21 Şubat 2022 Pazartesi

Ahmet Özcan Caddesi *

Fetih ve Ahmet Özcan caddeleri alternatif yollarımızdan biri ve önemli bir işlevi yerine getiriyor. Gördüğüm kadarıyla bazı yerlerde üç şeritli olsa da iki şeridi işleyen bir yol. Bir ışığa yakalanan, 60 hızla gittiği takdirde bir daha ışığa yakalanmıyor. Çünkü caddede yeşil dalga var. Araçlar zamanında kalkar, yolun sağında ve solunda gezinmez, ara yollardan hızı kesen araçlar girmezse, pat önünde biri durmazsa, hiç ışığa yakalanmadan iki şeritli yoldan Ahmet Özcan Caddesinin son ışıklarına kadar varmak mümkün. Çünkü yeşil dalgada saniyeler bile önemli. Bazı sürücülerde duyarlılık olmadığı için yeşil dalga çoğu zaman geçerli olmuyorsa da her ışıkta durmaktan iyidir.

Niyetim bu iki caddeyi anlatmak değil. Burada bir aksaklığa ve trafikteki kargaşaya dikkat çekmek istiyorum. Meram İtfaiye ışıklarından sağa dönüp önümüze gelen ilk ışıktan sonra yol iki şeritli olmasına rağmen tek şeride iniyor. Çünkü şeridin bir tanesi, sağ taraftaki yüksek katlı bina sahiplerinin araçları tarafından işgal edilmiş durumda. Çünkü bir ışıktan diğer ışığa kadar yolun sağı kat maliklerinin park yeri. Işığa iki şerit olarak gelen araçlardan, yolun sağında olanlar, yollarına devam etmek için sola sinyal vererek sol şeritten gelen araçların önüne geçmek zorunda kalıyor. Bu da trafiği aksatıyor.

Ana caddeye araç park edilmesini, park edilen araçların sabahtan akşama orada durmasını inanın anlamış değilim. Oradan geçerken bu yolda park yasağı olması lazım diyorum ama gözüme çarpan bir yasak da göremedim. Gördüğüm kadarıyla evi cadde boyunda olan kat maliklerinin araçlarını ana caddeye park etmesinin önünde hiçbir engel yok. Bu yüzden trafiği tek şeride indirecek şekilde yol boyu park etmeleri analarının ak sütü gibi kendilerine helal. Çünkü ne park yasağı var ne belediye bir şey diyor ne trafik buraya park etmek uygun değil diyor ne de aracını park edenler biz buraya aracımızı park ederken, buradan kalkarken ve park esnasında akan trafiği engelliyoruz. Bu yüzden araçlarımızı ara ve arka sokaklara koyalım diyor.

Burada, sakinlerin araçlarını park edeceği yer yok. Nereye koysunlar. Mecburen yola koyacaklar diyebilirsiniz. Pekala, ara ve arka sokağa koyabilirler. Bunun için biraz yürümeleri gerekecek. Vatandaş, aracını trafiği engellemeyecek şekilde uzağa park edip niye yürüsün. Çünkü bizim anlayışımızda; ev alırken, dükkan kiralarken sadece ev ve dükkanı kiralamıyor veya almıyoruz aynı zamanda yol da bizimdir. Pencereden görecek şekilde aracımız gözümüzün önünde olacak. Trafiği aksatıyormuş. Bu bizim meselemiz değil. Olsa olsa sürücülerin meselesi olur. Yola çıkmışlar ve bu yolu kullanıyorlarsa, ona da katlanacaklar. Millet olarak bakış açımız bu maalesef.

Ahmet Özcan Caddesi çok eski bir cadde olsa, geçmişte planlama eksikliği var diyeceğim ama bu caddenin trafiğe açılmasının fazla bir geçmişi yok. Öyle zannediyorum, buralara bina dikilirken birkaç daire daha fazla çıkarılsın düşüncesiyle park yerleri es geçilmiş. Nasılsa bizim milletimiz işini bilir denmiş olmalı.

Sebep her ne ise bu aşamadan sonra buradaki binalar yıkılamayacağına göre sorumlu yetkililerden istediğimiz, yolu tek şeride indiren bu alternatif ana caddeye araç parkını yasaklanmaları, burada oturanların binanın arka taraflarına araçlarını park etmeleri için bir planlama yapmalarıdır.

*04/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

19 Şubat 2022 Cumartesi

Başarımın Sırrı

—Helal olsun baba sana.

—Hayırdır evlat.

—Kriz yönetimini iyi beceriyorsun. Bugüne kadar içinden çıkamadığın hiçbir mesele kalmadı. Öyle ki suçu olmayan bile senin konuşmandan sonra kendini suçlamaya başlıyor. Nasıl çıkıyorsun bunun içerisinden böyle?

—Bu başarımı çocukluğuma borçluyum evlat.

—Nasıl?

—Bazı derslere çalışmadan sınava girerdim. Haliyle kötü puan alacağım. Daha sonuç açıklanmadan basardım yaygarayı. Ne kötü öğretmen. Doğru dürüst ders anlatamıyor. Kendi doğru dürüst bilmiyor ki bize anlatsın. Derse zaten geç geliyor. Sınavlarda kazık soruyor. Notu kıt. Gramla veriyor. Sınıf hep dökülecek gibi şeyler söyleyerek alacağım zayıfla bahane bulur, zemin hazırlardım. Sonuçlar açıklandıktan sonra kimse beni suçlamazdı. Çünkü suçlu ders öğretmeniydi. Yüksek puan aldığım dersler yok muydu? Vardı elbet. Bu derslerden yüksek notu ben alırdım, zayıfları ise öğretmen verirdi. Kısaca iyi olan şeyler benden, kötü olanlar ise öğretmenden kaynaklanıyordu. Büyüdüğüm zaman da aynı yolları izledim. Suçlu olduğum her konuda ürettiğim mazeret ve gerekçeler beni zeytin yağı gibi hep üste çıkardı. Bunun dışında bana yol gösteren başka şeyler de var hayatımda. Belki de en önemlisi.

—Nedir o?

—Küçüklüğümde yer düşerdim. Elim yüzüm toza karışırdı. Sağıma soluma bakardım. Şayet birileri varsa basardım ağlamayı. Ağlamamı gören biri gelip beni kaldıracaktı nasılsa. Kaldırırlardı sağ olsunlar. Kaldırdıktan sonra niye dikkat etmedin, yere sağlam basmadın, önüne bakmadın mı şeklinde suçu bana atmasınlar diye ağlamama devam ederdim. Ta ki büyüklerim düştüğüm yere ayaklarıyla vuruncaya kadar. Onlar ah ah seni şeklinde yeri tekmeledikçe keyfim yerine gelir, ağlamayı keserdim. Büyüğümün ardından, düştüğüm yere birkaç tekme de ben atardım. Burada da suçlu bendim. Yerin ne suçu vardı halbuki. Ama büyüğüm suçu bende aramayıp tüm suçu yere atınca, bu benim bilinçaltıma yerleşti. Başıma ne gelirse gelsin, bir şeyi ağzıma yüzümü bulaştırsam dahi suçu hep karşımda aradım. 

—Aynen devam ettiriyorsun bu huyunu.

—Matematik formülü gibi kesin sonuç veriyor. Niye devam ettirmeyeyim.

—Bazen gülünç duruma düşme durumu da söz konusu olabilir ama

—Bazen benim de öyle düşündüğüm olur ama bana inanan yani uydurduğum bahane ve gerekçeye inanan etrafımda o kadar çok kişi olunca çevremin inandığına ben niye inanmayayım diyor ve yoluma devam ediyorum.

—Formül dedin. Gerçekten her kapıyı açar mı?

—Hem de nasıl. Siyasilerimizi görmüyor musun? Onlar da aynı yolun yolcuları. Proje, program ve hizmetten çok tüm siyasi hayatları mazeret üretmek, gerekçe bulmak, bahane uydurmakla geçiyor. Mesela bir ürüne zam gelir. Biz yapmadık derler. Zammın biraz fazla olduğuna dair tepkiler gelmeye başlayınca az biraz indirim yaparlar. İndirimi biz yaptık derler. Hasılı, siyasilerimiz de bu maharetlerini benim gibi küçüklüklerine borçlular.

18 Şubat 2022 Cuma

Karaman Caddesi *

 Şehir içi araç trafiğinin her yıl arttığı, mevcut yolların belli saatlerde çekmediği hepimizin malumudur. Belediyeler, trafik yoğunluğu olan bazı cadde ve yollar için alternatif güzergahlar üretmiş olsa da Karaman Caddesi bugüne kadar alternatifi olmayan yollardan birisidir.

Karatay Terminali civarından, Fetih ve Ahmet Özcan Caddelerinden çıkıp Karaman Yoluna çıkmak isteyenlerin güzergahı bu yoldur. Karaman Caddesi ve Karaman Yolunun sağında ve solundaki mahallelerde ikamet edenler, İçeriçumra, Alibey Hüyüğü, Çumra, Akören, Bozkır, Hadim, Güneysınır, Karaman gibi yerlere gidecek olanların bazısı, çevre yollarından Karaman Yolunu takip etse de küçük araçların büyük bir çoğunluğu bu caddeyi kullanır.

Bilenler bilir ama bilmeyenler için Karaman Caddesini kısaca anlatayım. Bu cadde işlek bir cadde. Hem gidiş hem de gelişe açık olan bu yol, ortasından çizgi ile bölünmüş durumda. Çoğu yerlerinden iki aracın yan yana geçemeyeceği kadar da dar bir yol. Altıyol köprüsü ile Karaman kavşağına çıkıncaya kadar sürücüler, 2 km’lik bir mesafede üç tana ışıkla müşerref olmak zorunda. Her ışıkta durmak ve kırmızıya yakalanmak Allah’ın emri gibi bir şey. Kaçla gidersen git fark etmiyor. Kazara bir ışığa yakalanmadan geçen ise gemisini kurtaran kaptan gibi hisseder kendini. Çoğu yerlerinde iki aracın geçemeyeceği bu yolun Karaman kavşağına çıkarken ışığı geçer geçmez sağa park edilmiş araçlar ve Karaman kavşağından girdikten sonra ışığa varmadan yolun sağına park edilmiş araçlar trafik akışını tıkıyor. Dikkat etmedim ama sabahtan akşama park edilmiş bu araçların olduğu yerde “Araçların durması ve park edilmesi yasaktır" uyarı levhası da vardır. Zaten nerede bir yasak varsa o yasağı çiğnemek bizim toplumun genlerinde vardır. Nasılsa takip eden yok, ceza yazan yok. Bari levhalar kaldırılsa da vatandaş gönül huzuru içerisinde aracını koysa diyorum. Çünkü uygulanmayan, yapanın yanına kâr kaldığı bir kuralın kalmasının bir anlamı yok.

Kısaca, bu yol bu haliyle yani yolun darlığı, birbirine yakın ışıklarla ve yasak yere araçların park edilmesiyle, akan trafik akmasın diye her şeyin yapıldığı bir cadde görünümünü arz ediyor. Hasılı, alternatifi olmayan bu Karaman Caddesi trafiği çekmiyor. Zaten bu yola trafiğe giren bu hengameden kurtulunca derin bir oh çekiyor.

Gördüğüm kadarıyla bu işlek caddede trafiğin akmasını sağlamak için belediye işi zamana bırakmış. Bina sahipleri gönül rızasıyla evini yıkacak ve yeni bina yapacaksa, binalar biraz daha içeriye çekilerek yol biraz genişleyecek. Bunu ileride görürüz ama kaçımız görürüz, kestiremiyorum.

Bugünkü bu haliyle bu cadde için ne yapılabilir?

1.      Yolun sağına araç parkı yasaklanabilir. Buna rağmen aracını park eden olursa trafik cezası yazılabilir. Bizim insanımız ceza yazıldığını görürse bir daha aracını koymaz.

2.      Yolun bazı bölümlerinde geniş kaldırımlar var. Bildiğim kadarıyla bu yoldan yaya gidip gelen fazla kimse yok. Pekâlâ bu kaldırımlar küçültülebilir. Kaldırımda olan ağaçlar buradan başka yerlere nakledilebilir. Çünkü yayanın pek geçmediği bu kaldırımlara bir güzel araçlar park ediliyor. Güya kaldırım üzerine araç parkı yasak. Merak ediyorum, uygulanmayan yasaklar niçin konur? Bence devletin ciddiyeti koyduğu kuralların arkasını aramasıyla belli olur.

Etkili ve yetkili kişi ve kurumlara duyurulur. Ne olur, bu caddeye bir çözüm üretin.

*02/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

17 Şubat 2022 Perşembe

Puslu Hava *

Bazıları oturduğu yerden esnafın zam üstüne zam yaptığından dert yanar. “Şu ürün dün şu kadardı, bugün bu kadar yapmış. Bunlar KDV indirimi öncesi fiyatları yükseltti. Yüzde 7 KDV indirimi de berhava oldu. Bu esnaf çok vicdansız, merhametsiz, insafsız açgözlü. Bunlarda Allah korkusu yok. Varsa yoksa ceplerini doldurmak. Devlet bunları denetlemeli. Bunlara bol cezalar yazmalı”. Hatta bazıları daha da ileriye giderek “bunların işyerlerini bir hafta kapatmalı. Bak bakalım, fiyatları yükseltebiliyorlar mı” şeklinde yazılan yazıların ve paylaşımların haddi hesabı yok.

Tüm bu yazılanlarda haklılık payı var mı, var. Esnaf veya sektörler ürünlerine zam yapıyor mu, yapıyor. Esnafın içerisinde daha fazla kazanayım diye fırsatçılık yapan var mı? Var. Bunlar kızılmayı hak ediyor mu? Ediyor. Buraya kadar eyvallah. Yalnız yağmur gibi gelen zamları sadece esnaf, firma ve sektörlerin üzerine atıp onlara kızmak ne derece doğru? Zamların müsebbibi tek başına onlar mı? Bunun böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Ama tüm hıncımızı, ürünlere zam yapan marketlere kızarak gidermeye ve egomuzu tatmin etmeye çalışıyoruz gibi geliyor bana.

Neden derseniz? Ticaretin doğasında olan daha fazla kazanma hırsı, önceki yıllara oranla bu yıl niçin arttı? Çünkü enflasyon var bu ülkede. Hem de öyle böyle değil, yüksek bir enflasyonla karşı karşıyayız. Sadece bizde değil, tüm dünya bu enflasyon belasıyla boğuşuyor. Diğer bazı ülkelerin yanından enflasyon teğet geçerken bizim gibi ülkeler enflasyonun göbeğinde ve depremin merkez üssü gibidir. Yani enflasyondan biz daha fazla etkileniyoruz. Ne demek enflasyon? Hayat pahalılığı demektir, Alım gücünün azalması demektir, fiyatların bir yerde durmaması, sürekli yukarıya doğru değişmesi demektir. Bırakalım esnaf ve özel sektörü, devlet bile bu enflasyonlu hayatta, zam yetkisi kendi elinde olan ürünlere kallavi zamlar yapıyor. Elektrik bunun en bariz örneğidir. Meskenlere bile yüklü miktarda yapılan zammın daha fazlası sanayi ve işyerlerine yapıldı. Bu yapılan zammı esnaf, fabrikatör, üretici vs. tüketiciye yansıtmayacak mı? Elbette yansıtacak. Ayrıca petrol ürünlerine gelen zam tüm ürünlere zam olarak yansıması demektir. Çoğu haftalarda birden fazla petrol ürünlerine zam geldi bu ülkede. Hiçbir esnaf, petrol ürünlerine geldi ama biz zam yapmayacağız demez ve hiçbir esnaf ederinden daha aşağıya ürününü piyasaya sürmez. Tüm girdilerin üzerine dükkan, işçi, enerji, yakıt vb. zammını eklediği gibi kârını ve devlete vereceği vergiyi de ekler. Tüm bunlara ilaveten fırsat bu fırsat deyip daha fazla zam yapmaya kalkan esnaf olmaz mı? Olur, niye olmasın. Alışverişin doğasında var bu. Hangi bir esnaf istemez daha fazla kazanmayı.

Hasılı, anamızı ağlatan bu zamların temelinde oluşan puslu hava var. Kurt da puslu havayı sever. Zamdan dolayı birilerine özellikle üretici, esnaf ve firmalara kızacaksak daha fazlasını bu puslu havanın oluşmasına bilerek veya bilmeyerek zemin hazırlayanlara kızmamız gerek. Piyasaya hakim olamayan, ipin ucunu kaçıran, acizliğin bir gereği olarak zamdan başka bir seçenek bırakmayan ve piyasaları yeterince denetleyemeyenlere kızalım. Bu, daha adilane olur. Yoksa piyonlarla uğraşır dururuz.

*18/02/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

16 Şubat 2022 Çarşamba

Bilmediğini Bilmeyen Bir Sürücü

2017 yılında bir ziyaret için bir grup arkadaşla cuma namazından sonra Karaman'a gidip geleceğiz. Gruba katılabilmem için cuma namazını çarşıda kılmam gerekiyor. Ezana beş on dakika var. Meslektaşlara, çarşı tarafına gidecek var mı diye sordum. Ben gidiyorum, sizi götüreyim dedi.

Bindik arabasına. Tali yoldan ana caddeye doğru yanaştık. Sağlı sollu araç yoğunluğu arasında bizim kaptan, sol tarafa sinyal vererek gelen araçlara aldırmadan araçların arasına daldı. Hoca Hanım, tali yoldan giriyoruz. Araçlar vızır vızır geçiyor. Beklememiz gerekmiyor muydu dedim. “Sinyal verdim hocam” dedi. Hocam, sinyal verdiniz de yol bizim değildi ki deyince “Sinyal verdim ya sinyal verdim mi iş biter” dedi. Bence sinyal de versek beklememiz gerekirdi dedim. “Sorun yok hocam. Ben trafik kurallarını iyi bilirim. Bugüne kadar hiç kaza yapmadım” deyince böyle kuralları bilen ve bugüne kadar hiç kaza yapmayan usta şoföre ne denebilirdi ki. Sesimi kesip işine hiç karışmadım. İhsaniye ışıklarına varınca, ezanlar da okunmaya başlamıştı. Hoca Hanım, ışıkta durmuşken ben burada ineyim. Çok teşekkür ediyorum diyerek arabadan inmek için davrandım. “Hocam, hani Hacı Veyiszade Camiinin orada inecektiniz. Sizi götüreceğim oraya kadar” dedi. Çok sağ olun, burası daha uygun olacak deyip arabadan indim.

Doğrudur, Hoca Hanım, bildiği trafik kurallarından dolayı hiç kaza yapmamıştır. Ama eminim ki böyle sürmesinden dolayı çoğu kazaya sebebiyet vermiştir. Bu kazalardan dolayı da acaba, bu kazada benim bir payım olabilir mi diye hiç düşünmemiştir. Niye düşünsün ki. Gördüğüm kadarıyla trafik kurallarını bilmediğini bilmiyor. Bilmediğini bilmeyen birine de kuralın ne olduğunu hatırlatmanın fayda etmeyeceğini benim iyi bilmem lazımdı. Sorunun kendinden kaynaklandığını bilmeyince zaten problemin kaynağının kendisi olduğunu hiç öğrenemeyecek. Vaziyet bu olunca Hoca Hanım araba sürmeye devam edecek. Çünkü no problem. Bu durumda Hoca Hanımla trafikte karşılaşanlar düşünsün.

15 Şubat 2022 Salı

Skor, Maç Sonucu ve Şampiyonluk *

Futbol, kıyasıya mücadeleyi gerektiren, seyredenlere seyir zevki veren, hem oyuncu hem de seyirciler için heyecan ve stresin bol olduğu bir spordur. Bir zamanlar amatörce oynanan futbol bugün para kazandıran devasa bir sektördür.

Futbol varsa maç vardır, rakipler vardır ve maç doksan dakikadır.

Maç başlamadan önce rakibin eski maçlarına bakılır. Rakibin güçlü ve zayıf yönleri tespit edilir ve rakibe göre bir plan ve taktik geliştirilir. Kimin kimi tutacağı, hangi futbolcunun rakibi kesebileceği belirlenir. Hazırlık maçları bunun üzerine bina edilir.

Maç başlar, maçta gol atmak esastır. Her gol, gol atana moral verdiği gibi rakibi de strese sokar. Skoru artırmak, skoru korumak ve maçın sonucunu galip bitirmek önemlidir. Çünkü 90 dakikanın sonucunda alınan puan, attığın gol sayısına göre değil, bir gol de olsa rakibini yenmene bağlıdır.

90 dakikanın sonucunda galip gelmek ve 3 puan almak önemli ama esas önemli olan tüm rakipleri geride bırakarak ligi şampiyon bitirmektir. Bu yüzden futbol maçı, uzun soluklu bir maraton gibidir.

Sezon bitiminde ligi önde bitirmek önemli ama daha da önemlisi sezon şampiyonluğunu diğer sezonlarda da tekrar edebilmek ve arka arkasına şampiyon olabilmektir. Çünkü büyük takımlar geçmişi şampiyonluklarla dolu olan takımlardan oluşur ve lig tarihine altın harflerle yazılırlar.

Yukarıda anlatmaya çalıştığımı kısaca tekrar edersek, maçta skor, maçın bitimine kadar skoru korumak, ligin bitiminde şampiyon olmak ve bu şampiyonluğu, izleyen yıllarda da tekrar etmek, her futbol takımının istediği ve özlemidir. Bugün yerlerde sürünseler de futbol tarihimize üç büyükler diye geçen GS, FB ve BJK böyledir. Bu üç takımın zayıf olduğu yıllarda müzesine şampiyonluk götüren Anadolu takımlarımız olsa da bunlar devamını getiremiyor ve bir istikrar abidesi olamıyorlar. Bu yüzden bunlara büyük takım denmiyor.

Buradan izninizle güncele gelmek istiyorum. Özellikle siyasete. Çünkü siyaset de bir nevi futbol maçı gibidir. Siyaset, lig gibi her yıl tekrarlanmasa da beş yıldan beş yıla seçmenin karşısına çıkıyor. Yani müsabaka beş yıldan beş yıla. İyi bir ekip ve programla halkın karşısına çıkıp halkın teveccühünü alır ve onları ikna edebilirse o siyasi parti ülkenin başına gelir ve bir beş yıl yönetir. Siyasi parti problemleri çözer, halkın elini rahatlatır ve halk da bu hizmetlerden memnun olursa o siyasi parti tekrar tekrar seçim kazanır. Halk başka parti arayışına girmez.

Ne zamanki hep iktidara gelen parti eskisi gibi çalışmaz, halkın kronikleşmiş problemlerini çözmez, istek ve taleplerine cevap vermezse, önceki hizmetlerin hatırına, halk birdenbire desteğini çekmez ise de ilerleyen yıllarda problemlerine hala çözüm bulunamazsa, desteğini biraz çekerek aklını başına al der. Bu siyasi parti güç bela seçim kazanmaya devam eder. İktidar olanlar bu destek azalışının nedenini iyi incelemez, nasılsa kazanıyorum der ve halkın taleplerine eskisi gibi kulak vermezse, seçmen başka alternatif arayışına girer. Gerekirse gider bir başka siyasi partiye oy verir ve başkasını iktidara taşır. Bu durumda kimsenin halka kızmaya hakkı yoktur. Bu halk desteğini verirken iyi, desteğini çekerken kötü olamaz. Halk aynı halktır. Burada seçimi kaybeden parti, bu halk benden desteğini niçin çekiyor diye kendini sorgulamalıdır.

Burada birileri, halkın futbol takımı tutar gibi siyasi parti tutmasını bekler ve bu halk eski günlerin hatırına bana yine oy verir derse, kimse kusura bakmasın, bu halk hatır için oy vermez. Bu arada takım tutar gibi parti tutan yok mu? Partilerin kemikleşmiş oyları vardır. Bunlar partileri iyi çalışsa da iyi çalışmasa da yine partilerine oy verir. Ama unutmayalım ki bu ülkede kemikleşmiş oylarla iktidara gelinmez. Seçimlerin yönünü değiştirenler ve iktidarları alaşağı edenler ve bir başka siyasi partiyi iktidara getirenler her seçimde oyunu değiştirenler ve kararsız seçmenlerdir. Oyunu değiştirenlere ve kararsız olanlara hangi siyasi parti umut olursa, iktidara da o siyasi parti gelir.

Yazımıza futbol ile başladık. Yine futbol ile bitirelim. Bazıları özellikle futbol takımı tutar gibi siyasi partilere oy verenler, “Efendim, şimdi gidişat iyi değil ama bu partinin geçmiş yaptıklarını unutmamak lazım. Çok hizmet etti. Kazanımları say say bitmez. Bu hizmetlerin hatırına yine oylarımızı verelim” şeklinde bir beklenti içerisine girerler. Böyle diyenler kendilerini haklı görebilirler. Ki bir yere kadar da haklı olabilirler. Bunlara futbol maçı üzerinden bir örnek verelim: 90 dakikalık bir maç düşünelim. Bir takım maçın 80. dakikasına kadar rakiplerine 19 gol atmış. Takımın taraftarları "En büyük takım bizim takım" demiş durmuş. Takımları her gol atışında "ole ole" diyerek havaya zıplamış ve maç böyle biter, bu takımı kimse yakalayamaz havasına girmiş. Takımın as futbolcuları, "En iyi takım biziz", teknik direktörleri "Bir gol daha atarsak seyircimizi gole doyurmuş, maçı da üç sıfır kazanmış oluruz" demiş. Maç böyle devam ederken rakip atağa geçmiş. Ardı arkasına goller atmaya başlamış ve maçın son bitiş düdüğü çaldığında skor 20-19 rakip lehine sonuçlanmış.

Verdiğim bu örnek futbolda çoğu takımların başına gelir. Çünkü futbolun vefası yoktur. Bunlar 80 dakika ter döktüler, iyi oynadılar demez. Sporda buna iyi oynayan kazandı denir. Siyaset de böyledir. Seçmenin vefası da bir yere kadardır. Seçim kaybetmek istemeyenler aklını başına almalı. Kazanmak isteyenler de hakeza.

*19/02/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır. 

Eleştiri Kültüründe Biz *

2003-2004 yılları olsa gerek. Numune hastanesi bevliye servisinde babama refakat ediyorum. Babamın yattığını duyan herkesçe tanınan bir dostu ziyaretine geldi. Büyüğümüz, babamdan sonra yan odada hasta olarak kalan başka birini ziyaret etti. Ziyaret ettiği kişi bir öğretmen. Aynı zamanda bir ilçenin tarikat temsilcisi imiş. Ziyaret eden de şehrin bazı ilçelerinden sorumlu tarikat temsilcisi idi.

Ziyaretçi servisten ayrıldıktan sonra yan odada tedavi gören kişi ziyaretime geldi. Kimsin, necisin tanıştık. Havadan sudan konuşsak da ağırlıklı konumuz, her iki tarafı da ziyaret eden büyüğümüzdü. Nereden tanıdığımızı ve kim olduğumuzu sordu. Hoşsohbet biriydi.

Sair zamanlarda ara ara koridorda da lafladık. Çünkü o hasta olsa da diğer hastalar gibi yatağa bağlı değildi. Görünüşüne göre sapasağlamdı.

Bir gün yine buluşma yerimiz koridordayız. Tarikatından bahsetmeye başladı. Konuşmasından, beni de tarikatçı olarak gördüğünü sezdim. Babam, sizin tarikata bağlı ama benim ne bu tarikatla ne de başkasıyla bir irtibat ve intisabım var dedim. Şaşırdı. Niye dedi. Size ve intisap ettiğiniz tarikata ve diğerlerine saygı göstermekle beraber benim bazı endişe ve çekincelerim var. Bunlar içime sinmiyor. O yüzden herhangi bir tarikata girmedim, girmeyi de düşünmüyorum dedim. Nedir çekincelerin dedi. Söylemeyeyim. Bak kaç gündür şurada sevdiğiniz ortak dostumuz sayesinde konuşuyoruz. Birlikte ne güzel vakit geçiriyoruz. Aramızda da bir muhabbet oluştu. Endişelerimi, tarikatın sıcak bakmadığım yönlerini söylersem benden uzaklaşırsın, hukukumuza halel gelir dedim. Olur mu öyle şey? Eleştiriye açığım. Lütfen söyle dedi ve ısrar etti. Sonunda rabıta ve tevessül benim içime sinmiyor dedim ve bu iki konu üzerine biraz konuştum. Yüz hattı değişti. Görüşürüz dedi. Yanımdan ayrıldı.

Sonra mı? Her gün birkaç defa görüştüğüm bu ilçe temsilcisi benimle bir daha görüşmedi ve yanıma uğramadı. Duydum ki bir gün taburcu olmuş. Giderken hoşça kal bile demedi. Belli ki bana kırıldı, küstü. Konuşulmaya ve hoşça kal demeye layık görmedi beni.

Üzüldüm mü bu duruma. Üzüldüm. Kendi kendime, derdine ne de rabıta ve tevessülü karıştırırsın. Adam anlatsın anlatsın. He he de geç git. Sana mı düştü içine sinmeyeni dışına çıkarmak. Bak adamı bir de küstürdün. Ha şu çeneni tutuverseydin olmaz mıydı? Değer miydi muhabbet ettiğin birini küstürmeye dedim durdum.

Bu olay başımdan geçeli 18 yıl olmuş. Adamın adı sanı neydi unuttum. Bugün simasını görsem, bu o bile diyemem. Ama gördüğünüz gibi yeniden hatırladım. Bu tür dikkat çeken şeyler benzeri başına geldiği zaman aklına geliverir.  

Neyse geçen geçti. Belli ki her türlü eleştiriye açığım diye bana açık çek veren bu kimsenin çok da eleştiriye açık olmadığı böylece ortaya çıkmış oldu.

Eleştiriye açık olmayan bu adam ender rastlanan biri mi? Değil. Bırakın eleştiriyi, eleştirinin yapıcı olanına dahi gelemeyen içimizde sürüyle insan var içimizde. Yeter ki kendisini, partisini, siyasi ve dini liderini kısaca damarına bir basın. Görürsünüz o zaman kimin eleştiriye açık olduğunu. Ne yazık ki ben eleştiriye açığım diyen nicelerinin eleştiriye açık olmadığı ayna beyan ortada. Siz siz olun, benim gibi eleştirmeye kalkmayın. Gidin dağa, taşa, duvara dökün içinizi. Onlar sadece dinler sizi ve size hiç tepki vermezler.

*21/02/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.