29 Nisan 2022 Cuma

Bazı Hoşnutsuzluklara Kısa Kısa *

Sosyal medyada şu paylaşımı yapmıştım: "Devlet, evlerin kullandığı doğal gazın yüzde 78'ini sübvanse ediyormuş. Devletin kasasında fazla parası var da mı böyle bir destek veriyor? Şayet böyle ise bu uygulamaya devam etsin. Hatta gazı vatandaşa bedava versin. Şayet böyle değilse, devlet daha da borçlanıyor demektir. Devletin bu yaptığı eşitlikçi anlayıştır. Devlet nedense bu eşitlikçi anlayıştan hiç vazgeçmiyor. Aynı şeyi ücretsiz ders kitabında da yapıyor. Zengine de fakire de ücretsiz veriyor. Bilelim ki eşitlikçi anlayışta herkese eşit davranma vardır ama bu anlayışta adalet yoktur. Bu konularda adalet herkesin imkan, bütçe ve gelirine göre davranmaktır. 

Devlet böyle yapacağına, insanların gelir durumuna göre sübvanse yapsa daha iyi olmaz mı? Geliri iyi olandan gazın fiyatını tam alır, geliri düşük olan kimselere sübvanse eder. Böyle yapması adaletin bir gereğidir".

Bu paylaşımı okuyan bir takipçim şu yorumu yazmış: "Hocam bir de şu Diyanet İşlerini yaz. Hac mevsimi geldi. Şimdi milletin sırtına bir dünya görevliyi, üstüne üstlük harcırah vererek hacca götürüyor. Vatandaş zar zor bir şekilde parasını biriktiriyor. Bu görevliler onların sırtından bedava hac yapacak hem de Türkiye'deki maaşı çalışırken bir de yurtdışı harcırahı alacak. Böyle bir şey olur mu? Esasen bu işe gönüllülük esasına göre atama yapılması lazım. İslam dini para ile yaşanmaz ve yaşatılmaz. Mevki ve makam için İslam'ı merdiven basamakları olarak gören din görevlileri olduğu müddetçe ümmetin yüzünün yerden kalkması mümkün değil. Sırf bu harcırah için yurtdışına giden Diyanet, Maarif Vakfı ve TİKA'da görev alan insanlar var. Sanma ki vatan için dava için. Hepsi bir an önce zengin olmak için devleti sömürüyor. Bu işlere neden işsiz olan memleket evlatları seçilmiyor? Hem daha az ücrete çalışacak işsiz gençler gitse, işsizlik oranı düşmez mi? Bir kişi kaç yerden maaş alıyor? Kamuda huzur hakkı alan yöneticilere hakkımı helal etmiyorum. Bırakın da işsiz gençler görev alsın. Kimseye işinden başka bir görev verilmesin". 

Kendisine şu açıklamayı yazdım: O kadar konuya değinmişsin ki hepsi de üzerinde durulması gereken önemli hususlar. Bu konularda yazalım yazmaya da bir çözüm bulunacağını sanmıyorum. Bunun için hem devletin hem de vatandaşın mantalitesinin değişmesi lazım. İster hac, umre ister öğretmen, polis ve askerin vs. yurtdışına görevlendirilmesinde yolluk, yevmiye ve harcırah mutlaka masaya yatırılmalı. Masaya yatıralım ama bunların hiçbiri gönüllülük esasına göre de yürütülemez. Çünkü gönüllülük, Allah rızası ve fahri olarak yapılan işlerde hizmetler sağlıklı yürümez. Zaten görev yapacak kimseyi de bulamazsın. Çünkü bizim en büyük sorunumuz parayla imtihanımızdır. Bunu aşmanın yolu, her meslek grubunun yönetmeliğine, “meslek hayatı boyunca zorunlu olarak yurtdışı görevi yapar. Devlet yol, barınma ve iaşe dışında ayrıca ödeme yapmaz” şeklinde bir madde konabilir. Böyle bir madde olduğunu bilen kişi mesleğini seçerken bunu da kabul etmiş olur. 

Diyanetin hac ve umreye görevli götürmesinin dışında masrafları artıran, bir yıl boyunca kiraladığı otellerin kirasını vermesi, sağlık ve kurban kesme hizmeti vermesi, uçak fiyatının sair zamanlara göre yüksek olması vs. Çünkü hac ve umre zamanı Türkiye'den yolcu götüren uçaklar Suudi Arabistan'dan genellikle boş dönüyor. Bu da bilet fiyatlarını, haliyle maliyetleri artırıyor.

Buralarda işsiz insanlara iş verilmesi düşünülebilir. Ama bu insanlar, sahasında yeterli donanıma sahip olabilecek mi? Ayrıca bu yolun da maliyetleri düşüreceğine ihtimal vermiyorum. Çünkü bunlara da maaş, yolluk ve yevmiye vermek zorunda.

Kamuda birden fazla yerden maaş alınmasına gelince bunu ben de tasvip etmiyorum. Özellikle yönetim kurulu üyeliklerini arpalık olarak görmemek lazım. Bunu da birden fazla görev verilen kişi, maaşı en yüksek olan yerin maaşını alır. Başka da ödeme yapılmaz denebilir.

Huzur hakkı adı altında ödenen para veya belediye öncülüğündeki kooperatiflerden daire verme konusu ise tam bir facia. Bu, yasal olsa bile etik değildir".

Bu konulara eleştiri getiren takipçimin bu konuda yalnız olduğunu düşünmüyorum. Halkın kahir ekseriyetinde bu konulara dair eleştiriler var. Umarım yetkililer bu konuları ve sorunları gündemlerine alır ve herkesi memnun edecek bir hal yolunu ortaya koyarlar.

*30/05/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Oruç Mesaisi *

"Ramazan geldi, geliyor, oh be şükür! Nasıl tutacağız? Ben açlığa dayanırım ama susuzluğa dayanamam. Hele sigara içmeyince kafam duruyor. Ramazanda kendimi işe veremiyorum. İlaç kullanıyorum. Sınavlarım var. Derse kendimi veremem. Oruç bir şey değil de uykumu alamıyorum..." gibi sözleri çevrenizden duyarsınız. Böyle sözleri duysak da ramazan geldi ve bitti. Bayram arifesindeyiz. Bir daha ki ramazana Allah kerim.

Tüm bu sözlerden anladığım, sabahtan akşama açlık ve susuz kalma ibadeti dediğimiz ramazanda bir psikolojinin yattığını, oruç tutanlarda bir tedirginliğin olduğunu söyleyebiliriz. Kafasından bu psikoloji ve tedirginliği atanın ve tutma iradesi gösterenin orucunu rahat bir şekilde tuttuğunu söyleyebiliriz.

Toplumun ne kadarı oruç tutuyor, bilmiyorum. Daha doğrusu çok da merak etmiyorum. Ama görünen o ki oruç tutan ve tutmayanların oranı baya yüksek. Belli bir kesimin oruç tutmadığı halde dışarıda yiyip içmeyerek ve oruçlu göründüğü de bir aşikar.

Bilelim ki kim, ne derse desin, oruç zor bir ibadettir. Beyninde orucumu tutacağım diyenler ilk başlarda pazartesi sendromu gibi oruç tutsalar da zamanla vücutları oruç tutmaya alışıyor. Oruç tutanların orucunu Allah kabul etsin. Tutmayanların da tutmalarını gönül istiyor.

Son yıllarda hastalık, iş, duyarsızlık vb gerekçelerle oruç tutmayanların sayısında gözle görülür bir artış olsa da bu ülkede ramazanın geldiği belli olur. İnsanımız, çoluk çocuğumuz oruç tuttuğu gibi sokak ve caddelerimiz de oruç hüviyetine giriyor. Çünkü orucun bireysel nefis terbiyesi kadar toplumsal yönü de vardır. Aynı zamanda uyku düzenimiz, yemek yeme saatlerimiz ve yemek menümüz bile değişiyor. Yani sair zamanlardaki rutin hayatın dışında bir hayat yaşanıyor ramazanlarda.

Burada değinmek istediğim husus, orucun verdiği ve getirdiği psikolojiye binaen oruç tutmak isteyenleri psikolojik yönden rahatlatmak için ramazan aylarında bir kolaylığın sağlanmasıdır. Burada kamu düzenini bir ibadete göre ayarlamak laikliğe aykırı itirazları gelebilir. Toplumsal bir olgu olan ramazanda gerekli kolaylığı sağlamak inanın laikliğe bir halel getirmez.

Sözü fazla uzatmadan bu konuda neler yapılabilir, bunun üzerine bazı önerilerde bulunmak istiyorum:

*Mesailer ramazana mahsus biraz azaltılabilir. Mesela 6 saat düşünülebilir.

*Mesai, imsak vaktinin başlamasından bir saat sonra başlatılabilir. Eskiler bunu bilir. İnsanımızın köylerde yaşadığı, tarımla uğraştığı zamanlarda oruç hasat zamanına denk geldiğinde, anne babalarımız sahurdan sonra mesaiye başlar, öğleye kadar çalışırlar, öğleden sonra istirahate çekilirlerdi. Böylece iş aksamadığı gibi sahurdan sonra yatılmayacağı için midemiz zorlanmaz, uyku düzenimiz de bozulmaz.

*Okullarda ders saati fazla olan derslerden azaltma yoluna gidilerek daha az ders görme yoluna gidilebilir. 40 dakika olan ders saati otuz dakika şeklinde işlenebilir.

*Merkezi sınavlar ramazanda yapılmaz. Oruç öncesi veya sonrası yapılacak şekilde planlama yapılabilir. Bu da hayat memat sınava girecek öğrencileri rahatlatabilir. En azından bu önemli sınavda oruç tutayım mı, tutmayayım mı ikilemi yaşanmaz. Sınavı kötü giden öğrenci oruca bahane bulmaz.

Ramazan ayına mahsus önerileri çoğaltabiliriz. Yeter ki oruç tutanlara kolaylık düşünülsün. Burada oruç tutmayanların mesaisi ne olacak denebilir. Oruç tutsun veya tutmasın, herkes belirlenen mesaiden faydalanır. Bu konunun yani oruç mesaisinin Türkiye gündemine gelmesini, bunun artısının ve eksisinin ne olabileceğinin tartışılması gerektiğini düşünüyorum.

Bayrama bir kala yazımı bitirdiğimiz ramazana ayırdım. 2-3 ve 4 Mayısta idrak edeceğimiz Ramazan Bayramınızı tebrik eder. Bayramların insanımıza huzur ve selamet getirmesini temenni ediyorum.

*30/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

28 Nisan 2022 Perşembe

Kamu Sırtından Olmayan Bir İftar *

ABK Holding Yönetim Kurulu Başkanı, İdeal Yurtları’nın ve Anadolu’da Bugün gazetesinin sahibi Ahmet Baydar’ın 27 Nisan Kadir gecesi akşamı gazete ve holdingin yeni binasında düzenlemiş olduğu iftar yemeğine davet edildim. Bu davete icabet etmeliyim deyip davetiyenin altında Lütfen Cevap Veriniz (LCV) iletişim telefonuna ismimi yazdırmak istedim. Ben daha aramadan görevli tarafından "Kaç kişi katılacaksınız" telefonu aldım. Bir kişi dedim. İftar programına lise sınıf arkadaşlarının da davet edildiğini öğrenince güzergahıma uygun dört arkadaşla iletişime geçerek iftara beraber gitmek üzere kavilleştik.

Davetin yapılacağı Yazır Mahallesindeki gazete binasının önüne geldiğimizde, girişte Ahmet Baydar ve ekibinin sıcak ilgi ve alakası ile karşılandık. Görevlilerin yönlendirmesiyle alt kata inerek adımıza ayrılmış masamıza oturduk. Farklı kesim ve sektörlerden katılım sağlayan 150 kişi ile birlikte sessizce akşam ezanının okunmasını beklemeye koyulduk.

Ortam, sesiz ve sakindi. Hazırlanan menü mükemmeldi. Yemekler nefisti.

Masada hurmasından zeytinine, tatlısından çay ve diğer içeceklere varıncaya kadar her şey vardı.

Farklı kesim ve sektörlerden iftara katılanlardan birbirlerini tanımayanlar tanışma imkanı bulurken, birbirini tanıyanlar da uzunca süredir görüşemediklerinin hasretini kimseyi rahatsız etmeden gidermiş oldu.

Yemeğin ardından akşam namazını kılacaklar binadaki mescide giderek namazlarını kıldılar.

Vedalaşmak için kalkanlara daha önceden hazırlanmış -diş kirası diyebileceğimiz- hediyeler görevliler tarafından takdim edildi.

Çıkışta gazetenin sahibi ve ekibi uğurlamak için yine bina önündeydi. Yorgunluk ve telaşa rağmen girişteki sıcakkanlılık ve güler yüzden bir şey kaybedilmemişti.

Hasılı, her şeyiyle iyi düşünülmüş ve planlanmış mükemmel bir iftar programı oldu. Bu iftar programının her aşamasında görev yapmış holding ve gazete çalışanlarına, ekibine, bu nazik davetiyle bize mübarek kadir gecesinde bir ziyafet sunan Ahmet Baydar’a teşekkürü bir borç bilirim. Kesesine bereket. Allah kabul etsin. Helalinden bol bol versin.

Şimdi geleyim sadede. Hepiniz şu ya da bu şekilde farklı yer ve ortamlarda benzeri iftarlara katılmış olabilirsiniz. Bundan dolayı da tamam bir iftara katılmışsın, anladık, bu kadar da uzatmaya gerek yok diyebilirsiniz. Hakkınız var ama alacağınız yok. Yalnız bu vesileyle önemsediğim iki hususa değinmek için bu iftarı yazı konusu edindim. İlki, bu tür davetlerde çoğu davetiyelerin altında LCV, yanında ise iletişim numarası yazar. Bu demektir ki “Sizi ben bu organizasyona, etkinliğe, düğüne, iftara vb. davet ediyorum. Düzenleyeceğimiz bu programa katılıp katılmayacağınızı, katılacaksanız kaç kişi ile katılacağınızı bildirin. Bunun için lütfen bize dönüş yapın” demektir. Aslında bu tür organizasyonlarda bir aksamanın meydana gelmemesi, organizatörün ve sahibinin sıkıntı yaşamaması ve işini daha güzel yapabilmesi için geri dönüş güzel ve göz ardı edilmemesi gereken bir ayrıntıdır. Yemekli her davetiyenin altına mutlaka yazmak ve dönüş de yapmak lazım. Çünkü özellikle yemekli toplantılarda, gelir dersin gelmez, gelmez dersin gelir, bir kişi gelir dersin, üç kişi gelir gibi durumlar söz konusu olabiliyor.

LCV benim için önemli ama ikinci değineceğim husus daha önemlidir. Genelde böyle büyük iftarları kamu adına birileri düzenler. Yani kamuya ait kurum ve kuruluşun başında olan kişi iftar verir ama masraflar devlet tarafından karşılanır. Bu, kamu sırtından ağalık demektir. Bu konuyu geçmişte epey yazı konusu edindim ama maalesef bu yara her ramazanda devam ediyor. Çünkü kamu sırtından ağalık yapmaya birileri devam ediyor. İşin garibi halkın kahir ekseriyetinde bu tür iftarlara tepki gösterecek duyarlılık da kalmadı. Ya özümsendi ya bu tür iftarı yapan bizden biri ise caiz gözüyle bakılıyor ya da yapılan görmezden geliniyor.

ABK Holding adına verilen bu iftarın tüm masrafı Ahmet Baydar’a ait. Yani kendi öz sermayesinden. İşin özü Ahmet Bey, kendi kazancından ağalık ve ikram yapmıştır. Ki olması gereken de bu. Bundandır ki işten gelerek davete icabet ettim ve gönül huzuru içinde afiyetle yedim. Bravo ve tebrikler Baydar. Allah sana bereketiyle fazlından versin inşallah. Allah’tan kendi parasıyla kalabalıklara iftar veren, bunun için kamu imkanlarını peşkeş çekmeyen kişilerin sayısını artırmasını isterim. Vatandaşlardan da özellikle mangalda kül bırakmayan, Müslümanlığı kimseye vermeyen dindar ve mütedeyyin insanlara da kaybettikleri duyarlılığı yeniden kazanmalarını nasip etsin.

*29/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

27 Nisan 2022 Çarşamba

Bilginin Kaynağı

Bazı ünlüler veya bir konunun uzmanları adına açılan sahte hesaplar sanal alemin bir cilvesi. Birileri, ünlü üzerinden algılar oluşturmaya çalışıyor. Bu ayan beyan ortada iken görüşümü destekliyor diyerek asparagas haberi ve görüşü paylaşanların yani algıya teslim olanların sayısı da az değil bu alemde. Paylaşan paylaşana. En masumu da "Eğer doğruysa" diye kendince bir ekleme yapıyor. Paylaşan varsa beğenip yorum yazanlar da eksik değil.

Merak ettiğim, bizim insanımız niçin seçici değil? Acaba bu paylaşım bu kimseye ait olabilir mi diye niçin düşünmez? Niçin görüşümü destekliyor diye balıklama atlıyor? Kapasitemiz bu kadar mı gerçekten? Bence zeki, akıllı ve birazcık birikimi olan biri adına hesap açılıp paylaşım yapılan ünlüyü fikir yönünden birazcık tanıyorsa, onun böyle bir paylaşım yapmayacağını bilir. Bilmiyorsa zekasına ve algılamasında bir problem var demektir. Zeki insan bir şeyi iyi bilen değildir, olaylar arasında bağlantı kurabilendir, olayın perde gerisini düşünebilendir.

Yine bu tür paylaşımlar bu şekilde dolaşımda oldukça bu görüşler o kişinin görüşüymüş gibi aktarılacak. Bir kişiye mal edilen yalan haberler de böyle oluşur. Çünkü dilden dile dolaşıyor, yazılarak kayda geçiriliyor.

Merak ettiğim, bir insan, doğruluğundan emin olmadığı ve yalan olduğu aşikar iken niçin her gördüğünü paylaşır? Unutmayalım ki bir insana her duyduğunu aktarması günah olarak yeter. Aynı zamanda her gördüğü paylaşımı acaba demeden ve test etmeden paylaşması da kendisine günah olarak yeter de artar bile. Özellikle troller, aman dikkat!

Ne olur, başkalarının yalanlarını servis ederek algılara hizmet etmeyelim. Hiçbir şey yapamıyorsanız, kendinize ait özgün bir cümle yazın. Varsın, yalan, yanlış ve eksik olsun. Bunda en azından bir emek vardır. Herhalde bu, o kadar da zor olmasa gerek.

Unutmayalım ki doğrular sağlam temeller üzerine bina edilir. Binanın temeli çürük ise üst katların sağlamlığı bir işe yaramaz. Bilgi ve havadis de böyledir. Menşei doğru olmalı ki üste doğru bilgiler eklenebilsin. 

26 Nisan 2022 Salı

Hayata Kim, Hangi Açıdan Bakıyor?

"Bir gün New York'ta bir grup iş arkadaşı, yemek molasında dışarıya çıkar. Gruptan biri, Kızılderili’dir. Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yoldaki iş makinelerinin çıkardığı gürültü ve korna sesleri arasında ilerlerken, Kızılderili, kulağına cırcır böceği sesinin geldiğini söyleyerek cırcır böceğini aramaya koyulur. Arkadaşları, bu kadar gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam eder. Aralarından bir tanesi inanmasa da onunla aramaya devam eder. Kızılderili, yolun karşı tarafına doğru yürür, arkadaşı da onu takip eder. Binaların arasındaki bir tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir cırcır böceği bulurlar. Arkadaşı, Kızılderili’ye "Senin insanüstü güçlerin var. Bu sesi nasıl duydun?" diye sorar. Kızılderili ise; bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek, arkadaşına kendisini takip etmesini söyler. Kaldırıma geçerler ve Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlar. Birçok insan, bozuk para sesini duyunca sesin geldiği tarafa bakarak, onun ceplerinden düşüp düşmediğini kontrol eder. Kızılderili, arkadaşına dönerek: 'Önemli olan, nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin' der ve yollarına devam ederler".

Bu kıssadan alacağımız hisse, sanırım son cümlede bir güzel ifade edilmiş. Hayata hangi açıdan baktığımıza ve neyi önemsediğimize bu hikayeden hareketle bazı örnekler vermek istiyorum:

Öyle insanlar var ki tüm dünyası tuttuğu, oy verdiği parti lideridir. Onunla yatar, onunla kalkar. Biri liderini eleştirdi mi, ağzını bozar, önce savunmaya, ardından saldırıya geçer. Olup biten ne kadar olumsuzluk varsa liderinin hayatına, siyasi geleceğine saldırı amacı güdüldüğü zehabına kapılır ve buna da kendini inandırmıştır. Kendine ait bir görüşü yoktur. Lideri ne derse görüşü odur. Lideri görüşünü değiştirirse o da değiştirir. Tüm paylaşımları liderine övgü, rakiplerine zem üzerinedir.  Anne ve babasını o kadar övmez. Kendisine o kadar güvenmez. Annen, baban mı yoksa liderin mi dense, annem babam ona feda olsun diyecektir. Çünkü tüm penceresi lideridir. Hayata bakışı ve dünyası lideridir. Ötesi yalan. Kendisini ve ülkesini düzeltecekse yani bir kurtarıcı olacaksa bu ancak lideri olur. Bu tiplerin en masumu hani alternatifi mi var demesidir. Beni düşündüren, toz kondurmadığı lideri öldüğü zaman hayata nasıl tutunacağıdır. Çünkü lideri ölünce kolu, kanadı kırık bir kuş veya sudan çıkmış balığa benzeyecektir.

Bazılarının dünyası dini lideri, şeyhi veya cemaatidir. Tüm paylaşımları şeyhi üzerinedir. Çünkü tek ve tüm doğru şeyhinde tebarüz etmiştir. O bir Allah vergisidir. Söylediği bazı şeyler aklına yatmasa da onun bir bildiği vardır.

Bazılarının dünyası dindir ve dini söylemdir. İşlerin ters gitmesi dinden uzaklaşmadan dolayıdır. Dinin kuralları uygulansa hiçbir derdimiz kalmaz.

Bazılarının din deyince aklına sadece fıkıh ve ilmihal bilgisi geliyor. Bu tiplerin dinden anladığı geçmişte verilmiş fetvaları paylaşmak ve yaşamaktır. Yeni fetvaya da karşıdır. Çünkü bu konuda söylenmesi gereken geçmişte söylenmiştir.

Din deyince bazılarının anladığı dinin belli ritüelidir. Özellikle namaz. Varsa yoksa namaz paylaşımı yapar. Çünkü din onlar için namazdan ibarettir. Allah namazı kaldırdım dese, merak ediyorum, dine dair söyleyecekleri ve yapacakları ne vardır?

Bazılarının hayatı cuma, kandil vb. belirli gün ve haftalarda mesaj göndermek ve ceplere davetsiz misafir olmaktan ibarettir. 

Hayata makam, mevki, kadın, para gözüyle bakanları burada söylemeye gerek yok. 

Verdiğim örnekler önemsizdir anlamı çıkarılmasın. Elbette her biri önemlidir. Yalnız din bundan ibaret değildir. Din, kuralların bazısına önem verip bazısına önem vermemek değildir. Burada ölçü dozajı iyi ayarlamak, birini yaparken diğerini ihmal etmemektir. Dini bir çorbaya benzetirsek, çorbanın içine, olması gerekenleri kararınca koymaktır. Birinden fazla koymak, ötekinden koymamak, çorbanın tadını bozar.

Tüm bu örnekler hayata nasıl ve hangi pencereden baktığımıza bir örnektir. Buna dervişin fikri ne ise zikri odur, diyebiliriz. Bu ise hayata tek pencereden bakmak demektir, tekdüze hayat istemektir, hayatı tek çiçeğe indirgemek demektir. Bu ise hayatı çekilmez ve yaşanmaz kılar. Halbuki hayat tüm çiçeklerden faydalanmak demektir. 

24 Nisan 2022 Pazar

Fakirlerin Ne Kadarı Görüp Gözetilebiliyor? *

“Bugün bir aileye iftara gittik. Evde eski üç sünger minder, bir soba ve bir televizyon var. Baba hurdacılık yapıyor. Bir balyozu, bir demir makası ve bir üçtekerli arabası var. Araba itelemeli, hurda toplama arabası.

Sokaklardan, inşaat artıklarından demir toplayıp satıyor. Anne ev hanımı. 5, 9, 11 yaşlarında üç çocukları var.

Etli ekmek yaptırdık. Yanında ayran, kola, tulumba tatlısı alıp götürdük. Beraber iftar yaptık. Çocuklara 50’şer lira, anneye 200 lira harçlık verdik.

Adam bana ‘Yaşım 41, ilk defa evime misafir geldi’ dedi. Utandım bir şey diyemedim. Benim sigaraya verdiğim paraya onlar geçinmeye çalışıyor herhalde.

Bana en çok dokunan da ‘şimdiye kadar evime herhalde fakiriz diye hiç misafir gelmedi, ilk siz geldiniz’ demesi… Allah bizler affetsin. Hesabı çok zor veririz veya verebilir miyiz acaba?”

Yukarıdaki alıntı yaptığım yazı Meram Milli Eğitim Müdürlüğünde görev yapan bir şube müdürüne ait. Bir özel grupta paylaştığı bu duygularının ardından kendisini aradım. Bu aileyi nasıl bulduklarını sordum. Aklımda kaldığı kadarıyla şunları söyledi: Meram Kaymakamlığı, Vakıftan yardım alan aileleri, ilçesindeki kurumlara paylaştırarak bu fakir ailelerin evlerinde bir iftar yapılmasını planlar. Meram MEM’e de altı aile ve bir şehit yakını düşer. Bir tanesine de bu şube müdürü gider. Kaymakamlığın hazırlattığı ramazan paketi ve akşam yemeğinin yanında yukarıda bahsettiği gibi kendileri de etli ekmek ve yanında içecek götürürler. Verdiğiniz harçlıkları da kaymakamlık mı verdi dedim. Hayır, biz kendimiz takdir ettik, dedi.

Bu iftar programının ardından günler geçmiş olmasına rağmen ailenin durumu hala gözünün önünden gitmemiş ve merhamet duygusu tavan yapmış. Ailenin telefonunu almış. Bundan sonra bu aileyi bırakmam. Eşten, dosttan ne bulursam, bu aileyi gözeteceğim, dedi. Konuşmanın arasında aile reisinin yani itelemeli üçtekerli ile hurdacılık yaparak evinin geçimini sağlamaya çalışan baba ile geldikten birkaç gün sonra telefonla konuştuğunu, adamın en büyük hayalinin motorlu bir üçtekerli araç sahibi olmak istediğini, çünkü bu yol ile topladığı hurdaları sanayiye giderek gerçek değerine satabileceğini, bunu yapamadığı için hurdasını daha ucuza verdiğini eğer böyle bir aracı olduğu takdirde her ay kazandığından 900-1000 lira civarında bir ödeme yapabileceğini ifade ettiğini söyledi. Yani babanın istediği bana peşin para ile bir üçtekerli bulursanız, ben size her ay taksitle ödeme yaparım diyor.

Müdürlüklerine düşen diğer ailelerin durumunu dairesinden soruyor. Onların durumu da kendi gördüğü aileden farklı değil. Hepsinin acınacak hikayesi var. Şube müdürü bu aileye sahip çıkmaya çıkacak da onu düşündüren, daha bu durumda kaç ailenin olduğu, bu ailelerin kaçına ulaşılabildiği. Allah bu şube müdürü gibilerinin sayısını artırsın. Böyle bir hayra sebebiyet verdiği için Meram Kaymakamlığı da bir takdiri hak ediyor. Teşekkürler Meram Kaymakamlığı.

Konu fakire el uzatmak ve gerçek ihtiyaç sahiplerini bulmak ise bu vesileyle yardım konusunda birkaç kelam etmek isterim. Bu ülkenin il, ilçe ve mahallelerinde ne kadar fakir var? Bunların bir listesi çıkarılmış mıdır? Bu fakirlerin ne kadarı evveliyatla gözetilmesi gerekiyor? Acil yardıma muhtaç olanların hepsi aynı oranda görüp gözetiliyor mu yoksa sadece isteyen, derdini anlatanlara mı el uzatılıyor? Devlet ve diğer yardım kuruluşları bunların ne kadarına ulaşabiliyor? Ulaştı diyelim, taşıma su ile değirmen dönmeyeceğine göre ramazan vb günler dolayısıyla elden gelenle ne kadar öğün olacağı da bizi düşündürmelidir.

Gördüğüm kadarıyla özellikle ramazan dolayısıyla devlet ve halkımız şu ya da bu şekilde fakir ve fukaraya elini uzatıyor. Yalnız bu yardımların aynı oranda tüm fakirlere ulaştığı konusunda tereddüdüm var. Çünkü fakir ve fukarayı gözetmek için yardım toplayan envaiçeşit vakıf, dernek, cemaat, STK’lar mevcut. Belediyeler, kaymakamlıklar, valilikler yardım dağıtıyor. İnsanımız tespit ettiği fakirlere sosyal medya aracılığıyla yardım topluyor. Kimi de tanıdığı eş dosttan yardım almak suretiyle belirlediği fakirlere yardım istiyor. Anlatmak istediğim, tespit edilen fakirlere bu yardımlar niçin tek elden yapılmaz da herkes ayrı ayrı yardım toplar ve yardım dağıtır? Bence bu kadar çeşitli yardım toplayan kuruluşların olması, toplanan yardımların tam yerine ulaşamama sıkıntısını beraberinde getirebilir. Çünkü belki de aynı fakir her yardım kuruluşundan yardım alabiliyorken bazıları görüp gözetilmeyebilir. Fakir fakirdir. Dinine ve inancına bakılmaz ve herkese el uzatılması lazım. Keşke her ilin fakir listesi hazırlansa, özel vakıf ve derneklerin topladıkları yardımlar da kendilerinden birer temsilci olacak şekilde valilik veya kaymakamlıklar gözetiminde tek elden dağıtılabilse, bence çok daha güzel olur.

*27/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır. 

Hayattan Kopuk Açıklamalar

İktidar partisinin Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ, asgari ücrete ek zam tartışmalarına ilişkin, "gelen verilerin enflasyonun altında kaldığını görürsek, gerekirse müdahale yapmaktan çekinmeyiz" açıklamasını yapmış.

İyi de be kardeşim, hesap ortada değil mi? Asgari ücretliye yüzde elli zam yapılmıştı. Halihazırda yıllık enflasyon, Çavuşesku Termometresine göre yüzde 61 olduğuna göre daha ne verisi bekliyorsunuz da müdahaleden çekinmeyeceğinizi söylersiniz? Şimdiden yüzde 11 asgari ücretli alacaklı. Hele Bakan Nebati'nin açıklamasına göre Aralık ayına kadar enflasyon düşmeyeceğine göre enflasyon 8-9 ay daha yükselmeye devam edecek. Bu demektir ki bu bol enflasyonlu hayatta bu asgari ücretli, verilen bu rakamla sene sonunu getirirse, ne ala. Bunlara meşhur termometre ölçeğine göre yeniden bir zam veririz. Yok, ölüp giderlerse, bu ekonomik dar boğazda ülkeye yaptıkları katkıdan dolayı arkalarından hayır dua ederiz.

Durum bu iken yok, kimseyi enflasyona ezdirmeyeceğiz teranelerini bir tarafa bırakalım. Asgari ücretliye ek zammı acilen konuşalım.

Dersiniz ki bütçenin durumu belli. Yeni bir zammı işveren kaldıramaz. Bu, enflasyonu daha da azdırır. Biz işçimizden ve diğer sabit gelirliden sabır bekliyoruz. Önümüzdeki yıl bu mağduriyeti gidereceğiz. Bu daha makul bir açıklama olur. Değilse güven zedelenmesi artarak devam eder ve dost da acı acı söylemeye devam eder.

Siz gerçekten başta asgari ücretli olmak üzere sabit gelirliyi enflasyonun altında ezdirmek istemiyor ve bunda samimi iseniz, izleyen ayda enflasyon farkını verirsiniz. Gerisi lafı güzaftır. Yoksa ayağınıza sıkmaya devam eder ve milletin aklıyla alay ettiğiniz için gönüllü intihara doğru gidersiniz de ardınızda ağlayanınız bile olmaz.

Hasılı, yetkililerin pot kıran açıklamalarını görünce bunların ya bu toplumdan kopuk yaşadıkları akla geliyor ya da olup bitenin vahameti anlaşılmasın diye gerçekleri örtmeye yönelik açıklamalarla günü kurtarmaya çalışıyorlar. Sebep hangisi ise ikisi de vahim bir durumdur ve affı yoktur. Bu demek oluyor ki işler ters gitmeye görsün, yetkililerin nasıl pot kırdıklarını ibretle izlersin ve bu kafayla mı bunlar sadra şifa olacak dersin.