17 Ağustos 2019 Cumartesi

Bir Yönetim Kurulu Üyeliği

Dostlarım! Bugün lafı hiç eğip bükmeden size kendimi anlatacağım. Daha doğrusu bir durumumu arz edeceğim. Normal şartlarda enaniyetin en büyüğünü taşımama  rağmen bugüne kadar kendimden hiç bahsetmedim. Ben kendimi göstereceğime siz beni görün istedim. Maalesef ne ben kendimi gösterebildim ne de siz beni görebildiniz. Ama bekleyecek sabrım kalmadı artık. Zira 57 yaşına girdim. Geldim gidiyorum. Çünkü herkes gibi ben de bir faniyim. Beni zaman zaman üzüntüye gark eden durumumu sizinle paylaşmasam çatlayıp öleceğim. Derdimi/isteğimi anlatacağım ki sonra “ne istediğini bilmiyorduk, anlayamadık, halbuki bir değermiş” demeyin.

57 yılı küçümsemeyin. Yarım asrı deviren bir tecrübe, bir birikim demektir bu. Her ne kadar eğitim ve öğretim sahasında görev yapıyor olsam da çoğu kimse gibi anlamadığım yoktur. Yazar, çizerim; her konuda kalem oynatırım. Nefes almadan konuşmanın alasını yaparım.

Tek istediğim ve en büyük hayalim, bu aşamadan sonra devlete daha fazla hizmet etmek için birikimimi bir yönetim kurulu üyeliği yaparak nihayete erdirmektir. Ekonomiden, siyasete, sosyal politikalardan eğitime, banka üyeliğinden yüksek istişare kurulu üyeliğine kadar her alanda çalışabilirim. Tüm bu ve benzeri görevleri yapmaya bilgim, görgüm ve birikimim yeterli olduğu kadar sağlığım da elverişlidir. Bugüne kadar doğru dürüst hiç ilaç kullanmadığım gibi  akıl sağlığı dahil, hiçbir zührevi rahatsızlığım da yoktur. 

Durumum bu iken mevcut öğretmenliğimi ne kadar yapabilirim? 65 yaşına gelince kış-kıyamet demeden artık yaramazsın diyerek kapının önüne koyuveriyorlar. Halbuki benim hizmet anlayışımda beşikten mezara çalışmak vardır. Bu açıdan yönetim kurulu üyeliği, benim gibi vazgeçilmez biri için bulunmaz Hint kumaşıdır. Zira yaş şartı yok. Taş atıp elim de yorulmayacak. Çalışabildiğim kadar çalışacağım.

Hak ettiğim isteğimi öğrenince "Senin derdin anlaşıldı. Sen birden fazla yerden maaş almak istiyorsun" diye aklınıza gelebilir. Haklısınız. İlk etapta ben de sizin gibi -kötü- düşünürüm. Ama niyetinizi bozmayın. Zira kazın ayağı öyle değil. Bilin ki benim yönetim kurulu üyeliğim, mevcut yönetim kurulu üyeliği yapanlardan farklı olacaktır. Beni okumaya devam edin ki farkı görün.

Yönetim kurulu üyeliğine geçtiğim zaman ben, birden fazla yerden maaş almayacağım. Asıl mesleğim olan öğretmenlikten tahakkuk ettirilen maaşa elimi bile sürmeyeceğim. Olduğu gibi hazineye geri vereceğim. Hazine “olmaz, böyle bir usulün mevzuatta yeri yok” derse ilgili kanun değişikliği için yönetim kurulu üyeliğimi kullanarak tanıdığım vekiller aracılığıyla Meclis'e kanun teklifi verdireceğim. Diyelim ki Meclis, "Kötü emsal olmaz" dedi, teklifi reddetti. Bu durumda yönetim kurulu üyeliği dışında kalan asıl maaşımı -kuruşuna bile dokunmadan- ya öğrencilere burs vereceğim ya mağdurlara yardım edeceğim. 

Gördüğünüz gibi kendim için bir şey istemiyorum. Parolam, devlete hizmet etmek. Bu durumu bilin, sonra iş işten geçtikten sonra timsah gözyaşı dökmeyin, derim. Burada kendimi anlatırken sizi de unutmuş değilim. Bana bu konuda vereceğiniz destek, aynı zamanda sizin de önünüzü açacaktır. Her biriniz yönetim kurulu üyesi olmak için beklenti içerisine girecek, o yaptıysa biz hayli hayli yaparız, diyeceksiniz. Bu kıyağımı da unutmayın.


16 Ağustos 2019 Cuma

Bezdiren İnternet Siteleri *

Bir haber sitesinin bir haberi nasıl verdiğini, sadede ne vakit geldiğini, haber diye yazdığının incir çekirdeğini doldurmadığını dikkatinize sunmak istiyorum:

Haber başlığı: Ziya Selçuk'tan son dakika yeni ders açıklaması
Alt başlık: Ziya Selçuk'tan son dakika yeni ders açıklaması
I/16: FLAŞ GELİŞME 
Ziya Selçuk'tan son dakika yeni ders açıklaması
2/16: Milli Eğitim bakanı ziya Selçuk önemli açıklamalarına devam etti.
3/16: Dün verdiğimiz flaş açıklamaların ardından bugün de Selçuk'tan flaş açıklamalar geldi.
4/16: Bakan Selçuk, gündeme ilişkin değerlendirmeleri ile birlikte eğitime dair önemli bir konuyu gündeme getirdi.
5/16: Selçuk, yeni okutulacak ders için detayları verdi.
6/16: İşte Bakan Selçuk'un yeni okutulacak dersle ilgili açıklamaları ve gelişmenin detayları:
7/16: Bakan Selçuk'un sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamalar:
8/16: Bakan Selçuk'tan Sosyal Medya Okuryazarlığı Dersi Açıklaması
9/16: Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, kişisel twitter hesabı üzerinden yaptığı açıklamada sosyal medya okuryazarlığı dersi ve SERÇEV Engelsiz MTA Lisesi'nden bahsetti.
10/16: Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, ''Sosyal medya okuryazarlığı dersini okullarımıza ilaveten Halk Eğitim Merkezlerinin programına da aldık. 
11/16: Siber zorbalık, siber bağımlılık, kişisel bilgilerin korunması, sosyal medyada nezaket dili,
12/16: doğru ve sınırlı kullanım konularında verilecek derslere katılım ücretsiz olacak.'' dedi.
13/16: Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, ''SERÇEV Engelsiz MTA Lisesi, bir tersine kaynaştırma okulumuz.
14/16: Normal gelişim gösteren öğrencilerle, serebral palsili öğrencilerimizin birlikte eğitim aldığı meslek lisemiz bu yıl ilk mezunlarını üniversiteye gönderdi.
15/16: Gençlerin azimlerinin tüm çocuklarımıza örnek olması dileğiyle.'' dedi.
16/16: (Ziya Selçuk'a ait bir fotoğraf)

16 sayfalık haberde Sayın Ziya Selçuk'a ait birbirine benzer 15 resim ve 9 reklam var. Verdiği haber de yukarıda. Takdirlerinize sunuyorum. Allah aşkına soruyorum, bu haber kaç cümlelik bir haber, ne kadar yer kaplamış? Maalesef bu şekil haber yapan internet sitelerinin sayısı da az değil. Sadede gelmiyorlar bir türlü. Haberi hazırlayıp yayıma veren, aynı cümleyi tekrar tekrar kopya ediyor. İnsan utanır da aynı cümleyi farklı şekilde bari ifade eder. 

Merak ettiğim bu tür haber sitesinde çalışanlar ne mezunu? Önüne gelen çalışıyor mu buralarda? Eğer bu haberi hazırlayan okulda olsa kesintisiz sınıf tekrarına kalır. Yazık gerçekten! Yoksa benim bilmediğim bu tür haber şeklinde bir hinoğlu hinlik mi var?

*18/09/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




Hükümetin Zam Teklifi Gözlerimi Yaşarttı *


2020, 2021 yıllarına ait kamu işçisine yüzde 8+4+3+3+enflasyon farkı ve maaşı 3500 TL'nin altında kalan işçiler için 150 TL seyyanen zam veren hükümet, memurlara 3.5+3+3+2.5+enflasyon farkı önerdi. 

Verilen ve teklif edilen zamda değilim. İşçiye verilen ve üzerinde anlaşma sağlanan zamda da gözüm yok. Az veya çok demiyorum. Hükümet, teklif ettiği zam oranını ne kadar yukarı çeker? Doğrusu hiç umurumda değil. Garibime giden ve merak ettiğim, işçi ile memur aynı ülkede yaşamıyor mu? Bu iki kesim ekonomik verilerden aynı oranda etkilenmiyor mu? Her ikisi de bordro mahkumu değil mi? Her ikisinin de maaşı genel bütçeden verilmiyor mu? Aynı dönemleri kapsayan zam yüzdesi niçin birinde farklı, diğerinde farklı olur?  

Ne zaman verilen zam yüzdesi gündeme gelse bir de kümülatif zamdan bahsederler. Kümülatifi bir tarafa bırakıp verilen ve teklif edilen zam oranına bir bakarsak işçi ile memur arasında yüzde 6'lık bir fark var. Acaba bu yüzde 6'lık fark birinin grev hakkının olması, diğerinin olmaması mı?

Burada yanlış anlaşılmasın. İşçiye çok verildi, memura az teklif verildi, bu haksızlık iddiasında falan değilim. Aslında aynı dönemi kapsayan zam görüşmelerinde bir emsal olması gerektiğini düşünüyorum. Memur fazla istese "Kusura bakmayın, biz işçiye bu kadar verdik, yukarısını veremeyiz" denebilirdi. Buna da kimsenin itirazı olmazdı. Yine işçi ile yapılan zam görüşmesinde anlaşma sağlanınca "Kamu emekçisine verilen zam yüzdesi belli oldu. Bu zam oranları memurları da bağlar" denebilir, ayrıca bir görüşmeye ve sözleşmeye ihtiyaç kalmazdı.

Kimse kusura bakmasın, teklif edilen bu zam komedisini anlamış değilim. İşçi-memur arasındaki yüzdelik farkın hikmetini de aynı şekilde anlayamadım.

5.dönemi yapılmakta olan toplu sözleşme görüşmeleri niçin yapılır, hükümet ile Kamu Görevlileri Sendikaları Heyeti her iki yılda bir, ağustos ayı boyunca niçin bir araya gelir? Nasılsa beş dönemdir aynı komedi devam ediyor. Kamu sendikaları yüksekten uçuyor, beklentilerini açıklıyor, hükümet ise zırnık koklatmıyor. Bir ay boyunca otur, kalk; sonuç, imam bildiğini okur misali hükümet de kendi dediğini dayatıyor. 

Merak ettiğim, Kamu Görevlileri Sendika Heyeti zam pazarlığı için niçin hazırlık yapıp hükümetin karşısına geçer, niçin kendisini yıpratır? İki yılda bir tekrarlanan bu bildik sahnenin figürü olmamalı. Ne takdir ediyorsan o olsun, hatta hiç vermeyebilirsin demeli. Gerçekten hiç vermese daha iyi. Memurla eğlenir gibi teklif veriyor. Hatta hükümet, önemli vaktini memura falan harcamamalı. Kanuna "Memura, enflasyonun üzerinde bir puan refah payı verilir" maddesi ekleyerek yoluna devam etmeli. Beğenmeyene "Sen bilirsin, daha kapı orada" demeli.

Bu durumda hükümet "Türkiye gerçekleri bir puanlık zammı kaldırmaz" desin. İnanın çalışanlar bunu daha makul görebilir. Yeter ki tüm çalışanlara eşit ve adil davransın. Kamu Görevlileri adına masada oturan heyet de  "Buyur, kendin çal, kendin oyna" deyip bir daha geri dönmeyecek şekilde görüşme masasını terk etmeli.

*19/08/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


15 Ağustos 2019 Perşembe

Sosyal Medyadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı *

Siyasi partilerimizin en büyük eksikliği sosyal medyadan sorumlu bir genel başkan yardımcısı atamamaları. Her ne kadar bu eksikliği, gönüllü seçmenleri tespit edip partilerinin yerini doldurmaya çalışsa da iş, amatörce ve fahri olarak yapılmaktadır. Partilerimize düşen, bu eksikliği giderecek yetişmiş elemanlarını tespit edip sosyal medyada profesyonelce görevlendirme yapmaları.

Partilerimiz bu alanda yetişmiş eleman ne gezer diye düşünmesinler. Biraz işlerinden başlarını kaldırıp sosyal medyaya bir göz atsalar, gönüllü olarak bu işi zaten yapan seçmen kitlesinden yüzlercesini bulabilirler. Belki burada sorun, bu alanda yetişmiş eleman sayısı fazla olduğundan partilerimiz sosyal medyadan sorumlu genel başkan yardımcılarını seçmede biraz zorlanabilirler. Çünkü paylaşımlarıyla diğerlerine taş çıkartan, birbirinden mükemmel o kadar çok gönüllüleri var. Bunun da çok problem olacağını sanmıyorum.  Zira bunun da kolayı var: Ya toplayıp hepsini bir sınava tabi tutup en iyisini seçecek ya da sosyal medyada parti propagandası yapan ve rakip partileri kötüleyen herkesi genel başkan yardımcısı olarak görevlendirecekler. 

Ben böyle öneri sunarken partilerimiz, bir veya çok kişiyi genel başkan yardımcısı olarak görevlendirmek bir maliyet getirir diye düşünebilirler. Bence düşünmelerine gerek yok. Çünkü görevlendirecekleri yardımcılara para/ücret/maaş ödemelerine gerek yok. Zaten bu işi meccanen yapıyorlar. Çünkü bu tür paylaşım yapanların  çoğu devlet görevlisi. Zaten devletten maaş alıyorlar. Ayrıca birkaç yerden para almalarına gerek yok. Burada partilerin bu kişilere yapacağı "Sosyal medyadan sorumlu genel başkan yardımcısı" unvanını vermek, bir de taltif. Yani "Paylaşımların göz dolduruyor, hepsini takip ediyoruz ve bu yaptıkların karşılıksız kalmayacak. Biz bunları not ediyoruz" demek. Bu, onlara yeter de artar bile.

Burada partiler bu işi yapan gönüllülerine bir görev taksimi yapabilirler. Çünkü sosyal medya çok geniş bir alan. Biri, sürekli partinin propagandasını yapar; diğeri, parti haberlerini verir; öbürü partinin günlük programını paylaşır; bir diğeri partinin Suriye politikasını savunur/eleştirir veya düşmanlığını yapar; bir başkası rakip veya diğer partileri kötüler; bir diğeri partinin geçmişten günümüze yaptığı icraatları sayar döker, kafalara vura vura yerleştirmeye çalışır. Hala anlamıyorlarsa "nankörler" vs der.

Gördüğünüz gibi sosyal medya çok bakir bir alan. Partilerimiz tüm işleri en iyi şekilde yaptıkları gibi bu alana da bir el atsalar çok iyi olur kanaatindeyim.

* 11/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

"Çağbaba Türbesi" *

Millet olarak bir yerde türbe varsa orasını hem ziyaret eder hem de dua ederiz. Ziyaret ve duanın dışında beklentilerini karşılamak ve varsa sıkıntılarını gidermek için talep de bulunanlar da eksik olmaz. Kimi evlenecektir, eş arar. Kimi istediği okulu kazanmak için yardım talep eder, kimi adakta bulunur, kimi çaput bağlar, kimi isteğini bir kağıda yazarak oradaki uygun bir yere sıkıştırır. 

Diyanet İşleri Başkanlığı veya ilgili müftülük türbe ve yatırların olduğu yerde herkesin görebileceği bir yere tabela asarak istediği kadar türbe ziyaretlerinde; 
1. Adak adanmaz,
2. Kurban kesilmez,
3. Mum yakılmaz,
4. Bez-çaput bağlanmaz,
5. Taş-para yapıştırılmaz,
6. Para atılmaz,
7. Eğilerek ve emekleyerek girilmez,
8. Yenilecek şeyler bırakılmaz,
9. El-yüz sürülmez,
10. Türbe ve yatırlardan medet-şifa umulmaz,
11. Türbe ve yatırların etrafında dönülmez, 
12. Türbelerin içinde yatılmaz vs desin. 
Bizim vatandaşın ekseriyeti tüm bu adap ve yasaklara rağmen bildiğini okur. Son umut "ya isteğim yerine gelirse" diyerek yasakmış, günahmış demez. Yeter ki bir türbe görsün. Üstelik türbede yatanın kim olduğu da önemli değildir. "Bu zat için türbe yapılmışsa mutlaka önemli biridir ve Allah'ın sevgili bir kuludur" diyerek halini arz eder. Bizi ne tabeladaki yazılanlar bağlar ne de hocaların ölülerden medet/yardım beklenmez uyarıları bizi bağlar.


O kadar da değil demeyin. Alın size bir örnek... "Ülkemizin turizm cenneti ilçelerimizden Marmaris'in Turgut mahallesinde İslam alimine ait olduğu zannedilerek yıllarca adaklar adanıp, başında dualar edilen mezarın, Roma döneminde yaşayan bir dövüşçüye (gladyatör) ait olduğu gün yüzüne çıkınca bölge sakinleri şok yaşadı.  40 yılı aşkın bir süredir türbe sanılan yapının Antik Karia uygarlığında yaşayan dövüşçü Diagoras'a ait olduğu kesinleşti. Yöre insanı mezarda kaçak kazı yapanların; öldüğü, boşandığı ya da hasta olduğuna inanıyor.” (İnternethaber) 

Merak ettiğim, kırk yıldır "Çağbaba" adıyla ziyaret edilip anılan ve adakta bulunulan bu yerin bir dövüşçüye ait olduğu ortaya çıktıktan sonra buradan medet bekleyen yöre halkı bundan sonra ne yapacak? Bu boşluğu nasıl giderecek? 

Güler misiniz, ağlar mısınız bu duruma? Acınacak halimiz, benzer örnekler de çok maalesef. İnsanımız yeter ki sapıtmak istesin. Mutlaka bulur. Yıllarca Allah dostu diye bir dövüşçüye dua ettirir, adakta bulundurur bu şekil. Yukarıda izah etmeye çalıştım. Türbede metfun bulunan Allah'ın sevgili bir kulu da olsa ondan asla yardım istenmez, dilekte bulunulmaz. Yardım ancak bize şah damarımızdan daha yakın olan Allah'tan istenir.

Hülasa, ne zaman ki ölü, yatır ve türbelerden yardım beklenmeyeceğini bilir ve gereğini yaparsak İslam'ı daha iyi anlamaya başlarız. Allah ölülerden medet beklemeyenlerden eylesin, kimseyi bu şekil şirke girdirmesin, aklımızı başımıza almayı nasip etsin.

*17/08/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Maarif Politikamızı Gözden Geçirmeliyiz ***

Bizim eğitim ve öğretim işlerimiz deneme-yanılma yoluyla, sürekli değişime gebe yeni sistem uygulamalarıyla sonu ne olacak diye düşünülmeden, iyi bir planlama yapılmadan takır tukur devam ediyor, eğer buna eğitim ve öğretim denirse. Tamamen bir iyi niyet kurbanı olan maarif politikamız, duvara toslaması ve ölü doğacağı bilinmesine rağmen bir neşter vurulmadan pansuman tedbirlerle yol almaya devam ediyor.

Eğitimden beklenen istendik davranışlarda istediğimiz sonuç ve verimi alamadık. Eğitimin her kademesinde öğretim yapıyoruz. Maalesef onu da becerdiğimiz söylenemez.

Sekiz yıllık kesintisiz eğitim ve öğretimle birlikte rotası değiştirilen maarifimiz, tedavüle sürülen on iki yıllık zorunlu eğitimle birlikte pusulasını kaybetmiş görünüyor.

Liselerin zorunlu olmasına paralel olarak her ile açılan üniversiteler, yanlış maarif politikamızı devam ettirmekten, problemleri halı altına süpürmekten öte bir amaca hizmet etmemektedir. 

Herkesi üniversitede okutma ve mezun etme serüvenimizin belki de tek faydası, on sekiz yaşından itibaren işsizler ordusuna dahil olacak gençlerimizin işsizlik yüzdesini 24-25 yaşa yükseltmektir. Başka da bir fayda mülahaza etmiyorum, eğer bir faydaysa bu. Bir diğer faydası ise üniversite mezunu oranımız, istatistiki bilgilerde artmış olmaktadır.

Kim ne derse desin, bizim ülkemizde lise ve üniversite, iyi bir iş sahibi olmak ve bir  istihdam kapısı diye okunur. Bunun için gençlerimiz, var gücüyle sonu olan ve mezun olunca kolayca iş bulabileceği bölümlere girmek için yarışmaktadırlar. Az sayıda yarışı önde tamamlayan şanslı gençlerimizin dışında kalan çoğunluk ise umutsuz vaka gibi sonu olmayan bölümlerde, hedefi olmadan okul bitirmeye çalışmaktadırlar. Çoğu "ya çıkarsa" umuduyla zengin olmayı Milli Piyango biletine bağladığı gibi iş imkanı bulunmayan bölümlerde okuyanlar da "ha belki bir kapı açılır" umuduyla gönülsüz okumaktadırlar.

Ülke olarak önümüzdeki yirmi yıl, birkaç bölüm dışında hiç öğrenci almaz ve mezun vermezsek bile mevcut mezunları eritmemiz mümkün değil. Yeni mezunlarla birlikte her yıl işsizler ordusuna yeni mezunlar ve diplomalı işsizler katmaktayız. Sanki ihtiyaç varmış gibi birçok bölüme ikinci öğretim adı altında öğrenci almaya devam ediyoruz. Her yıl devlette bir işe girmek umuduyla milyonlar, defalarca KPSS sınavlarına girmektedir. Çoğu, mezun olduktan kaç yıl sonra KPSS puanı ile bir yere ancak atanabilmektedir.

Sonu çıkmaz sokak ve duvara toslamak olan ve yeni mezun ettiği öğrencilerle birlikte ölü doğurmaya devam eden bu maarif sistemimizin sonu ne olur, niçin düşünülmez, niçin iyi bir planlama yapılmaz, niçin radikal tedbirler alınıp çözümler üretilmez? İnanın, çok anlamış değilim.

Yol yakınken, iş işten geçmeden, sosyal bir patlama olmadan uygulamakta olduğumuz maarif sistemimizi gözden geçirmeliyiz. Her şeyden önce herkesi okutup üniversite mezunu yapacağız sevdasından vazgeçmeliyiz. Bugün Suriyeliler ve Afganlılarla giderdiğimiz ara eleman ihtiyacını karşılamak için birçok öğrencimizi, ilköğretim ikinci kademesinden sonra kısa yoldan bir meslek sahibi olmaları için sanayiye yönlendirmeliyiz. Yani herkes lise ve üniversite okumamalıdır. Yoksa bu gittiğimiz yolun reçetesi acı olacaktır, telafisi mümkün olmayacaktır. Gelin hep birlikte bu durumu masaya yatıralım. Geleceğimiz olan gençlerimizin umutlarını tüketmeyelim. Gençlik mutlu olmazsa biz hiç mutlu olmayız. Çocuklarımız okuyarak pişmanlık duyacağına, okumayarak pişmanlık duysunlar daha iyi.

***17/08/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

14 Ağustos 2019 Çarşamba

Eyyam-ı Bahur

Bugünlerde yaşadığımız, bayram boyunca kendini iyice hissettiren bu sıcaklara ne ad verildiğini biliyor mu idiniz? Eyyam-ı Bahur imiş bugünlerin adı. Yaz mevsiminin en sıcak ve en boğucu günlerine verilen, dilimize Arapça'dan geçmiş bir kelime imiş.

İsmi beğenmediniz mi? Siz buna çöl sıcakları, cehennem sıcakları, Afrika sıcakları da diyebilirsiniz. İyice bunaltan, buram buram terleten bu sıcakların daha da artacağı söyleniyor. 

Adına eyyam-ı bahur, cehennem sıcakları, çöl sıcakları veya Afrika sıcakları desek de sonuç itibariyle yanmaya devam edeceğiz.  Yaşadığımız Kuzey Yarımküre'de, temmuz ve eylül ayları arasında yaşanmakta imiş böylesi sıcaklar. Böyle sıcak ortamlarda güneşin altında çalışmak zorunda olanlara Allah yardım etsin. 

Not:Her türlü ismi anladım da cehennem sıcaklarını anlamadım. Bu ismi koyan sanki öbür dünyaya gidip gelmiş, yanmış da... bu ismi koymuş. Ama bu sıcaklar cehennem sıcaklarıyla kıyas bile götürmez.