17 Şubat 2020 Pazartesi

Hubris Sendromu (4)

(İletişimin Önemi ve Hubrisi Önleme Etkisi)
Güç zehirlenmesi yaşayan, aşırı kibre kendini kaptıran kişiler, genelde diktatör eğilimli liderlerdir. Ama hubris sendromuna yakalanma ihtimali yüksek kişiler, sadece diktatör eğilimli liderler değildir; demokratik seçimlerde sürekli başarı yakalamış parti başkanları da hubrise yakalanma eğilimi taşır. Hubrise götüren etkenlere maruz kalma konusunda, liderin çevresindeki insanlar büyük önem taşır. Bu süreçte lideri eleştirebilen, doğruları söyleyebilen kişiler var ise, başka bir deyişle lider böylesi yapıcı iletişimi çevresine kapatmamış ise, liderin hatalarını görebilme ve kendini dizginleme; dolayısıyla hubrise yakalanmama fırsatı var demektir.

O halde hubris sendromunda iletişimin önemi büyüktür ve bu iki açıdan incelenebilir: Kişilik oluşumunda ve ilerleyen yıllarda gelişiminde etkili olan aile içi iletişim ve güç artışıyla birlikte hubrise götüren süreçteki iletişim.

İletişim becerilerindeki yetersizlikler; psikolojik yıldırma atmosferinin doğup gelişmesine zemin hazırlamaktadır. Sosyal hayatı devam ettirmek için gerekli olan iletişim becerilerinden yoksunluk, kişileri saldırganlığa eğilimli hale getirmektedir.

Bu kişilerin öncelikle önyargılı, kötü niyetli ve sürekli güçlü olmanın peşinde oldukları gözlenmektedir. Bu ruh hali nedeni ile başkalarını baskı altına alma, itaat ve disiplin isteme, korkutma, sürekli kuralları hatırlatma, yeni kurallar getirerek koşulları zorlaştırma davranışlarını göstermeleri söz konusu olmaktadır (Kok,2006: 437).

Hubrise giden sureci kontrol altına alabilmenin en önemli yolu, yöneticiler ve çalışanlar arasında ve çalışanların kendi aralarındaki çift yönlü iletişim sürecini işler hale getirmektir. Bu sürecin en önemli nedeni iletişim kanallarındaki aksaklık olduğu göz önüne alındığında, iletişim akışını iyileştirmek, psikolojik yıldırma surecinin önüne geçmede atılması gereken bir adım olarak değerlendirilmektedir.

Psikolojik yıldırmayı azaltmak için, hiyerarşik yapıdaki katılığın ve iletişim kanallarındaki zayıflığın önüne geçilmelidir (Eğinli, Bitirim, 2010:45).

Yönetim sürecinde lider, iletişime kapalı ise, hatalarını söyleyebilecek kişilerin eleştirilerinden kendini mahkum bırakacak yalnızlığa, kendi eliyle kendisini itmiş ise, hubrisin kıskacından kendini kurtarması ve sağlıklı bir kişiliğe dönüş yapabilmesi oldukça zor olacaktır.

Hubris Sendromu (3)

(Narsizm, Güç ve Hubrise Neden Olan Etkenler)
İnsanların davranışlarındaki bazı değişmeler, hayatlarındaki değişmeler ekseninde değişiklik gösterir. Özellikle güç ve iktidar, bazı davranışların keskin şekilde değişimine neden olur. Bu değişim, güç ekseninde kişiliğin gelişmemesi olabileceği gibi yönetim alanındaki diğer unsurlar da olabilir.

Davidson, Connor ve Swartz tarafından, 1776 yılından itibaren görev yapmış 37 ABD Başkanı üzerinde yapılan araştırmada, başkanların ruhsal hastalık biyografileri incelenmiştir. Depresyon (% 24), anksiyete (% 8), bipolar bozukluk (% 8), alkol bağımlılığı (% 18) gibi bulgular elde edilmiş ve başkanların az ya da çok, psikiyatrik rahatsızlık oranlarının % 49 olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu rahatsızlıkların birçoğu, belki tamamına yakını da görev süresinde kazanılmış rahatsızlıklardır (Davidson, Connor, Swartz, 2006:147). Acaba kişide mevcut bulunan bazı rahatsızlıklar, yönetimde ortaya mı çıkar; yönetim süreci bireye rahatsızlık mı kazandırır?

Hubris sendromunda şu 3 kişisel bozukluk mevcuttur; narsistik, anti-sosyal ve histriyonik (davranışsal, aşırı duygusal vs) bozukluklar (Russell, 2011, 144). Narsistik, anti sosyal ve histriyonik kişilik bozuklukları içermekle birlikte, 14 belirleyici davranışından 7’si, narsistik kişilik bozukluğu kriteridir. İnsan egosu, güç artışı yaşanılan her anda, narsizme doğru kayma eğilimi gösterir ve bünyede yer almaya başlayan narsizm; rütbe, güç, hakimiyet, politikalar, kriz ve savaşların lidere ekstra etkileri sonucunda kibre karşı savunma mekanizmasını etkisiz hale getirebilir (Danubina, 2011: 136).

Narsizm, kişinin kendisini beğenmişliği, kendisini sevmesi, hatta aşık olması durumudur. Narsizm karizma ve kişisel güç kullanımı ile ilişkili olup egemenlik, büyüklük, kibir, kendini haklı görme ve zevklerinin peşinde koşmayı içerir (Padilla, Hogan ve Kaiser, 2007:181). Fakat sağlıklı narsizm iyidir; narsist yöneticiler, örgütsel politika konusunda iyidir, üstlerini etkileyebilir, güçlü ilişkiler kurabilir, otoriter kararlar alabilirler (Rijsenbilt & Commandeur, 2013; 413). Sorun “doz”dur; narsistik eğilimler arttıkça, suda kendini görüp aşık olan Narkissos gibi, kendinden başkasını önemsememeye başlayınca, problemler ortaya çıkmaya başlar; “benliğe duyulan ilgi ve verilen önemin, psikiyatrik tedavi gerektirecek şekilde yoğunlaşması, bir kişilik bozukluğu olarak patolojik narsisizmi ortaya çıkarır” (Timuroğlu, İşcan, 2008:240). Narsistler kendi özgüvenlerini yükseltmek ve egolarını tatmin etmek için, diğer insanlara karşı acımasız ve umursamaz davranışlarda bulunmayı kendilerine hak görür (Tutar, 2004: 46). Korkuyu esas alan liderlikte, liderin bir numaralı kişi oluşu, konsensüs arayışının giderek azalması, diğer kişilerin kendi doğrularını söyleme konusundaki çekingenlikleri, cesur olamamaları söz konusudur. (http://www.msnbc.msn.com/id/38206989/ns/business-us_business/t/tensigns-
you-work-fear-based-workplace/).

Narsistler saldırgandır, eleştiriye tahammül edemezler. Başkalarından sadece kendi mükemmeliyetlerini duymak isterler. Narsistlerin empati kurmak gibi bir düşünceleri yoktur, bu yüzden sürekli başarı elde edemezler. Günümüzün ihtiyacı olan yönetim sistemi; katılımcı, özgür, esnek, baskıcı olmayan, yenilikçi ve sürekli gelişmeyi organizasyondaki tüm bireylere aşılayabilecek olandır. Bu da narsist liderlerle mümkün değildir.

Hubris Sendromu (2) *

(Göstergeleri)
Hubris, sözcük anlamı itibariyle aşırı gurur, kibir demektir. Yunan mitolojisinde kahramanın kendini beğenmişlik haliyle başlayıp küstahlığa dönüşen hırs ve kibrinin, kendi yok oluşuna sebep oluş sürecini anlatan ifadedir. Yıllarca, belki uzun yıllarca iyi işler yapmış, başarılı ve “faydalı” liderlerin, hubrise yakalanılan an sonrasında yıkıcı, zarar verici ve hatta yok edici liderlik surecine dönüşmesi; kişinin kendi ve kurumu için oldukça kötü bir durumdur. Gücün, ölçülemeyen, önceden tahmin edilemeyen ve kişiye göre değişen o noktası, bütün yöneticiler için hubris riskinin var olduğunun göstergesidir; yani her güçlü lider hubrise yakalanmaya adaydır. Öyleyse, yılların kazanımlarının bir anda yok olması talihsizliğinin yaşanmaması için, hubrise götüren sürecin dikkatle ele alınması gerekmektedir.

Hubris, aşırı derecede kendini beğenme, aşırı gurur ve güç zehirlenmesi kavramlarını içerir. İlk kez 2010 yılında “Brain” adlı psikoloji dergisinde Jonathan-Davidson ve LordDavinOwen tarafından incelenmiştir. Kavram, Yunan mitolojisindeki “Nemesis”e dayandırılır; “liderin başarı ya da başarısızlığı kötü sonuçlara bağlı değildir”. Yunan Edebiyatında lider-kibir ilişkilerinin farklı bakış açıları da mevcuttur; liderler bazen kendi kibirlerini oluşturur: Agamemnon gibi. Bazen de Xerxes gibi, gecmiş nesilin zaferlerinin kibirlerini alır (çalar); Ikarus efsanesi gibi (Beinart, 2010:3). Her ne şekilde olursa olsun kibir; liderin efsaneye giden başarı öyküsünün trajediye dönüşümüdür.

Hubrise yakalanmış olmanın 14 adet göstergesi vardır. Bu göstergeler;
1.Dünyayı, gücünü sergileyebileceği bir alan olarak görme,
2.Kişisel imajını sürekli artırma eğilimi,
3.Hareket ve söylemlerinin aşırı derecede endişe içeren görünüm içermesi,
4.Konuşmalarında, kendisinin “Mesih, seçilmiş kişi” olduğunu ima etmesi,
5.Kendisini, millet ve devletle özdeşleştirmesi, toplumun kaderini kendi kaderine bağlaması.
6.Söylemlerinde, kutsal bir kaynağa bağlı “biz” kelimesini kullanması,
7.Aşırı özgüven göstermesi,
8.Kendinden olmayanları “öteki”leştirme ve onları açıkça aşağılama,
9.Kendini sadece ustun bir güce hesap verecek biri olarak gösterme (kendine kutsallık atfetme),
10.Ve bu alanda yargılandığında mutlaka haklı çıkacağına inanma,
11.Gerçeklerden uzaklaşma, sanal dünyasına inanma ve inandırmaya çalışma,
12.Pervasızlaşma, her şeye karışma, huzursuzluk, istikrarsızlık, bilinç çatışması yaşama,
13.Yanlışlarını doğru göstermek için din, kutsallıklar ve dürüstlüğe dayandırma,
14.Aşırı özgüvenin vermiş olduğu “asla yanlış yapmama” düşüncesinin sonucu sergilediği kişilik bozukluğu davranışları (Russell, 2011, 143-144).

Bu maddelerden en az 3 veya daha fazlasına sahip kişilerde hubris sendromunun belirtileri gözükür. Owen ve Davidson’a göre, bu maddelerden 5,6,10,12, ve 13.maddeler tamamlayıcı maddelerdir ve bunlardan en az birinin, 3 madde içerisinde yer alması gerekir (Russell, 2011, 144).

Liderin, sahip olduğu gücü, başkalarının hayatlarını tehlikeye atacak derecede nasıl kullanabileceği, insan olmanın doğasına ters gibi gözükebilir. İrlandalı Noropsikolog Ian Robertson, “The Winner Effect: The Science of Success and How to Use It” isimli kitabında, “Gücün beyin üzerindeki etkilerinin kokain benzeri uyuşturucularla benzerlikler taşıdığını belirtir; beynin ödül ağında dopamin faaliyetlerini artırarak beynin işlevini belirgin şekilde değiştirir, bu değişiklik korteksi etkileyerek düşünce yapısında büyük farklılıklara yol açabilir” demektedir. (https://professorianrobertson.wordpress.com/books-by-ian/).

O halde güç, uyuşturucu madde gibi dozu aştığında zararlı bir maddeye dönüşebilecektir. İster politikacı, işletme yöneticisi, isterse askeri ya da akademik; liderlerin, özellikle yönettiği insanlara zarar verebilecek ama risk alma acısından değerlendirildiğinde anlaşılabilir davranışlarında ölçüyü aşan boyut, “narsisizm”le açıklanabilir.

*20/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Hubris Sendromu (1)

Hubris sendromunu biliyor olabilirsiniz. İtiraf edeyim ki hubris kelimesini ve bu sendromu ilk defa sanal âlemde gezinirken öğrenmiş oldum. Bu sendromdan bahsederken kendimden hiçbir şey katmayacağım. Seyfi Özgüzel ve Sebahattin Taş tarafından “Hubris Sendromuna Yakalanan Yöneticilerde Çocukluktaki Aile İçi İletişimin Etkisinin İncelenmesi” başlığıyla 2016 yılında yazılmış ve DergiPark dergisinde 08.04.2016 tarihinde yayımlanmış bir makaleden alıntı yaparak özetlemeye çalışacağım:

İnsan kişiliğinin temeli 0-6 yaş aralığında oluşturduğu kabul edilir. Bir insanın duygu ve davranışlarının yoğrulmasıyla oluşan kişiliğin sağlıklı olabilmesi acısından aile içi eğitim çok önemlidir. Aile içindeki iletişim ve çocuğun ebeveynlerinin davranışlarını kopyalaması usta-çırak ilişkilerine benzemektedir. Duygu ve düşünceleri için ebeveynlerin örnek olarak tanımladığı etik çerçeve içerisinde cesaretlendirilen, duygularına değer verilen ailelerde yetişen bireyler; kendine güvenen ve saygı duyan, insan ilişkilerinde başarılı bireyler olarak yetişirler. Bunlar iletişim denilen sihirli gücü kullanmayı öğrenmişlerdir. Hubris sendromu, gücün belirli bir oranı aşması dolayısıyla güç zehirlenmesi yaşayan ve aşırı kibre kapılan yöneticilerde görülen “kibir sendromu”dur; sağlıklı aile içi iletişimle hubrise götüren etkenlerinden korunmuş olacaktır.

İnsan bünyesinde mevcut bulunan bazı hastalık virüslerinin zamanla hastalık olarak ortaya çıkması için, bazı ortamların oluşması gerekir. Bünyede mevcut bulunan bu virüsler uygun ortamı bulunca bünyeyi ele geçirir. Belli bir zamana kadar ortaya çıkmaması, önceki yıllarda hiçbir belirti göstermemesi, bünyeyi tamamen ele geçirinceye kadar tehlikesinin farkına varılamaması gibi etkenler virüsün avantajıdır

Hırs, gurur, kendini beğenme gibi duygular, belirli ölçüler içerisinde insan gelişimi acısından çok faydalıdır; hatta önemli bir gereksinimdir; ama bu özelliklerin bireydeki varlığı ölçüyü aştığında bireyin hem kendisine hem de çevresine zarar verebilecek davranışlara yol açabilir. Bu doğrultuda yöneticilerde belirli ölçülerde gurur, kendini beğenme kabul edilir hatta “karizma” olarak algılanır.
Karizma, çekicilik, ilham yeteneği, ikna kabiliyeti, vizyon genişliği, risk almaya isteklilik, coşkulu başarma arzusu, yüksek özgüven gibi özellikler başarılı liderlik ile ilişkilidir. Bu olumlu özelliklerin yanında, acelecilik, dinlemeyi ve tavsiye almayı reddetme, detaylara takılma, eleştiriye kapalı olma, kendi fikirlerini kabul ettirmede baskınlık, pervasızlık, empati yoksunluğu gibi özellikler de liderliğin diğer yönüdür. Liderliğin bu yönü, kurumu felakete sürükler ya da en azından büyük ölçekli zararlara sebebiyet verir. Hubriste genel kanı, abartılı bir gurur, ezici bir kendine güven ve başkalarını küçümseme davranışlarının bir arada bulunduğudur(Owen, Davidson, 2007, 1396). Bu özelliklerin hangilerinin kurum ve çalışanlar için faydalı olacağı ya da zararlı olacağını belirleyen etken ölçüdür.

15 Şubat 2020 Cumartesi

Bir İnsan Müsveddesi *


Sosyal hayatın içinde daha önce tanışmadığınız bazı insanlarla, bir ortak tanıdığınız vasıtasıyla bir çay içimi kadar oturmuşluğunuz olur. Bu durumda ne yapılır? 

Tanışma faslından sonra birbirinize, tanışmanın memnuniyetini ifade eder, ortak tanıdıklarınız varsa onları gündeme getirir, daha iyi tanımak için sağdan soldan konu bulmaya çalışırsınız. Ya da gündeme dair konuşursunuz. Olması gereken de bu. Çünkü başka ortak noktanız yok. Yerini ve haddini bilenler böyle yapar. 

Her yeni tanıştığın böyle değildir elbet. Mevcut hali, ağırlığını ve değerini göstermiyorsa varlığını hissettirmeye çalışır. Geçmişte kiminle oturup kalktığını, kimle nasıl hovardalık yaptığını, kimlerle aşık attığını -sanki soran ve merak eden varmış gibi- anlatmaya başlar. Demek istediği “Bakmayın siz benim bugünkü halime! Beni yaşlanmış ve bir ayağı çukurda görüyor olabilirsiniz. Ben gençliğimde böyle değildim. Şunları şunları yaptım.” dercesine ne kadar kirli çamaşırı varsa bir marifetmiş gibi anlatır. 

Bugün böyle biriyle tanıştım. Bana anlatmıyor herzelerini, tanıdığıma anlatıyor. Ama aynı ortamda olduğum için maalesef dinlemek zorunda kaldım ve bu insan müsveddesi bu tipten tiksindim. Kahvemi içer içmez, tanıdığımdan müsaade alıp çıktım. Çünkü o değilden dinlediklerim tiksinti vermeyecek gibi değil.  Okuduğu okulu söylesem nutkunuz tutulur. Olur mu öyle şey dersiniz. Demek ki okuduğu okul kendisine bir şey vermemiş. Adamın mayası bozuk ise okul ne yapsın? Bu arada profiline baktım ayrıldıktan sonra. Profilinde din, iman, bayrak, hac, umre vb. konularda ne ararsan var ve her konuda bir güzel döktürmüş. Sayfası tam bir dürüstlük abidesi anlayacağınız.

Bir insanın geçmişi pislik içerisinde geçmiş, her türlü melaneti işlemiş, harama uçkur salmış olabilir. Burada ayıp olan, geçmiş pisliklerini utanmadan anlatmasıdır. Demek ki ar damarının çatlaması böyle bir şey olsa gerek. Yaptığı haramdır, günahtır demeyeceğim. Çünkü bu kavramlara riayet etmeden yaşamış belli. Zaten fayda da etmez böylesine. Allah korkusu olmayan bu tip, haliyle kuldan da utanmıyor. Geçmişe dair bir özeleştiri yapsa, pişmanlık duysa eh diyeceğim. Keşke karşımda sussaydı da kendisini adam sansaydım ya da ağızlarda bir fermuar olsaydı da ağzını kapatsaydım böylesi insan müsveddelerinin. Böyleleri için Allah ıslah etsin, bunları bildiği gibi yapsın, bunlara fırsat vermesin diyeceğim. Öbür dünyası berbat olacak böyleleri, dünyada çekebildikleri kadar çeksinler ve ölümleri de beter olsun.

Bilmeyenler için burada bir ayet mealini hatırlatayım: "Allah, zulme uğrayanlar dışında, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez. Allah işitendir, bilendir." (Nisa 148)

*17/02/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


14 Şubat 2020 Cuma

"Muhtelif Cami ve Kur'an Kursları" ***

Mehmet Görmez'in Diyanet İşleri Başkanlığı döneminde hazırlanan hutbeler, cami cemaatinin daha bir ilgisini çekiyor ve gündem oluşturuyordu. Çünkü hutbeler daha bir özenle hazırlanıyordu. Görmez zamanında dikkat çeken bir başka husus, cuma namazından sonra yardım toplanmasına bir sınırlama getirilmesi olmuştu. Camilerde kolay kolay para toplanmıyordu. Görmez’in ardından Başkanlığa oturan Sayın Ali Erbaş döneminde hazırlanan hutbeler ise çok ilgi çekmez oldu. Çünkü okunan hutbeler, Görmez öncesini andırmaya başladı. Yine Sayın Ali Erbaş ile birlikte camilerde yeniden para toplanır oldu. Demek ki her başkanın öncelikleri farklı olabiliyor.

Cuma namazının ardından değişik adlar altında toplanan yardımların en dikkat çekeni ve en sık yapılanı “Yapımı devam etmekte olan muhtelif cami ve Kur’an Kursları inşaatlarına yardım toplanacaktır.” duyurusu. Cami, Kur’an Kursları buna bir de İmam Hatip okullarını ekleyelim. Bunlar dindar ve mütedeyyin insanların yumuşak karnıdır. Çok yakın zamanlara gelinceye kadar devlet bu kurumlara soğuk bakmış, yapımına öncülük yapmamıştır. Nereye bir cami, Kur’an Kursu ve İHL yapılması gerekiyorsa vatandaş bunu boynunun borcu bilmiş, toplanan yardımlar ve yardımseverlerin katkılarıyla bu kurumlara ait inşaatlar yapılmıştır. İhtiyaç olursa bizim insanımız bugün de bu dini kurumları yapar, devlete teslim eder.

Camilerde cami ve Kuran Kurslarına yardım toplanırken cami ve Kur'an Kursu adı zikredilmeyip "muhtelif" dendiğine göre demek ki birden çok yerde cami ve Kur'an Kursu yapımı devam etmektedir. Diyanetin 2019 istatistiğine göre Türkiye'de 84 bin 684 cami var. Nüfusu 83 milyon olan Türkiye'de yaşayan herkesi Müslüman kabul eder, çoluk çocuk herkesin camiye gittiği farz edilirse 980 kişiye bir cami düşüyor. Belli muhitlerde bulunan bazı camiler dışında çoğu camilerimizde cemaat yoğunluğu yok denecek kadar az. Nüfus yoğunluğu ve imara açılan yeni yerleşim yerleri dikkate alınırsa yeni camilere ihtiyaç olabilir diyelim.

Burada üzerinde durulması gereken yeni Kur'an Kursuna ihtiyaç var mı? Bildiğim kadarıyla 8 yıllık zorunlu öğretimle birlikte Kur'an Kursları bir darbe yedi. 12 yıllık zorunlu öğretimle beraber kapanmanın eşiğine geldi. Doluluk oranı yüzde yüze yakın Kur'an Kursları 4-6 yaş arasındaki çocuklara hitap eden kurslardır. Diğer Kur'an Kursu binaları yılda iki ay, yaz dönemi hariç öğrenci bulamıyor. Hafızlık yapan az sayıda Kur'an Kursunun dışında çoğu Kur'an Kursu atıl durumda.  Yeni Kurs binası yapmaktansa öncelikle bu binaları değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Hatta yeni kurs binası yapmaktansa beş vakit namazın dışında camiler kurs binası olarak kullanılabilir. Camilere masa, sandalye konamaz denirse müftülük talep ettiği takdirde Milli Eğitime bağlı okullarda da kurs açılabiliyor.

Anlatmak istediğim başta Diyanet olmak üzere dindar ve mütedeyyin insanlar hem cami hem de Kur'an kursu binası inşaatı yapma konusunda biraz soluklanmalılar, müteahhitlik işlerini terk etmeliler. Mevcut cami ve Kur'an Kurslarından azami ölçüde faydalanma yoluna gitmeliler. Aynı muhitteki bir cami ve Kur'an Kursu doldurulmadan yakın mesafeye ihtiyaç var diye cami ve Kur'an Kursu yapılmamalıdır. 


Bazılarınız bana kızacaktır ama yürüme mesafesinde birbirine yakın o kadar cami var ki hepsinin cemaatini toplasanız bir camiyi doldurmaz. Kur'an Kursları hakeza. Ben bu durumu israf olarak görüyorum. Lütfen israf deyince aklımıza sadece ekmek israfı gelmesin. Haddinden fazla cami ve Kur'an Kursu yapılması da bir o kadar israftır. Diyanetin ve taşra teşkilatlarının cami ve kurs yapımında mutlaka bir planlama yapması uygun olacaktır diye düşünüyorum.

***15/02/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.





12 Şubat 2020 Çarşamba

Dış Politika Hamaset Götürmez ***

Bazı değerler vardır ki çağlar geçse de değerinden bir şey kaybetmez: Vatan, millet, bayrak, din bunlardan bazılarıdır. Vatan bölünmez, millet parçalanamaz, bayrak gönderden inmez, din tartışma konusu edilmez. Bunlar bizim milli ve manevi değerlerimizdir. Yerinde, zamanında, ve kıvamında kullanıldığı, iç ve dış siyasi malzeme yapılmadığı takdirde her zaman işe yarar. Uğrunda ölünür, bedeller ödenir.

Bir milleti millet yapan milli ve manevi değerlerimizin çiğnenmemesi, ayaklar altına alınmaması olmazsa olmazımızdır. Buna kırmızıçizgimiz de diyebiliriz. Bu değerler iç politika malzemesi yapılamaz. Bu değerlerin gözden düşmemesi ve topyekûn bir milletin bu değerler altında toplanması için yeri geldiği zaman hamasete de ihtiyaç vardır. Hamaset yapmak suretiyle kitleleri arkamızda sürükleyebiliriz. Ama hamaset bir yere kadardır. Fazlası bize zarar da verebilir. Çünkü hamaset bir şeyi, bir mevzii kazanmak için tek başına yeterli değildir. Özellikle dış politikada hamasete yer yoktur. Ayaklar yere basılarak siyaset yapılır. Ayaklar havada iken yapılan siyaset ile her defasında sadece havamızı alırız. Havamızı almakla kalmayız, bedelleri de ağır olur. Hamasetin en büyüğünü ve fazlasını Osmanlı’yı I.Dünya Savaşına sokan Talat, Enver ve Cemal paşalar yapmıştır.  

Dış politikada yapacağın hamle kadar rakiplerinin hamle ve taktiklerini de sonuçları itibariyle göz önünde bulundurmak gerek. Çünkü dış politikada tek doğru yoktur. Doğruya ve sonuca giden birden fazla yollar vardır. Bu yüzden tek hamle ile yola çıkılmaz. Bir taktiğimiz işe yaramazsa diğerini devreye sokarız veya revize ederiz. Baştan “Bu bizim kırmızıçizgimizdir” denerek kestirip atılırsa hamlemiz ölü doğar, pazarlık konusu edilmez, masadan elimiz boş kalkarız.

İnsanların birbirine dostluğu olur ama ülkelerin dostluğu olmaz. Ülke devlet başkanlarından da dost olmaz. Varsa da çıkarı sona erinceye kadardır. Çünkü dış politikada kazan-kazan prensibi işler.

Devletlerarası oluşturulan masalarda güçlü olabilmek, yumruğunu masaya vurabilmek için oyun kurucu olmak gerekiyor. Ekonomide dışa bağımlı isen, savunma ve harp sanayin başka ülkelerin ürettiğine dayalı ise asla oyun kurucu olamazsın. Bu masada yer verirlerse bilelim ki bu masanın en zayıf halkasıyız. Zayıf halkalar pastadan pay alamazlar. Buradan sadece iş yükü çıkar. Her yönüyle dışa bağımlı bir ülke, ben oyun kurucu olacağım veya oyun kurucuyum diyorsa sadece kendini kandırmış olur.

Dış politikada ve masalarda elimizin güçlü olmasında tüm yetki ve sorumluluğun tek elde toplanmaması esas olmalıdır. Aldım, verdim demek devlet aklına uymaz. Alınan kararların ve yapılan görüşmelerin kabul veya reddi için belirli kurum ve kurullara, Meclise topu atmak, sorumluluğu paylaştırmak pazarlığı kızıştırır ve zaman kazandırır. ABD’yi büyük yapan ve güçlü kılan belki de budur. Başkanları ne zaman sıkışsa senatolarını devreye sokar: Bak, ben senin istediğini kabul ediyorum ama senatomuz reddetti, gerekçesinin arkasına sığınır.

Dış politikanın iç politikaya etkisi ve katkısı vardır ama asla dış politika iç siyaset malzemesi yapılmaz. Hele başka ülke, meydanlarda ve ekran karşısında kıyasıya eleştirilemez. Çünkü insanların kadar ülkelerin de onurları vardır.  Bu şekil eleştiri ile olacak işimiz de olmaz. Dış politikada biraz ketum olmak iyidir. Ulu orta her yerde konuşulmaz. Susacaksın ki rakiplerin ne yapacak diye merak edecek…  

Dış politikada kızgınlığa, meydan okumaya ve duygusallığa da yer yoktur. Kızan kızdığıyla, meydan okuyan meydan okumayla kalır. Duygusallık sağlıklı adım atmanın önünde en büyük engeldir. Soğukkanlılık esas olmalıdır.

İç politikada kazanmak için nasıl ki ittifaklara yer veriliyorsa aynı ittifak dış politikada da geçerli olur. Çıkarı örtüşen ülkelerle masalara güçlü oturmak ve işbirliği yapmak gerekir, başına buyruk hareket edilmez. Öyle ittifaklar yapılmalı ki bir cephede başka ülke ile diğer cephede veya masada başka ülke ile olabilmeli gerekirse…

***18/02/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.