8 Ocak 2023 Pazar

Dedikodu ve Laf Taşımanın Neresindeyiz?

Dedikodu, gıybet ve laf taşımak bu toplumun kanayan yarasıdır. Bu konuyu incelemeden önce birbirinin yerine kullanan bu kelimelerin anlamlarını hatırlatmak isterim.

Dedikodu: Konusu çekiştirme veya kınama olan konuşma, kılükal.

Gıybet: Çekiştirme, yerme, kötüleme, kov.

Laf taşımak: Dedikodu ederek laf getirip götürmek.

Tanımlarda görüleceği üzere dedikodu ile gıybet birbiri ile eş anlamlı iken laf taşımanın bu tanımlara ilaveten yapılan dedikoduyu başkasına götürme ve başkasından getirme yönü var.

Birbirinden farklı ve benzer yönleri olsa da tanımlardan da anlaşılacağı üzere bu üç kavramın olumlu tarafı yok. İki kişinin bir araya geldiği ve laflama esnasında sözün dönüp dolaşıp ortak tanıdığımız kimselere gelmesi ve onlardaki olumsuzlukların konuşulmaması kaçınılmazdır. Pek azımızın kaçınıp çoğumuzun ucundan kenarından girdiği, üçüncü şahıslar hakkındaki olumsuz konuşmanın ne örfümüzde ne değerlerimizde ne de dinimizde yeri vardır. Bu konuda dinimiz, "Bazınız bazınız hakkında gıybet yapmasın. Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? Tiksindiniz değil mi?" demek suretiyle gıybet ve dedikodu yapmayı, ölmüş kardeşinin etini yemeye benzeterek bu kötü eylemden kaçınmamızı emretmektedir.

Ayetin bu benzetmesini ve dedikodunun hoş bir şey olmadığını bilmeyenimiz yok. Buna rağmen ölmüş kardeşimizin etini tiksinmeden yemeye devam ediyoruz. Hatta konuşurken "Dedikodu yapıp günaha giriyoruz ama" deyip üçüncü şahıs aleyhinde hız kesmeden konuşmaya devam ediyoruz. Maalesef bu konuda sınavı alnının akıyla geçen sayımız bir elin parmaklarını geçmez. Çekinmeden ve kaçınmadan yaptığımız bu dedikodudan, konuşan da dinleyen de konuşana destek veren de büyük vebal altındadır. Bu konuda hepimiz günah işliyoruz ama en büyük vebal de imam hatip okullarında veya ilahiyat okuyarak bu işin dini tedrisatını yapmışlar arasından dedikodu yapanlar varsa, bunların yaptığıdır. Çünkü dini eğitim almayanlara göre bunlar kitabi bilgiye sahiplerdir. Yine kendisini dindar ve mütedeyyin kabul edip dinin gereklerini yerine getirdiğini düşünen kimselerin yaptığı dedikodudur. Hele ilaveten sünnetin gereği sakal koyduğunu ve dinin bir farizası deyip başını örten kimseler arasından dedikodu yapanların olmasıdır. Çünkü sakal da başörtüsü de bir simgedir, bir duruşu sergiler. Hasılı dini eğitim yapmış, sakal ve başörtüsü gibi dinin simgesini kullanan ve özellikle beş vakit namazına riayet eden kimselerin bu konuda daha hassas olması, bir ortamda dedikoduya girmediği gibi girenleri uyarma gibi bir görevleri vardır.

Dedikodu ve gıybet yapanların ölmüş kardeşinin etini yeme benzemesinden geçtim. Arkasından konuştukları arkadaş, akraba ve kimselerle karşılaştıkları zaman onların yüzüne nasıl bakabildikleridir, nasıl bir şey olmamış gibi davranabilmeleridir. Bunun için herhalde çok geniş bir mideye sahip olmaları gerekir. Çünkü Allah'tan korkmuyorlarsa, kuldan utanmaları lazım.

Bir an için kaçınamadığımız dedikodu ve gıybetten geçtim. Diyelim ki yanımızda olmayan bir tanıdığımızın aleyhinde konuştuk. Bu konuşma niçin burada kalmıyor da bir başkasına bu lafı taşıyoruz? Çünkü laf taşımanın günahı dedikodu ve gıybete göre daha büyüktür. Çünkü dedikodu ve gıybette sadece günah varken laf taşımada ilaveten iki kişi veya kişilerin arasının bozulmasını en azından kırılmalarını murat etme söz konusudur. Bize düşen, laf taşıyanlara fırsat vermemek gerek. Çünkü bize laf getiren, bizden de bir başkasına götürür. Bu tipler, bu işi meslek haline getirenler en tehlikeli tiptir. Allah bu  kimseleri, meslek edindikleri bu hastalıktan kurtarsın ve bunların şerrinden bizleri muhafaza eylesin. 

Son söz olarak dedikodu, gıybet ve laf taşımanın içinde olmayalım. Hiç kaçınamıyorsak, kendimizi böyle bir ortamda bulmuşsak, en azından konuştuğumuz, katkıda bulunduğumuz ya da dinlediğimiz dedikodu o mahalde kalsın. Tüm konuşulanlar bir kulaktan girsin, diğerinden çıksın. Yapmamamız gereken şey ise getirmek ve götürmekten ibaret olan laf taşımaktır.

İzmarit Sorunu

Bir bağımlılık olan sigaranın; kişinin kendisine, cebine, aile bütçesine, çevresine, sağlığına, hava kirliliğine verdiği sayısız zararının yanında rastgele atılan izmaritleri de çevre kirliliğine  sebebiyet veriyor. Her ülkenin ortak bir derdidir bu nahoş görüntü. Buna rağmen bu soruna bir çözüm üretilmedi. Nihayet İspanyol hükümeti yeni çevre düzenlemesi çerçevesinde "İzmaritleri temizlemek için yapılan harcamaların sigara şirketleri tarafından karşılanmasına karar verdi". Alınan bu karar uygulanır mı, sonuç alınır mı, sokak ve caddeler sigara izmaritlerinden temizlenir mi, sigara şirketleri böyle bir vergiye yanaşır mı, bunu zaman gösterecek. Bu karar uygulamaya geçerse, öyle zannediyorum, sigara şirketleri ödeyecekleri bu vergiyi ceplerinden ödemeyecek, karlarının bir kısmından feragat etmeyecek, tiryakilerin üzerine yansıtacak ve bırakamadıkları bu bağımlılıktan dolayı tiryakiler sigaraya daha fazla para ödemek zorunda kalacak. 

Sigara üzerinden alınacak bu temizlik vergisi, alanında ilk olması bakımından önemli. Bu örnekten hareketle bundan sonra başka çözüm yollarına ülkelerin imza atacağını düşünüyorum. Başka ülkeleri bilmem ama ülkemizde insan trafiğinin çok yoğun olduğu yerlerde izmaritten geçilmiyor. Çiçek ve saksıların içine varıncaya kadar izmarit görebiliriz. Arabasında içip içip kül tablasını yolun ortasına boşaltan araç sahipleri de eksik değil. Hareket halindeyken sigarasını söndürmeden aracından rastgele atan sürücülerimizin sayısı da küçümsenemez. Hatta bazıları kurumuş otlara gelmek suretiyle yangınlara sebebiyet verebiliyor. Kısaca kendisi başlı başına sorun olan sigaranın izmariti de önümüzde bir sorun olarak duruyor. İzmaritleri önlemeye yönelik ne yapılabilir? Bu soruya cevap arayacağım. 

İspanya'da olduğu gibi sigaraya temizlik vergisinin konması bizim ülkemiz için çözüm olacağını sanmıyorum. Hatta tiryakiler bunun vergisi benden çıkıyor nasılsa deyip yerlere daha fazla izmarit atabilirler. Bir diğer husus bizim ülkemizde bir üründen alınan bir vergi ile yetinilmiyor. Çoğu ürünlerde verginin vergisi var. Sigarada da öyle. Yeni bir vergi sigara fiyatlarını daha da artırır. Zaten şu anda bile pahalı olduğu için çoğu tiryaki tütüne ve kaçak sigaraya yöneldi. Bir diğer husus zaten bizim ülkemizde çevre ve temizlik vergisi adı altında belediyelerin mükelleflere yansıttığı bir vergi var. Bu yüzden bu alanda yeniden vergiye ihtiyaç yok. Ayrıca bazı tiryakilerin attığı izmaritin vergisini atmayan tiryakiler niçin çeksin?  

İzmariti yere atanlara yüklü ceza kesme yolu izlenerek caydırıcı bir yöntem uygulanabilir. Bu önerim için kimin attığını bulmak iğneyle kuyu kazmak gibidir denebilir. Bu zorluk istenilirse aşılabilir. Bugün sigara izmaritinin bol olduğu çoğu cadde, sokak ve işyerlerinin önünde kamera ve mobeseler var. Pekala buraları günün belli saatlerinde izlemek suretiyle yere izmarit atan tespit edilip anında veya arkasından ceza yazılabilir. Kişinin eşkali tespit edilemediği takdirde izmariti kimin attığını bugünün teknolojisiyle bulmak kolay. Çoğu zaman adi vakaların failin bulmak için polis zanlıyı izmaritlerden bulabilmektedir. Bu yöntemle tüm izmaritleri analiz etmeye gerek yok. Bu yöntemle birkaç tiryakiye ceza verilir, bunu da basın ve yayın yolu ile umuma duyurulursa, diğer tiryakilerin kendisine çekidüzen vermesi sağlanabilir. Çünkü bu karar insanımıza emsal olur.

Bu konuda şu yöntem de uygulanabilir. Kapalı yerlerde sigara içmeye bir esneklik getirilebilir. Her mekanda sigara içenler için ayrı bir mekan şartı getirilebilir. Bir işletmeye gelen tiryaki de sigarasını belirlenen kapalı mekanda içer ve konan kül tabelasına izmaritini söndürür. 

Tüm bu önerilerin yanında birileri, içmesinler hatta sigarayı çok pahalı satsınlar hatta yasaklansın diyebilir. Parası ne olursa olsun tiryakiyi bundan vazgeçirmek zor. Hiç bulamazsa eskilerin beddua niteliğinde dediği gibi "eşek b.ku içsin" örneğinde olduğu gibi tiryakiler gerekirse bu yola başvurur. O yüzden sigarayı pahalıya satmak ve yasaklamak hiç çözüm değil. Hele yasaklamak sigara ve tütün lobisini karşına alman demektir. Bununla da herhangi bir devletin başa çıkması mümkün değil.  

Sonuç olarak izmaritlerin çevreye verdiği çirkin görüntüden kurtulmak lazım. Tüm yol ve yöntemlerin yanında temizlik bir kültürdür. Maalesef sadece izmarit konusunda değil, yerlere çöp atma konusunda sicilimiz pek iyi değil. Caydırıcı tedbirlerin yanında uzun soluklu da olsa halkı bu alanda yani temizlik kültürünü verme konusunda bilinçlendirmek ve eğitmek gerek. Sadece izmarit değil, yerlere hiçbir şey atmamayı bir kültür haline getirmemiz lazım. Gittiği yeri temiz gören, inanın, kolay kolay be izmarit atar ne de başka bir şey.

7 Ocak 2023 Cumartesi

Yürümek

Yürümek;

Spor yapmaktır. 

Vücudu hareket ettirip çalıştırmaktır. 

Sağlıktır. 

Vakit geçirmektir. 

Vücudu hantallıktan kurtarıp işletmek ve dinç tutmaktır. 

Doğayı, etrafı, olup bitenlerden haberdar olmak, gözetleme, seyretmek ve değişik ortamları görmektir.

Daha fazla ve hızlı nefes almaktır, nefes nefese kalmaktır. 

Ciğerleri açmak ve temizlemektir. 

Ter atmaktır. 

Kalabalıklar içerisinden insanın kendisini dışarıya atması, bir başına kalması ve doğayla baş başa kalmasıdır. 

Kilo vermek, göbeği eritmek ve vücuttaki fazlalıkları atmaktır.

Hayal gücünü geliştirmesi, düşünmeye fırsat vermesi ve insanın kendini sorgulamasıdır.

Vücudun ve ayakların hakkını vermektir. Zira yürüyüş ayakların zekatıdır. 

Ayakları açmaktır. 

Bir tempoda yürümektir. 

Harekettir. Her hareket beraberinde bereket getirir.

Koyduğun hedefi yerine getirmek, menziline varmaktır. 

Vücuttaki fazlalıkları atmaktır. 

Üşengeçlik fobisini yok etmektir. 

Bu Paranın Suyu

—Baba, seninle gurur duyuyorum. İyi ki varsın, iyi ki babamsın. 

—Bayram değil, seyran değil, nereden çıktı bu gurur evlat, hayırdır? 

—Sana sormalı? 
—Neyi? 
—Farkında değil misin? Ne istersem, ihtiyacın mı var? Aklının ucundan geçirme, almam diyordun. Eskiden sineğin yağını hesaplar, boşa harcadın diye kibrit çöpünün hesabını sorardın. Bugünlerde adeta yağıyorsun. Eve de alıyorsun ama özellikle bana çekip geliyorsun. 
—Abartma evlat. 
—Abartmıyorum. Sayayım mı aldıklarını? 
—Say bakalım. 
—Eve annem ne istediyse en kalitelisinden aldın. Bana gelince en iyisinden masaüstü bilgisayar aldın. Onu koymak için masasını aldın. Eşyalarımı koymak için ucuz ve uygun bir şey alabilir misin diye korka korka söyledim. Gidip en pahalısından aldın. Daha masaüstü bilgisayarın sevincini yaşarken oturduğun yerde kanepede bilgisayara gir diyerekten en kralından laptop aldın. Cep telefonum yeterliyken gidip cep telefonu aldın. Pantolona ihtiyacım var. Bunu da kendi harçlığımdan alayım derken ben varken senin paran geçmez diyerek al şuradan çek deyip kartı uzattın. Bazı zamanlar en sevdiğim yiyeceği yaptırıp eve getiriyorsun. Al şunu harçlık yap diyorsun. Bir gün sonra gelip şunu da al deyip üzerine para veriyorsun. İnan son günlerde aldıklarını kaç senedir görmemiştim. Dün ev geçindiriyorum deyip istediklerimiz için kartın günü dönsün derdin. Şimdilik olanla yetinin, ben sizin gibi değilim. Sırtımda küfe taşıyorum, ev bütçesini idare etmek kolay mı derdin. Ne oldu sana böyle? Hasta falan değilsin değil mi? Başına Allah göstermesin, taş falan düşmedi değil mi? Vicdana mı geldin, biri seni rüyada mı korkuttu? Bir yerlerden gömü mü buldun? Biri sana haybeden al harca deyip para mı verdi? Sahi nedir bunun sırrı?
—Bir şey bulduğum yok. Ben yine aynı babanım. Mütevazı bütçemizle sizi kimseye muhtaç etmeden yetinmeye çalışıyorum.
—Madem paramız aynı. Dün olduğumuz yerdeyiz. Niçin dün değil de bugün bu şekil bonkörsün? Öyle zannediyorum, son günlerde harcadıklarının karşılığı yok. 
—Yok olmaya yok. Üstelik borçlanıyorum.
—İyi de neden? 
—Aşağı yukarı beş yılda bir böyle yaparım. 
—Yalnız bu son beş yıl önceki beş yıllardan farklı. Şimdi var yok demeden kesenin ağzını açtın. 
—Şimdi bıçak sırtı bir durum var. Annenle aile reisliği çekişmemiz var. Halbuki kaç yıllardır bu aileye ben bakıyor, reisliği ben yapıyorum. Annen, ben senden daha iyi yaparım diyerek isyan bayrağını açtı. Ben de onur meselesi yapıp kaybetmemek için kesenin ağzını açtım. 
—İyi de ne değişecek? Bu borcu yine bu aile ödeyecek. Yani sırtımıza binecek. 
—Ödeyecek ödemeye ama ev yönetimi bende kalsın diyorum.
—Benim burada yapabileceğim bir şey var mı?
—Var, olmaz olur mu? Sana bu yatırımı niye yapıyorum sanıyorsun? 
—Nasıl?
—Büyük ağabeylerin benim yanımda. Çünkü onlar geçmiş yoklukları bildikleri için bana karşı çok vefalılar. Geçmişi pek bilmeyen yeni yetme ağabeylerin annenle birlikte hareket ederek nankörlük yapıyorlar. Yani aile reisliği seçiminde annenle birlikte hareket ediyorlar. Yani eşitlik söz konusu. Burada senin tercihin önemli. Ne tarafa yönelirsen o taraf kazanacak. Hasılı kilit noktadasın. Üzerine yatırım yapmam da bundan.
—Benim için başka neler yapabilirsin? Malum evin son tekne kazıntısıyım. Z nesli veya milenyum çocuğu diyorlar benim için. Geleceğimi düşünmek zorundayım. Bu durumda benim için ne yapabilirsin?
—Annen ne veriyorsa ve ne vadediyorsa, beş fazlası benden. Yeter ki oyunu bana ver.
—Beş fazlası biraz yuvarlak olmadı mı? Biraz açabilir misin?
—Fazla uzatmayacağım. Biliyorum, en büyük endişen iş bulma konusunda. Bu konuda sana yardımcı olabilirim desem, yeterli olur mu?
—Bana iş mi bulacaksın?
—Daha ilerisi.
—Nasıl? 
—İşe başlamadan emekliliğe ne dersin? 
—Olur mu öyle şey? 
—Niye olmasın. Bir sözüme bakar. Bugüne kadar olur dediğim hangi şey olmadı. 
—Güzel teklif. Biraz düşünmem lazım. Bir de anneme gideyim. Bakalım o ne vaat edecek? 
—Unutma! O ne veriyorsa, beş fazlası benden. 

Buldum Buldum

Bu foto da neyin nesi demeyin. Gördüğünüz fotoğraf birilerine göre külüstür ve eski ve yenilenip model yükseltilmesi gereken bir arabanın iç aksamından bir görüntü. Yani birileri değiştir bu arabayı diyor. Güya beni düşünüyorlar. Beni mi düşünüyorlar yoksa üzerine cebinden para çıkar, piyasa hareketlensin mi diyorlar, çok da anlamış değilim. Onlara göre 2000 model bir araba değiştirilmeliydi. Vazifeleri sanki. Halbuki benim için iyi ve modelli bir araba; işimi görüyorsa, beni yolda bırakmıyorsa, masraf açmıyorsa, yürüyen aksamında bir sorun yoksa iyi arabadır. Yaşı başı önemli değildir. Ayrıca model takıntım yoktur. Zaten araba bağımlısı değilim. Zorunlu olmasam hiç binmem. Yani tuvalete dahi arabayla gideyim diye bir düşüncem yok. Sabahtan akşama yürüsem, ayaklarıma kara sular inse, keşke şurada arabam olsaydı da binseydim demem. Yorulsam da her adım ve yürüyüş bana canlılık getiriyor, işleyen demir ışıldar misali sağlığıma artı değer katıyor, kafamı da bir güzel rahatlatıyor. Yürüyüş deyip de geçmeyin, nasıl rahatlatırmış demeyin. Bir nevi müteferriçlik benimkisi. Korkarım bu kelimeye de yabancısınızdır. Korkmanıza gerek yok. Ben de bu kelimeyi yeni öğrendim. Bilmeden oradan oraya yürümemin adı müteferriçlikmiş yani. Bakalım müteferriç neymiş? "Derdini, sıkıntısını gezerek atan kimse. Yürüyerek rahatlayan, dolaşarak sıkıntısından kurtulan kişi" demekmiş. Yürüyüş, derdi ve sıkıntıyı giderir mi bilmiyorum ama insanı üşengeçlikten kurtaran, vücudu dinç tutan, yürüdükçe gözümüz ve beynimizde büyüttüğümüz uzakları yakın kılan sportif bir aktivitedir yürüyüş. Zıddı halinde vücudu statik hale getiren, beraberinde kilo ve göbek olarak karşımıza çıkan hal, vücudu koflaştıran ve hantallaştıran bir tembellik halidir. Hasılı yürüyüş ve binit arasında bir tercih yap denirse, bu ayaklar bu vücudu taşıdığı müddetçe yürüyüş derim. Tadına varanların da tercihi bu olur. Yeter ki şeytanın bacağını kırabilmiş olsunlar. 
Neyse hiç değinmeyecek iken konum döndü dolaştı, yürüyüşe gitti. Bu da antrparantez olsun. 
Gelelim fotosunu çekip buraya yapıştırdığım görüntüye. Hemen arabanın içini görüp araban da pek kirliymiş demeyin. Bir bezlik işi var. Siz esas içime bakın. Zira bu görüntü aynı zamanda içimin bir göstergesidir. Kendimi gizleyecek halim yok. İçim neyse arabam da odur. Zaten göstereceğim de o değil. Ayrıca bardağa boş tarafından bakmayı değil, dolu tarafından bakmayı öneririm size. Göstergeye bakın mesela. Arabanın gazı dörtte. Yani dolu. Bu doluluğu yürümeye borçluyum. Yürürseniz sizin depo da dolu olur. Kıskanmayın. 
Ben esas gösterge in yukarısında L, alt tarafında ise R yazan yere gelmek istiyorum. Çünkü yazının konusu bu. 2011 yılından beri kullandığım bu aracın bir özelliğini keşfettim. 
Ne işe yaradığını bilmesem de LPG'li bir araç olarak ortasındaki düğmeyi yukarı doğru kaldırırsam, yakıt LPG'ye, aşağı doğru indirirsem, bu araç yabancı olduğuna göre o ülkenin dilinde benzin R ile başlıyor olabilir diye düşünmüştüm. Hatta egzoz muayenesinde benzine geç dediklerinde bu düğmeyi oynamışlığım var. İşe yaramadı tabi. Görevli LPG göstergesi olan yere basmak suretiyle benzine geçmişti. L ve R göstergesinin sağındakine de ara ara öylesine dokunmuşluğum var. Herhangi bir değişiklik olmadığını görünce bu yabancılar bunu aksesuar olarak koymuş olmalılar diye düşündüm. Başka da bunlar ne işe yarar diye ne sordum ne de merak ettim. Zira benim için araç; depriyaj, fren, gaza basmak ve vitese atmaktan ibaretti. Direksiyon hakimiyeti, aynaları kontrol de varsa daha ne isterdim, dün eşekten başka bir araca binmeye biri olarak. Çalıştırıp yürütebiliyor muyum, menzilime gidebiliyor muyum, benim için kafi idi. Böyle böyle geldim 2022 yılının son günlerine. 
Arabada üç dört kişi var. Ben de kaptan koltuğundayım. Kalkmadan önce o değilden camı indirip aynayı elimle ayarlamaya çalışmışım. Arkada oturan yeğenim, dayı, senin araçta aynayı ayarlayan düzenek var sol tarafta. Oradan düzelt. Elinle düzeltirsen bu özelliğini bozarsın dedi. Hangisi şu L ve R yazan olabilir mi dedim. Buradan tam göremiyorum. Orası olmalı dedi. Düğmeyi yukarı, aşağıya doğru indirdim. Benim dikiz aynalarında hiçbir hareketlenme olmadı. Sonra düğmeyi tekrar ortaya getirdim. Sağındaki göstergenin dört bir tarafına dokundum. Yine tık yok. Aman neyse ne. Bu eller ne güne duruyor. İhtiyaç olursa elle düzeltirim dedim. Bıraktım bu işi. 
Yine bir gün araçtayım. L tarafa doğru düğmeyi kaldırdım. Sonra sağdaki yere elimle dokundum. Sol dikiz aynasında bir hareketlenme oldu. İşte bu dedim. Nihayet 11 yıl sonra da olsa arabanın bir özelliğini buldum dedim. Sevincime diyecek yok. Anlatılmaz bu. Ancak yaşanır. Suyun kaldırma kuvvetini bulan Arşimet ancak bu kadar sevinmiştir. 
Sonra bir binişimde, yanımda oturan küçük oğluma arabanın bu özelliğinden bahsettim ve sağa sola çevirerek gösterdim. Oğlan, vay be! Japonlar bunu ta 2000 yılında düşünmüş, helal olsun. Demek bu arabanın bu özelliği de mi varmış dedi. Bu arada Nissan Primera'nın Japon malı olduğunu da bu vesileyle öğrenmiş oldum. 
Sorun olarak görmediğim bir sorunu çözmüş oldum ama bir sorun daha vardı. Sol dikiz aynasını ayarlamayı öğrenmiştim ama sağdakini ne yapacaktım? Bunu da arabadan inip eve giderken oğlan söyledi. R'ye doğru düğmeyi indirirsen, sağ aynayı da oradan ayarlarsın dedi. Bir binişimde denedim. Oğlanın dediği doğruymuş. 
Hasılı, birilerinin külüstür dediği arabanın, aynaları ayarlayan özelliğini geç de olsa öğrenmiş oldum. Şimdi her arabaya binişimde aynalar düzgün olsa bile hareket halindeyken oynuyorum. Bu oynama pek de hoşuma gidiyor doğrusu. Yeni oyuncağım bu. 
Şimdi siz, tüm bu anlattıkların bir dikiz aynasını ayarlamayı anlatmak için miydi? Vah yazık. Bu kadar da üşenmeden yazmış diyeceksiniz. Varsın deyin. Böyle bir konuda bu kadar yazıp da üstüne bir de size okuttum ya bu yeter bana. 

6 Ocak 2023 Cuma

Yatacak Yeri Olmayanlar

Siparişle bir başkasının canını alan tetikçilerin,

Başkasının canını başkasına ihale eden azmettiricilerin,

Yetim malı olan kamu malını çarçur edenlerin, 

Emir ve siparişle bir başkasının aleyhine kalem oynatanların,

Liyakatin yerine sadakati önceleyenlerin, 

Gerçeği örtmek için algılara başvuranların,

Bizden diye suçluyu koruyanların, 

Tarafgirliği gözünü kör edenlerin, 

Bir şeyin ne olduğundan ziyade kimin söylediğine bakanların ve ona göre tavır alanların, 

Eleştirinin yapıcı olanına dahi katlanamayanların, 

Bir prensip edinip bir duruş sergileyeceği yerde tüm ömrünü kişilere adayanların ve kişilerin peşinde koşanların, yanlışı söyleyenleri düşman belleyenlerin,

Sevdikleri gözlerini kör edenlerin ve sevdiklerine yanlışını söyleyemeyenlerin, 

Gerçek ayan beyan iken gerekçelerin ardına sığınanların, 

İnandığı değerlere uygun yaşamayanların, 

Özeleştiri yapmayıp suçu hep başkalarına atanların, 

Güçlüyken tahammülsüz olup aslan kesilenlerin, zayıfladığında sesi çıkmayanların, 

Gücünü güç alıp güçten beslenenlerin, 

Ortak değerleri emellerine alet edenlerin, 

Yazıp çizdiklerini anlamayıp anlamadığını da bilmeyip üzerine ahkam kesenlerin ve gülünç duruma düştüklerinin farkında olmayanların,

Söz ve eylemleriyle çağı okuyamayanların ve zamanın ruhuna uygun hareket edemeyenlerin ve ucuz mücahitlik yapanların,

Savunma ve saldırı refleksiyle ayakta duranların,

Doğruyu bir kendi savunduğundan ibaret görenlerin,

Dün ne isem, bugün de aynıyım diye övünenlerin, gelişim ve dönüşüme kapalı olanların... vb.

Yatacak yerleri yoktur. 

Kaç Yazar?

Bir insan;

allameicihan olsa,

yüksek makamlarda otursa,

dünya kadar para kazansa, 

şöhret salsa,

gücü ve kuvveti yerinde olsa,

gücünü koltuğundan alsa, 

emrinde binlerce çalışan olsa, 

sözü emir kabul edilip tak diye yerine getirilse, 

herkes ona ister korkudan ister özünden saygı gösterse; 

neyi,

nerede,

hangi ortamda,

nasıl,

kimin yanında,

ne şekil yapacağını ve ne söyleyeceğini bilmedikten;

usul,

adap ve

nezaketten yoksun olduktan;

oturduğu koltuğu tartışılır kıldıktan,

her hareketi faul olduktan,

temsil kabiliyeti sıfır olduktan,

kubbede hoş bir seda bırakmadıktan,

gören baş belası geliyor dedikten,

geldiği ve gittiği yere huzur ve güven vermedikten,

sorun çözme yerine sorun olduktan,

sorunun kaynağının kendisi olduğunu bilmedikten sonra şu olmuş, bu olmuş, şöyle biriymiş, pek kudretliymiş... adam olmadıktan ve insanlıktan bihaber olduktan sonra kaç yazar?