7 Ekim 2021 Perşembe

Tüm Suç, Güç Zehirlenmesi Yaşayanlarda mı? *

—Babacığım, haberleri izleme ve gündemi takip etme özelliğim yok. Biliyorsun ben z neslindenim. Ama bu demek değildir ki kamuoyunda olup biten çoğu şeye biganeyim. Zaman zaman göz ucuyla da olsa ülkede olup bitenlere kulak kabartıyorum. Ülkemi çok seviyorum. Yaratılanlar, Yaradan’dan ötürü kabulümdür. Fakat ne ülkemi ne de insanımızı anlayabiliyorum. Hele siyasileri hiç anlamıyorum.

—Bu kanaate nereden vardın evlat?

—Ülkemde gökkuşağının tüm renkleri olmasına rağmen renkler ikiye indirilmiş, her şey siyah ve beyaz üzerine kurulu. Bir şey ya siyahtır ya da beyaz. Bugüne kadar hiç ortasını görmedim. İnsanlar birileri tarafından kutuplaştırılmış. O birileri, yeri geliyor pireyi deve yapıyor yeri geliyor, deve pire kadar yer kaplamıyor. Birileri özellikle siyasiler, gündem olarak halka ne dayatıyorlarsa halk kendilerine dayatılan gündemle yatıp kalkıyor. Saflar da hazır: Ya siyahı ya da beyazı seçecekler. Örnek vermem gerekirse, bir konuda doğru ve yanlış belli olmasına, bir sözü kimin söyleyip söylemediği bilinmesine rağmen gözünün içine baka baka “falan söyledi” denebiliyor. Halk da falanın söylemediğini bildiği halde buna inanıyor. Ölümüne sevgi, ölümüne kutuplaşma dedikleri böyle bir şey olsa gerek. İnsanların gözü kör olduğu gibi vicdanları da körelmiş. Nabza göre şerbet veriliyor. Durmadan zikzak çiziliyor. U dönüşü yapılıyor. Böyle, doğru nasıl ortaya çıkacak? Konuşuyorum ama bir şey demiyorsun?

—Ne diyeyim evlat. Sözün bittiği yerdeyiz zira. Tespitlerinde yerden göğe haklısın ama alacağın yok. Zira büyüklerimiz daha iyi bilir. Biz ne anlarız ki bu işlerden. Onlar ne dedi ise biz buna teşneyiz.

—İyi de doğruya doğru, yanlışa yanlış demek gerekmez mi?

— Öyle demek gerekir ama hiç tavsiye etmem. Sonra kimse doğrunun peşinde falan değil. Onlar, bu doğru derlerse bizim için doğru odur. Yanlış demişlerse bizim için yanlış odur. Hak ve haklı arama. Zaten ararsan da bulamazsın. Bulsan da alacağın olmaz. Hak dediğin şey gücün elindedir. Güç ise daima haklıdır. “Üst daima haklıdır, bilhassa haksız olduğu anlarda” sözünü de hiç unutma. Zira bu ülkede bu işler böyle yürür. Bundan, gücün peşinde koşanlar da memnun, gücü elinde bulunduranlar da. Neyse fazla uzatmadan şu hikayeyi anlatayım da ne demek istediğim daha iyi anlaşılmış olsun:

“Küfeli bir Hz. Ali destekçisi, dişi devesi ile Şam'a gitmiş. Devesini bir direğe bağlamış. İşini gördükten sonra döndüğünde, Şamlı bir tüccarın devesine sahip çıktığını görmüş. ‘Bu deve benim erkek devem' diyormuş Şamlı. Tartışmışlar ama sonuç alamayınca görevliler gelmiş. Konuyu Şam Valisi Muaviye'ye götürmüşler.

Muaviye meydandaki ahaliye sormuş: ‘Bu deve Şamlının mı Küfelinin mi?'

Ahali bağırmış: ‘Şamlının' (bence de) 

Muaviye sormuş: ‘Deve erkek mi dişi mi' diye. 

Ahali, deve dişi olduğu halde hep birlikte bağırmış: ‘Erkek' (bence de) 

Muaviye, Küfeliyi yanına çağırıp şunu söylemiş: ‘Git Ali'ye söyle, Şam'da bir Vali var. Dişi deveye erkek deyince inanan binlerce taraftarı var.”

Burada tüm suç Muaviye’nin mi yoksa rakibine karşı güç gösterisinde bulunan, ona aba altından sopa gösteren Muaviye’ye şeksiz şüphesiz, ölümüne destek veren Şamlıların mı?

Aman, neyse ne. Bir konuda büyüklerim ne diyorsa odur benim için. Doğru mu? Hiç umurumda değil.

* 09/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

6 Ekim 2021 Çarşamba

Baştan Böyle Olmalıydı *

Ülkemizde koronavirüs ile ilgili ilk pozitif vakanın, 2019 Martında tespit edildiğini hepimiz hatırlıyoruz. O günden bugüne, toplumun çoğunluğu aşı adayı aşılarla aşılanmış olmasına rağmen covid-19 ile yaşamaya devam ediyoruz.

Bu yazımda, salgınla mücadele konusunda ülkemizin uygulamaya koyduğu iki farklı hususa işaret etmek istiyorum. Çünkü salgın dolayısıyla 2019 Martından 2021 Temmuz ayına kadar farklı, 2021’den bugüne farklı uygulamaları hayata geçirdik.

Ülkemizde ilk pozitif vakanın tespit edildiği Mart 2019’da ne yapmıştık? Kısaca değinmek isterim: Testi pozitif çıkan bir hasta dolayısıyla üniversiteler dahil tüm okulları kapatmış, risk barındıran bazı sektörlere çalışma yasağı koymuş, esnek (dönüşümlü, daha az mesai ve uzaktan) mesaiye geçilmiş, hafta sonu çıkış yasakları uygulamaya konmuştu. Kısıtlılıktan dolayı evde geçirmek zorunda kaldığımız günlerin sayısı saymakla bitmez. Yediden yetmişe, akşam sabah hastalığı konuştuk. Maske-mesafe ve temizlik üçlemesini belleklerimize işledik. Kısaca hayatı durdurmuştuk. 2019’da başlayan bu kısıtlılıklar, temmuz gibi biraz esnetilse de virüsün artışa geçmesiyle birlikte yeniden kapandık. Üniversiteler 2019 Martında kapılarına kilit vurarak uzaktan eğitime geçti. Öğrenciler 1,5 yıl yani üç dönem yüz yüze öğretimden mahrum kaldı. Milli Eğitime bağlı okullar ise kah açıldı kah kapandı. Bu süreçte canlı yayın vazgeçilmezimiz oldu. Milli Eğitim Eski Bakan’ı Ziya Selçuk okulları açtım, açıyorum, şu tarihte açacağım, Bilim Kurulunun önerisini bekliyorum diyerek okulların açılmasıyla ilgili hep umut verdi ama ne üst kurulunu ne de Bilim Kurulunu aşabildi. Maalesef yüz yüze eğitimden, ağırlıklı olarak 8.ve 12.sınıf öğrencilerimiz ve DYK kurslarına giden öğrencilerimiz bir nebze faydalanabildi.

2021 Temmuzuna geldiğimizde, yasakların tümünü kaldırdık. Salgın bitti de mi kaldırdık? Hayır, salgın aşıya rağmen tüm hızıyla devam ediyor. İsterseniz, 5 Ekim tarihli covid-19 tablosuna bir göz atalım: Testi pozitif çıkan hasta sayısı 29.802, ölen sayısı ise 228 kişi. Bu tabloya rağmen okullarımız açık, esnaf işinin başında, tüm sektörler çalışıyor. Yani hastalığa rağmen hem sosyal hayat hem iş hayatı hem de eğitim ve öğretim devam ediyor. 30 bine yaklaşan hasta sayısına rağmen ne Bilim Kurulu kapanalım önerisiyle geliyor ne de hükümet kapanma ile ilgili ihsasta bulunuyor. Bilim Kurulu üyeleri de her akşam bir TV kanalında korku pompalamıyor.

Bu duruma yani 2019 Martından 2021 Temmuzuna, 2021 Temmuzundan bugüne bakıldığı zaman iki zıt uygulama ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılmakta. Pozitif bir vaka ile başlayan süreçte, 2 yıldan fazla hayatı durdurduk. Vaka sayısı 30 binlerde gezinmesine rağmen başta okullar olmak üzere her sektör açık. Hem Milli Eğitim Bakanı hem de siyasi irade, virüs ne kadar artarsa artsın, okulları kapatmayı telaffuz bile etmiyor. Sınıflar karantinaya alınabilir ama okullar asla kapanmayacak açıklaması yapıyorlar.

Bu birbirine zıt iki farklı uygulamadan doğru olanı; maske, mesafe ve temizlik kuralına uymak suretiyle okul, iş ve sosyal hayatın devam etmesiydi. Siyasi irade bugün doğru olanı yapıyor ve bu doğru uygulama için maalesef çok gecikildi. Keşke bugün ortaya konan bu irade, ilk pozitif vaka çıktığı zaman ortaya konabilseydi, bugün boğuştuğumuz birçok sorunla ya karşılaşmamış ya da sorunu bertaraf etmiş olurduk. En azından daha az hasarla yolumuza devam edebilirdik. Çünkü bugün yaşadığımız birçok sıkıntının menşei, salgın dolayısıyla kapanmamızdır.

Yazımı “Başka Ne Bekleniyordu” başlıklı 15/06/2020 tarihli yazımdan bir alıntı ile sonlandırmak istiyorum: “…Bu durumda yapılacak şey, geri kalan koronavirüslü günlerimizi, sürü bağışıklığı sistemi ile götürmek. Temenni etmem ama giden gitsin, kalan sağlar bizim olsun. Zira bu ülkenin ekonomisi, tekrar evlere kapanmayı kaldıramaz. Biz ekonomide üretime dayalı yeni bir seferberlik başlatmaz, kepenk kapattığımız günleri/ayları telafi etmez, çalışmaya yeniden ara verirsek koronavirüsün öldüremediği geri kalanı da gittikçe kötüye giden mali durumumuz götürür: 70 sente muhtaç oluruz. Allah muhafaza!

* 08/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

1 Ekim 2021 Cuma

Zamlara Anlamlar Yükleyebilmek *

LPG'ye 2 Ekimden geçerli olmak üzere gelen 71 kuruşluk zamma birileri kızsa da ben anlamlı buldum. Bu zammı takdir edenleri de takdir ettim doğrusu. Neden derseniz? Zammın yüzü soğuk olsa da belirlenen miktar beni geçmişe götürdü. Ta 1071'e. Biliyorsunuz bu tarih bize Anadolu'yu açan ve burayı mesken edinmemizi sağlayan Malazgirt Zaferinin tarihidir. Zam moralimizi bozsa da 71, zaferi hatırlatınca milliyetçi duygularım kabarıverdi. Haliyle gururum okşandı. Bana bu gururu yaşatan 71 zamma helal olsun dedim ve keyfim yerine geliverdi. Bakarsınız bu zafer, bizi ekonomik buhrandan çıkarıverir. 

Buradan hareketle, zam koyucular bundan sonra zam yaparken bizim için anlamı olan rakamları seçerlerse çok daha iyi olacak ve deriz ki aşk olsun adamlara! Zam yaparken bile o kadar bilinçli hareket ediyorlar ki bize köklerimizi hatırlatıyorlar. 

Tamam, 71 güzel ama hep bu rakam olmasın. Çünkü bizim tarihimiz sadece  Malazgirt'ten ibaret değil. Mesela hangi tarihleri hatırlatan zamlar olabilir?

Bazen 1923'ü hatırlatacak şekilde 23 kuruş zam yapılarak bize Cumhuriyeti hatırlatabilirler. Bu zamla birlikte “Cumhuriyeti ne bedeller vererek kurduk. Bu falan nedir” deriz.

Bazen 1453'ü hatırlatacak şekilde 53 kuruş zam yapılarak İstanbul'un Fethini hatırlatabilirler. Bu zamla da İstanbul’u fethetmenin ve İstanbul’da yaşamanın bir bedeli var” deriz.

Bazen 1299'u hatırlatacak şekilde 99 kuruş zam yapılarak bize Osmanlı'nın kuruluşunu hatırlatabilirler. Bu zamla birlikte de Osmanlı kolay kurulmadı. Uyanmamız için elbette bazen bir Osmanlı tokadı gerek” deriz.

Bizim için anlam yüklü böyle rakamlar seçilirse, bu vesileyle tarihimizi de öğrenmiş oluruz. Hatta zammı açıklarken kaç kuruş zam yapıldığını söylemeye bile gerek kalmaz. Cumhuriyet zammı, İstanbul zammı, Malazgirt zammı, Osmanlı zammı geldi denebilir. Biz de hemen tarihleri hatırlayarak geçmişi yad ederiz. Böyle olursa ne kadar zam geleceğini merak bile etmeyiz ve beklenti içerisine girmeyiz. Nasılsa dört seçenekten biri deriz. Bu yol ile tarihimizi öğrenirken aynı zamanda çoktan seçmeli, dört seçenekli sınav sisteminin zorluğunu öğrenmek suretiyle, çoktan seçmeli sorularda zorlanan çocuklarımızı da anlamış oluruz. İsimlendirme yoluyla zam yapılırsa kallavi zam geldi cümlesini de tarihe gömmüş olabiliriz. Aynı zamanda, gelen zamların Türkiye vizyonuna uygun olduğunu da biliriz. Yine onlar basamağını öğreten bu zamları gördükçe, ellerimizi açarak "Ya Rabbi, onlar basamaklı zamlara şükürler olsun. Ne olur, yüzler basamağını görmeyelim" deriz. Çünkü yüzler basamağı turpun büyüğü heybede demektir. 923, 453, 071 ve 299 kuruş zam yapıldığını bir düşünün. Ya... Beterin beteri var. Bu arada üçler basamağının en masumu Malazgirt görünüyor. Yine duaya devam edelim: "Ya Rabbi, temenni etmeyiz ama olur ya zamlarımız yüzler basamağını bulursa; ne olur, bize binler basamağını gösterme. Zira bizim Matematiğimiz toplum olarak iyi değil, binler basamağı bize zor gelir. Onlar basamağı bize yeter de artar bile. Hükümetimize, piyasaya ve beşli zincir marketlere insaf ver" diyelim. Neyse resmi ve özel sektör, “Şimdi binler basamağını öğreneceğiz” demezler. 

Hasılı, gördüğünüz gibi tüm durum ve problem, bardağın dolu tarafına bakmada. Biz olay, hadise ve belalara olumlu yaklaşır, onlara pozitif anlamlar yüklersek gelen zamlar bize vız gelir. Yani ortada zamları abartacak bir durum yok. Yine de suçu üstlenmek ya da suçtan kurtulmak ve herhangi bir bedel ödemeden sütten çıkmış ak kaşık olmak istiyorsak -ki kim istemez bunu- her birimiz tek tek "Allah beni affetsin" diyelim. 

* 04/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

30 Eylül 2021 Perşembe

Rektör Olma Hevesim Uzun Sürmedi

Ne zamandır aklımdaydı. Bugün yarın derken öteleye öteleye bu zamanı buldu diploma defterine bakmam. Bakacaktım ki adam olacak çocuk o zamandan beri belli imiş diyecektim.

Beni bu diploma notunu öğrenmeye iten esas sebep, bu dönem atanmış bir rektörün rektör olduktan sonra basında yer alan başarılı geçmişi idi. Konya'da bir İlkokulu birincilikle bitirmişti. Gıpta ettim kendisine. Kıskançlık da var tabi. Demek ki başarı tesadüfi değil. Ta o zamandan belli imiş.

Ben de heyecanla dönemimde mezun olanların diploma defterine baktım. Acaba İlkokulu birincilikle bitirmiş olabilir miydim? Baktıkça moralim bozuldu. Moralim bozuldukça canım sıkıldı. Zira birinciliğim olmadığı gibi ilk üçte bile yoktum. 64 kişi içerisinde 6.lığı 5 kişiyle paylaşmışım. Demek ki bir kesere sap olamayışımın temelinde ilkokul yatıyor. Ne de olsa temel eğitim. Temel iyi değilse çatı ne yapsın. Hasılı, havalı girdiğim okuldan omuzların inerek ayrıldım. 


Biraz sakinleşince -ki bu sakinleşmem epey zamanımı aldı. Anlatılmaz, yaşanır- notum da fena değilmiş. Pekiyi ile mezun olan 12 kişiden biriymişim. Orta ve iyi ile geçenlere göre teselli oldu bana. 

Ardından dönemin (75-76) A şubesinden bir arkadaşımı gördüm. Sana hava atacaktım ama beni üç puanla geçmişsin dedim. Baktım bir hava bir hava. Moralim bir daha bozulmaz mı? Annesi öğretmene hiç yoğurt götürdü mü bilmem ama kendisine, "Anneyin tas tas götürdüğü yoğurtların faydası olmuş" dedim ve rahatladım. Bundan sonrasını anam yoğurt çalıp götürdü mü acaba diye o düşünsün. Hep ben mi düşüneceğim. Diğer beni geçenleri de görürsem, onlar için de gerekçe değişmeyecek. 

Neyse işin ciddiyeti bir tarafa, gelelim asıl meseleye. 1975-1976 öğretim yılında Karasınır İlkokulundan mezun olanlar, bilin ki hepinizin notlarına gözüm kaydı. Merak ediyorsanız, bir çay bahçesinde çaylarımızı yudumlarken not ve derecenizi söyleyebilirim. Karşılığında kesenize bereket, ziyad olsun derim.

45 yıl önceki diploma defterini eliyle koymuş gibi bir çırpıda önüme koyarak yardımcı olan okul müdürümüze teşekkürler ama alacağı olsun. Büyük beklentisi olan bir garibanı sevindirmek daha iyi olurdu. Bunun yolunu da müdür bulabilirdi.

Hasılı, benim rektör olma hevesim, başlamadan bitti.

Not: Yeni açılan bir üniversiteye rektör olan birinin, gazetelerde noktası virgülüne aynı özgeçmişini okuyunca ben de ilkokul başarımı öğrenmek istedim. Çünkü rektörün tek başarısı ilkokulu birincilikle bitirmesiydi. 

Alıç Deyip Geçmeyelim *

İbrahim süresi 34.ayette Allah, mealen  “O size istediğiniz her şeyi verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız başa çıkamazsınız. Şu bir gerçek ki insanoğlu çok zalim, çok nankördür.” buyurur. Gerçekten doğaya baktığımız zaman her türlü nimetin emrimize amade kılındığını görürüz.

Karın doyurmak veya tatmak amacıyla yediğimiz ve içtiğimiz nimetlerin kıymetini bilmesek de bugün her türlü bilgiye bir tuşla ulaşabildiğimiz sanal aleme herhangi bir nimetin adını yazsak, her birinin birden fazla faydasının olduğunu öğrenebiliyoruz. Burada nimetleri sayacak değilim. Zaten ayette de işaret edildiği gibi say say bitmez. Bu nimetlerin bazılarını elde etmek için bir emek sarf etmek gerekirken bazıları ise doğada kendiliğinden bitmektedir.

Doğada kendiliğinden biten ve ücret ödemeden elde edebileceğimiz nimetlerden bir tanesi de alıçtır. Bu nimetin kıymetinin yeterince bilindiğini sanmıyorum. Çünkü alıç, pek bilinen bir meyve değil. En azından çoğunluk bilmez. Ne yemiştir ne tatmıştır ne yendiğini bilir ne de ağacında görmüşse bu nedir diye merak etmiştir. Belki de alıcı görseler mertek sanırlar. Bu meyveyi bilmeyen yok mu? Sayıları fazla olmasa da var. Kimi tadımlık kimi yemek kimi sirkesini yapmak kimi de satmak için ailesiyle birlikte gidip alıç topluyor. Getirip pazarda satıyor. İyi de yapıyorlar. Hem para kazanıyorlar hem de uzaklara gidip toplama imkanı olmayanların ayağına getiriyorlar.

Adı genelde alıç olarak bilinse de bir diğer adı yemişendir. Muşmulaya benzeyen bir tadı olduğundan dolayı ekşi muşmula şeklinde de isimlendirilmektedir. (cnnturk.com)

Faydalarına gelince, inanın, bilye büyüklüğündeki bir meyvenin bu kadar faydasının olacağını hiç düşünmemiştim:

● Kalp hastalığının iyileşme sürecini oldukça hızlandırır. Ritim bozukluğuna da iyi gelir ve aynı zamanda alternatif tedavi yöntemi şeklinde de kullanılır. 

● Ağır enfeksiyon sonrasında kalbin kaslarında meydana gelen hasarların giderilmesine ve kalp yetmezliği sorunlarına iyi gelir. 

● Yüksek tansiyon sonrasında oluşmakta olan damar sertliklerinin düzelmesinde etkilidir. Kalp krizi riskini en aza indirir. 

● Biriken sıvıların dışarı atılmasında yani ödem atmada yardımcıdır. 

● Sinirsel sorunların azalmasına yardımcı olduğu için antidepresan olarak da kullanılmaktadır. 

● İshal sorununun giderilmesinde faydalıdır. Fakat fazla tüketilirse kabızlığa sebep olabilir. 

● Özellikle kalp krizi geçirmiş olan kişiler bu meyveyi tüketirse kalbin güçlenmesini sağlar. 

● Kusmayı giderir. Midenin düzenlenmesini sağlar. 

● Göğüs ağrısına, migrene ve baş ağrılarına iyi geldiği bilinmektedir. 

● Damar tıkanıklıklarının önüne geçen etkili bir meyvedir. 

● Hafızayı güçlendirir. 

● C vitamini bakımından oldukça zengindir. (cnnturk.com)

* 02/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

28 Eylül 2021 Salı

İşte Size Ayakta Durmanın Yolu

Hayat pahalılığından dem vururuz da bunu gidermek için taşın altına elimizi koymayı bir türlü düşünmeyiz. İşte bunu bir nebze de olsa gidermenin yolu. Bunun için yapacağınız;

1. Gidip un almak. Üzümünü ye, bağını sorma misali, fiyattan haberinizin olmaması için un çuvalının fiyatını sormamak, nakit vermemek ve karta çektirmek. Karta çektirirken mümkünse temassız post makinesi olan yerleri tercih etmek daha iyi olur. Çünkü şifre girerken gözünüz, ödenecek miktara kayabilir. Bu da olmayan moralinizin bozulmasına sebebiyet verebilir. Halbuki temassız olunca fiyattan haberiniz olmaz. Tutuyorsun, dıt sesiyle birlikte çekiyorsun. Hem bu yol ile ödemeyi bir ay geç yaparsınız.

2. Bir ay geç ödemeli bu undan, eşiniz hafta içini es geçerek tatil gününde bazlama yapmaya kalkarsa, benim işim var deyip kenara çekilmeyeceksin. Hemen geçeceksin fırının başına. Tavada ekmek pişireceksin. Bu yol ile fırına ekmek almaya gitmiyorsun. Para cebinde kalıyor. Kullandığın doğal gazı firma hemen tahsil etmiyor. Bir ay dolunca gelip okuyor ve sana bir fatura çıkarıyor. Doğalgaz firması burada seni de düşünüyor. Moralin bozulmasın diye gaz miktarını belirten bir ihbarname bırakmıyor. Bunun yerine e-posta ile ihbarname gönderiyor. Burada yapacağın, firmadan gelen e-postayı açmayacaksın. Böylece gelen faturadan haberin olmuyor. Ödemeyi de otomatik ödemeye vereceksin. Hesabından bir ay sonra otomatik kesiliyor. Gördüğünüz gibi unu bir ay gecikmeli, kullandığın doğalgazı da bir ay sonra ödüyorsun ve nakit ödeme yapmadığın gibi otomatik ödeme ile de ödediğin miktardan haberin olmuyor. Tüm bunlar için yapacağın tek şey, hesabında biraz para bırakmak. Yok, ben ekmek pişiremem diyorsan, sabah kalkınca kahvaltı hazır değil mi deyince, hazır ama ekmek alınacak fermanına muhatap olacaksın. Bunu Allah'ın günü yapacaksın. Aldığın ekmek de sımsıcak olmayacak. Akşam eve gelirken de ekmek var mı telefonu açacaksın. Olursa şaşarsın zaten ve her gün fırına cebinden para çıkacak. Halbuki evde mutfağa yardım ederek pişireceğin ekmeği afiyetle ve sımsıcak yiyeceksin. Fırına gitme derdin olmayacağı gibi evde pişirilen ekmek de bereketli olacak.

3. Öyle zannediyorum, evde ekmek yapma işi kafana yattı. Huzur, mutluluğun, aile saadetin ve cebin için tavada ekmek yapmaya razı oldun. Burada yapacağın, yakmamak için ekmeği kıvamında ve sık sık çevireceksin yoksa fırına gitmediğine pişman ederler seni. Yakmayacaksın efendim. Bunun için bir taraftan ekmek çevireyim, bir taraftan da telefona bakayım dersen; söz dinle, o ekmek yanar. Burada tecrübe konuşuyor.

4. Evde ekmek pişirmenin hayat pahalılığına ne katkısı olacak, ben bir şey anlamadım dediniz. Bu durumda yapacağınız, yazıyı yukarıdan aşağıya bir daha okumak olacak. Yine mi anlamadınız? Yazıyı tekrar okuyacaksınız. Ta ki anlayıncaya kadar. Hala anlamadıysan, bir anlayana sor. Ondan da mı bir şey anlamadın? Sen en iyisi fırından ekmek almaya devam et.

Dini Yaşamak mı, Dinle Yaşamak mı? *

İman tariflerinden bir tanesi de "Dil ile ikrar, kalp ile tasdik, uzuvlarla amel" şeklindedir. Tanıma baktığımız zaman burada imanın üç yönü ortaya çıkmaktadır. Dil ile ikrar, kişinin inandığını dili ile söylemesidir. İmanın bu kısmı, kişinin insanlar nezdinde Müslüman muamelesi görmesi içindir. Kalp ile iman ise kişinin Allah katında Müslüman kabul edilmesi için gereklidir. Uzuvlarla amel bazı mezheplerce imanın özünden kabul edilmese de imanın bu kısmı, dil ile ikrar ve kalp ile tasdikin dışa vurumudur.

İnanan insanlar için inandığını dil ile ifade etmesi, kalbini bilmesek de kişinin kalben inanıyorum demesi en kolayıdır. Esas zor olanı ise uzuvlarla amel edilmesidir. Ne demek uzuvlarla amel? Dil ve kalp ile ifade edilen inancın pratiğe dönüştürülmesidir. İnanan bir insanın samimiyeti de burada ortaya çıkar. Bu, bir küpün içindekinin dışına sızması gibidir.

Kişi inancında yani inanıp inanmama da özgür olduğu gibi dininin gereklerini yerine getirip getirmeme de özgürdür. Dileyen yerine getirir, dileyen yerine getirmez. Fakat kelimeyi şehadet veya kelimeyi tevhit ile ifade edilen imanın makbul bir iman olması için dil, kalp ve eylem birliğinin olması gerekir. Çünkü samimiyet ve içtenliğin göstergesi ameldir. Amel yoksa o kişinin imanının zayıf olduğuna hamledilir. Bu konuda Müslümanların durumu nedir diye baktığımızda, çoğunluğun sınıfta kaldığını söyleyebiliriz. Çünkü söz var fakat eylem yok. Böyle imanı Akif, sinede yük olarak kabul eder. Müslümanların en büyük sınavı bugün budur. Çoğunluk böyle olmakla beraber bunlara inancın gereklerini niye yerine getirmiyorsun dendiğinde, genelde “Dini vecibelerimi, dünya meşgalesi ve tembellikten yerine getiremiyorum. Maalesef en büyük eksikliğim bu” şeklinde cevap verildiğine şahit oluyoruz. Böyle diyene de bir şey diyemiyorsun. Çünkü eksikliğini biliyor.

Bunların dışında yani tembellikten dolayı dini vecibelerini yerine getirmeyenlerin dışında bir başka kesim daha var ki bunların sınavı daha büyüktür. Kim bunlar derseniz? Dilinden ayet ve hadisi düşürmeyen, referansını hep dinden alan, örneklerini hep İslam tarihinden veren, hep dinle yaşayan ve dini de kimseye vermeyen tiplerdir. Bunların imtihanı da söz ve eylem çelişkisi şeklinde kendini gösterir. Bu kesim için Saf süresi 2. ve 3. ayetinde geçen “Ey iman edenler, niçin yapmadığınızı söylersiniz. Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında çok çirkin bir davranıştır.” ayetlerini örnek olarak verebiliriz. İslam’a en büyük zararı verenler de bunlardır. Dine biraz ilgi duyanlar bu tiplerin söylem ve eylem çelişkisini görünce “Böyle Müslüman olacağıma olmayayım, daha iyi” diyebiliyor. Bu tipleri nasıl tanırız? Bunlar dinin ne kadar değeri varsa hoyratça kullanırlar. Öyle güzel konuşurlar ki sanırsın, dünyanın en iyi ve en dürüst insanıdır bunlar: Adaletten bahsederler ama adil değildirler. Ehliyet ve liyakatten dem vururlar ama sadakati liyakatin önüne geçirirler. Doğruluktan bahsederler ama doğru değildirler. Söz verirler, sözlerinde durmazlar. Şefkat ve merhamet derler ama acımasızlıkta nice zalimlere taş çıkartırlar. Yapıp ettiklerini, olduğundan farklı göstermeyi çok iyi bilirler. Başkasıyla mücadele ederken din hep yanlarındadır. Önce dini öne sürerler. Her kim yaptıklarını eleştirmeye kalkarsa; “Bakın, dinin bir emrine karşı çıkıyorlar. Bunlar din düşmanı. Aman ha…Fırsat bunların eline bir geçerse, ne yapacaklarını varın siz düşünün” diyerek aba altından sopa gösterirler. Hedef göstererek ayakta kalmayı becerirler…

Bana tembellik ve birtakım zaafları yüzünden dinin gereklerini yerine getiremeyen insanlar mı yoksa söylemleri hep din olan ama eylemleri söylemleriyle çelişen insanlar mı daha tehlikeli deseniz; hiç tereddütsüz, dini hoyratça emellerine alet edenler daha tehlikeli derim. Birinci kesimin zaafları kendisini bağlar. Zararı da kendilerinedir. Sorumluluklarını yerine getirememenin cezasını çekeceklerdir. Ama söz ve eylem çelişkisi içinde olanların vebali daha büyüktür. Çünkü burada dini kullanma vardır, insanları kandırma vardır. Böylelerinin çelişkilerini gördüğü halde eleştirmekten imtina eden ve görmezden gelen hatta bu tipleri ölümüne savunmaya kalkan insanların da vebali büyüktür.

Hasılı, söz ve eylem çelişkisi yönünden toplum olarak çok temiz değiliz. Toplumun her kesiminde böylelerine rastlamak mümkün. Ama toplumun affetmediği ve beyninin bir kenarına not ettiği kesim, dininin gereklerini yerine getirenden ziyade dinle yaşayan kesimdir. Çünkü bu tiplerin dini emellerine alet ettiği düşünülüyor.

* 01/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.