3 Mayıs 2020 Pazar

Hacı Veyis Zade Talebe Yurdu *

Ramazan denince aklıma Kur'an gelir. Çünkü Kur'an ramazan ayında inmeye başlamıştır. Ramazan ayını mübarek kılan da tuttuğumuz oruçtan ziyade Kur'an'ın bu ayda inmeye başlamasıdır. Kadir gecesini de bin aydan üstün kılan yine Kur'an'dır. O yüzden ramazana Kur'an ayı da denir.

Kur'an denince aklıma onu okuyup anlama ve hayatımıza tatbik etme gelir. Aynı zamanda hafızlık aklıma gelir. Kur'an'ı baştan sona ezberleyen hafızlar için ramazan ayı, hafızlıklarını sağlama ve tekrarlama ayıdır. Çünkü hafızlık hafız olmakla bitmiyor. Onu korumak için bol bol tekrar edilmesi gerekir. Bu tekrar etme de bir ömrü içine alır. Hafızlığını unutmak istemeyen hafızlar ramazan ayını fırsat bilip en azından yılda bir kez hafızlıklarını sağlarlar.

Hafızlık sağlama deyince Beşyol mevkiindeki Musalla Mezarlığının karşısındaki Türk Anadolu Vakfına ait Hacı Veyis Zade Talebe Yurdu aklıma gelir. Yıllarca başta İmam Hatip Ortaokulu ve Lisesi öğrencileri olmak üzere köyden gelmiş, evi barkı olmayan diğer ortaöğrenim öğrencilerinin barınma ihtiyacını gideren şimdilerde yıkılmış olan bu yurt çok yönlü bir işlev görmüştür. Burası ilkokuldan sonra Uluırmak Nuraniye Kur'an Kursunda hafızlık yapmış hafız öğrencilerin, ortaokul ve lise boyunca hem kaldığı hem de ramazan aylarında ve yaz döneminde hafızlıklarını sağladıkları bir yer olmuştur. Bunun yanında derslik ihtiyacının olduğu yıllarda, Konya İHL'nin ek binası da olan bu yurda hafızlık okulu dense yeridir. Çünkü bu yurt, yılda bir kez hafızlıklarını sağlama karşılığında hafız öğrencilere yıl boyunca bu yurtta ücretsiz kalma imkanı sunmuştur. Her yıl hafızlığını sağlayan yüzlerce hafız öğrenci, öğrenim hayatları boyunca ücret ödemeden bu yurtta kalarak iaşe ve ibate sorunu yaşamadan okuma imkanı bulmuş ve ailesine yük olmamıştır.

İkinci dönem karne verildikten sonra yurtta kalan diğer öğrenciler  yaz tatillerini geçirmek üzere memleketlerine giderlerken hafız öğrenciler bir ay boyunca yurtta kalırlar. Türk Anadolu Vakfının tahsis ettiği hocalara her gün bir cüz (20 sayfa) okurlardı. Çoğu hafız sahura kadar yatmaz, ikinci katta bulunan mescide geçer, sahura kadar  ertesi günü okuyacağı ezberini yapardı. Sağlama işini bitiren öğrenci, valizini toplayarak memleketinin yolunu tutardı. 

Konya yöresinde geçmişte hafız olmuş, yolu bilvesile Hacı Veyis Zade Yurduyla kesişmiş, okumuş, bir göreve gelmiş, halen çalışan veya emekli olan nice hafız varsa ve bu hafızlar hala hafızlıklarını unutmamışlarsa bunu bu yurda borçludurlar. Arkasında bir vakıf(TAV) olan bu yurdu/vakfı; diğer vakıf, dernek ve yurtlardan ayıran bir özelliği de almadan vermiş olması yani hep veren el olmasıdır. Fakir Anadolu insanının elinden tutmuştur. Hafızlığını sağlama dışında hafızlarından bir ücret talep etmeyen bu suffe okulu, yaptığı bu hizmeti öğrencilerin başına kakmadığı gibi mezuniyet sonrasında da "Biz size geçmişte baktık, elinizden tuttuk. Şimdi yardım/hizmet etme sırası sizde" şeklinde bir talepte bulunmamıştır. Diğer vakıf ve derneklere duyurulur.

Açıldığı andan itibaren Konya'nın medarı iftiharı Hacı Veyis Zade merhumun ismine yaraşır şekilde güzel ve farklı hizmetler ifa eden bu yurdun, yeniden yapılıp yıllarca deruhte ettiği sadakayı cariye hizmetini kaldığı yerden devam ettirmesi en büyük temennimdir.

Hasılı, bu yurdun yapılmasına sebep olanlardan, fikir babasından, bu hizmeti ifa edenlerden, hizmetin ifa edilmesine maddi kaynak sağlayanlardan, yurdun içinde veya gerisinde -az veya çok- bedenen ve zihnen katkı sağlayanlardan Allah ebeden razı olsun. Ölenlere Allah'tan rahmet, halen sağ olanlara da sıhhat, afiyet ve hayırlı ömürler dilerim.

*06/05/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Koronavirüsün Bize Öğrettikleri *

İnsanoğlu olarak başımıza ne geleceğini hesaba katmadan ve yarını düşünmeden yaşıyorduk. Yaptığımız hesap, kitap, plan ve program varsa da koronavirüs hepsini alt üst etti. Çünkü kendimizi salgına göre ayarlamaya başladık. Bize ölümü gösterip sıtmaya razı eden koronavirüs sayesinde neler öğrendik neler! İsterseniz onlara bir göz atalım:
1.      Berber ve kuaförler kapalı olunca saçı büyüyen herkes B planını devreye sokarak her birimiz berber oldu. Her evde herkes birbirini tıraş etti. Çoğumuzun olduğu tıraş da asker tıraşı. Saçın, sakalın birbirine karşımasından daha iyi.
2.      Ekmek ihtiyacını fırın, bakkal ve marketten aldığı ekmekle günübirlik yaşayan çoğumuz, virüs korkusu veya sokağa çıkma yasağı dolayısıyla ekmeğimizi evlerde yapar olduk. Çuvalla un aldık, hamur yoğurduk. Evin en ücra köşesine kaldırdığımız sacımızı ortaya çıkardık, piknik tüpünü takarak ekmek yaptık.
3.      Fırından ekmek almışsak ekmeği günlük yetecek kadar değil, birkaç gün yetecek şekilde daha fazla aldık ve bayat ekmek yemeye başladık. Bu süreçte ekmeğimizi elimizle değil, gözümüzle seçmeyi öğrendik.
4.      Evde olanla yetindik. İkiye bir alışveriş için marketlerin yolunu tutmadık.
5.      “Ciddiyeti severim, disipline hayranım” sözü gerçek oldu. Hiç olmadığı kadar sosyal mesafeye riayet ettik.
6.      Bırakın bir araya gelmeyi, yan yana gelmeyi, neredeyse birbirimizden kaçar olduk. Sohbeti, muhabbeti, ziyareti ve geyik yapmayı öteledik. İhtiyacımızı telefon ve görüntülü arama ile gidermeye başladık.
7.      Hiç olmadığı kadar eve kapanarak hayatı eve sığdırdık. Sokağa çıkma yasaklarıyla tanıştık. Çarşı, pazarı unuttuk. Evde sıkıldı isek de salgın riski dolayısıyla hastalığı kapmaktansa sıkılmak daha iyidir, dedik ve hiç olmadığı kadar birbirimizi uyardık, kurallara uymayanlara kızdık.
8.      Hiç olmadığı kadar kendimizi sanal âleme verdik, dünyayı İnternet üzerinden takip etmeye ve okumaya başladık. İnternet paketlerimiz yeterli gelmeyince evinde İnternet olmayanlar da evine İnternet bağlatmak zorunda kaldı. Çoğu işimizi İnternet üzerinden halleder olduk.
9.      Uzaktan eğitimle tanıştık. Öğretmenler öğrencileriyle canlı ders yapar oldu.
10.  Temizlik konusuna hiç olmadığı kadar özen gösterdik.
11.  Gezme, tozma, tatil, eğlence, plan, program vb her türlü ihtiyaçlarımızı öteledik.
12.  Hiç olmadığı kadar önümüzü göremez olduk ve yarına dair hiçbir planımız kalmadı.
13.  Maske ile tanıştık, maske takmaya başladık.
14.  Bir doğal afette insanın ve yaptıklarının bir anlamının olmadığını yaşayarak öğrendik ve virüse hepimiz şapka çıkardık, acizliğimizi itiraf ettik.
15.  Salgın dolayısıyla hastanelerin boşalmasından, çoğu hastalıklarımızın gerekli olmadığı ortaya çıktı.
16.  Kanuni’nin “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi”sözünün önemini hepimiz yaşayarak öğrendik.
17.  Okulların tatil edilmesine ilk kez öğrenci ve öğretmen sevinmedi. Tatile vatandaş kızmadı.

*08/05/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

2 Mayıs 2020 Cumartesi

Sosyal Medyanın 12 Etik Kuralı ***

Sosyal medya hayatımıza hızlı bir şekilde girdi. Neredeyse hayatımızın bir parçası oldu. Az sayıda insanımız dışında bu alemi bilmeyen, bu aleme girmeyen yok gibi. Her türlü bilginin ve fotoğrafın paylaşıldığı, reklam ve propagandanın yapıldığı, insanların gönül eğlendirdiği, tartışmaların yapıldığı, insanların mimlendiği ve algıların yürütüldüğü, trollerin cirit attığı bir yer burası.

Etkisi, televizyon ve yazılı basından daha fazla olan sosyal medyanın en büyük eksikliği, yazılı veya yerleşmiş bir etik kurallarının olmaması. Bu alemi kullanan çoğu kimsenin hissettiği bu eksikliği AK Parti de görmüş olmalı ki parti üyelerinin, sosyal medya kullanımında uyması gereken kuralları 12 madde halinde Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal aracılığıyla basına duyurdu. Açıklanan bu kurallar sadece AK Partili üyeleri değil, bu ülkede yaşayan ve bu alemi kullanan herkesi ilgilendiren kurallardır. Yine bu kurallara sadece sosyal medyada değil gerçek hayatta da uymamız gerekiyor. Altına imzamı atabileceğim bu 12 etik kuralı istifadenize sunmak istiyorum: Sosyal medyada;
1- Saygılı, hakaret ve nefret söylemi barındırmayan bir dil ve üslup kullanılması.
2-Diğer kullanıcıların özgürlük alanlarını kısıtlayacak, saldırgan tutumlar içeren paylaşımlardan kaçınılması.
3- Kullanıcıların kişilik ve görüşlerine saygılı olunması.
4- İnsan onurunun temelinde yatan özel yaşamın gizliliği hakkının ihlal edilmemesi.
5- Sözlü şiddet ve tehdit içerikli paylaşımlarda bulunulmaması.
6- İfşa, taciz ve siber zorbalık oluşturan eylemlerin yapılmaması.
7- Şeffaf olunması, sosyal medya mecralarında, anonim hesaplar kullanmayarak açık kimlikle, gerekli hukuki sorumluluğu üstlenerek ve gerçek kişiler olarak bulunulması.
8- Sahte isimler üzerinden paylaşımlarda bulunan hesaplara itibar edilmemesi, bu hesapların görünürlüğünün artırılmaması.
9- Kimi hassas dönemlerde toplumda infial oluşturacak, genel bir korku ve endişe iklimi oluşturacak paylaşımlardan kaçınılması, paylaşımlarda sağduyunun korunması.
10- Teyide muhtaç bilgilerin, gerçekliğinden emin olunmadan paylaşılmaması, bilgilerin doğruluğu için meselenin muhataplarının, resmi kurum ve kuruluşların açıklamalarının takip edilmesi, manipülasyon ve yalana prim verilmemesi.
11- Alıntı yapılıyorsa, bilginin alıntılandığı kaynağın referans gösterilmesi.
12- Toplumsal ahlaka aykırı içerik oluşturulmaması ve bu tarz içeriklerin yayılmaması.

Yayımlanan bu 12 madde ile “Toplumların genel ahlak kurallarının özgürlük adı altında çiğnenmesinin önüne geçebilmek, mevcut sorunların ortadan kalkmasını ve yeni sorunların önüne geçilmesini sağlamak” olduğu açıklanmıştır. Bu etik kurallara herkes uyarsa kazanan ülkemiz olur. Özellikle partilerin trollerine duyurulur.

***05/05/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Canlı Ders Kesmekeşi *

Salgın dolayısıyla devletin aldığı ilk tedbirlerden bir tanesi, okullarda yüz yüze eğitime ara vermesiydi. 16 Marttan beri okullar kapalı. Salgın etkisini kaybederse 1 Haziranda okulların açılması hedefleniyor.

Yüz yüze eğitim olmayınca MEB, paçaları sıvadı, uzaktan eğitim seçeneğini devreye soktu. Bunun için ilkokul, ortaokul ve lise olmak üzere EBA TV adı altında üç kanal tahsis etti. İnternet üzerinden ders dinlemek isteyenler için de cep telefonlarına 8 GB ücretsiz İnternet tanımlandı. Belirlenen öğretmenlerin anlattığı dersleri, belli saatlerde öğrenciler ister TV kanalından, ister İnternet aracılığıyla EBA’dan takip edebiliyorlar. Dersini saatinde dinleyemeyen öğrenciler için de derslerin tekrarları dahi düşünülmüş.  Gördüğüm kadarıyla sistem güzel ve başarılı bir şekilde işliyor.

MEB, tercih ettiği öğretmenlere, ulusal çapta EBA TV’den verdirdiği uzaktan eğitim dersini yeterli görmemiş olmalı ki geçen haftadan itibaren okulları da canlı ders yoluyla sürece dahil etti. Emir demiri keser misali okullar, öğretmenlerine EBA üzerinden canlı ders ve işlenecek konu planlaması yaptı. Sorun da bundan sonra başladı. Tanımlanan ders saatinde girdiği sınıflara ders işlemeye kalkan öğretmenlerin çoğu, dersini işleyemedi. Daha doğrusu sayfasını açamadı. Çünkü karşılarına şu şekilde sistem hataları çıktı:  Error Type: LastErrorType_Auth, Error code: 10429, Error Description: The Error Code: 10429 is not defined…auth sdk failed…init sdk failed…sdk init failed-14 gibi. Bir daha bir daha olmak üzere bir saatlik süre içerisinde yeniden girmeye çalışılsa da sistem ders işlemeye geçit vermedi. Sayfasına girip dersini işleyen öğretmen sayısı bir elin parmaklarını maalesef geçemedi. Girenlerin çoğu da cep telefonu marifetiyle gecikmeli de olsa dersini işleyebildi.

Okulların whatsapp grupları “Dersimi işleyemedim…giremedim” serzenişleriyle doldu taştı. Okullar, dersine giremeyen öğretmenlerden verilen dersi işleyememe nedenini bir word ortamında kayda geçirmesini, altına da sistemin verdiği hata fotoğraflarını eklemesini istedi. Nasıl girileceğine dair açıklamalar da yine whatsapp aracılığıyla yağmur gibi yağmaya devam etti: “Canlı ders uygulaması indirilerek bilgisayara kurulmalı, programı indirmeden önce bilgisayarlarda kurulu olan anti virüs programları ve güvenlik duvarı etkisiz hale getirilmeli, canlı derse başlarken birden fazla tıklanmamalı, bilgisayarınızda Windows 7 yüklü ise sorun çıkabilir…” gibi.

Bakanlığın, ulusal düzeyde yapılan uzaktan eğitim derslerine ilave olarak okullar vasıtasıyla ders öğretmenlerini de sürece dahil etmesi yerinde bir uygulama. Çünkü ders öğretmenlerinin kendi öğrencilerine anlattığı ders, uzaktan eğitime göre daha da verimli olabilir. Burada sorun yok. Canlı derse başlarken ortaya çıkan teknik hatalardan ya EBA alt yapısının yeterli olmadığı ya da öğretmenlerin kullandığı bilgisayarların, EBA vasıtasıyla canlı ders işlemeye uyumlu olmadığı anlaşılmaktadır. Bu sorun kısa zamanda giderilir ve öğretmenler uzaktan da olsa öğrencileriyle ders işlerlerse uzaktan eğitim konusunda öğretmenler, büyük bir tecrübe kazanmış olacaklar. Allah muhafaza bundan sonra yeni bir salgın durumunda uzaktan eğitim seçeneği B plan olarak hemen devreye sokulur ve bir aksama meydana gelmeden dersler işlenir. Zaten geçileceği dillendirilen “dijital dünya modeli” dünyaya uzaktan eğitimi dayatacak gibi.

*04/05/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

1 Mayıs 2020 Cuma

Okullar Bir Başka Bahara *


Salgın nedeniyle okullar, 16 Martta itibaren önce iki hafta, ardından nisan sonuna, şimdi de mayıs sonuna kadar tatil edildi. Milli Eğitim Bakanının yaptığı açıklamaya göre salgın etkisini kaybederse 1 Haziranda okulların açılması planlanmakta. O zamana kadar halen yapılmakta olan uzaktan eğitime devam edilecek.

1 Haziranda okullar iki haftalığına açılır mı, açılırsa da bir anlam ifade eder mi ya da yaz dönemi yapılacak bir telafi eğitimle, eğitim ve öğretim yapılmayan üç ayın telafisi giderilir mi? Tüm bunları zaman gösterecek. Bana sorarsanız bu aşamadan sonra açılacak okul veya yapılacak ders veya telafi eğitimi, dostlar alışverişte görsün, biz yaptık oldu türünden olur, bir faydaya haiz olmaz. Niçin derseniz? Nedeni de yapılan açıklamalarda gizlidir. Sayın Bakan, LGS sınavına girecek öğrencilerin birinci dönemin konularından sorumlu olacağını açıkladı. Benzer bir açıklamayı da YÖK Başkanı, YKS’ye girecek öğrencilerin de birinci dönem konularından sorumlu olacağını söyledi. Aynı şekilde yapılan ve yapılmakta olan uzaktan eğitimin de bu sürece bir katkısı olamaz. Çünkü uzaktan eğitimde işlenen konulardan da sınavlarda soru çıkmayacağı açıklandı. Bu açıklamalar, eğitim ve öğretimin bu dönem için bittiği anlamına gelir. Çünkü bizde eğitim ve öğretim ya da bilgi öğrenme; süreç odaklı değil, sonuç odaklıdır. Öğrendiğimiz bilgilerden biz, yapılacak merkezi veya ara sınıf sınavlarında sorumlu olmalıyız ki gördüğümüz veya göreceğimiz dersin veya konunun bizim için bir anlamı olsun. Bunun sağlamasını, sınavların yapılıp notların sisteme girildiği, okulların son haftalarına bakarak yapabiliriz. Karneye geçecek notlar kesinleştikten sonra bizim için okul, eğitim ve öğretim bitmiş demektir. Bu aşamadan sonra öğrenci, okula kolay kolay gelmez, gelse de ders işletmez. “Yine mi ders? Zaten notlar verildi” der. Öğretmen ders işlemeye kalksa da öylesine ders işlenmiş olur. Kolay kolay dinleyeni olmaz. Sadece dinler gibi yapılır. Yani prosedür yerine getirilmiş olur.

Eğitim ve öğretimin sekteye uğramasıyla ortaya çıkan sorun bu kadardan ibaret değil. Okulların tatil olmasıyla birlikte vatandaşı bekleyen başka sorunlar da oluştu. Çocuğu özel okula giden veya takviye amaçlı kurs/etüt merkezlerine giden veliler, okullara veya kurs/etüt merkezlerine taksit yatırmaya devam edecekler mi yoksa ödemeyi kesecekler mi? Bakanın yaptığı açıklamaya göre özel eğitim kurumları, yapılamayan dersleri telafi edecek bir planlama yapar ve bunu yerine getirirlerse ücretler ödenecek yoksa ücret ödenmeyecek. Telafi eğitimden verim alınamayacağını yukarıda izah etmeye çalıştım. Hasılı veli, taksitini yatırmaya devam etse de karşılığında çocuğu doğru dürüst hizmet almamış olacak. Hizmet alınmadığı için ödeme yapılmadığı takdirde özel eğitim kurumları, personelinin maaşını vermekte zorlanacaklar ya da veremeyecekler. Yani çözümü zor bir durumla karşı karşıyayız. Bunun, mutlaka bir orta yolu bulunacağını ümit ediyorum. En azından yemek ve servis ücretlerinin alınmaması, eğitim ve öğretim ücretlerinde de indirime gidilmesi gibi seçenekler şimdilik dillendiriliyor ve böyle de olması gerekir.

*02/05/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




30 Nisan 2020 Perşembe

Evde Kalıp Gitmese Bari!

Üç ay sonra -yapılırsa- üniversite sınavına girecek, dört ay sonra da 19'una basacak tekne kazıntısı bir oğlan var evde. 12 Marttan beri eve bir attı kendini. İçeriden dışarıya çıkarabilene aşk olsun. 

1.5 aydır dışarıyı unuttu, dört duvar arasında yaşıyor. İçinden gelirse ders çalışacak, gelmiyorsa oturup kalkacak, yatıp uyuyacak. Başkası gibi evde kalmaktan sıkılmıyor da. Eve ekmek lazım mı, alışveriş yapılacak mı derdi de yok. Varsa da nasılsa babası alıp gelecek. Zira oğlana göre bu görev, dışarı çıkmasında bir engeli olmayan babasına ait. Zira kendisi yasaklı. 

Yavrum! Ekmek almaya gittiğimde çok sayıda çocuk ve gençleri görüyorum, burası çarşı değil, mahalle arası. Hem senin için de bir değişiklik olur, gözün gönlün açılır, haydi bir ekmek al gel dediğimde "Olmaz baba! Biliyorsun bana yasak var. Başkası uymasa da ben devletin koyduğu kural ve yasaklara uyan biriyim" cevabı alıyorum. Ben de "Oğlum, öyle zannediyorum, kurallara uyan tek vatandaş ve tek aile biziz galiba" diyorum. Baktım olmayacak. Tıpış tıpış ekmek almaya gidiyorum. O da lutfedip sofraya oturuyor. Kızamıyorum. Çünkü onu bu anlayışa sevk eden de devletin ta kendisi. Yani arkası sağlam. Anlayacağınız oyun içinde oyun var: Babası getirecek, o ekmek elden su gölden deyip yiyecek. 

Eskiden okul dönüşü ekmek lazım mı diye bazen telefon açar, lazım dersek alır gelirdi. Bazen de evde vardır deyip eve kendini atardı. İş başa düşüp ekmek almaya yine ben giderdim, kısmen de o. Bazen de telefon açmadan nasılsa evde ekmek yoktur deyip üzerine vazife bilir, ekmek alır, aldığı ekmek benim aldığım ekmeğin üzerine katmerli olurdu. Son sınıf olduktan sonra kurstan geç geldiği için ekmek de almaz olmuştu. Hele bu ortam oluşunca ekmek diye bir derdi hiç kalmadı. Endişem, bu olağanüstü durum kalkınca "Oğlum, koş bir ekmek al gel" desem, "O da ne" diyecek olmasıdır.

Neyse tek derdim, ekmeğin alınacak olması olsun. Devlet bana bu görevi vermişse, daha maskem gelmedi demem, boynumun borcu bilir, çocuğum için -dökülen- saçlarımı süpürge eder, homurdana homurdana ekmek almaya giderim. Beni endişelendiren başka vahim bir durumun ortaya çıkma ihtimali.

Şimdi bu çocuk...Bakmayın siz benim çocuk dediğime. Kazık kadar maşallah! O, bu halinden memnun olsa da evde kala kala evden kalıp gitmesinden endişe ediyorum. Yarın evlilik zamanı evlendirmeye kalksam, gelin adayını benim bulmam gerekecek. Çünkü dışarıyı unuttu. Gidin siz bakın, bulun birini diyecek. O kadar da olmaz demeyin. Devletle bir olup "Alavere dalavere, Kürt Memet nöbete" misali, babasına ekmek aldıran bir zihniyet bunu da der. O vakit ben kime gider, kime ne söylerim? Bu asırda görücü usulle kim kızını verir? Müstakbel eş adayı ve ailesi, sizin oğlunuz da mı var? Allah Allah! Biz hiç görmedik de diyebilir.  Olmaz olmaz. O kadar da olumsuz düşünme, diyebilirsiniz. Ben başıma geleceği bilirim. Zira evde dura dura evde kalıp giden babamın bir amcası varmış. Ona çekebilir diye endişeleniyorum.

Babamın amcası (Tevfik Amca), Mısır'da eğitimini almış, hafızlığı sağlam, mikrofonun olmadığı zamanlarda okuduğu ezanları komşu köylere duyurmasıyla nam salmış biridir. Evlilik zamanı gelince dedemler, görücü usul ile birine nişan koyarlar. Bizim amca hiç evden çıkmadığı için nişanlısı,nasıl biridir diye merak eder, onu görmek ister ve amcamın oturduğu evin penceresinden evin içine bakar. Nişanlısının kendisine baktığını gören amcam -anlatıldığına göre- "Bu bana baktı" deyip evlenmekten vazgeçer ve hayatının sonuna kadar evlenmez ve evde kalır gider. Güneysınır ve civarının yakinen tanıdığı ve ardından hayırla yadettiği, tanışma imkanı bulamadığım Tevfik Amcamı bu vesileyle anmış oldum. Ona Allah'tan rahmet diliyorum.

Şimdi benim oğlan evde kala kala maazallah evde kalıp gitse burada suçlu kim olur? Devlete, suç senin desem devlet denen tüzel kişilik, burnundan kıl aldırıp suçu üzerine almaz. Sanırım endişemi anlatabildim. 

Oyun İçinde Oyun ***

Yeryüzü yolculuğu başladığı andan, yaşadığımız koronavirüs sürecine gelinceye kadar insanoğlu, ne iyide ne de kötüde, hiçbir işte ortak noktada buluşmuş ve anlaşabilmiş değil. Her biri ayrı bir baş olmuş, burnunun dikine gitmiş, kendim huzur bulacağım diye hemcinsine dünyayı hep dar etmiştir. Bunun içinde cinayet var, katliam var, açlık var, susuzluk var, savaş var, işgal var, esaret hayatı var, kan, gözyaşı vs. “var oğlu var” var. Olmayan tek şey huzur. Huzursuzluğun tek müsebbibi de insanoğlunun bitmek bilmeyen arzu ve istekleridir. Hedefine ulaşmak için doğuştan kardeş olan, akrabasını dahi yok etmekten kaçınmamış, canavarlaştıkça canavarlaşmıştır insanoğlu.

Kurulduğu tarihten bugüne, aynı dünyada farklı tellerden çalan, kendi mutluluğumuz ve egomuzun tatmini için dünyayı ateşe vermekten kaçınmayan, birimizin ak dediğine diğeri kara diyen, hiçbir konuda bir araya gelemeyen, varlığı sürekli kaos olan ve zıt kutuplar olarak bugüne kadar gelen insanoğlu, koronavirüs salgınıyla birlikte tarihinde ilk defa tek vücut olmuş durumda.  Her insanın, her uzmanın, her devletin ağzında, “Evde kal” sloganı var. Bugünlerin tarihini yazacak tarihçiler belki de “Dünyalılar, ilk defa bir slogan ve tek noktada buluştu. Bu da onların sonunu getirdi” diye tarihe not düşecekler.

 “Evde kal” sözüyle dünyanın, belki de ilk defa yekvücut olması ve tek ses çıkarması hayra alamet midir? Bana göre dünyalının bu birlikteliği hiç hayra alamet değil. Öyle zannediyorum, bu salgını fırsat bilen birileri yeni bir dünya düzenine geçecek, belki de dünyayı bundan sonra tek merkezden yönetecek. Bugüne kadar yaptıkları göz önüne alınırsa kendi mutlulukları için yine bizleri ve devletleri piyon olarak kullanacaklar. Bunu yapmak için sanırım çok zorlanmayacaklar. Çünkü kaç aydır insanları evlere hapsetmek suretiyle ülkeler üretime ara verdi. Devletler piyasayı ayakta tutmak için her yolu denedikten sonra karşılıksız para basmaya başladı. Her basılan karşılıksız para, en hafifinden hayat pahalılığı olarak bize dönecek. Hiçbir malı ve ürünü -şayet bulabilirsek- normal fiyatından alamayacağız.  İthalat ve ihracatın durduğu, üretimin yapılmadığı bu aylar ne kadar uzatılırsa devletlerin ekonomisinin çökertilmesi o kadar kolaylaşacaktır. Ekonomisi çöken, piyasayı canlandıramayan devletler, belki de 70 sente muhtaç olacaklar ve dünya para babalarının kapısını çalacaklar. İsteklerini yerine getiren devletlere paranın musluğunu açacaklar. Direnen devletleri halkıyla karşı karşıya getirip kaos ortamına zemin hazırlayacaklar.

Anlatmak istediğim, bu koronavirüs salgınının arkasında oyun içerisinde oyun var. Süreci uzatarak kurdukları oyunun lehlerine sonuçlanmasını arzuluyorlar. “Evde kal” sloganına uymayan devletlere de verdikleri korku yetti de arttı bile. Dünyada ne kadar meşhur ve önemli kişi varsa her ne hikmetse virüs geldi, onları buldu. İngiltere’nin başını çektiği “Sürü bağışıklığı sistemi”, İngiltere Başbakanı Boris Johnson’a virüsün bulaş-tırıl-masıyla bu sisteme geçit verilmedi. Üretime ara vermeyen ve virüsle ilgili tedbir almayan kala kala İsveç ve Hollanda gibi bir iki ülke kaldı. Sanırım virüs gider, dünya normal düzenine geçmeye kalkarsa ekonomisi kendi kendine yeten veya ekonomisini döndürebilen Hollanda ve İsveç gibi ülkeler ayakta kalacak.

Hasılı başımızın belası virüs gittikten sonra bizi hiç iyi günler beklemiyor. Dünya eskisi gibi olmayacak. Yeni bir dünya kurulacak. Koronavirüs gitse de kokusu gitmeyecek ve yeni dünya düzeninin başlangıcı olacak. Oyun içerisinde oyun kuran oyun kurucuları, bu virüsle emellerine ulaşamazlarsa, dünyayı başka virüsler bekliyor olacak. Ta ki kurdukları oyunun gönüllü veya gönülsüz askeri oluncaya kadar devam edecek bir oyunla karşı karşıya dünya. Allah encamımızı hayreylesin, kötülere geçit vermesin, oyun kurucularının tuzaklarını başlarına geçirsin.

***02/05/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.