Boşta kalan kurs öğretmenlerine ders bulmak amacıyla
Bakanlığın, mutlaka iki kurs açacaksınız dediği isteğim dışında kobay olarak
alındığım iki haftalık kurs bitmek bilmedi. Bir de sayılı günler çabuk
geçer derler. Geçmedi efendim! Bir ömre bedeldi desem abartmış olmam. Çeken
bilir ancak!
Ne mi öğrendik bu iki haftalık kursta? Neler öğrenmedik ki?
Her şeyden önce sabretmeyi ve çalıya dolanmayı öğrendik. Çünkü çoluk çocuğumuz
var ve akıl sağlığımızı korumamız gerekiyordu. Bunu yaptık. Yani akıllı
insanın yapması gerekeni yaptık.
Kursun ilk iki gününde tehdit, tedhiş ve hırpalanmanın
ardından baktık ki itirazımız işe yaramayacak. Her şeyi içimize attık, ağlanacak
halimize gülmeye başladık. Kendimizi etkinliklere verdik. İçimiz dışımız
etkinlik oldu:
Yıllardır tanıdığımız arkadaşlarla yeniden tanıştık. Selam vermenin
çeşitlerini öğrendik: Kah dilimizle, kah elimizle, kah başımızla, kah
ayağımızla selam verdik.
Çok amaçlı salonun işlevlerinden bir tanesinin de adım
atmayacak yer kalmayacak şekilde arşınlamak olduğunu, yürümek istemeyenlerin
isimlerinin alınacağını ve kendisine elin sallanacağını öğrendik.
Kursiyerlerin gelip gelmediğini öğrenmek amacıyla
imzalanması gereken imza sirküsünün yeterli olmadığını, tek tek isim okunarak
yoklama yapıldığını ve güvenilmez kursiyerler olduğumuzu öğrendik.
Hocamızın “Çocuğumuz var, onların karnını doyurup okula
göndereceğiz” derdini anlatanları “anladığını” ama bu anlamanın nedense kendi
bildiğini okumanın dışında bir kolaylığa dönüşmediğini öğrendik ve en iyisinin
işi kendi oluruna bırakmak olduğunu öğrendik.
Dışarıya çıkıp mavi ipten sabit tutup makarasını bir
arkadaşımıza atarken kapsayıcı eğitimle ilgili olumlu bir cümle söylemeyi,
attığımız ipten bir örümcek ağı örerek bu ördüğümüzün adına kapsayıcı eğitim dendiğini
öğrendik.
Yine mavi ipten tutmak suretiyle gözlerimiz kapalıyken kare
yapılabileceğini öğrendik.
Bol bol dağıtılan kağıtları içimizden ve dışımızdan okuyarak
terör, şiddet, savaş, vb nedenlerle göç edenlerin iç dünyasını ve çektiklerini
ve onlara ne şekil davranılmasını gerektiğini öğrenmeye çalıştık.
Kâh yazı yazdık, kah senaryo. Olmadı şiire verdik
kendimizi. Karikatür ve resim çizdik. İçini boyadık. Proje yaptık.
Top oynadık, birbirimize top attık. Birimiz ebe, diğeri onu
korumak için badigart oldu.
Bazen çember oluşturup oturduk, ellerimizi arkaya sakladık.
Biri ortaya geçti, elindeki topu atar gibi yapmak suretiyle bizi korkutmaya
çalıştı. Sonunda topu yiyen çemberin içine geçti, o da arkadaşlarını korkutmak
için elinden geleni yaptı.
Oluşturduğumuz çemberde birbirimizin avucunun içine şahadet
parmaklarımızı koyarak parmak yakalamaya çalıştık. Oyunun kapsayıcı
eğitimle alakasını kuramadım ama olsun. Oyun oyundur.
Kendi kendimize lakap takmayı, taktığımız lakapla birlikte
kendine lakap takan diğer kursiyerlerin lakaplarını ve adlarını söylemeyi
öğrendik.
Bazen müdürcülük ve öğretmencilik rolü üstlendik.
Kimimiz kiracı, kimimiz ev sahibi oldu. Kiracı dendiğinde
kiracılar, ev sahibi dendiğinde ev sahipleri yer değiştirdi koşarak. Kimimiz arasatta
kaldı, kimimiz yeni bir evin sahibi oldu. Kısaca evcilik oyunu oynadık.
Bazı zamanlar kağıda elimizi çizip her bir parmağımıza bir
özelliğimizi yazıp boyadık. Sonra buruşturup arkadaşlarımıza attık. Defalarca
yaptık bunu. Ardından yazıp buruşturarak birbirimize attığımız kağıtları herkes
açtı. Özelliği okunanı “Bu kim” diye
bulmaya çalıştık. Bazen balon şişirdik, balonu patlattık.
Bazen bir çizgi filim, bazen bir video izledik.
Terör ve bombalama eylemleri dolayısıyla Yüksekova’dan
Manisa’ya göç eden Aslan ve ailesini kendi ailemizden daha iyi öğrendik. Birimiz
Aslan, birimiz babası, birileri kardeşleri, biri Aslan’ın babasının babası, bir
kısmı da komşuları rolünü üstlenerek “Aslan ve ailesi göç etsin/etmesin” rolünü
oynadık. Yani Aslan ailesinin tasası bize düştü. İçimiz dışımız Aslan ve ailesi
oldu. Aslan’la yattık, Aslan’la kalktık. Tek çabamız Aslan’ı ve ailesini mutlu
etmekti. Sanırım muradına ermiştir.
Say say bitmeyen etkinliklerimizin biri biterken diğerine
geçtik. Tüm mücadele kapsayıcı eğitimi özümsememiz içindi. Oynamadığımız rol, olmadığımız
figür kalmadı. Sanırım bir seksek, uzuneşek ve saklambaç kaldı oynamadığımız. İsteksiz
yapılan tüm etkinlikler üzerimizden geçti. Terör, şiddet, savaş, göç vb
nedenlerle etkilenenleri eğitim ve öğretim içinde dışlamadan eğitimin içine
almamız gerektiğini öğrenirken bize terör estirildiğini hem ilmel yakîn, hem aynel
yakîn, hem de hakk’al yakîn olarak gördük. Çekecek çilemiz varmış demek ki!
Her gün Esmeray’ın “Gel tezkere gel tezkere bitsin bu
gurbet” dercesine askerin gün saydığı gibi on günün bitmesini bekledik. Nihayet
yarın bitiyor. Bitti de biz de bittik. Ama yıkılmadık. Birimiz dışında hepimiz
ayakta kaldık. Hemen hemen her etkinlikte rol alan, hayata olumlu bakmasıyla
hepimize pozitif enerji veren, piyesimizde Aslan’ın babası rolünü üstlenen ve rolünü
güzelce oynayan babacan adamın kalbi, kursun yedinci gününde pes etti. Maalesef
bypass oldu. Babacan adamın kalbi niçin yenik düştü? Kursla bir alakası var
mıydı bilmiyorum. Ama her şeyde bir sebep arayan ben -bugüne kadar hiçbir
tespit ve öngörüsü doğru çıkmamış biri olarak- bu arkadaşımızın kurs hocasının gönlü
olsun diye kendisini etkinliklerde çok yorduğunu, buna rağmen dışlanmaktan
kendisini kurtaramadığını düşünüyorum. Çünkü kimi zaman başkasına verilen şeker
kendisine verilmedi, kimi zaman da rol gereği zihinsel öğrenci olmaktan
kurtulamadı. Bypass olan arkadaş için “Kalan sağlar bizimdir” diyen kurs
hocamıza rağmen aramızda müstesna bir yeri olan hayat dolu bu kursiyer arkadaşımızın
durumuna üzülmeyen kalmadı. Kendisine Allah’tan şifalar diliyor ve en yakında
aramızda görmeyi temenni ediyorum.
Sonuç olarak yarın kursumuzun son günü. Bizim 10 günlük
çilemiz yarın bitiyor. Bu yüzden çocuklar gibi şeneceğiz yarın. Çünkü işkence
bitiyor. Ama hocamız için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Çünkü kursun bitmesinden
dolayı kendisi çok üzülecek. Çünkü bizim gibisini nerede bulacak bir daha? Ama
olsun! Çünkü o, en büyük mutluluğunu on gün boyunca anamızdan emdiğimiz sütü
burnumuzdan getirerek yaşadı. Biz “Bu kadar da olmaz” dedikçe o, sevinçten dört
köşe oldu. Zaman zaman kahkaha attı. Biz bu kadar fil yeter dedikçe o yeni
filler verdi bize. Bazı arkadaşlar kursun ilk iki gününden sonra hocamızın
tavrı değişti dese de o, prensiplerinden hiç ödün vermedi ve geri adım atmadı. Bildiğini
okudu. Değişen bizdik aslında. Çünkü baktık olmayacak, bu deve güdülecek.
Gönülsüz de olsa deveyi gütmeye başladık ve kendisine ilk iki günde kızdığımız
kadar kızmıyoruz artık. Sabrın en güzel örneklerini gösterdik, sabır küpü
olduk. Yaşayarak öğrendiğimiz bu sabır sayesinde bundan sonra eğitim ve
öğretimde önümüze ister hırlı, ister hırsız kim gelirse vız gelir artık. Belki de
kurs hocasının istediği bu idi. Amacına da böylece ulaşmış oldu.
Başka kurslar olmasın. Şayet olacaksa da bu hocamızdan
biraz da başkası yararlansın artık! Çünkü biz kendisinden çok memnun kaldık.
Herkese geçmiş olsun millet!