3 Haziran 2020 Çarşamba

Cami Tuvaletlerinin Ahvali *

Mecbur kalmadıkça umum tuvaletlere pek girmem. Özellikle de bir görevlisi yoksa. Büyükşehir belediyelerine ait tuvaletler, başında temizliğini yapan bir görevlisi olduğu için temiz ve hijyen. Diğer tuvaletlerin çoğunun durumu işler acısı.

Yürüyüşe çıktığım ve evimden uzaklaştığım esnada tuvalet ihtiyacım geldi. Mahallede ancak mahalle camilerinin tuvaleti olur. Şuna mı gireyim yoksa buna mı derken birkaç cami geçtim. Dış görünüşü ve bahçe düzenlemesiyle güzel ve tertipli görünen bir caminin tuvaletine girmiş bulundum. Girerken bile girme der gibiydi caminin WC'si. Kokudan bahsetmiyorum. Ne de olsa tuvalet. Bakımsız olduğu her halinden belli tuvaletin. Sanırım aylardır bir insan eli değmemiş, süpürge ve su yüzü görmemiş. Bu haliyle bile biri, bir zaman gelmiş, içecek yer bulamamış gibi sigarasını zıkkımlanmış, buraya ben geldim, bu da geldiğimin izi dercesine izmaritini tuvaletin bir köşesine atmış. Demek ki burada içmenin zevki bir başka oluyor bazıları için. Maşrapa demeye bin şahit lazım, zira yüzüne bakılmaz. Dokunsan koronavirüsten beter mikroplara duçar kalırsın. WC kapısı açık olduğu için dışarıdan giren tozu-toprağı ve lavabosunu anlatmaya gerek yok. Fırça görmemiş hiç. Sıvı sabun ara ki bulasın. Hasılı pislik ve mikroba dair her şey var, temizliğe dair hiçbir şey yok,

Cami kapalı mı? Hayır. Camide namaz kılınıyor mu? Evet. Bu caminin görevlisi var mı? Var. Yan tarafta lojmanda ikamet eden görevli ve cami cemaati, belki de hiç uğramıyor bu tuvalete. Evleri yakın nasılsa. Metruk haldeki tuvalet sadece “camimizin tuvaleti var” demek için olsa gerek. Ancak gelip geçerken üzerine sıkışan girer. Giren de bir daha girersem iki olsun pişmanlığını duyar. 

Merak ettiğim, bu caminin imamı ve bu caminin cemaati ne iş yapar? Görevleri sadece namaz vakti gelip namaz kılıp gitmekten mi ibaret? Tamam ellerine süpürge, hortum alıp temizlik yapmasınlar. Ki gerekirse yapmaları lazım. Çünkü tuvalet bir caminin yüz akıdır. Bir caminin temizliği ve oradaki görevlinin temizlik anlayışı tuvaletinden belli olur. Öyle, ben nasılsa girmiyorum, kullanan düşünsün demekle olmaz bu iş. Cami tuvaletinin temiz olması ve temiz kalması görevlinin maharetine bağlı. Ya mahallesindeki ihtiyaç sahibi birini, cami cemaatinin katkısıyla cami ve WC temizliği için görevlendirecek ya cemaate dönüşümlü temizlik yaptıracak ya belediyeyi çağırıp en az haftada bir temizletecek ya görevli birini bulup temizlemesi karşılığında WC'ye girenlerden ücret alacak ya da iş başa düştü deyip eline hortumu, süpürgeyi veya fırçayı alıp temizleyecek. Bu iş benim işim değil derse, kapısına bir kilit vurup WC'yi kapatacak. Herhalde zor olmasa gerek. İnan kıldırdığı namazdan daha fazla sevap alır. Saydığım seçeneklerden birini yapmazsa Diyanet'in yılda en az bir kez gönderdiği temizlik konusundaki hutbeyi "Ben burada bahsedilen temizlik konusunda sınıfta kaldım, camimin tuvaletini bilmem ne götürüyor, yapmadığım şeyi söyleyemem" deyip okumamasıdır. 

Haydi cami görevlileri, tuvaletleri es geçti. Bağlı bulundukları müftüler ne iş yapar? Aylık yaptığı toplantılarda "Aman arkadaşlar, temizliğe özellikle tuvalet ve şadırvan temizliklerine dikkat edin, tertemiz olsunlar. Zira temizlik imandandır" demezler mi? Haydi gerekli uyarıyı yaptı. Görevliler ihmal etti diyelim. Biraz protokol takılmayı ve koltuklarında oturmayı bırakıp camileri, müştemilâtlarıyla birlikte denetlemeye/ziyarete niçin gitmezler? Haydi yoğunlar. Yardımcılarını, vaizlerini, murakıplarını da mı gönderemezler? Hiçbir şey yapamıyorlarsa bari "tuvaletsiz camiler" projesi geliştirerek camilerin mevcut WC'lerinin kapısına kilit vurdurabilirler. Kimse de camilerin tuvaletleri olur demez, gider ihtiyacını başka yerde halleder. 

Not: Yazımda umum özellikle cami tuvaletleriyle ilgili görevlilere vicdani sorumluluk çerçevesinde serzenişte bulunmaya çalıştım. Yazım uzamasın diye bu tür WC’leri kullananlara işaret etmedim. Tuvaletlerin bu durumda olmasında maalesef biz kullanıcıların da payı büyüktür. Nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak sözünü bir türlü içselleştiremedik. Biri nasılsa temizler demeyip pekala gelip geçenler de eline hortumu, süpürgeyi alıp tuvaleti temizleyebilir. Zira buralar bu milletin ortak malıdır.

*06/06/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

2 Haziran 2020 Salı

Siyasetin Tekdal'ıydı


Tv ve basından tanıdığım kendisini, parti genel başkanı iken ilk defa Sultan Selim Camiinin önünde bir cuma namazı sonrası bir kenarda kendi halinde beklerken görmüştüm. Diğer parti başkanları gibi etrafında koruması ve avanesi yoktu. Kendi halinde yapayalnız birilerini bekliyordu. Duruşuna ve mütevazılığına hayran kalmıştım. Yanına varıp halini hatırını sordum. Şehrimize hoş geldin dedim, elini sıktım. Memnuniyetini ifade etmek için elini göğsüne götürdü. Fazla da konuşmadı. Zaten çok konuşan biri değildi. Yanında birkaç arkadaş az bekledikten sonra vedalaşmıştık. 

Türk siyasetinin, geçmişten günümüze içinde yer almış ender siyasetçilerinden biridir nazarımda. Benim gördüğüm öne çıkan siyasetçilerin çoğu lafazandır, demagogtur. Rakibini suçlar, ithamlarda bulunur, yapamayacağını vadeder, atar, tutar. Tutabilirsen aşk olsun. Öyle mazeret ve gerekçe üretir, öyle savunma yapar, öyle algılar oluşturur ki anlattıklarına seni inandırdığı gibi kendileri de inanmaya başlar. Pireyi deve, deveyi pire yapmada çok mahirdirler. Hedeflerine ulaşmak için ortamı germeyi, kutuplaştırmayı, ötekileştirmeyi hatta gerekirse memleketi ateşe vermeyi pek severler. Çünkü bir iyi kendileri vardır. Bu ise diğer bildik siyasetçiler gibi değildi. Olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan biriydi nazarımda.  Kal değil, hal adamıydı.  Verdiği görüntü, nereden girdim ben bu siyasete der gibiydi.

Siyasetini konuşturmadığı gibi hukukçuluğunu da konuşturmadı. Ne görüyorsanız ben oyum der gibiydi, hem siyasetçi hem de hukukçu olmasına rağmen. Diğer siyasetçiler gibi siyaset yapmadığı gibi diğer birçok hukukçu gibi de değildi. Hele şu avukat gibi hiç değildi: Biri at çalmış. Yargılanmadan önce ailesi oğlumuzu savunsun diye bir avukat tutmuş. Mahkemede avukat, müvekkilini öyle savunmuş ki hakim davayı beraatla neticelendirmiş. Çıkışta avukat müvekkiline "Doğru söyle. At çaldın mı, çalmadın mı" demiş. Genç, "Valla, ben çaldım diye biliyordum. Siz öyle bir savundunuz ki çalmadığıma kanaat getirdim" diye cevap vermiş. 

Hasılı temiz siyaset denince, nevi şahsına münhasır siyasetçi denince aklıma bu şahıs gelir. Genel başkan iken bile kendini öne çıkarmadı. Bu yüzden pek tanınmadı. Koltukta emanetçi gibi durdu. Bildik Türk siyasetine bir numara büyüktü. İnşallah gördüğüm gibidir iç hali de. Duydum ki siyasetin bu tek dalı vefat etmiş. Ahmet Tekdal'dan bahsediyorum. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. 

Not: Bu arada elini sıktığım ilk ve son genel başkandır kendisi. 

1 Haziran 2020 Pazartesi

Cemaatle Kılınan Namazlarda Saf Düzeni (2) ***


Gelelim günümüze… Günümüzde de insanlarımız birbirleriyle kardeş gibi değiller. Küçük yerler dışında aynı mahallede oturanların çoğu camide yan yana saf tutsa bile birbirlerini tanımıyor. Namazını kılan çıkıp gidiyor. Dışarıda, sağındaki ve solundaki birlikte saf tuttuğun insanları bir göster diye sorsak çoğumuz, kim olduklarını bilemeyiz. Caminin genişliğinin müsait olmadığı, camiye gelen cemaat fazla, havanın soğuk ve yağışlı olduğu zamanlarda safları sık tutmaya devam edelim. Hatta aramıza bir kişi daha alalım diye safları iyice sıklaştıralım. Ama cemaatin az olduğu zamanlarda da birbirimizi itip kakacak, namaza kendimizi vermeyi engelleyecek şekilde safları iyice sıklaştırmaya kalkmamak gerekir diye düşünüyorum.

Tüm bu bahsettiğim safla ilgili mesele, salgın öncesi saf düzenine ait. Koronavirüs ile birlikte ortaya çıkan yeni sosyal mesafe kuralı gereğince, kıldığımız cuma namazını da yeni saf düzenine göre kıldık. Sağ-sol, ön ve arka tarafımızdaki namaz kılanla aramızda en az 1,5 metrelik bir mesafe olmasına dikkat ettik. Yani safta bile aramıza mesafeler koyduk.

Burada değinmek istediğim husus, yaşadığımız bu olağanüstü ortam gidip normal yaşantımıza döndüğümüz zaman saf düzenimiz nasıl olacak? Yine eskisi gibi safları sıklaştıracak mıyız yoksa koronavirüsten bize, yeni bir saf düzeni mi kalacak? Ben bunun ortasının bulunmasını savunuyorum. Safların düzeni yine ip gibi olsun. Ama safların sıklığına gelince ne eskisi gibi sımsıkı olsun ne de koronavirüslü günlerdeki gibi aramızda uçurumlar olsun. Ortası derken saftaki iki kişi arasından bisiklet, motosiklet, taksi veya bir insan geçsin demek istemiyorum. Yan yana duran kimse, birbirini rahatsız etmesin, kişi rüku ve secdeye nasıl gideceğim diye namazda iken kara kara düşünmesin, namaza tam kendini versin istiyorum. Neden derseniz?
1.Bugün koronavirüs yarın bir başka salgın olmayacağına dair bir garantimiz yok. Sanırım bundan sonra bu ya da başka salgınlarla sık sık muhatap olacağız. Hiçbir salgın olmasa bile özellikle kış mevsimlerinde grip aramızda eksik olmaz. Biliyorsunuz gribin öldürücü yönü yok ama pandemi seviyesinde olmasa da bulaşıcı özelliği var. Kişi, grip olduğunu bilmeden yani etkisini daha hissetmeden yanındakine gribini bulaştırabiliyor.
2.Camiye gelenler içerisinde sayıları az olsa da soğan-sarımsak yiyip gelenler ve sigara içicileri olabiliyor. Bu durumdan rahatsız olan cami cemaati sayısı da az değil. Ben soğan-sarımsak yemedim diyenden bile yediği salatadaki soğanın kokusu geliyor.
3.Cemaate gelenler içerisinde, içinden okuduğunu sanan ama düpedüz cehri okuyan cami müdavimleri var. Bunların okuduğunu dinlemekten kendini namaza veremiyorsun.
4.Yine cami cemaatine devam edenler içerisinde namazdan önce karnını tıka basa doyurup namazda iken geğireceği tutan insanlar var. Yediği yemeğin kokusu ekşimiş bir şekilde sana öyle geliyor ki içinden “Ben nereden durdum bu adamın yanına” diyesin geliyor. Ayrıca namazı bırakıp bu adam ne yemiş olabilir diye düşünmeye başlıyorsun.

Hasılı saf düzeni ile ilgili kendi kanaatlerimi ifade etmeye çalıştım. Niyetim dinin bu konudaki nassına ve yerleşmiş saf düzenine aykırı bir görüş belirtmek değil. Bu yazdıklarım illa doğrudur iddiasında da değilim. Ne şekilde olması gerektiği hususunun işin uzmanları nezdinde seviyelerin korunarak konuşulmasını istiyorum. Doğrusunu Allah bilir.

***06/06/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Cemaatle Kılınan Namazlarda Saf Düzeni (1) ***


Cemaatle namaz kılınırken kametle beraber cemaat saf düzenine geçtiğinde imamın, "Safları sık ve düzgün tutun" uyarısını işitmeyeniniz yoktur. İmamlarımız bu uyarıyı, saflar çok düzgün olsa dahi yapıyorlar.

Safları sık ve düzgün tutmanın dini hükmü nedir bilmiyorum ama bu konuda değişik hadis kitaplarında, safları sık ve düzgün tutmamız ile ilgili değişik cümlelerle geçen çok sayıda hadisi şerif var. Bu hadislere göre safları sık ve düzgün tutmak -herhalde- sünnet olsa gerek.

Camilerdeki saf düzeninde sorun yok. Cemaat, bir uyarıya gerek duymadan ip gibi düzgün bir şekilde saf tutuyor. Çünkü camilerdeki yeni halılar desenli. Bir seccadeyi andırıyor. Herkes ayağını nereye koyacağını, başının secdede nereye geleceğini biliyor. Sorun, safların sık tutulmasında. Cemaatten bazıları hadislerde belirtildiği gibi omuzlar omuza, ayaklar ayağa değecek şekilde saf tutmaya, bunun için araya girmeye, yanına birini almaya çalışırken bazıları da safların bu kadar sıkı tutulmasından hal ve hareketleriyle rahatsızlıklarını belli etmektedirler. Hatta bazıları yanına kimseyi almamak için baya bir çaba sarf ediyor ya da burayı doldur diyenin davetine icabet etmemek için epey bir uğraşıyor.

Safların düzgünlüğünü anlarım. Çünkü peygamberimiz, oğlu İbrahim'in mezarını düzgün kazmayan mezar kazılarına mezarı niçin düzgün kazmadıklarını sorar. Aldığı cevap "Nasılsa az sonra kapanmayacak mı" olur. Bunun üzerine peygamberimiz "Allah güzeldir, güzel olanı sever" demek suretiyle işlerin düzgün yapılması gerektiğini belirtmiştir. Safların sık tutulmasına gelince, peygamberimiz zamanında bildiğim kadarıyla Mescidi Nebi'ye gelen Müslümanların sayısı, cami almayacak şekilde çok değildi. Peygamberimizin safların sık tutulmasıyla ilgili sözlerini bu durumda nasıl anlamak gerek? Bu konuyu anlamak için o günkü sosyal dokuya bir bakmak gerekecek. Peygamberimiz Medine'ye geldiğinde ilk yaptığı işlerden bir tanesi de şehirdeki sosyal barışı sağlayacak adımlar atmak olmuştu. Çünkü şehrin yerlisi Evs ve Hazreç kabileleri birbirlerine husumet halinde idi. Şehre Mekke'den gelen evi, barkı olmayan muhacirler vardı. Yaptığı çalışma ile peygamberimiz Evs ve Hazreç kabileleri arasındaki husumeti kaldırmış, muhacir ile ensarı kardeş ilan etmişti. Peygamberimiz, şehirdeki insanların kardeşçe yaşamaları için çaba sarf etse de zaman zaman aralarında anlaşmazlık ve tartışmalar çıkıyor olmalı ki eski alışkanlıklarına dönmesinler, birbirlerine kenetlensinler, Müslüman potasında erisinler, kardeş gibi olsunlar diye saf konusunda sık sık uyarma gereği duymuş olabilir. Çünkü şehir küçük bir kasaba o gün için. Herkes birbirini tanıyor, kimin kiminle husumeti ve kırgınlığı olduğu biliniyor. Safların sık tutulması ile ilgili tüm sözleri ben böyle anlıyorum. Zaten Müslim’de geçen şu hadis, safların sık ve düzgün olmasıyla ilgili diğer hadisleri, özellikle son cümle açıklar nitelikte: ‘Râcih(değerli) akıl sahibi dirayetlileriniz hemen arkamda, onlardan sonra gelenler daha arkada, daha sonra gelenler daha arkada durunuz! Sizleri çarşı pazar çekişmelerinden sakındırırım!’ buyurdu.” Safla ilgili bazı hadislerde geçen “Aranıza şeytan girmesin” şeklindeki uyarıları da sahabenin işin ciddiyetine varmasını sağlamak olarak değerlendiriyorum. (Bu konuya devam edeceğim.)

***04/06/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



31 Mayıs 2020 Pazar

Cami İnşaatları Üzerine *

Salgın dolayısıyla camilerin kapanması, camilerde cemaatle namaz kılınamaması, 2,5 ayın ardından bahçesi müsait olan az sayıdaki yerlerde sosyal mesafeye riayet ederek cuma kılınması, cami müştemilatının dışında geniş mahallerde namaz kılınması bize gösterdi ki mevcut camiler ve yeni yapılacak camiler üzerine kafa yormamız gerekecek. 

Daha önce cuma kılınan irili-ufaklı mevcut camilerimize bir göz atarsak camilerin çoğu, ileriden görünmeyecek şekilde -sanki ülkenin yer sorunu varmış gibi- yüksek binaların arasına sıkışmış/sıkıştırılmış ya da dört bir köşesinden yol geçirmek suretiyle kuşa döndürülmüş durumda. En iyi caminin müştemilatı, namaz kılınan yer yani cami; minare, görevli lojmanı, tuvalet, gasil hane ve şadırvandan ibaret. Maalesef çoğu camimizin doğru dürüst geniş bir bahçesi yok. Halbuki cami dediğimiz yer mesire yeri, çarşı merkezi, insanların buluşma ve minare ve ağaçlarının gölgesinde oturduğu yer  ve aracıyla gelen insanların aracını rahat bir şekilde park edip ibadetini yapabileceği yerler olmalı. Cami ve müştemilatı sadece camiye gelenlere değil, tüm halka hizmet eder şekilde, bahçesinde oturanın hoşça vakit geçireceği şekilde düzenlenmeli. Caminin oturduğu alan ve bahçesi öyle planlanmalı ki cemaatle kılınan namazlar, cami içinde veya bahçesinde kılınacak şekilde mevsimine göre ayarlanmalı. Bunun için cami yapılacak yerin çok büyük bir alanı kapsaması gerekiyor. 

Mevcut camiler için halihazırda bir şey yapılamaz. Bu camiler binaların arasında işlevlerini yerine getirmeye devam edecekler. Sadece birbirine yakın ve cemaat sayısı fazla olmayan camilerin bir tanesinde cuma kılacak şekilde planlama yapılabilir. Diğer camilerde sadece vakit namazları kılınabilir.

Bundan sonra yapacağımız yeni camiler için çok geniş yerler tahsis etmek lazım. Öyle her arsasını bağışlayanın istediği yere cami yapımından vazgeçilmeli. Birbirine yakın camiler arasında belli mesafe olması şartı getirilmeli. Aynı mahallede birbirine yakın, birbirine sesi duyulan, aynı yürüyüş mesafesinde çok sayıda küçük cami yapımından vazgeçilmeli.

Belirlenen geniş bir yere öyle cami yapılmalı ki yapılan bu cami, mahallenin  -tek- camisi olmalı ve cami, her türlü müştemilata sahip olmalı. Cami, hava şartlarına ve salgın gibi olağanüstü durumlara göre planlanmalı. Yerine göre namaz içeride kılındığı gibi dışarısında da kılınmalı. Çünkü havaların sıcak olduğu sair zamanlarda cami içinde namaz kıldığımızda sıcaktan sırılsıklam oluyoruz ya da içeriyi serinletmek için durmadan klima çalıştırıyoruz. Halbuki bahçede kılınsa ne terleme olacak ne de klima çalışacak. Doğal yollarla serinleyemediğimiz klimalar, çoğu zaman hastalığa da sebebiyet vermektedir. Üstelik hem klima alırken hem de kullanırken giden elektrik masrafı da ayrı bir konu.

*05/06/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Bayram Yasağının Faydaları

Bu bayram garip bir bayram oldu. Zira bugüne kadar kutlamadığımız bir bayramdı. Daha doğrusu yapmadığınız bir bayram oldu. O yüzden bu bayram tatsız ve tuzsuz bir bayram olarak hafızamızda hep yer alacak. Tüm olumsuzluklarının yanında bayramın iyi yönleri yok muydu? Bence istemediğimiz kadar bu bayramın iyi ve hayırlı yönleri de vardı. Zira bir ilk olan bu bayram ilklere imza atmasıyla da hatırlanacak. Bu yazımda bunlara yer vermeye çalışacağım:
1.Şehirlerarası yolculuklar ve tatil beldesine gitme olmadığı için her bayram olan can pazarı bu bayram yaşanmadı. Bu bayram, bayram tatili boyunca trafik kazalarının olmadığı bir tatil olarak istatistiklerdeki yerini aldı. 
2.Bu bayram masrafsız bir bayram olarak hatırlanacak. Çünkü bayram hazırlığı çerçevesinde ne bayramlık aldık ne lokum, şeker aldık ne de baklava. Almışsak da eve yetecek kadar aldık. Sılayı rahme veya tatil beldesine gidilmediği için yakıt, yol veya otel masrafı olmadı. 
3.Yorgunluk ve koşuşturma olmadı. Çünkü ziyaretleşme yapılmadı. Haliyle eşi, dostu bayramlayacağım, hepsini yetiştireceğim telaşesi olmadı.
4.Biz bayram yapamasak da midemiz en iyi bayramını yaptı. Çünkü ikramlardan mahrum kalınca midemiz bozulmadı.  Önceki bayramlarda özellikle ramazan bayramlarında orucun arkasından yediğimiz tatlı türü yiyeceklerde fazla kaçırınca ve karıştırınca midemiz bozuluyordu. Haliyle biz de bayram yapmış olduk sayesinde. Değilse midenin verdiği sıkıntıyı biz çekecektik. 
5.Cadde, sokak ve meydanlar hiç olmadığı kadar sessizdi. Gürültü nedir, bilmedik.
6.Evde çok doğal yaşadık. Zil çalacak, biri gelecek heyecanı ve endişesi yaşamadığımız için bayramlıklarımızı bile giyme gereksinimi duymadık.
7. Bayram ziyaretine gidemediğimizden dolayı kimse ziyaretime gelmedi diye gönül koymadı. Biz de gidemedik pişmanlığı duymadık.
8. Yemekli misafir gelir düşüncesiyle evin hanımları fazlaca yemek yapma zahmetine girmediği için yorulmadı. Herhalde böyle bayrama sevinenlerden biri de onlardı.
9.Bayram ziyareti olmadığı için karşılıklı ziyaretleşme de olmadı. Başka yerleri bilmem ama Konya'da diğer zamanlarda gidilecek yerleri bitiremedim diyenlerin çoğu, karşılıklı tebrikleşme yaparak fazla sayıda ziyaret yapmayı daraltmaktadırlar. Yani ben sana, sen bana ziyareti. Halbuki olması gereken önce davranan ziyaretini yapar. Ziyaret yapılan da gelmeyene gidecek şekilde yapılan bayramlaşma daha makul olanı.
10.Bayramlaşmaya gitmediğimiz için ev sahibini bulamadığımız için boş dönmedik.
11.Kimse bizi bayram günü arayarak evde misiniz demedi. Zira herkes evindeydi.
12. Telefonla bayramlaştığımız kimse "Büyüdün gayri. Telefonla kutlar oldun" demedi.
13.Telefonla bayramlaşma dolayısıyla sair zamanlardakinden daha çok kişiyi arayarak gönüllerini aldık.

Daha neler neler... Say say bitmez bu bayram yasağının faydaları....

Küçük Hesaplar ***

Bir GSM operatörüne girmek veya eve İnternet bağlatmaya kalktığın zaman firmalar, karşına bir yıllık veya iki yıllık bir taahhütname çıkarıyorlar. İhtiyaca binaen bu sözleşmeyi ya bizzat imzalıyorsun ya telefonla onay veriyorsun ya da mesajla taahhüdü kabul ettiğini bildiriyorsun. Taahhütten amaç süresi içinde çıkmamanı sağlamaktır. Taahhüt olsun. Zira firmalar düzenledikleri kampanyalarla müşteri çekip müşteriyi 1/2 yıl kendilerinde tutmak istiyorlar. Buna bir sözüm yok.

Ya aldığın hizmetten memnun değilsen? Hattın her yerde özellikle ihtiyacın olduğu yerde çekmiyorsa veya aldığın hizmet sık sık kesintiye uğruyorsa ya da firma, 16 Mb hizmet vereceğim diye söz verdiği halde hızın 4 ila 8 Mb kadar bir hıza sahipse, bu durumda "Verdiğiniz hizmet ile taahhüt ettiğiniz arasında uçurum var. Ben verdiğiniz bu hizmet-sizliğ-inizden memnun değilim, çıkmak istiyorum" dediğin zaman karşına yüklü bir fatura çıkarılıyor. Çıkardığınız bu fatura yüksek değil mi dediğinde "Efendim, siz kampanya dahilinde bu hizmeti şu fiyattan alıyorsunuz. Normalde aldığınız bu hizmetin fiyatı şu kadar. Vazgeçtiğiniz zaman normal fiyat üzerinden hesap yapılır" cevabı alıyorsun. Güya sözleşmede taahhütten vazgeçme halinde müşteri lehine olacak bir ödeme yansıtılacaktı. Müşteri lehine durum bu ise müşteri aleyhine olacak taahhüdü varın, siz düşünün. Halbuki ticarette esas olan müşteri memnuniyeti değil miydi... Bu durumda doğru dürüst hizmet alamasan da ya taahhüt sürenin bitmesini bekleyip geri kalan zaman diliminde de sağılmaya devam edeceksin ya da her şeyi göze alarak çıkarılan yağlı faturayı ödeyip kurtulacaksın. Yani hangi yolu tercih edersen et, yolunan sen oluyorsun. Memnun olmadığın bu durumla ilgili hakkını aramak için tüketici hakem heyetine müracaat etsen, uzun iş. Zira kim uğraşacak…

Taahhüt işleri, iki tarafı da bağlayan bir sözleşme iken nedense Türkiye'de bu işler sadece tüketiciyi bağlamaktadır. Çünkü hiçbir firma, verdiği hizmete yoğurdum ekşi, "Söz verdiğim hizmeti yerine getiremiyorum, bunun karşılığında sözleşmeyi feshedelim" demiyor.

Türkiye'de müşteri aleyhine işleyen bu taahhüt işleri, bazı küçük esnafı aklıma getirdi. Bir zamanlar daha çok yaygın olsa da şimdilerde az da olsa devam ettiren esnaflar var. Bu tür esnafların işyerinin görünür yerinde "Satılan mal geri alınmaz" yazar. Bazısında da "değiştirilir" ilavesi olur. Bu yazıyı görür görmez moralin bozuluyor. Ya almadan çıkıyorsun ya da almak durumunda kaldı ise geri vermek veya değiştirmek mesele. Çünkü kırk dereden su getirir  sana esnaf. Malı satarken ki kibar halini ara ki bulasın. Üzerine de bozuk çalar. Halbuki sair zamanlarda esnaf "Müşteri veli nimetimizdir", "Müşteri memnuniyeti esastır", "Şikayetinizi bize, memnuniyetinizi dostlarınıza iletin" der. İş başa düşünce yani aleyhine bir durum ortaya çıkınca maalesef felsefesi değişiveriyor. Bu yüzden bu tür küçük esnaf, durmadan müşteri kaçırır ve büyüyemez. Çünkü vatandaş büyük mağazalara yönelmektedir. Vatandaşın büyük mağazaları tercih etmesinde ürün çeşitliliği, ürün kalitesi, fiyatının görünür olması, taksit imkanının olması gibi nedenler sayılabilir. Ama en önemli nedeni de aldığı ürünü şartsız geri verebilme seçeneğinin olmasıdır. Bu düşünceyle çalışan büyük mağazalar daha da büyürken küçük hesap yapan küçük esnaf da küçük olarak kalmaktadır.

Verdiği daha doğrusu veremediği hizmet dolayısıyla önüne "Daha şu kadar taahhüdünüz var" diye müşteriye aba altından sopa gösteren ne kadar firma varsa nazarımda, günü kurtarmaya çalışan ve küçük hesap yapan esnaf gibidir. Bu alanda hizmet(!) veren bazı firmaların büyük göründüğüne bakmayın. Rekabet ortamı olmadığı için büyüktür. Tekelcilik kırılıp karşısına daha iyi hizmet verecek bir başkası çıksa büyüklüğü falan kalmaz. Hasılı tüm imkanları kendi lehine olacak şekilde hesap yapanlar küçük hesap peşinde olanlardır. Er veya geç önce küçülür, sonra yok olur giderler.

***02/06/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.