşmasalar, tüm hadisleri süpürüp alsalar, size göre İslam’ın ve Müslümanların tüm dertleri bitecek mi? Tek derdimiz bu mu kaldı? Öyle zannediyorum, bunu muhabbetini yapmayı ve insanımıza saldırmayı meslek edinmişiz. Merak ediyorum, ne zamandan beri Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri suç oldu? Siz de Kur’an’ın hadisle tefsirini yapın. Elinizden alan mı var mübarekler...

18 Şubat 2024 Pazar

Bize Her Yol Mubah

Bu yazımı, İnternet sitelerinde ve sosyal medyada yer verilen bir alıntıya ayırdım.

“BİZ BÖYLE ÇÜRÜDÜK...” başlığıyla çoğu kimse tarafından paylaşılan bu alıntıya imzamı atıyorum.

Güzel tespitleri bir arada bulunca istedim ki bu yazı bloğumda yerini alsın.

Yazımda yazının yazarına da yer vermek isterdim ama failini bulamadım. Emeğine sağlık bu tespitleri bir araya getiren yazarımıza.

Alıntıya dair yaptığım tek şey görebildiğim yazım ve imla yanlışlarını düzeltmek oldu.

“Bal tutan parmağını yalar" dedik; hırsızlığı mubah gösterdik.

“Devletin malı deniz, yemeyen keriz" dedik; devleti soymayı mubah gösterdik.

“Yemeyenin malını yerler" dedik; dolandırıcılığı mubah gösterdik.

“At binenin, kılıç kuşananın dedik; gaspçılığı mubah gösterdik.

“Kol kırılır, yen içinde kalır" dedik; kendi yakınımızdaki hırsızların hırsızlıklarını mubah gördük.

“Söz gümüş ise sükut altındır” dedik; ortamı yalancıya bırakmayı  mubah gösterdik.

“Komşuda pişer bize de düşer” dedik; hazırcılığı mubah gösterdik.

“Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” dedik; menfaatçılığı mubah gösterdik.

“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar" dedik; yalan söylemeyi mubah gösterdik.

“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" dedik; bencilliği mubah gösterdik.

“Üzümünü ye bağını sorma" dedik; haramı mubah gösterdik.

“Köprüden geçene kadar ayıya dayı denir” dedik; kurnazlığı ve takiyeyi mubah gösterdik.

Rica ve Buyruk *

Buyruk, emir anlamına gelir. Buyruğumu vereceğim demek, bir işin yapılması veya bir sorunun giderilmesi için emrimi vereceğim demektir.

Rica, dileme; rica etmek, dilemek demektir.

Arz, sunma; arz etmek ise sunmak, göstermek ve saygı ile bildirmek anlamına gelir.

Devletin yazışma dilinde istek ve talepler arz ve rica ile belirtilir. Alt makamda olanlar yazının içeriğinde isteğini belirttikten sonra gereğini arz ederim şeklinde yazıyı bitirir. Makam yönünden aynı seviyede olanlar yine arz ederim şeklinde yazar. 

Rica ederim şeklinde biten yazılar ise üst makamdan gelen yazılarda kullanılır. Yukarıda belirttiğim hususların yapılmasını istiyorum anlamına gelse de üst makamdan gelen rica ederim ifadesi emir anlamını içerir. Mutlaka yerine getirilmesi gerekir. 

Rica, mutlaka yerine getirilmesi gereken bir talimat olsa da içerdiği anlam itibariyle meramını güzel bir şekilde ifade eden şık bir kelimedir. İtici değildir. Kendisine rica edilen bu ricada gocunma ve gereğini yerine getirmek için çaba sarf eder.

Resmi yazışma dilinde her ne kadar ricayı üst makamdaki alt makamdakine ifade için söylense de rica kelimesi halk arasında makam, mevki ve statü gözetilmeden herkes birbiri için kullanır. Efendim, sizden bir ricam olacak, bir ricam var, şeklinde. Bundan da kimse gocunmaz.

Yazışma dilinde alt makamdakinin kullandığı arz ederim ifadesi ise halk nazarında pek kullanılmaz. Kullanılsa da pek şık görülmez.

Emir ve talimat kelimeleri ise konuşma dilinde üst makamdakilerin özellikle siyasilerin, emrinde çalışanlar için söylediği kelimelerdir. Bu konunun çözümü için bakanıma emir verdim, talimat verdim denir. Bu ifadeler de çok itici değildir.

Hasılı arz ve rica, emir ve talimat bu ülkenin hem devlet dilinde hem de halk arasında az veya çok kullanılır.

Bu kelimelerin yanında emir ve talimat anlamına gelen buyruk kelimesi var ki bu kelime ne halk arasında kullanılır ne de de devlet dilinde. Bu kelime ancak masallarda ve padişahların fermanlarında kalmıştır.

Birileri, masal ve padişah fermanlarında geçen, ancak unutulmaya yüz tutmuş buyruk kelimesini kelime hazinemize yeniden kazandırmak istemiş olmalı ki “Buyruğumu vereceğim” deyiverdi.

Dedi demeye ama emir ve talimat anlamına gelse de çoğu dinleyenler nezdinde bu ifade garip karşılandı. Çünkü itici bir kelime buyruk. Aynı zamanda padişahlığa özenme şeklinde anlaşıldı.

İnternet sitelerinde haber olan bu “Buyruğumu vereceğim” sözü bana da itici geldi. İrticalen söylenen bir kelime olsa da ben olsam böyle bir ifade kullanmazdım. Bunun yerine “Emir vereceğim, talimat vereceğim, rica edeceğim” şeklinde ifade ederdim. Farklı kelime kullanacağım diye bir şeylere özenti duymanın veya böyle algılatmanın bence hiç gereği yok. Çünkü bu buyruk, içinde kibir ve büyüklenme barındırır. Tevazu varken büyüklenme neyimize değil mi?

*21/02/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

17 Şubat 2024 Cumartesi

Ya Tuz Kokarsa *

Bir sorunun düzeltme ve iyileştirme imkanı varsa ona çözüm bulunabileceğini, fakat düzeltme ve iyileştirme aracı bozulduğunda durumun çözümsüz olduğunu ve işin daha da kötüye gittiğini ifade etmek için "Et kokarsa tuzlanır. Ya tuz kokarsa ne yapılır?" atasözü kullanılır. 

Bu atasözü genelde adaletle ilgili işlerin düzgün gitmediği, adaletin yerlerde süründüğü, adaletten ümit kesildiği, şeriatın kestiği parmağın acıdığı, ceza yasasının kişilere had bildirmek için kullanıldığı, adaletin yerini bulmadığı, adaletle ilgili kararların uygulanmadığı; yasama, yürütme ve yargı kuvvetler ayrılığına riayet edilmediği durumlar için söylenir.

Anayasamızda hukuk devleti olduğu yazsa da hukuk devleti olmaktan çok uzak olduğumuz aşikardır. Çünkü hukuk devletinde taşlar yerine oturmuştur ve bu hukuk adalet dağıtır. Biz olsak olsak kanun devleti olabiliriz. Kanun devletine ise gücün adaleti diyebiliriz ki buna dağ kanunu dense yeridir. Dağ kanunu ise gücün istediği şekilde karar vermek demektir.

Adına ister hukuk ister kanun devleti desek de mülkün temeli olan adaletimiz adalet dağıtmıyor. İnsanlara ceza vermek de çok kolay, ipten almak da. 

Anayasamız ve kanunlar mükemmel olmasa da ağır aksak işleyen bu yargıdan adalet dağıtması beklenir. Yargımızın da adalet dağıtmadığı bir gerçektir. Çünkü yargımız hiç olmadığı kadar müdahaleye açık durumda. Görüntü, kimseden emir ve talimat almaması gereken yargımızın emir ve talimatla iş yaptığı, işi kılıfına uydurarak karar verdiği yönünde. Kısaca adrese teslim kararlarla karşı karşıyayız.

Yine bir ülkenin adalet göstergesi, verilen kararların uygulanmasıyla da yakın ilişkilidir. Yargının verdiği kararlar içimize sinse de sinmese de uygulanması gerekir. Çünkü hukuk devleti olmanın gereğidir bu. Eğer kararlar uygulanmıyorsa o devlette adaletten bahsedilemez.

Örnek vermek gerekirse, Anayasa Mahkemesi bireysel hak ihlal kararı veriyor ama bu karar uygulanmadığı gibi aksi karar uygulanıyor. 

Bir başka örnek, Danıştay 400 kadar hakim ve savcının göreve iade kararını veriyor. Yürütme bunu yerine getireceği yerde uygulamayacağı yönünde ihsası reyde bulunuyor. 

Bir başka örnek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir vatandaşın müracaatını değerlendiriyor. Yargılamada ortaya konan delillerin sübjektif olduğu, kişinin mağduriyetinin giderilmesi gerektiği yönündeki kararını ülkemiz uygulamıyor. 

Bu konuda vereceğimiz örnekler çok. Bu üç örnek bile mevcut Anayasa ve yasaları çiğnediğimizin bir göstergesi. Nihai merci olan Anayasa Mahkemesinin kararı yok hükmünde sayılıyor. Yine uygulamak zorunluluğumuz olan Danıştay kararını hiçe sayıyoruz. Yine imza koyduğumuz ve bizdeki kanunların üstünde kabul ettiğimiz AİHM kararını siyasi deyip uygulamıyoruz. Halbuki karar siyasi olsa da yanlış olsa da hoşumuza gidip gitmese de bu kararları uygulama yükümlülüğümüz var. 

Kısaca ülkemizde adalet adına katliam yapılıyor, hukuk yok sayılıyor. Bu da meselenin etin kokmasının da ötesine geçildiğini ve tuzun koktuğunu işaret eder.

*23/02/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

14 Şubat 2024 Çarşamba

Ülkenin CHP Sorunu *

Şu iyice belli oldu ki bu ülkenin en büyük sorunu müzmin muhalif, kurultay ve birçok kliği bünyesinde barındıran CHP'dir.

Bu partinin ne kendine ne seçmenine ne de ülkeye hayrı vardır.

Bu parti için ülkenin  önündeki en büyük takoz dense yeridir.

Kendisi bir türlü iktidar olamadığı gibi yeni bir alternatifin ortaya çıkmasının önündeki en büyük engeldir.

Ülkeyi alternatifsizliğe mahkum eden yegane ve tek partidir.

Ne iktidar olur ne de kalabalık ettiği alanı bir başkasına bırakır.

2023 Cumhurbaşkanı ve genel seçimleri, 31 Mart 2024 mahalli seçimleri iyice gösterdi ki bu partinin iktidar olma, ülkeyi yönetme diye bir derdi yoktur.

Bugün bütün partiler bir araya gelip şu parti bir iktidar yüzü görsün, hiçbirimiz aday göstermesin, aday gösterecekse de formalite gereği aday göstersin ve kimse seçime asılmasın. Yeter ki bu parti bu ülkeyi yönetsin dese, inanın iktidar olmamak ve ülkeyi yönetmemek için ellerinden geleni artlarına koymazlar. Ne yapıp ne edip rakiplerine seçimi altın tepsi içerisinde sunarlar. Çünkü 2023 seçimlerinden beri yaşadığımız, bu partinin iktidar olma gibi bir derdi, ideali ve hesabı yok. Mahalli seçim sathı mailine girilmiş olmasına rağmen partide suların bir türlü durulmaması da bunu göstermiyor mu?

Partileri, Cumhuriyet'in adı olsa da partileri Cumhuriyet ile yaşıt olsa da partilerinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olsa da Türkiye'nin en eski partisi olsa da Cumhuriyet'i kuran parti olsa da üzerinden bin yıl geçse de bu parti daha partileşmesini bile gerçekleştirememiş bir partidir.

Partinin misyonunun, hep kaybetmek ve başkasını kazandırmak için bir aksesuar görevini üstlenmek olduğu ayan beyan ortaya çıkmıştır.

Bu parti ne kitle partisidir ne de ideolojik bir partidir. 

Bu parti mutlu azınlık partisidir. Kendilerinin kalesi olan az sayıdaki şehrin belediyesini kazanıp bu belediyeleri yönetmek kendilerine yetiyor da artıyor. Parti içinde bunun kavgasını veriyorlar.

Bu parti sorumluluktan kaçıyor. Seçmeniyle ve ülkeyle dalga geçiyor.

Bu partinin seçim kazanma yerine bir başkasına nasıl seçim kazandırırız misyonu var. Bu misyonun dışına çıkmıyor.

Ne halkı tanır ne halkın değerlerini bilir ne kendisini yeniler ne seçime asılır.

Bu partiden, bir seçim nasıl kaybedilir

O yüzden ülkenin bu kötü gidişatına ve yönetim zaafından dolayı ülkeyi nicedir yönetenlere kızmayı bırakalım. Kızılacaksa, siyaseti kendi içinde rekabet ve kavga etmek olarak gören bu partiyi yönetenlere kızalım. Çünkü bu parti sayesinde bu ülke alternatif çıkaramıyor ve eli mahkum tek parti ile yönetiliyor.

Hakkını yemeyelim. Bu parti hala partileşmesini sürecini tamamlamasa da bir seçim nasıl kaybedilir tecrübesinden faydalanılabilir. Çünkü bu konunun uzmanı bu partidir. Bu konuda kimse bu partinin eline su dökemez.

*19/02/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

Siyasette Ceket Dönemi *

Efendim, nicedir takım elbise diktirmiyordun. Şimdi o kadar ceket ölçüsü aldırdın ki size ceket dikmekten bitap düştüm. Bu kadar ceketi ne yapacaksınız? Giyeceksiniz diyeceğim ama hepsini giymeye zamanınız bile olmaz.

Memnun değil misin bu durumdan?

Memnun olmaya memnunum. Bu sayede işlerim açıldı. Paraya para demiyorum. Üstelik kaça dikersin diye eskisi gibi pazarlık da yapmıyorsun. Ne diyorsam hemen veriyorsun. Allah başımızdan eksik etmesin. Yalnız merak ettim. Ne yapacaksın bu kadar ceketi?

Devir ceket devri. Malum seçim zamanı. Kendimi her yerden aday gösterme imkanım yok. Banko dediğim yerlere ehil aday arayışına da ihtiyacım yok. Elimin ulaşmadığı, kendimin aday olmadığı yerlere bu ceketlerden bir tanesini koyacağım. Bu kadar ceket bu hayat pahalılığında bana biraz tuzlu oluyor ama işin ucunda çokça belediye başkanlığını kazanma olunca bu kadar masrafa değer. 

Eskiden söylenen "Ceketimi koysam kazanırım" mı demek istiyorsun?

Aynen öyle. 

Çok iddialı değil mi bu söz? Kendine çok güvenmenin bu kadarı riskli değil mi?

Değil terzi değil. Hiç olmadığı kadar meydan benim. Seviyorum şu alternatifsiz olmayı. Seçmen sağına soluna bakıyor. Bir de bana. Rakip görünenlerin durumuna bir bakıyor. Bunlar kendilerini yönetmekten acizler. Değil ki bir şehri yönetebilsinler deyip bana yöneliyor tekrar ya da kazanamayacak adaya veriyor.

Bu kadar yani?

Görmüyor musun hallerini. Doğru dürüst aday gösteremiyorlar. Başkasını aday gösterince verip veriştiriyorlar. Ardından istifa ediyorlar. Dün karşıma birleşip çıkanlar neredeyse birbirlerinin topuğuna sıkıyor. Birbirinin karşısına aday çıkarma yarışına girdiler. Adeta kaybetmek ve beni kazandırmak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Gördüğün gibi her şey lehimde. Bugüne kadar bu kadar kolay bir seçime hiç girmemiştim. Bugüne kadar nice zorlu seçimleri galip bitirdim. Değil ki bunu. 

Bu durumda seçim çalışması yapmana bile gerek yok. 

Yok tabi. Bu kadar ceketi boşuna mı diktiriyorum. Seçmen bir birbirine girmiş rakiplerime bakıyor, bir de benim cekete. Bunun ceketi yeter, bunun ceketi onlara beş çeker diyecek. Üstelik bu seçimde mevcut seçmenimin dışında kendilerinden de oy alacağım.

Nasıl? Adamlar sizden nefret ediyor. 

İki nefretten birini seçecek. Partisi kendisini aday göstermeyince kızıp bana oy verecek ya da benim dışımda parçalanmış irili, ufaklı adaylardan birine oy verecek. Bu durumda ben bu kadar adayın arasından en yüksek oyu alıp başarılarıma yeni başarılar ekleyeceğim. Bu durumda ben sevinmeyeyim de kim sevinsin.

*16/02/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

13 Şubat 2024 Salı

Gölge Etmemek

“İki çocuk bütün sabahı, donmuş bir göl üzerinde kayarak geçirdi. Ama sonra aniden buz kırıldı ve çocuklardan biri suya düştü. Akım onu birkaç metre uzağa çekti, çocuk bir buz tabakasının altında kalmıştı. Onu kurtarmanın tek yolu, o buz tabakasını kırmaktı.

Arkadaşı yardım istemek için bağırmaya başladı. Kimsenin gelmediğini görünce hızlıca bir kaya aradı ve olabildiğince sert bir şekilde buza vurmaya başladı.

Bir delik açana kadar tekrar tekrar vurdu, sonra kolunu suya soktu, arkadaşını tutup dışarı çekti. Birkaç dakika sonra, çocuğun bağırışlarını duyan komşular sayesinde itfaiyeciler geldi. Çocuk olanları anlatınca, küçücük bir çocuğun böylesi kalın bir buz tabakasını kırabilmesine şaştılar.

“Küçücük elleriyle buzu kırmasının imkânı yok. Bu imkansız, gücü yetmez. Bunu nasıl yaptı?” diye sordular birbirlerine.

Yakınlarda yaşlı bir adam, konuştuklarını duyunca itfaiyecilerin yanına geldi.

Yaşlı adam, “Çocuğun bunu nasıl yaptığını biliyorum” dedi.

“Nasıl?” diye sordular şaşırarak.

“Ona yapamayacağını söyleyecek kimse yoktu yanında.”

Yukarıdaki alıntı bizim için bir yol gösterici. Öyle yol gösterici ki kulağımıza küpe olacak türden. Niye derseniz? Başarılı olamamış, tabir yerinde ise bir baltaya sağ olamamış, ideal ve hayallerini gerçekleştirememiş nice insanın geçmişinde, etrafındaki insanların “Yapamazsın, edemezsin. Mümkün değil. Sen ha. Lütfen hayal kurmayalım. Senden hiçbir şey olmaz. Senden adam olmaz” türünden moral ve motive bozucu sözlerin olduğunu düşünmek lazım. Bu türden sözleri duyan birçok insan hedefine ulaşamadan pes etmiştir.

Halbuki yapamazsın, edemezsin şeyler yerine azmedersen, pes etmezsen, şöyle şöyle yaparsan, başarılı olursun şeklinde söylemek en güzeli. Çünkü böyle demek kişiyi motive eder, moral verir. Kişi en azından kendisine güvenen insanların olduğuna inanır.

Sonunda başarır ya da başaramaz. Başarırsa tebrik edilir. Başaramazsa çabası takdir edilir. En azından moral bozucu şeyler söylememek suretiyle başarısızlıkta pay sahibi olmamış oluruz.

Bu açıklamaların ardından yeniden hikayeye gelirsek, bu çocuk buzun altına düşen arkadaşını kurtarmak için etrafından bu buzu kıramazsın diyenler olsaydı, çocuk o zaman uğraşmaya gerek yok deyip arkadaşının boğulmasını beklemekten başka bir şey yapmayacaktı. Moralini bozacak kimsenin olmaması, çocuğun arkadaşını kurtarmak için arayış içine girmesi sonucunu doğurmuştur. Bu çabası da arkadaşını kurtarmasına sebep olmuştur.

O yüzden bir şey yapamıyorsak, taşın altına elimizi koymuyorsak bile birilerinin ideallerini yok etmemek için en azından gölge etmemek lazım.