2 Ocak 2020 Perşembe

Ahlak Bekçiliğine Soyunmak ***

Van ili Çatak ilçesinde lisede görev yapan bir erkek öğretmen, aynı okulda çalışan bir kadın meslektaşını, 20 Mayıs doğum günü dolayısıyla sarılarak tebrik eder. Bu kutlama burada kalmaz. Aynı okuldan iki öğretmen, birbirlerini kutlayan öğretmenleri idareye şikayet eder. Okul müdürü, yaşanan görüntülerin uygunsuz olduğu iddiasıyla 2 öğretmen hakkında idari soruşturma açılmasını talep eder. Van Valiliği, 2 öğretmen hakkında soruşturma izni verir. Bunun üzerine Van Milli Eğitim Müdürlüğü Disiplin Kurulu, olayın araştırılması için müfettişler görevlendirir. Okula gelen müfettişler hem kamera kayıtlarını inceler hem de öğretmenlerin savunmalarını alır. Aynı zamanda Çatak Kaymakamlığı da öğretmenlerden hem savunma ister hem de Çatak Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunur.

Savcılık "Sarılmak suç değil" diyerek kovuşturmaya gerek görmezken Milli Eğitim Müdürlüğü, yapılan savunmaları disiplin yönünden yeterli görmeyip sarılmayı “uygunsuz” bulur ve kadın öğretmene aylıktan kesme, erkek öğretmene de sürgün cezası verir.

Gazetelere yansıyan haberin özeti böyle. Olay gazetelerde yazılanlardan ibaret ise orta yerde suç unsuru olarak karşıt iki cinsin birbirine sarılması var. Olayın perde gerisinde başka neler var? Belki de adı geçen öğretmenlerin senli-benli konuşmaları, çok sıkı fıkı olmaları okulda ayyuka çıkmış, ilişkileri birlikte çalıştığı diğer öğretmenleri rahatsız etmiş olabilir. Bunları bilmiyoruz. Çünkü gizli yürütülen disiplin soruşturmasının içeriğini bilme imkanımız yok. Farz edelim ki ikili, ilişkilerini ileri boyutlara taşımış olsunlar. İkilinin hal ve tavırları, eğitim ve öğretimi engellemiş, okulun sosyal barışını bozmuş, öğrencilerine kötü örnek olmuş olabilir mi? Böyle bir durum varsa da gazetelere yansımış şekliyle haklarında böyle bir isnat yok. İlçe kaymakamının yaptığı suç duyurusuna da savcılık “Kovuşturmaya gerek olmadığına” dair karar vermiş.

Kameralarla tespit edilen sarılarak tebrik etme eylemini savcılık, suç olarak nitelendirmeyerek doğru karar vermiş. Zira birbirlerinden şikayetçi olmadıkları müddetçe karşıt cinslerin birbirleriyle sarılmaları ve kucaklaşmaları, birbirlerini öpmeleri, nikahsız birliktelik yaşamaları, aynı evi ve aynı ortamı paylaşmaları kanunlarımıza göre suç değil. Din, nikah düşen karşıt cinslerin birbirlerine sarılmalarını, senli benli olmalarını uygun görmez. Halkımızın ekserisinin ahlak anlayışı da tıpkı dinin görüşü gibidir. Örf ve âdetlerimiz de din ve ahlak anlayışımız çerçevesinde şekillenmiştir. Nikahsız birliktelikler kanunen suç olmasa da toplum bu tür birlikteliklere pek sıcak bakmaz.

Evlenmelerinde sakınca olmayan, birbirine nikah düşen iki kişinin gizli veya alenen sarılmalarını sıcak karşılayan biri değilim. Bırakalım nikah düşen karşıt cins ile sarılmayı, toplumun büyük bir kesimi -ben dahil- umum içinde eşiyle dahi sarılmaz. Nerede, evli olmadığı halde birbirine sarılan birilerini görsem garip karşılarım. İçimizde yaşayan birçok kişi de bu durumu benim gibi değerlendirdiğini düşünüyorum. Ama içimizde sayıları azımsanamayacak bir kesim daha var ki sarılmayı garipsemez. Bir kesim bu durumu dine, örfe ve genel ahlaka mugayir görürken diğer kesim sakınca görmüyor.

Bu durumu sadece din, örf ve ahlak sınırlandırmaz. Toplumdan topluma değişse de kişilerarası ilişkilerde alan kavramı ta 1966 yılında Edward T. Hall tarafından tanımlanmıştır:
Mahrem alan: Bedenimizden 45 cm kadar uzaklığı eder. Bu alana anne-baba, eş, sevgili ve çocuk gibi yakın akrabalar girer.
Kişisel alan: 45-120 cm.lik bir mesafedir. Dost, arkadaş, yakın ilişkide olunan ve hoşlanılan kişilerin kullandığı alandır.
Sosyal alan: 120 cm ile 2 metrelik bir alandır. Bu alan kişisel olmayan ilişkilere ve nezaket ilişkilerine ayrılmıştır. Yeni tanışılan ya da az tanınan kişiler ile sosyal aktivitelerde, resmi işlerin yürütüldüğü iş görüşmelerinde, alışveriş vb. durumlarda kullanılır. 
Kamusal Alan: 2 metreden daha uzak bir alanı kapsar. Tanınmayan kişiler topluma açık olan bu alanda tutulmaktadır.

Yazımı biraz uzatmış olsam da olması gerekeni ifade etmeye çalıştım. Yeniden Van Çatak’taki lisede cereyan eden sarılma olayına ve bunun sonucunda verilen disiplin cezalarına gelirsek, bu olay savcılık ve disiplin soruşturması boyutuna getirilmemeliydi. Okulun müdürü, bu duruma vakıf olduğu zaman tarafları odasına alarak bir görüşme yapmalıydı. Onlara bölgenin hassasiyetini anlatmalıydı. Okul ortamında ilişkilerde belirli mesafenin korunması gerektiği üzerinde durabilirdi. Fakat okul müdürü bu olayı disiplin yönünden çözme yoluna gidiyor. Bu tür meseleleri savcılığın ve disiplin soruşturmasının çözmeyeceğini bir yönetici bilmeliydi. Kimse kusura bakmasın, bu olayda sarılma eylemini gerçekleştirenleri şikayet eden iki öğretmen, bu meseleyi ilçe boyutuna taşıyan okul müdürü, iddiaları ciddi görerek soruşturma açılmasını teklif eden milli eğitim, inceleme ve soruşturmaya onay veren valilik ve adli bir vaka gibi savcılığa suç duyurusunda bulunan ilçe kaymakamlığı, tabir yerinde ise ahlak bekçiliğine soyunmuşlardır. Ezcümle, bu mesele bu boyutlara getirilmemeliydi ve böyle çözme yoluna gidilmemeliydi. Çünkü bu mesele böyle çözülmez.

***09/01/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


1 Ocak 2020 Çarşamba

İlk Günün Sürprizleri

Yeni yıl yeni yıl dediniz. Sevinçten göbek attınız. Ben de bir şey var, hayatım değişecek, mutlu günler yakın, bakalım bahtıma ne çıkacak deyip hazır tatil de yapılmışken yılın ilk gününün keyfini çıkarayım dedim ve kendimi dışarıya attım.

Gördüğüm, beni iyi şeylerin beklemediğiydi. Hasılı yıla olumsuz havadisle başladım. Eskiler, nasıl başlarsan öyle gider derler. Şom ağızlılıklarından öyle demiş olmalılar. Umarım öyle gitmez. 

*Duyduğum ilk haber, bugün tatil olduğu için 10 saat ücretim kesilmiş.
*Can havliyle ekmek almaya gittim. Para üstünü beklerken fırıncı, üste para istedi. Ne parası demeye kalmadan "Efendim! Ekmek 1,20 kuruş oldu" dedi.

Yeni yıl ile birlikte gelen zamlardan, cezalardan ve vergilerden haberim yok. Öğrenmek de istemiyorum. Çünkü hepsini aynı anda öğrenerek -kalmayan- yüreğime insin istemiyorum. Sağlığım açısından sindire sindire anlayacağım.

Sevindirici haberler de yok değildi:
*Çarşıya gitmek için otobüse bindim. Fiyat eski tarife.
*Çay içmek için çay ocağına oturdum. Çay da eski fiyat.
*Dönüşte birkaç kalem ihtiyacımı almak için markete girdim. Fiyatlar belli aralıklarla değiştiği için hangi ürünün fiyatının değişip değişmediğini tespit edemedim. Tespit edemeyince moralim bozulmadı. Zamsız almış gibi hissettim kendimi.
*Çıkışta alışveriş fişine baktım. 01 Ocak 2018"den beri fiyatı sabit kalan alışveriş poşeti vardı. Hala 25 kuruş. Bu da beni mutlu etti.

Ben böyle basit şeylere dikkat ederek basitliğimi gösterirken arabasını otobüs durağına park eden araçları, çekici marifetiyle çekmeye çalışan trafik polislerinin hummalı çalışması dikkatimi çekti. İlk günün sürprizini, geldiği zaman arabasını yerinde bulamayacak araç sahipleri yaşayacak. Çekici, arabasını çekip giderken onlar da arkadan derin bir iç çekecekler. Keşke tüm iş, arkadan iç geçirmeye kalsa... Birkaç gün ne yediklerinden ne de içtiklerinden bir şey anlarlar.

Not: Bu arada ulaşıma da zam gelmiş. İlk günüm mahmurluğundan gelen zammın farkına varamamışım.

31 Aralık 2019 Salı

Olmadı Kar!

Kış geldi geleli, ha bugün ha yarın yağar diye bekledik seni kar. 
Çiftçi bekledi, çünkü mahsulü ekti. İstedi ki doğal yoldan bağı, bahçesi, tarlası sulansın. Zira kuraklıktan toprak yarıldı neredeyse.
Esnaf bekledi, özellikle kışa dönük çalışan esnaf. Çünkü mont, bot gibi kışlık ürünlerini satacaktı.
Başta belediyeler olmak üzere devlet de bekledi. Çünkü barajlar boşaldı neredeyse. Su kıtlığı kapıda çünkü.
Arabası olanlar bekledi. Ne de olsa kış lastiklerini taktırmışlardı. Boşa gitmemeliydi. 
Okullar bekledi hele bir yağsın. Ne güzel kartopu oynarız dedi öğrenciler. Hele bir de arkasından kar tatili gelirse ne de güzel olurdu. Onların büyümüş şekli olan öğretmenleri de çok bekledi karı. Belli etmeseler de arkasından gelecek tatilini. Hizmetliler, tatil ile birlikte kirlenmeyeceği için sınıf ve koridor temizliği yapmayacaktı. Okul yönetimleri öğrenci ve öğretmensiz okul bekleyecek, birbiri ile çaylarını yudumlarken muhabbetin dibine vuracaklardı.
Hamile ve engelli olanlar da karı beklerken meteorolojinin sayfasına girdi durdu. Onlar da karın yağmasını bekledi.
Büyük çoğunluk civara kaç santim kar yağdı. Bize de yağsa ah bir keşke dedi durdu.

Biz gözümüzü havaya, sayfamızı da meteoroloji sayfasına çevire duralım. Beklenen kar gelmedi bir türlü. Siz az daha bekleyin dedi kar. Ben civarlara bol bol yağarken siz de ayazımdan çekin bir süre dedi. Çektik. Allah daha fazla çektirmesin!

Biz, yeni yıla anlaşılan böyle kurak gireceğiz derken yılbaşına ramak kala kar yüzünü gösterdi. Önce yağmur, arkasından sulu sepen şeklinde yağan kar, sonrasında lapa lapa kar bizim ilimize de geldi. Küsmemişti bize belli. 

Zaman zaman kesilen bazen artan kar, tüm kar bekleyenleri sevindirdi. Bir mutluluk bir mutluluk...sormayın. Ama bu sevinç kursağımızda kaldı. Çünkü doğru dürüst yerleri ağartmadı. En azından kaç santim olduğunu ölçmeye, bu konuda yorum yapmaya zaman kalmadı. Ucunu pazartesi gösteren kar, şimdilik dursa da gece bastırır, sabaha her yeri doldurur, dedik. İçimizden yine bir sevinç bir sevinç. Zira bekledik bekledik. Ha bir gün daha bekleriz dedik. Maalesef arkası gelmedi. Haliyle karla beraber gelir diye beklenen kar tatil de gelmedi.

Hasılı tatil yüzü görmeden yılbaşına kavuştu Konyalı. Arkasında beraberinde tatili getirmeyen karı ben ne yapayım. Halbuki ne de güzel olurdu yaşadığımız yılın son gününü, yeni yılın ilk tatil günüyle bağlamak. Olmadı işte. Alacağı olsun karın. 

Neyse kar ve tatil beklentimizi, kazasıyla beraber yeni yılda bekliyoruz kar. Bizi daha fazla bekletme olur mu?

Mezarım Nerede mi Olsun? *


—Yanlış anlamazsan bir şey soracağım.
—Buyur evlat!
—Kimin ne zaman öleceği belli olmaz. Zira ölüm sıra takip etmiyor. Allah geçinden versin ama şayet bizden önce vefat edersen cenazeni nereye defnedelim? 
—Gönlüm, Üçler Mezarlığından yana. Orası olmazsa Musalla Mezarlığı diyeceğim ama buralar dolmaya başladı. Sanırım şu anda daha önce aileden biri vefat edip buralara defnedilmişse defin için izin veriyorlarmış. Bu mezarlarda bizim soyadımızı taşıyan olmadığına göre bana kenar mahalle mezarları görünüyor gibi.
—Anladım. Doğup büyüdüğün ilçene götürmemizi ister misin?
—Yok evlat! Öldükten sonra gömmek için 75 km öteye gitmenize gerek yok. Gerçi ölüm yer ve zaman da seçmez. Nerede yakalarsa hak vuku bulur. Siz en iyisi nerede ölürsem en yakın mezarlığa defnedin. Ama yok yok. İzin alabilirseniz en iyisi beni mezar özelliği olmayan kenar, köşe, havadar bir yere gömün. Mesela meskûn mahal olmayan ücra bir tepenin başı olabilir.
—Niye ki?
—Bir zaman sonra ziyaretime çok kişi gelsin istiyorum.
—Ziyaret? Biz, resmi bir mezarda seni ziyaret ederiz.
—Öyle demeyin evlat! Şimdi böyle dersiniz de bir iki gelir, sonra iş-güç derken unutur gidersiniz. Zaten ben, sizden ziyade mezarıma başkalarının da gelmesini istiyorum. Bu dünyada yaşarken çok uzun soluklu olmasam da öldükten sonra uzun soluklu olmak istiyorum.
—Başkaları niye gelsin ki? Uzun soluklu olmak derken?
—Siz dediğim gibi beni bir tepeye defnedin. Sonrasını merak etmeyin. Gerisini bizim insanımız yerine getirir. Yalnız mezarıma mezar taşı istemiyorum. Sadece gören, burada bir mezar desin yeter.
—Hiçbir şey anlamadım.
—Bir şey anlamaya senin ömrün kifayet eder mi bilmiyorum ama yıllar sonra tepedeki mezarımı gören gelip geçenler, "Acaba bu mezar kimin? Burada ne işi var? Niçin kabristana değil de buraya gömüldü? Buradaki metfun, önemli ve derin biri olmalı. Belki de Allah'ın veli bir kulu. Bir İslam büyüğü" şeklinde konuşur durur. Böyle üç beş kişi konuşsa, bu halim dilden dile dolaşsa, biri veya olur olmaz her işe burnunu sokan bir belediye, bakarsın mezarımın üzerine bir türbe dikiverir. Ondan sonra sen gör, ziyaretçi akınını. Kurbanını kapan gelir bana. Adağını keser yanımda. Bana dua eder. Ne de olsa derin bir hocayım onların nezdinde. Hatta benden bir şey isteyenler bile çıkar. Ünüm, o bölgeyi de aşar; yakın-uzak civardan insanlarımız akın eder. Melekler de amma seveni varmış der, benim için.
—Geç de olsa anladım. Ama mezar taşı yaptırmazsak seni tanıyamazlar ki...
—Bu dünyada ismim vardı, pek faydasını görmedim. Burada ismimi halk koyacak. Onlar ne isim verirlerse ben oyum. Ayrıca ismimi yazdırırsanız halkın ilgisini çekmez.

*04/01/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



2020'ye Girerken 2019 *

Dikeni fazla olan bir yıl idi 2019. Durmadan bize dikenini batırdı durdu. Gidişi, beni 2020’de de görün! Size daha gününüzü göstereceğim der gibiydi. 2019’un akılda kalanları:
*Yılın altı ayından fazlasını yerel seçimlerle geçirdik. Yaptık, iptal ettik, sonra yeniledik.
*2012 yılında kadını korusun, kadına şiddeti önlesin ve kadın cinayetleri son bulsun niyetiyle çıkarılan 6284 Sayılı Kanun, kadına şiddet ve kadın cinayetleri konusunda zirveye çıktı. Kanun bu şekil yürürlükte kalmaya devam ederse 2020 yılında da kendi rekorunu egale edeceğe benziyor.
*2018 yılında ülkemiz sınırları içerisinde, Suud Konsolosluğunda işlenen Kaşıkçı cinayetinin faillerine nihayet Suud yargısı ceza yağdırdı: Beş idam ve diğer üç kişiye de toplamda 24 yıl hapis cezası verdi. Mahkeme, suikast timinin başındaki Suud el Kahtani’yi anasından doğmuş gibi suçsuz buldu. Öyle ya! Adamın suçu yoksa koskoca Suud şeriat mahkemesi ceza verecek değildi ya. Sonra bu adalet anlayışı dünya adalet anlayışıyla uyumlu. Zira gerçek suçlulara ceza vermek bu dünyanın adalet anlayışına terstir.
*Mısır’ın seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olan Mursi, mahkeme salonunda yargılanırken yere yıkılarak öldü. Dünyanın sesi çıkmadı. Niye çıkarsın ki... Koskoca dünya, mahkemede yargılanan suçlu birini savunacak değildi ya…
*2019 Aralık ayı boyunca yapılan toplantılarla, asgari ücretin 2.324 lira olarak tespit edildiğini açıklayan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Sayın Selçuk, 2021 asgari ücretinin belirlenmesinde  “İşçi ve işverenin anlaştığı rakamlar üzerinden konuşulacağı” müjdesini vererek gönüllere su serpti ve taraflara moral verdi. Merakımız, taraflar bu sene hangi rakamlar üzerinden konuşup anlaştılar?
*2019 yılı Türkiye ABD ilişkileri, 2018 yılında olduğu gibi tansiyonu yüksek bir yıl oldu, tüm sene boyunca çeşitli konularda görüş ayrılıkları yaşandı ve yaptırımlar söz konusu oldu.  ABD, söz de “Ermeni soykırımını” kabul etti. Tüm bunlar Trump-Erdoğan dostluğuna rağmen oldu. İyi ki bu ikili dost! Düşünün ki bir de dost olmasalardı halimiz nice olurdu… Aklıma bile getirmek istemiyorum.
*Kendi ülkesinde azli istenen suçları işlediği Temsilciler Meclisinde kabul edilen Trump, Golan Tepelerini İsrail’e babasının malı gibi resmen verdi.
*Alışveriş poşetlerini 25 kuruş karşılığında satın alır olduk. Bir yıl boyunca kasada satılan poşetler ile manav reyonundaki ücretsiz poşetlerin ve tereklerdeki naylon ambalajlı gıda ürünlerinin, çevreye verdiği zararı yaşayarak öğrendik: Kasada satılanlar zararlı, diğerleri ise faydalı.
*Siyanürle ölümler hayatımıza girdi. Peşi peşine birkaç siyanür vakasından sonra -bereket- arkası kesildi.
*Hayat pahalılığını vatandaş iliklerine kadar yaşadı.
*Suriye’ye “Barış Pınarı Harekatı düzenlendi. Akıbeti, Türkiye’nin tam istediği gibi olmasa da Türkiye, dünyaya kararlılığını gösterdi.
 *Yeni askerlik sistemine geçildi, askerlik süresi kısaldı, bedelli askerlik hayatımıza sürekli olarak girdi.
*Geleceğe nefes olsun diye 14 milyona yakın fidan dikildi.
*2022 yılında seri üretim yapacağı açıklanan Türkiye’nin elektrikli ve yerli otomobili tanıtıldı. Halkın çoğunluğundan tam puan aldı.
*Çılgın proje olarak bilinen Kanal İstanbul tartışması 2020’ye sarkarak devam edeceğe benziyor.
*Bekleye bekleye koruk olacağız derken Konya’ya az da olsa kar yağdı ama öğrenciler sevinemedi. Zira kar yağışının ardından bir tatil çıkmadı.

Perşembenin gelişi çarşambadan belli olduğu gibi 2019’da yaşadıklarımız da 2020’de yaşayacaklarımızın habercisi gibi. Ümit ediyorum ki altından kalkamayacağımız bir yıl olmaz 2020. Nice mutlu ve huzurlu yıllara…

*01/01/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


30 Aralık 2019 Pazartesi

O Kadar Adaklar Boşa mı Gitti Şimdi? ***


“Batman merkeze bağlı Çayüstü köyünde yaşayan halk, sahabi Abuzer Gaffari’ye (doğrusu Ebuzer el-Gıfari olmalı) ait olduğuna inandıkları türbeye giderek adaklar adarlar, kurbanlar keserler, ibadet yaparlar, defler eşliğinde şenlikler yaparlar ve dualar ederler. Baharın başlangıcı ile birlikte türbeye yapılan ziyaretler, civar köylerden gelen insanların da katılımıyla iyice artar. Bu gelenek yaklaşık yüzyıldır bu şekilde devam eder.

Ne zamanki türbenin bulunduğu Serkevir vadisinin de yapılacak olan Ilısu Baraj projesi çerçevesinde sular altında kalacağı ortaya çıkınca, köylüler türbenin yerinin değiştirilmesini yetkililerden talep ederler. Öyle ya gözleri gibi koruyacaklar türbelerini. Bu talebi İl Turizm ve Kültür Müdürlüğü de uygun görür. Ekiplerin, türbe içinde iki gün boyunca yaptıkları kazılarda herhangi bir kalıntıya rastlanılmadığı ortaya çıkar. Bu durumu öğrenen köylüler nasıl olur diyerek donup kalırlar ve bu durumu kabullenmek istemezler. İçlerinden bazıları, mezar başka yerdedir diyerek kazıya devam ettirmeyi bile isterler. Ama nafile! Köylüler inanmak istemese de türbe diye yapılan binanın içinde herhangi bir mezar kalıntısına rastlanmaz.

Ağustos 2019’da da benzer bir durum Muğla ili Marmaris ilçesi Turgut mahallesinde de vuku bulmuştu. Burada da halk 40 yıl boyunca büyük bir İslam alimi diye adaklar adadıkları, dualar ettikleri, adına Çağbaba Türbesi dedikleri mezarın Roma döneminde yaşayan bir dövüşçüye (Diagoras) ait olduğu ortaya çıkmıştı.  

Gel de üzülme bu duruma! Şayet türbe diye bilinen burada, sahabi Ebuzer el-Gıfari’ye veya İslam alimine ait bir mezar yoksa, yöre halkının yıllar yılı adadıkları adaklar, kestikleri kurbanlar, ettikleri dualar ve yaptıkları ibadetler boşa mı gitti şimdi? Bence bu aşamada halk, bunca yaptıkları ibadetlerinin kabul edilip edilmediğini Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kuruluna bir heyet göndererek öğrense iyi olacak.

Sahi ne olacak halkın bu türbelerle imtihanı! Bel bağladıkları ne kadar türbeleri varsa ellerinin altından bir bir kayıp gidiyor. Türbe diye bildikleri yerlerin içi ya boş çıkıyor ya da türbe, inandıkları zata ait çıkmıyor. Biz türbeleri böyle harcarsak bu halk nerede ibadet edecek, adak kurbanını nerede kesecek? İçindeki boşluğu nasıl giderecek?

İçinizden, Diyanet bir şeyler yapmalı dediğinizi duyar gibiyim. Diyanet ne yapsın bu konuda? Din görevlileri aracılığıyla hutbe ve vaazlarında ölülerden medet beklenmeyeceğini, onlara adaklar adanamayacağını vurgularken türbelerin içine de müftülükleri vasıtasıyla, ziyaretçilerin gözünün içine sokarcasına “Adak adanmaz, kurban kesilmez, mum yakılmaz vs” yazılı uyarılar yazdırıyor. Diyanet veya din görevlileri ne derse desin, kitaplarda din ne şekilde anlatılırsa anlatılsın, türbelerde adak adanmaz, kurban kesilmez, onlardan medet beklenmez densin; halkımız, imam bildiğini okur misali kendi inandığı dini icra ve ifa etmeye devam ediyor.

Bunca uyarılara rağmen halkımızın ekserisi kendi bildiği dini yaşamaya devam edecekse bu durumda yapılması gereken, Rıdvan Biatinin yapıldığı yerdeki ağacı kutsal görüp ibadet yapmaya gidenleri, bu inançlarından vazgeçirmek için Hz Ömer’in eline baltayı alıp kestiği gibi türbelerle halk arasındaki bağı koparmak gerekiyor. Bugün nerede, içinde türbe olan bir cami varsa orayı ya cami yapmalı ya da türbe. Cami içindeki türbeleri ya başka bir yere taşımalı ya da türbenin cami özelliği kaldırılmalı. Vatandaş camiye gidince sadece ibadetiyle ilgilenmeli. Ayrıca camide metfun kişi için dua etmeye yönelmemeli. Ne sakıncası var demeyin. Camilerin içine defnedilerek bazılarına gösterilen ihtimam, halkımızı türbelere yöneltiyor. Çünkü “Bu adam, caminin içinde yatıyor ise bunun kabristanda yatan normal mevtalara göre bir ayrıcalığı var” diye düşünüyor olmalı.

***02/01/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


29 Aralık 2019 Pazar

Milli Piyango ve Kanal İstanbul ***

"Çılgın proje" diye sunulan Kanal İstanbul yapılır mı, yapılmaz mı bilmiyorum. Açıkçası Türkiye'nin, maliyeti yüksek bu projeye ihtiyacı var mı, bunun artısı ve eksisi ne olur, onu da bilmiyorum. Uzmanlarınca bu meselenin taraf gütmeden enine boyuna konuşulup tartışılması yerinde olur. Şayet yapılacaksa "Yap-İşlet-Devret" modeli ile yapılacağı söyleniyor. Maliyeti için de 75 milyar gibi bir rakamdan söz ediliyor.

75 milyar az bir rakam değil. Zira bu para bugünden yarına bu para kolay bulunmaz. Şayet bu "Çılgın proje" ye ihtiyaç var ve yapılacak ise bunun "Yap-İşlet-Devret" modeli ile yapılmasını istemiyorum. Çünkü birileri yapacak, işletecek, sonra devlete devredecek. Ölme eşeğim ölme! Devlet bu projeyi kendisi yapabilir. Ayrıca "Yap-İşlet-Devret" modeline de ihtiyacı yok. Bunun için bütçeden bir kuruş harcamasına da gerek yok. Kaynak nerede derseniz? Anlatayım efendim! Malumunuz bugünlerde televizyonlarımız, haberlerinin ilk başında milli piyango biletiyle yatıyor, milli piyango ile kalkıyor. Dağıtılacak paranın kaç balya olduğunu anlatıyor. Milli piyango bileti almak için bayilerin önünde sıraya girenlere mikrofonu uzatıyor: "Tam bilet size çıkarsa ne yapacaksınız" diye soruyor. Mikrofonlara konuşanın ekserisi "Yardım edeceğim" deyip parayı dağıtacağı yerleri bir bir sıralıyor. Milletimizdeki bu yardımseverlik duygusunu görünce biz kaç Kanal İstanbul yaparız dedim. 

Biliyorsunuz Kanal İstanbul projesi 75 milyara mal olacakmış. Hazır, Piyango İdaresi de 2020 yılbaşı çekilişinde 80 milyon dağıtacakmış. Milyonlarca kişinin tam, yarım, çeyrek bilet alarak ya çıkarsa dediği piyango çekilişinde, bir ya da birkaç kişi sevinecek. Sevinir mi sevinmez mi bilmiyorum ama bu para kime çıkarsa onu çıldırtır, bunu biliyorum. Çekilişle bir veya birkaç kişinin sevinmesi mi yoksa ülkenin sevinmesi mi dersek, herhalde tercihimiz ülkenin sevinmesi olur. Demem odur ki piyango çekilişi yapmadan piyango bileti için yatırılan paraları Kanal İstanbul yapımına yatıralım. Zaten kime mikrofon uzatılsa kendisine çıktığı takdirde "İhtiyaç sahiplerine vereceğim, başkasına yardım edeceğim" dediğine göre, yılbaşı çekilişindeki parayı "Çılgın projemiz" Kanal İstanbul'a yatırmaktan daha iyi hayır mı olur? Buna kimsenin itirazı olmaz. Böylece yardım edeceğim diyenler de test edilmiş, samimiyet sınavından geçirilmiş olur. Yeter ki devlet buna öncülük yapsın. Halkımız buna varım der. Hatta bu kampanyaya, bugüne kadar milli piyango bileti almayan ve piyangoya sıcak bakmayan diğer insanlarımız da katılır.

2020 yılbaşı çekilişinde, dağıtılması planlanan 80 milyon ile Kanal İstanbul'un yapımına bir başlanır. Bu proje bitinceye kadar vatandaşın aldığı piyango biletleri projeye aktarılır. Böylece bütçeden bir kuruş para harcamadan "Çılgın projemiz" yapılmış olur. Kanal İstanbul yapıldıktan sonra piyango bileti alanlar, aldıkları para kadar Kanal İstanbul projesinin ortağı olur ve kârından pay sahibi olurlar. 

Nasıl buldunuz bulduğum kaynağı? Çılgınlık bu demeyin, olmaz hiç demeyin. Milli piyango kime çıkarsa bugüne kadar örneklerinde gördüğümüz gibi çılgınca bir hayat yaşıyorlar, kendilerini kaybediyorlar. Haydan gelen bu parayı huya harcıyorlar. Bir kişi, böyle çılgınca yaşayıp çıldıracaksa varsın bu para "Çılgın proje"ye gitsin. Bu arada 2019 piyango biletinin talihlisi ortaya çıkmadı. Bu para bütçeye aktarılacak. Hazır bu parayı da bu "Çılgın proje'ye aktaralım. Haydi oldu olacak bu projeye isimlerini de verelim: Milli Piyango Kanal İstanbul.

***31/12/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.