22 Mayıs 2020 Cuma

Sanal Bayram *



Salgın dolayısıyla gündelik yaşantımızdan ödünler vererek B planlarımızı uygulamaya koyduk. İleriye dönük ne kadar planımız varsa öteledik. Çoğumuz işine gidemedi veya işini yapamadı. Normalleşme adımlarına rağmen hala aynı durum devam ediyor.

Camiyi, cemaati ve cumayı unuttuk. Ramazan orucuna buruk bir şekilde girdik ve nihayet bugün yine buruk bir şekilde uğurluyoruz.

Virüsün etkisini kırmak amacıyla sokağa çıkma yasaklarıyla tanıştık. Bayramda uygulanacak olan sokağa çıkma yasağı ile birlikte evlerimizde geçireceğimiz yasak toplamı 21 gün olmuş olacak. Bu demektir ki virüs dolayısıyla birçok alanda nice ilkleri gerçekleştirdiğimiz gibi bu bayramda da bir ilki gerçekleştireceğiz ve bayramı da sanal kutlayacağız. Eşimizi-dostumuzu, hısım-akrabamızı ve tanıdıklarımızı telefonla arayarak veya mesaj göndererek bayramlaşacağız.

Sanal bayrama yabancı değiliz aslında. Kaç bayramdır sosyal medya, whatsapp, kısa mesaj yoluyla gidilebilecek mesafede olanlara bile bayram tebrikleri göndererek bir nebze de olsa tanıdıkların gönlünü alıyorduk. Daha doğrusu işin kolayına kaçıyorduk. Bu bayramda yapacağımız sanal tebrikleşme zorunluluktan olacak. Belki de bu zorunluluktan dolayı bu bayramda göndereceğimiz mesajlar veya telefon açarak yapacağımız bayramlaşmalar, ilk defa bir anlam ifade edecek ve daha fazla tanıdığımıza mesaj göndermiş olacağız. Kimse “Evi şurada, gelmeye tenezzül etmedi, işi mesajla geçiştirdi” deyip gönül koymayacak. Hiçbirimiz “Efendim, o kadar ziyaret edeceğim yer vardı ki üç günde bitiremedim, çoğuna gidemedim” diyemeyecek.

Kutlayacağımız bu sanal bayram elbette diğer bayram kutlamaları gibi olmayacak ve eski bayramların yerini tutmayacak. Göndereceğimiz mesajlara ne kadar dikkat edersek edelim, karşılaştığımız bu durumu garipseyeceğiz. Ama bu durumda yapılabilecek başka da bir şey yok. Zira zorunlu bir durumla karşı karşıyayız.

Herkesin kendine göre bir mesaj gönderme veya tebrikleşme yöntemi olmakla beraber kutlayacağımız bu sanal bayramın kuru ve yavan olmaması, dilek ve temennilerimizin daha içten olması için tebrikleşmelerde şu hususlara dikkat edebiliriz:

Resim formatında tebrikleşmenin gönderilmemesi. Çünkü bu yol ile gelen veya gönderilen mesajlar, cep telefonlarının hafızalarını doldurmaktan öte bir anlam taşımıyor ve kişiye hitap etmiyor. Kişi, yeni mesajlara yer açmak için gelen mesajı silmek durumunda kalabiliyor. Bunun yerine göndereceğimiz mesajların yazı formatında olması, kendi mahsulümüz olması ve mesajlarda kişinin ismine yer verilmesi, gönül alma ve hatır bilme yönünden daha uygun olur kanaatindeyim. Yani kişi, aldığı mesajla bu mesaj bana hitaben yazıldı mesajını almalı.

Kutlama grubu oluşturmak suretiyle tek basmada toplu mesajın gönderilmemesi. Bu yöntem işimizi bir defada halletmekle beraber gruptakilerin çoğu, birbirini tanımadığı için bir gruba eklendiğini gören hemen gruptan çıkmaya davranıyor. Kutlama da başlamadan bitiyor.

Hepimizin dahil olduğu ortak whatsapp gruplarımız olabilir. Bu gruplara da tek mesaj göndererek bayramlaşma yerine gruptakilerin hepsine özelden tebrik yazmak aramızdaki samimiyeti artırabilir.
Büyük-küçük kimden gelirse gelsin gelen her bayram mesajına usulünce cevap vermek uygun olanıdır. Yani gönderilen mesaj havada kalmamalı, iadeyi ziyaret sadedinde olmalı.

Burada herkese mesaj yazmak veya cevap vermek zamanımızı alabilir diye bir eleştiri gelebilir. Mesaj yazmak ne kadar vaktimizi alırsa alsın, oturduğumuz yerden yazmak herhalde fiili bayram ziyaretinden daha kolay olur.

Bu vesileyle tuttuğumuz oruçlar kabul etmesini, okuduğumuz Kur’an’dan anladığımızı hayatımıza tatbik etmeyi Allah bizlere nasip etsin. Ramazandan aldığımız manevi hazzın, kendimize ve nefsimize çekidüzen vermemizin ramazandan sonra da devam etmesini temenni ediyorum. Salgın dolayısıyla yaşamakta olduğumuz bu olağanüstü halin bir an evvel sona ermesini, bu şekilde kutladığımız sanal bayramı bir daha bizlere göstermemesini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum. Hepinizin Ramazan bayramını en içten dileklerimle kutluyorum. Nice bayramlara inşallah…

*23/05/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


21 Mayıs 2020 Perşembe

Çeşitli Ayet Meallerinden Bir Kesit *


Sayfam elverdiği kadar bugün size, Kur’an’ı Kerim’in 28.cüzünde geçen bazı ayet meallerine yer vermeye çalışacağım:

Allah, (eşi, kendisini boşadığı için) kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin sürdürdüğünüz konuşmayı (zaten) işitmekteydi. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Mücadele, 1) Zıhar (eşini annesinin sırtına benzetme) ayetleri diye bilinen bu boşama şekli, bizim örfümüzde “Anam avradım olsun” şeklinde ifade edilir. Hanımını boşayan kocayı Allah 2.ayette eleştirirken kadını haklı bulur, 3. ve 4.ayetlerde de erkeğe verdiği cezayı açıklamaktadır. Peygamberle tartıştığı için hakkında ayet inen özgüven sahibi bu kadına (Havle) ancak şapka çıkartılır.  Bu arada hiçbir caydırıcılığı ve yaptırımı olmayan dini nikah ve erkeğin iki dudağına emanet dini boşanma, dini otoriteler tarafından tartışılıp bir karara bağlanmalıdır.

Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.” (Saf, 2-3) Söylediğiyle yaptığı çelişenler dikkat etmeli, özellikle seçim öncesi vaat üzerine vaatte bulunup mavi boncuk dağıtıp seçim sonrası sözlerini tutmayan siyasilere duyurulur.

Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir...(Cuma, 5) Bildiğini yapmayanlar ve inandığı şeyleri yaşamayanlar, sırtında çokça kitap taşıyan eşeğe benzetilir. Nasıl ki sırtında taşıdığı kitaplar eşeğe bir fayda sağlamıyorsa beyin ve zihinde tutulup da uygulamaya geçmeyen bilgi ve inanç da kişiye fayda sağlamaz. Ancak bilgiyi taşımış ve kendine yük edinmiş olur.

“Onları(münafıkları=İçten inanmadığı halde dıştan inanmış gibi yapanları) gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her kuvvetli sesi kendi aleyhlerine sanırlar…” (Münafikûn, 4Olup biten her şeyi kendi aleyhlerine sanan kişilerin, ayette geçen “Her kuvvetli sesi kendi aleyhlerine sanırlar” cümlesine kulak vermelerinde fayda vardır.

Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır…” (Teğâbün,15) Mal ve çocuk övünç meselesi değil. Allah’ın imtihanları farklı farklıdır. Çocuk, eş, makam, şöhret vb de birer imtihan vesilesidir.
Eğer siz Allah'a güzel bir borç verirseniz Allah onu size, kat kat öder ve sizi bağışlar. Allah, şükrün karşılığını verendir…” (Teğâbün,17) Zor durumda olan birine borç vermeyi Allah, kendisine borç verilmiş gibi değerlendirmektedir. Buna karzı hasen denir.

“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (Tahrîm,6)
Ey iman edenler! Allah'a içtenlikle tövbe edin. Belki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter ve peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar…” (Tahrîm,8) Bu tövbe şekline nasuh tövbesi denir. Yani işlenen günahı bir daha yapmayacak şekilde terk etmek demektir.

Sonuç olarak Allah, hepimize aile saadeti versin. Yine yapmadığımız şeyleri söylememeyi, bildiklerimizi yaşamayı, münafıklar gibi içi farklı, dışı farklı olmamayı, mal ve çocuk başta olmak üzere imtihan edildiklerimizden alnımızın akıyla çıkmayı, darda kalan insanlara -onlardan bir karşılık beklemeksizin elleri rahatlayıncaya kadar onlara- borç vermeyi, kendimizi ve ailemizi cehennem ateşinden koruyacak ameller yapmayı, günahlarımızdan dolayı bir daha işlemeyecek şekilde gönülden tövbe etmeyi bizlere nasip etsin.

*23/05/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

19 Mayıs 2020 Salı

Ahlak Süresi *

İslam nedir sorusuna tek kelimeyle “İslam, ahlaktır” dersek yanlış olmaz. İslam alimleri İslam’ı anlatırlarken İslam’ı bir ağaca benzetirler: Kökü iman, gövde ve dalları ibadet; kokusu, gölgesi, verdiği oksijeni ve meyvesi de ahlaktır. Sahabiler peygamberimizin ahlakını sorduklarında “Siz Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur’an idi” cevabını verir Hz Ayşe.

Kur’an başta iman, ibadet, doğa, ahiret, peygamberlerin ve eski toplulukların kıssaları gibi birçok konuya değinmiş olsa da özetlersek Kur’an’ın amacının hem bireyi hem de toplumu ahlaklı olmaya yöneltmek istediğini söyleyebiliriz. Namaz, oruç, hac, zekat gibi bireysel ibadetler bile kişiyi kötülüklerden uzaklaştırarak ahlaklı bir birey yapmaya çalışmaktadır. Buradan hareketle genel olarak Kur’an, tam bir ahlak kitabıdır.

Kur’an’ın 26.cüzünde yer alan hücreler/odalar anlamına gelen, 18 ayetten ibaret Hucurat süresi de edep, ahlak, insani ilişkiler, görgü ve nezaket kurallarından bahseden bir süredir. Bu süreye ahlak veya adabı muaşeret süresi dense yeridir. Baştan sonra insani ilişkiler, ahlaki ilkelerden bahseden ve bizi eğitmeyi hedefleyen bu süreden çıkaracağımız dersler vardır. İzninizle madde madde bu ahlaki/insani ve toplumsal ilkelere işaret edeceğim bu yazımda:
1.      Allah ve peygamberinin önüne geçmeyin. (Mümin, gerek hüküm, karar ve tercihlerinde ve gerekse davranışlarında Allah ve resulünün önüne geçmemelidir.)
2.      Seslerinizi peygamberin sesinden fazla çıkarmayın, birbirinize bağırdığınız gibi ona bağırmayın. (Hz. Peygamber’in yanında onunla ve başkalarıyla konuşurken onun sesini bastıracak şekilde yüksek bir sesle konuşulmamalıdır. Bugün peygamber aramızda olmadığına göre karşılıklı konuşmalarda veya büyüklerin yanında konuşmamız gerektiğinde nezaket ve ses tonuna dikkat edilmelidir.)
3.      Allah resulünün yanında ses tonunu düşürmek ve edebi takınmak takvanın bir gereğidir. (Bugün için peygambere ve büyüklere saygı göstermek şeklinde anlaşılabilir.)
4.      ve 5. Evlerin dışından bağıranların/seslenenlerin çoğu düşüncesizdir. Halbuki biraz sabırlı olmaları gerekir. (Bir eve gelip evin ziline basmayıp bağıranlar, birini çağırmak veya geldiğini haber vermek için arabasının veya servisin kornasına çalanlar, geç vakit vedalaşmalarda başkasını rahatsız edercesine hakeza kornayı kullananlar, düğün konvoylarında gürültü kirliliğine sebep olacak şekilde ellerini kornadan çekmeyenler bu iki ayete kulak vermelidir.)
6.      Pişman olmamak ve baltayı taşa vurmamak için işittiğimiz bir haberin kaynağı ve doğruluğu araştırılmalıdır. (Özellikle basında ve sanal alemde gördüğümüz, okuduğumuz veya gerçek hayatta duyduğumuz her olaya ve habere temkinli yaklaşılmalıdır. İşimize geliyor diye her habere atlamamak lazım. Çünkü piyasa dezenformasyon bilgilerle doludur. Birileri bu bilgi ile kendi menfaatine, muhatabın aleyhine bir algı oluşturuyor olabilir.
7.      ve 8. Allah imanı sevdirirken inkarcılığı, yoldan çıkmayı ve emre aykırı davranmayı çirkin göstermiştir.
9.      Müminlerden iki grup kavgaya tutuşur veya iki devlet savaşırlarsa aralarını bulun. Şayet itişip kakışmaya ve savaşa devam ederlerse haklı olanın yanında yer tutun. Adaleti elden bırakmayın ve herkese hakkını tam verin.
10.  Müminler kardeştirler. İki kardeşin arasını bulun. (Ne halleri varsa kozlarını paylaşsın demeyin. Birbirini yiyen ve öldüren Müslümanlara duyurulur.)
11.  a- Birbirinizi küçüksemeyin, alaya almayın. Alaya alınanlar -Allah katında daha değerli olabilir.
b-Birbirinizi karalamayın. (Birinin diğerini karalaması kendini karalaması gibidir.)
c-Kötü lakap takmayın.
12.  a-Zannın çoğundan sakının. Çünkü bazı zanlar günahtır.
b-Gizlilikleri araştırmayın. (Bir kimsenin gizlediği bir işini, bir davranışını araştırmak)
c-Gıybet yapmayın. Zira hangi biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır.
13.  Allah insanları bir erkek ve bir dişiden yaratmıştır. Tanışmaları için farklı kabile, aşiret, kavim ve ırklara ayırmıştır. (Hiçbirinin diğerine bir üstünlüğü yoktur.) Esas üstünlük, takva (Allah’a karşı olan sorumluluğunu yerine getirmek) iledir.
14.  Tek başına Allah’a inandığını söylemek yeterli değil, imanın kalpte kökleşmesi ve Allah ve peygamberine itaat ederek teslim (Müslüman) olmak lazım.
15.  Gerçek müminler, Allah ve peygamberine inanmada şüpheye düşmediği gibi aynı zamanda malları ve canlarıyla mücadele yolunu seçenlerdir.
16.  Allah’a dinini öğretmeye kalkmayın.
17.  Allah’a inanmayı/boyun eğmeyi başa kakmayın. İnanıyor ve boyun eğiyorsanız bu, Allah’ın size verdiği bir lütfüdür.
18.  Ne yaparsanız yapın, Allah hepsini görmektedir.

**20/05/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

17 Mayıs 2020 Pazar

Bir Mühlet Ayeti *

114 süre, 600 sayfa ve 6236 ayetten ibaret Kur’an’ın her bir süresinin, her bir sayfasının ve her bir ayetinin bize vermek istediği mesajları vardır. Yeter ki okuyalım, okuduğumuzu anlayalım ve verilmek istenen mesajı almak isteyelim.

22.cüzü okuyorum. Bu cüzde Ahzab, Sebe, Fatır süreleri ve Yasin süresinin ilk iki sayfası yer almaktadır. Her okuduğumda beni derinden etkileyen 45 ayetten ibaret Fatır süresinin son ayeti üzerinde durmak istiyorum. Ayetin mealinde Allah “Şayet Allah, insanları yapıp ettikleri yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yerin üstünde tek bir canlı bırakmazdı; fakat onlara belirlenmiş bir vadeye kadar mühlet veriyor. Vadeleri dolduğunda ise (herkes anlayacaktır ki) Allah kullarını hakkıyla görüp bilmektedir” buyurmaktadır. Ayet, yaptığımız bir hata yüzünden Allah’ın bizi hemen cezalandırmayacağını, belli bir süreye kadar mühlet verdiğini, şayet böyle olsaydı yeryüzünde hiçbir canlının kalmayacağını anlatmaktadır. Gerçekten Allah her canlı/insan suç işlediğinde aynı anda cezasını verseydi, bugün ne yeryüzü olurdu ne insan ne de insanın geçmişten bugüne gelen müktesebatı.

İnsan veya kul olup da suç işlemeyen olur mu? Büyük veya küçük, bilerek veya bilmeyerek her bir insan suç işler. Çünkü hatasız kul olmaz. İşlemiş olduğumuz bir suç yüzünden Allah’ın bizi cezalandırmaya gücü mü yok? Hâşâ sümme hâşâ! İstese, suç işlemeye niyet ettiğimiz anda veya suça teşebbüs ettiğimiz esnada ve suç mahallinde bizi yerle bir eder. Buna imkanı,  sınırsız güç ve iradesi vardır. Üstelik yaptıklarından lâyüseldir. Ama Allah, Rahman ve Rahim isimlerinin bir gereği olarak bizleri bağışlamakta, hata ve yanlışımızla yüzleşmemiz için bizlere fırsat vermektedir. Zira yaptıklarımızdan sorumlu olacağımız bir imtihanın içindeyiz. Çünkü Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olan anlamında el-Gafur’dur, günahları kökünden kazıyan anlamında el- Afüvv’dür, tövbeleri kabul edip günahları bağışlayan anlamında et-Tevvab’dır; her günah işleyeni hemen cezalandırmayan, hışım ve gazapta acele etmeyen anlamında el-Halim’dir, zulmetmeyip herkese hakkını tam verme anlamında el-Adil’dir; kulun hak ettiği cezası ne ise onun cezasını tam olarak veren, zarar verenin yaptığının karşılığıyla ödeştiren, dilediğine ceza vermede şiddetli davranan, suçluları müstahak oldukları cezaya çarptıran, acizlerin ve zayıfların alamadıkları intikamlarını, onların yerine zalim ve zorbalardan alan anlamında el-Müntekim’dir; çok sabırlı olan, günahkar kullarını cezalandırmakta acele etmeyen, onların kendisine dönüşü için zaman tanıyan anlamında es-Sabûr'dur. Kısaca Allah, hatasından dolayı insanı aynı anda çizip atmayandır.

Yukarıda anlamları birbirine yakın Esmayı Hüsnâ’dan Rahman, Rahim, Gafûr, Afüvv, Tevvab, Halim, Adil, Müntekim ve Sabûr isimlerine yer verdim. Tüm isimlerini içine alan özel ismi Allah varken Allah, niçin diğer isimlere ayet sonlarında yer vermektedir? Öyle zannediyorum Allah, isimlerimin anlamlarına bakarak beni daha iyi tanıyın ve bu niteliklere sınırlı da olsa sizler de uyun, demek istiyor. Peki, bir suç, bir yanlış veya bir hata karşısında merhametin ve affetmenin neresindeyiz biz? Onları kazanmak için onlara bir şans daha veriyor muyuz? Bu konuda sicilimizin pek iyi olduğu söylenemez. Zamanına göre, suçu işleyen kimseye göre tavır alıyoruz: Çizip atıyoruz, dışlıyoruz, kara listeye alıyoruz, orantısız güç kullanıyoruz, işlenen suçta toptancı davranıyoruz, ölüme ya da yokluğa mahkûm ediyoruz.

Suçlu, yaptığından dolayı suçunu itiraf edip nedamet getirse ve yaptıklarıyla göz doldurup ağzıyla kuş tutsa dahi nazarımızda sıfır oluyor. Çünkü samimi değil diye niyet okuyor ve güvenmiyoruz. Tüm bunları yaparken cuma hutbelerinde imamların -şimdilerde dinleyemesek de- “Günahından tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir” hadisini kulak ardı ediyor ve “Seni Allah affetse bile biz affetmeyeceğiz” davranış içerisine giriyoruz. Hâlbuki “Affetmek büyüklüktür.”

Sonuç olarak bu ayetle Allah “Ben suç işleyenleri aynı anda yok etmiyorum. Onlara, bir vakte kadar mühlet veya tövbe etmeleri için fırsat veriyorum. Siz de hatasından dolayı pişmanlık duyan kimseleri kazanmak için onlara bu şansı verebilirsiniz” demek istiyor. Bu ayete mühlet ayeti dense yanlış olmaz. Neyi murat ettiğini en iyi Allah bilir.

*18/05/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

16 Mayıs 2020 Cumartesi

Kilo ya da Göbek Sorunumuz***

Birkaç gündür akşam altı sularında bir başıma Evliya Çelebi Parkına gelir, iftara kadar oyalanırım burada. Kameriyelerde az sayıda oturup iftarı bekleyenler var. Bir kısmının da oruç diye bir derdi yok. Koymuşlar masalarının üzerine nevalelerini. Atıştırıyorlar habire. Kimi de sigarasını tüttürüyor. Belli ki efkarlılar.  Çoğunluk ise  parkın etrafındaki yürüyüş parkurunda yürüyüş yapıyor. Ben de oturup etrafı seyredenlerdenim. 

Kimler yürüyor diye yürüyüş yapanlara bakıyorum. İçlerinde az sayıda kilo ve göbek sorunu olmamasına rağmen yürüyenler var. Bunlar mevcut vücut yapısını korumayı hedefleyenler ve sağlık yönünden yürümenin faydasına inananlar olmalı. Çoğunluk ise kilo sorunu ve göbekli olan kişiler. Hepsinin yürüyüşü de farklı. Kimi koşar adım yürüyor, kimi gerçekten koşuyor, kimi normal adım yürüyor, kimi yanındakiyle birlikte yürürken sohbet ediyor: Memleketi kurtaranı var, cehenneme girip biraz yandıktan sonra cennete gidip gitmeyeceğini tartışanı var. Kimi de cep telefonuyla konuşmasını yapıyor. Karşı tarafa “Kapatma telefonu, beni sonuna kadar dinleyeceksin” diyor kızarak…

Dönen bir daha dönüyor. Sayamadım kaç defa tur attıklarını. Hele bir kadın o kadar yürüdü ki neredeyse düştü düşecek sandım. Ne koşuyor ne de yürüyor: Koşar adım. Onun ve diğer yürüyenlerin tek derdi var: Müzmin göbekten kurtulmak. Göbekli sayımız sadece bu yürüyenlerden ibaret değil elbet. Bu milletin çoğunun, özellikle erkeklerin göbek ve kilo sorunu var zaten. Eve kapandığımız bugünlerde göbek sorunu biraz daha arttı, o kadar. Bazılarının yediği, içtiği tüm vücuduna eşit bir şekilde yayıldığı için anormal bir göbek ortaya çıkmıyor. Ama kilo sorunları var, belli. Bazılarınınki ise şeffaf bir şekilde tamamen göbekte toplanıyor. Yediği, içtiği göbekte toplananlara göbekleri “Arkadaş, ne yersen ne içersen benden tüm vücuda eşit bir şekilde yaymamı ve gizlememi bekleme. Seni cümle aleme gösteririm” diyor. Tüm vücuduna eşit bir şekilde yayılanlar ise gizli şeker taşıyıcıları gibi.

Göbeği indirmek için tek başına yürüyüş yeterli mi? Faydası olsa da tam yeterli olacağını sanmıyorum. Bununla beraber yemeye ve içmeye de dikkat etmemiz lazım. Bu, kolay mı? Değil elbet. Çünkü az ye, demesi kolay da az yemek kolay değil. Bulduk mu, Allah ne verdiyse tıka basa yeme alışkanlığımız var.  Ne bulduysak sünnetleriz evelalah. Yeter ki sevdiğimiz bir yemek olsun. En iyi uyguladığımız sünnet de bu zaten.

Gelip geçenleri ben böyle seyrediyor ve size gördüklerimi anlatıyorum. Ama ben de gördüklerimden farklı değilim. Benimki tamamen göbeğe verenlerden üstelik. Birileri göbeği eritmek için cansiperane mücadele ederken ben de oturup onları seyrediyorum. Sanki birileri gelip bu göbeği indirecek veya bu göbek insafa gelip kendiliğinden inecek. Daha çok beklerim.

Göbekten başkası rahatsız olduğu gibi ben de rahatsızım. Ama göbeğin çıkmasının bir iyi yönü var. Göbek ortaya çıktı çıkalı “Dost başa, düşman ayağa bakar” misali, kimse ne başıma bakıyor ne de ayağıma. Vücudumu direk ortalıyor. Karşılaştığım kişilerle konu sıkıntısı da çekmiyoruz. Konu, göbek. Dönüp dönüp bu göbeği nasıl eriteceğimi anlatıp duruyor bana. Ben de çaresiz bir şekilde yutkunarak dinliyorum. Bu arada beni bu kadar düşündüklerini sanmıyordum.  Sağ olsunlar…

***21/05/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

15 Mayıs 2020 Cuma

Emniyet Kemeri ve Maske ***

Başlığa bakarak emniyet kemeri ve maske ne alaka demeyin. Bir zihniyeti anlatma bakımından aralarında sıkı bir bağ var. Zira bir araca bindiği zaman bu ülke insanının çoğunluğunun emniyet kemeri takma konusunda geçmiş sicili pek iyi değil. “Emniyet kemeri can kurtarır, aman emniyet kemeri takmadan aracınızı hareket ettirmeyin” şeklinde yapılan onca uyarıya rağmen çoğumuz yakın zamana gelinceye kadar bu uyarılara pek kulak asmadık. Emniyet kemerini kah polisi görünce veya bir kontrol esnasında takmaya çalıştık, kah takar gibi yaptık, kah elimizde tuttuk veya aracımız ötmemesi için emniyet kemerine değişik aparatlar kullandık ya da ceza yememek için taktık. Polisi geçince de emniyet kemerimizi çıkarıp yolumuza devam ettik.

Meydana gelen trafik kazalarında emniyet kemeri takanların kazayı hafif sıyrıklarla atlattıklarını, takmayanların canına mal olduğunu duya duya can güvenliğimiz için yeni yeni emniyet kemeri takma alışkanlığı edinmeye başladık. Bu gecikme bize çok pahalıya patladı. Çünkü emniyet kemeri takmama inadımız, nice canlara mezar oldu.

Gelelim maske meselesine… Ortam gereği bugünlerde hepimiz maskeliyiz biliyorsunuz. Çoğunluk gibi ben de kurallara uyanlardanım. Zorunlu olmadıkça dışarıya çıkmadım. Çıkmışsam da evden maskemi bağlayarak çıktım. Zaruri birkaç ihtiyacım için marketlere uğradığımda market çalışanları dahil herkesin yüzünde var. Buraya kadar her şey normal. Zira maske takmak hem sağlığımız açısından önemli hem de kural gereği zorunlu.  Çatlasak da patlasak da sıkılsak da takıyoruz, takacağız. Buraya kadar sorun yok. Sorun, maske taktığını sanan bazı müşterilerde. İşin vahametinin farkında olmayan bu aymaz kişiler, boyunlarına maskelerini geçirmişler ama ağız ve burunları açık.  Akılları sıra, polis veya bir görevli “Nerede masken, maskesiz giremezsin” veya “Ağız ve burnunuzu kapatır mısınız” derse boyunlarında hazır takılı olan maskelerini hemen usulüne uygun yüzlerine geçiriverecekler. Birkaç gün öncesinde bir markette karşılaştığım bir hanımefendinin maskeli maskesiz halinden işkillendim. İşkillendikçe nereye gittimse burnumun dibinde bitti kadın. Yanında kocası da bir şey demiyor kadına. Sonunda alışveriş yapan bir polisi gördüm. Kardeş, şu hanımefendiyi uyarır mısınız, dedim. Sağ olsun, uyardı. Kadın, hiç itiraz etmeden hemen usulüne uygun maskesini taktı. Demek ki nasıl takılacağını biliyor. Ama bilmek yetmiyor maalesef. Bizim, bildiğimizi uygulamama gibi bir sorunumuz var. Bu tiplerin sayıları da maalesef az değil. Aşağı yukarı her markette tek tük de olsa bu şekil akıllı geçinen tipler var. (Bugün yine bir başka markette aynı tipten gördüm.) Zaten sayı da önemli değil. Bir kişi onlarca kişiye hastalığını bulaştırabiliyor.

Kalabalık mahallerde maskesini usulüne uygun takmayan bu maskeli maskesiz tipleri görünce bir zamanlar, emniyet kemeri takma konusundaki isteksizliğimiz aklıma geldi. Zihniyet aynı zihniyet. Bu tipler zorunlu olmadıkça ne maske takarlar ne de emniyet kemerlerini. Aralarındaki tek fark, emniyet kemeri takmayan, bir kaza anında kendisinin ve kendisiyle birlikte seyahat edenlerin canlarını hiçe sayarken maske takmayan ise kendisiyle birlikte başkalarının da canlarını hiçe sayıyor. Çünkü Covid-19 testi pozitif çıktığı takdirde temas ettiği kişilere de bu hastalığı bulaştırdığı gibi gerekirse bulunduğu muhiti, beldeyi de karantinaya aldırabiliyor. Ondan sonra devlet, hem hastayı tedavi edeceğim hem de bu hastanın temas ettiği kişileri tespit edeceğim diye uğraşsın dursun. Aymazlığın bu kadarına da pes doğrusu… Ayıptır ayıp… Vebaldir vebal…

***16/05/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Bir Babanın Evladına Nasihatleri *


Ramazan ayı aynı zamanda Kur’an’ı Kerim ayıdır. Bundan dolayı oruçla beraber Kur’an ile de hemhal oluruz. Çoğu Müslüman oruçla beraber bu ayda Kur’an’ı hatmetme yoluna gider. Geleneğimizde karşılıklı okuma anlamında, bir kişinin okuyup diğerlerinin dinlediği Kur’an ziyafetine mukabele adı verilmektedir. Bu sene salgın dolayısıyla yüz yüze mukabele imkanı olmasa da çoğu kimse evinde günde 20 sayfadan ibaret bir cüzü okuyarak ramazan sonuna kadar Kur’an’ı Kerim’i bitirmiş olur.

Kur’an’ı orijinalinden okumak kadar anlamını da okumak ülkemizde son yıllarda yaygınlaştı. Zira olması gereken de bu. Çünkü her ayeti mesaj yüklü olan Kur’an’ı okumak, ne dediğini anlamak ve yaşantımıza uygulamak öncelikli görevlerimiz arasındadır.

21.Ramazan orucunu tutacağımız günün gecesinde Kur’an’ı Kerim’i okurken Lokman süresi dikkatimi çekti. Çünkü Lokman süresi denince hepinizin bildiği gibi Kur’an’ın ahlaki ilkeleri, özellikle bir babanın oğluna yaptığı nasihatleri akla gelir. Çocuğun eğitiminin ilk ailede başladığı düşünülürse bir babanın evladına verdiği bu öğütler önemli ve genel geçer kurallardır. İzninizle bu yazımda çoğunuzun bildiği bu nasihatlere (12-19.ayetlere) yer vermek istiyorum:

12.ayette Allah, “Lokman’a hikmet verdiğinden, kendisine şükredilmesi gerektiğinden, şükredenin kendi iyiliği için şükretmiş olacağından, kim nankörlük yaparsa Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığından bahsediyor. Bu ayette mesaj Lokman üzerinden herkesedir. (Hikmet: ““din konusunda derin bilgi, sahih inanç, akıl, yerinde ve doğru konuşma, isabetli görüş ve davranış” (Taberî, XXI, 67; İbn Atıyye, IV, 346) anlamına gelir.)
13-19 arasındaki ayetler ise Lokman’ın oğluna yaptığı nasihatleri konu edinmektedir:
13    "Sevgili oğlum! Allah’a ortak koşma; çünkü O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır."
14    Biz insana anne babasıyla ilgili öğütler verdik. Annesi, güçten kuvvetten düşerek onu karnında taşımıştır; çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bunun için (ey insan), hem bana hem anne babana minnet duymalısın; sonunda dönüş yalnız banadır.
15    Eğer anne baban, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa bu durumda onlara uyma ama yine de onlara dünyada iyi davran; yüzünü ve özünü bana çevirenlerin yolunu izle; dönüşünüz yalnız banadır, O zaman yapıp ettiklerinizin sonucunu size bildireceğim.
16    "Yaptığın iş bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklansa veya göklerde yahut yerin dibinde bulunsa yine de Allah onu açığa çıkarır. Kuşkusuz Allah her şeyi bütün gizlilikleriyle bilir, O her şeyden haberdardır."
17    "Yavrucuğum, namazını özenle kıl, iyi olanı emret, kötü olana karşı koy, başına gelene sabret. İşte bunlar, kararlılık gerektiren işlerdendir."
18    "Gurura kapılarak insanlara burun kıvırma, ortalıkta çalım satarak yürüme; unutma ki Allah gurura kapılıp kendini beğenen hiç kimseyi sevmez."
19    "Yürüyüşünde ölçülü ol, sesini yükseltme; çünkü seslerin en çirkini eşeğin anırmasıdır."
Meallerini verdiğim ayetlerin verdiği mesajlar bir açıklamaya ihtiyaç duymayacak kadar açık olduğu için ayrıca açıklama yapmayacağım. Şu kadarını söyleyeyim: Her birimiz birer anne, birer baba olsak da hepimiz bir ebeveynin çocuklarıyız. Yani hem atayız hem de evladız. Bu demektir ki çocuklarımıza hem nasihat edeceğiz hem de yaşayacağız. Baba Lokman gibi bir hikmet sahibi olamasak da hikmetin peşinden koşan, nankörlük yapmayıp şükreden kul olan; çocuklarına doğru yolu gösteren, onları doğru yolda tutmaya çalışan, aynı zamanda ayette verilmeye çalışılan mesajları hayatına tatbik eden birer anne-baba ve evlat olmayı Allah hepimize nasip etsin.  Çocuklarımıza en güzel mirasımız ahlakımız olsun.

*16/05/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.