20 Kasım 2017 Pazartesi

Yakışık Almadı Hiç! *

Fırsat buldukça toplumsal yara ve dertlere değinmeye çalışıyorum yazılarımda. 17.11.2017 günü "Okul kantincilerinin feryadını duyacak yok mu" başlıklı bir yazı kaleme alarak kantincilerin birkaç yıldır devam eden sorunlarına eğilmeye çalıştım.

Sektörün iç işleyişini bilmiyorum ama basından izlediğim ve birkaç tanıdık kantinciden edindiğim intibam dolayısıyla sorunu masaya yatırdım ve yetkililerden çözüm istedim. Yazdığım yazımı da birkaç kantinciyle paylaştım. Yazı hoşa gitmiş olmalı ki Türkiye çapında faaliyette bulunan hemen hemen tüm kantin dernekleri yazımı sosyal medya aracılığıyla paylaştı. Olumlu dönütler aldım. Sektör, dertli mi dertli imiş bu konuda. İnşallah sorunları çözüme kavuşur.

Yazımın kısa zamanda paylaşım rekorları kırması hoşuma gitmedi değil. Kısa zamanda tüm derneklerin yazıdan haberdar olması, aralarında sıkı bir ilişki olduğunu da gösterdi. Bu demektir ki hızlı ve müthiş bir organizasyona sahipler. Bu açıdan Türkiye'de faaliyette bulunan kantincileri de tebrik etmek istiyorum burada.

Çoğu dernek başkanı usulüne uygun olarak adresimi vererek paylaşımda bulunmuş. Kendilerine buradan teşekkür ediyorum. Fakat Kocaeli Kantinciler Derneği Kurucu Başkanı Sayın Alican KAZGAN, 17/11/2017 gecesi kaleme aldığım “Okul Kantincilerinin Feryadını Duyacak Yok mu?” başlıklı https://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2017/11/okul-kantincilerinin-feryadn-duyacak.html blogumdaki yazımı tamamen kendisine mal ederek 19/11/2017 günü “http://www.batiyakasihaber.com//haber/1335/okul-kantincilerinin-feryadini-duyacak-yok-mu.html ve http://www.bizimgazete.com.tr/haber/guncel_1/-okul-kantincilerinin-feryadini-duyacak-yok-mu/19931.html internet gazetelerinde yayımlatmıştır. Aynı yazım 20/11/2017 günü gazetemiz Anadolu’da Bugün gazetesinde de (http://www.anadoludabugun.com.tr/yazi/okul-kantincilerinin-feryadini-duyacak-yok-mu-2875) yayımlanmıştır. İlgili haber sitelerine ve Kocaeli Kantinciler Derneği web sayfasına yaptığının doğru olmadığını ifade eden e-postalar gönderdim. Hâlihazırda ne dernek başkanından ne de ilgili sitelerden bir dönüş olmadı.  Üzülmedim değil. Çünkü yapılan, emeğiyle geçinen kişilere sığmaz.

İki yıl önce yazmaya başladığım amatör yazı hayatıma adım atarken “Neyi dert edinirsem onu yazacağım” demiştim. Yazmış olduğum 1400’ün üzerindeki yazımda hemen hemen her konuya değindim. Bu yazımda da kantincilerin derdine ortak olmayı amaç edinmiştim. Maksat da hasıl oldu. Önemli olan da bu idi zaten. Yazdığım yazının ilgi ve alaka görmesi bizi memnun etmekle beraber etik olanın yazının altında adıma da yer verilmesiydi. Ama maalesef olmadı. Acaba kendi ürünleriymiş gibi yazıyı kendilerine mal etmek ve iç etmek nasıl bir duygu? Anlamadım gitti. Adıma veya bloguma yer verselerdi, kıyamet kopmazdı. Buna ne denir? Söylemek istemiyorum. Ha dışarıdan başkasına ait olan bir şeyi araklayıp kendine mal etmişsin, ha başkasına ait olan bir yazıyı kendi ürününmüş gibi piyasaya sürmüşsün. Ne farkı var bunun? Üstelik herhangi maddi bir şeyi çalan mecbur kalıp almıştır denebilir, bilginin alınmasına ne denmeli? Hiç gereği yoktu bunun.

Yazdığım yazılarımdan para kazanan ve alan bir kimse değilim. Zevkle değiniyorum bu konulara. Dert edindiğim konularla ilgili birilerine şirin görünme, birilerinden kaçınma gibi bir meseleyi hiç dert edinmedim. Yeter ki bir konuyu dert edineyim. İlgili sitelere yazmama rağmen dönüş yapmamaları ve sayın başkanın yazımı kendisine mal etmesinden dolayı zatı şahanelerine üzüntülerimi ifade etmek isterim. Yazım onların olsun, hayırlı olsun, güle güle kullansınlar! 20/11/2017 Ramazan YÜCE

* 22/11/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




18 Kasım 2017 Cumartesi

Pazarcı Esnafının Maharetlerini Değerlendirmek Lazım

Bana bu ülkenin en garip, en pratik insanı kim deseniz ilk başa koyacaklarımın arasında bazı pazarcı esnafı gelir.

Müşterinin görebileceği şekilde en öne meyve ve sebzenin en güzellerini albeni diyecek şekilde istifler. Sen gözünle önden beğenirsin, almaya karar verirsin, acaba arkası da böyle mi diye tezgahın arkasına doğru nazar etmeye kalkarsan "Hepsi aynı" diyerek sana güven vermeye çalışır. Gözün bir öne, bir arkaya gider tekrar. İçine sinmese de almaya karar verirsin. Üstelik adam hepsi aynı dedi. İki kuruş için yalan söyleyecek değil ya. İki kilo verir misin sözüne karşılık poşeti kaptığıyla doldurmaya çalışması bir olur. Kardeş, aman iyisinden ver desen, adam; "Bak buradan veriyorum" der. Meyve ve sebzeyi ikişer üçer alır bir eliyle. Nazik ve kibar bir şekilde poşetin içine koyar. İstediğin kilonun üzerinde vermeye çalışır. İki kilo istesen, 'İki buçuk yapalım mı' veya 'Düz hesap yapalım mı' der. Bazen olur der, bazen de olmaz dersin. Tartar tartmaz, terazinin üzerindeyken poşeti başlar. İyilik ve hizmette sınır yok yani.

Diğer alışverişleri de buna benzer şekilde yaptıktan sonra evinin yolunu tutarsın. Güç-bela evin mutfağına koyarsın. Bundan sonra senin işin bitmiştir. Hele şükür diyerek ellerini yıkadıktan sonra oturma odasına geçersin. Yorgunluğu atayım diye hafifçe uzanırsın. Acı acı gelen sese kulak kabartırsın ne oluyor diye. Ses eşinden gelir. "Aldığın şeylerin çoğunu attım, çürükmüş. Keşke almasaydın, görmedin mi bunların çürüklüğünü?" der. "Nereden göreceğim. Adam benim görmemem için her yolu denedi. Bir defa ben adamın poşete doldurduklarını değil, tezgahın önündekileri beğenmiştim. Öndeki ile aynı olanın arkasından verdi bana. Çünkü aynıymış." dersin. Bu konuşmayı böyle nazik bir şekilde yapmazdın tabi. Biraz değil epey kızarak konuşursun. Hatta "Değer miydi be adam! Üç kuruş için rızkına haram kattığına..." diyerek hayır duadan da eksik etmezsin adamı.

Gözünün önünde seni ayaktayken kandıran bu adamlar aslında pazar yerlerinde eriyip gidiyor. Ağzı laf yapan, eli müthiş çalışan, tezgahın önüne en güzel ve iri olanlarını koyan, arka taraftan sana çürük-çarık dolduran, akşama kadar tezgâhını bu şekilde bitirip evinin yolunu tutan bu yetenekleri savaşta düşmanı yanıltma işinde kullanılsa daha iyi olur. Bunlardaki mahatwt, yetenek ve ikna kabiliyetine hiçbir düşman askeri dayanamaz, pes eder. Ülke bir savaşı daha böylece kazanmış olur. Cephede bunlar sayesinde savaşın masabaşı görüşmelerini de bunlara bırakmak lazım. Böylece cephede kazanıp masada kaybetmemiş oluruz. Adamlar hem sevap kazanır, hem de çok para kazanırlar.

Ben önerimi sundum. Bu tip pazarcıları cephede değerlendirmek devlete kalmış. İster kabul eder, ister kabul etmez. Ama bir vatandaş olarak devletten istediğim anasını boyayıp babasına pazarlayan bu tip adamları pazar yerlerinden uzak tutsun. 18.11.2017

Ah Şu Gruplar!

Ne olur, beni kapalı veya açık herhangi bir gruba eklemeseniz! Paylaşımınızı alenen sayfanızdan yapın, herkes görsün. Benden kimseye hayır olmaz, hele grubunuza. Kalabalık etsin diye ekliyorsanız ayağınıza dolanırım.

Haydi kambersiz düğün olmaz deyip eklediniz. Ben de katılmak istemiyorum dedim çıktım. Hala ne diye tekrar tekrar ekleyip durursunuz. İşi tadında bırakın artık. Şakaysa bu yaptığınız, sevmem. Ciddi ise hiç sevmem.

Ha bu arada bilmiyorsanız söyleyeyim. Benim değişik terör örgütleriyle bağlantım var. Yarın bunlar ortaya çıkarsa aynı grupta olmamız dolayısıyla başınız belaya girer. Nereden tanıyorsun diye sorarlar. Türkiye burası. Haydi gidin işinize... 17.11.2017

Okul Kantincilerinin Feryadını Duyacak Yok mu? *

Nerede bir okul kantini çalıştıranı görseniz, hepsi dert küpü. Bir dokun, bin ah işit, derler ya. İşte öyle. Beğenmiyorlarsa niye çalıştırıyorlar, bırakıp gitsinler diyebilirsiniz. Yapacak iş olsa bundan sonra bir tanesini kantin işletmecisi olarak göremezsiniz. Naçarlığa yapıyorlar bu işi. Acaba bir hal yolu bulunur mu diye bekliyorlar?

İçinizden bol bol kazanıyorlar, zevkten dört köşe olmalılar diye düşünebilirsiniz. Kazın ayağı hiç öyle değil, içine girer veya az bir gözlemlerseniz işin vahametini anlarsınız. Bilmeyenler neyi var kantincilerin diyebilir? O zaman söyleyeyim. Kantinciler yasaklardan şikayetçi. Çünkü kantinler yok satıyor, yani hemen hemen her şey, yasak oğlu yasak. İsterseniz neler yasak bir bakalım. MEB'in sayfasında satılması yasak ürünler şunlar:

“Enerji, gazlı, aromalı, kolalı, aromalı doğal mineralli içecekler; aromalı şurup, içecek tozu ve su, meyveli içecek ve tozu, meyveli doğal mineralli içecek, yapay soda, meyveli şurup, sporcu içecekleri ve suları, meyve suyu konsantresi; kızartmalar, cipsler, çerezler; çikolatalar, gofretler, tüm şeker ve şekerleme türleri; guarana, guarana özü, eklenmiş kafein içeren ürünler; kremalı, çikolata dolgulu, jöleli, kekler ve pastalar (yaş pastalar, ekler, kruvasan, donuk, parfe, mozaik pasta, muffin cupcake vb.); hamurlu, şerbetli tatlılar, tatlandırıcılı yiyecek ve içecekler; krema, Hindistan cevizi sütü ve kreması; çay ve kahve tarzı içecekler (liseler hariç).” 

Listede açıkça göremedim ama sanırım, bisküvi çeşitleri de yasak. Ama hakkını yemeyelim, satılması caiz olan ürünler de var. İsterseniz bir de onlara göz atalım: 

“Meyveler, çiğ tüketilebilen sebzeler, salatalar, kuru meyveler, kuruyemişler, içme suyu, süt (pastörize), taze sıkılmış meyve ve sebze suyu, yoğurt, ayran, pastörize peynir, günlük haşlanmış yumurta, çeşnili ekmekler satışı uygun bulunan gıdalar. Ayrıca tam buğday ekmeği, tam buğday unlu ekmek, karışık tahıllı ekmek vb. ürünlerden yapılan, yumurta veya beyaz peynir, turşu hariç taze domates, havuç, marul, biber vb. sebzelerle yapılan sandviçler, doğal mineralli su, şekersiz gıdalar.” Eksik olmasınlar, en azından yukarıdaki ürünlerin satışına izin veriliyor.

Peki, öğrenciler yukarıdaki yasaklanmış ürünleri yemiyor mu? Yemez olur mu? Hem de alasını yiyor. Nereden derseniz? Satılması yasak olan bu ürünler okul kantinleri dışında bakkalda, markette…her yerde satılıyor. Okul bahçesinin demirinden bile dışarıdaki esnaf getirip satıyor. Öğrenci gizli-kaçak alıyor demir parmaklıkların arasından. Her yerde satışı caiz olan bu ürünler nedense okul kantinlerine haram.

Amaç, çocukların obeziteden kurtarılması ve sağlıklı beslenmeleri olsa gerek. Tamam, güzel bir karar. O zaman bu ürünlerin bırakın satışını, üretimini de yasaklayalım. Bu ürünler zararlıysa her yerde yasaklayalım ve bu yasağa her birimiz uyalım ve sıkı bir denetime tabi tutalım. Çünkü bu çocuklar bizim geleceğimiz. Yok, bunu beceremiyorsak o zaman kantincilerin suçu ne burada? Çocuk ne yapacak? Dışarıdan şu ya da bu şekilde aldığını kantincinin gözünün önünde açıp yiyecek. Yazık değil mi, yüksek bedellerle okul kantinlerini kiralayıp işleten kantincilere! Gücümüz sadece onlara yasak koymaya ve onları denetlemeye mi yetiyor?

Uygulanmayacak ve uygulanması mümkün olmayan bu yasakları sürdürmeye çalışmak ve hala bir orta yol bulmamak gülünç geliyor bana. Eğer bu uygulama böyle devam edecekse -ki devam etmesi mümkün değildir- o zaman kapatalım okullardaki kantinleri. Bari çocuklar beslenmelerini evlerinden getirsin, bu işe kökten bir çözüm bulalım. Kantinciler de bu vesileyle rızıklarını başka yerlerde arasınlar. Bu arada kantinci falan değilim, haberiniz olsun. 18/11/2017 Ramazan YÜCE

* 20/11/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

16 Kasım 2017 Perşembe

Araç Trafiğinin Kadınlarla İmtihanı

Eskiden herhangi bir kurumda kadın çalışan bulmak zordu. Ara ki bulasın. Şimdilerde arttığı gibi erkekleri de solladı geçti. Araç trafiğinde binde bir kadın sürücü görülürdü, şimdilerde neredeyse erkeklerin oranına yaklaştı. Nasıl ki kadın her yerde ise trafikte de var. Sayıları her geçen gün iyice artmaktadır.

Yolların hakimi erkekler olduğu dönemlerde trafiğimiz felçti, kaba kuvvetin her biri vardı dense yeridir. Hatta çoğu araçların şoför mahallinde ne olur, ne olmaz denilerek balta veya kürek sapı bulunduranlar bile var. Korna sesinin alası dersen var zaten. Kullana kullana her korna sesine ayrı bir anlam yüklemişiz bile. Bazı kornalar centilmenliği ifade ederken, bazıları küfrü ifade bile ediyor. Seyir halindeyken sadece el ve ayaklar çalışmaz, yeri geldiği zaman kol, ağız, jest ve mimikler olmak üzere tüm vücut hareket halinde olabiliyor. Bir gerginlik bir gerginlik. 

Kadınların alana girmesiyle birlikte trafiğimiz, Arap saçına döndü dense mübalağa etmiş olmayız. Önceleri korka korka araca binip kenardan, köşeden yavaş yavaş giden kadınlar, erkeklerin sürüşünü gördükçe iyice  erkeklere benzer oldular. Tabii atalarımız boşuna söylememişler, üzüm üzüme baka baka kararır diye. Çoğu yine nezaket ve kibarlığını bozmayacak şekilde trafikte seyrederken bazıları şıp demiş erkeğin burnundan düşmüş  sanki. 

Geçen gün yürüyerek bir yere gidiyorum. Tali yoldan bir bayan sürücü çıktı ana yola. Soluna baktı, gelmekte olan aracı gördü, araç da ona çıkma ben geliyorum diyerek korna çaldı. Kadın dinlemedi önüne kırmasıyla birlikte sürmeye başladı. Bunu gören erkek durur mu? Ardından korna çaldı, ne yapıyorsun dercesine. Kadın bir taraftan sürerken elini camdan çıkararak 'Ne oluyor, acelen ne, tamam, gördük, çatladın mı' der gibi elini salladı erkeğe. Sonra biri önden, diğeri arkasından kaybolup gittiler. Atışmaları ileride devam etti mi bilmiyorum. Ama gördüğüm kadarıyla kadın hem suçlu, hem de güçlü. Normalde bu tavır erkeklerin tavrı idi. Çünkü çoğu erkek hatalı da olsa asla kendisine laf söylettirmez. Kadın giyinimli erkek! Ne olacak dedim içimden. 

Kadınların trafik kurallarına aykırı da olsa diğer alanlarda olduğu gibi hep öncelikleri var. Bunu erkekler de biliyor, kadınlar da. Buna alıştık alışmaya. Burada garibime giden kadının elini  sallaması. Pek görmedim, hiç de alışık değilim. Kadınların inceliğine de hiç yakıştıramadım. Umarım böyle davrananların sayısı çok değildir, bireyseldir.

Bir defasında da çarşıya gitmek için bir bayanın arabasına bindim. Tali yoldan çıkarken hiç beklemeden akan trafiğin içine sürdü arabasını. Dur hocahanım, ne yapıyorsun, tali yoldan çıkıyoruz,  gelen araç var, dedimse de beni dinlemedi. Üstelik bana "Ben trafik kurallarını iyi bilirim, sinyalimi verdim mi yol benimdir, geçerim, bugüne kadar da başıma hiç kaza gelmedi" diyerek akıl verdi. Trafik kurallarını tam bilmemenin mahcubiyetini duymadım da değil hani.

Kadınların araba sürmeye başlaması, trafiğe çıkması en çok babalarının ve eşlerinin işine geldi. Çünkü bir de onları işe veya gezmeye giderken götürüp getirme derdi vardı erkeklerin. Şimdi kadın arabasına bindiği gibi kimseye yük olmadan gideceği yere gidebiliyor. Taki kaza yapıncaya kadar. Kaza yapınca ya babası, ya eşi gelir hemen. Gerçi kadınlar için onlar kaza yapmaz, sadece kazaya sebebiyet verir denir. Her biri için söylenmese de bazıları bu tanıma tıpatıp uyuyor. Bu tiplerin araba sürüşünden sürücünün bayan olduğunu ardından takip edenlerin çoğu bilir. 

Biz onlarla elmanın yarısıyız. Elmanın yarısı iyi olur da diğer yarısı kötü olur mu? Olmaz elbet. Ne yapalım bütün derdimiz bu olsun. 16/11/2017


15 Kasım 2017 Çarşamba

Okulu Okul Yapan Öğrencidir


Çoğu konularda bir fikir elde etmek, görüş almak istersek genelde uzmanına danışırız. İş, eğitim ve öğretim konusuna gelince hepimiz allameyi cihan kesiliriz. Lafı ağzına alan “Ben olsam…bana göre…” diye başlıyor sözüne. Kimse, kendisinden başka kimseyi de beğenmiyor. Ne öğretmen beğeniriz, ne idareci, ne okul, ne de sistem. Hepsini teker teker öğütüyoruz bilerek veya bilmeyerek. Doğrunun merkezine kendimizi koyuyoruz, önümüze geleni biçip geçiyoruz.


Eğitim ve öğretim konusunda en son eğitimciler konuşur, konuşanlara da pek itibar edilmez. Niye itibar edilsin ki? Kendi aklımız ve tecrübemiz varken mürekkep yalayanlara laf mı düşer? Onlar sadece tu kaka yapılmak için kullanılır ve hatırlanır.


Hangi sistemi getirirsek getirelim, hangi öğretmeni bulursak bulalım, sınıf ve okulu en son model teknoloji ile donatalım, hizmet aldığımız insanlara değer ve önem vermediğimiz müddetçe bir arpa boyu mesafe kat edemeyiz. Birincisi bu. Bir diğeri; sistemi, okulları, eğitim camiasını eleştirdiğimiz kadar kendi çocuğumuzu eleştiriyor muyuz? Ya da soruyu şöyle soralım. Kendi çocuğumuzun öğretmeni kendimiz olsak, çocuğumuzu biz eğitsek öğrenim yönünden başarı, eğitim yönünden davranışlarda değişiklik olur muydu?


Hepimiz topu taca atarak kaçak güreşiyoruz. Oturup adam gibi bir öz eleştiri yapmıyoruz. Tek yaptığımız sistem değiştirmek. Olmadı, başka sisteme yönelmek. Bir defa bizim sıkıntımız sistem sıkıntısı değildir, mantalite sorunumuz var. Hepimiz çocuğumuzu ve tüm çocukları bey veya hanımefendi yetiştirme çabasındayız. Bu mümkün mü? Olmayacağını hepimiz biliyoruz. Zira hiçbirimizin kapasitesi aynı değildir. Sonra bu, dünyanın yaratılış amacına terstir. Enam 165’e göre Allah, “…size verdiği nimetler konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır...” buyurmaktadır. Yani toplumda herkes farklıdır, eşit değildir. Allah herkesi birbirine muhtaç olacak şekilde yaratmıştır. Birbirine muhtaç olacak ki bu dünyada bir iş bölümü olsun. Herkes bey olacaksa bu dünyanın onca farklı işini kim yapacak? Herkes kapasite, çalışma ve çabasına göre mutlaka farklı farklı kulvarlarda çalışmak zorundadır.


Eğitim camiasının az sayıda görüş bildireni de eğitim ve öğretimdeki sorunu okullar ve okul türleri arasındaki derin eşitsizliğe bağlamaktadır. Kanaatimce bu tespit de sorunun çözümüne yardımcı olmaz. Çünkü okul ve okul türlerini emsallerinin önüne geçiren yine öğrencidir. Kumaşı iyi olan öğrenci hangi okul veya okul türünde olursa olsun, kendisini ve kalitesini konuşturur. Normal bir okulda basit matematik işlemini yapacak kapasitesi olmayan, basit bir paragraftan ne anladığını ifade edemeyen veya anlamayan bir çocuğu en iyi okula verseniz, o çocuğa yapılacak en büyük kötülüktür. Herhangi bir futbol oyununda bile top koşturan her futbolcuyu sahaya sürmeyiz. Rakibe ve futbolcumuzun yeteneğine göre birini sahaya süreriz. At yarışında bile tüm atları hipodroma sürmeyiz. Ancak yarışı kazanma ihtimali olana şans veririz. Anlatmak istediğim okullardaki sorunu, eğitim ve öğretimdeki başarısızlığa suçlu aramayı bir tarafa bırakalım, önce elimizdeki çocuğun kapasitesini tespit edelim, onu o alanda değerlendirelim. Bu yöntem ayakları yere basan bir yöntemdir.


Hâsılı, okulları okul yapan öğrencinin kendisidir. Düzenli, tertipli, neye, niçin çalıştığını bilen bir öğrenci gittiği okuldan bir şey alırken bir şeyler de verir. Derste ve okumada gözü olmayanı ister en gözde okula ver, özel okulun en iyisinde okut, mesafe alınamaz. Çünkü hiçbir okul tek başına çocuğu uçurmaz. Çocuk ben alacağım bir şeyler diyecek, okul da verecek. Çünkü marifet iltifata tabidir. Ben bir şey almayacağım diyen öğrenciye de hiçbir şey fayda etmez. Çünkü müşterisiz meta zayidir.


Yok, illaki sistem diyorsanız o zaman her devirde genel geçer sistemi size önereyim: Getirelim okullara eleme sistemini, bakın ondan sonra okulların durumunu.


Bizim bugünkü bu mantaliteyle yaptığımız, her türlü meyve ve sebzesini çürük-çarık satan pazarcı esnafına benziyor. Halbuki pazarcı meyve ve sebzenin iyilerini çürütmesin diye çürüyen sebzesini ayırıp iyisini vereceği yerde poşetin içine hepsini harmanlayıp dolduruyor. Bizim eğitim sistemimizde de çürük-çarık, iyi-kötü harmanlanmış bir şekilde 12 yıl sonra hiç fire vermeden mezun oluyor. Olan da iyilere oluyor. Çünkü hedefi olmayan çocukların içinde çocuklarımız eriyip gidiyor, tıpkı çürüğünü ayırmadan pazarcının tüm sebze ve meyveyi bize verdiği gibi. Teşbihte hata olmasın. Okullardaki hedefi olmayan çocuklar kötü değildir, sadece ilgi alanı okul değildir. Bu çocuklar ilgi alanı olan mesleklerde sahasının bir numarası olabilir.


Son söz; boş verelim sistemi, sınav sitemini falan. Haydin okullarda yeniden eleme sistemini getirelim. Eğitim ve öğretimimiz artı yönde gelişir. En azından bugünkünden kötü olmaz. Ne dersiniz? 15/11/2017



"Bırakalım gebersinler" Psikolojisi

Nasıl bir ruh hali ki, "Hazır deprem olmuşken bırakalım gebersinler" tweti atabiliyor içimizden bazıları. Bu tipler, başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk inşa etmeye çalışan zavallılardır aslında. İçindeki kin ve intikam duygusunu ortaya koyabiliyor hemen. Yeter ki nefret ettiği kişilerin başına bir felaket gelsin.

İçimizde yaşıyor maalesef bu tipler. Üstelik okumuş, bir yere gelmiş, müdür olmuş. Bir yere gelmiş ama adam olamamış, insanlıktan nasibini alamamış.

İnsanoğlu dilinin altında saklıdır. Sıkıntı ve darlık anında kendisini ele verir. Normal zamanlarda ne oldukları belli olmaz, hatta dünyanın en sevecen insanı görünümündedir. Irkçılık akıllarının önüne geçer.

Kafatasçılık dünyanın en ahmakça davranışıdır. Kim ırkıyla övünür, bir başka ırkı kötülerse çapını ve seviyesini göstermiş olur. Sorsan hiçbiri de ırkçılığı kabul etmez.

Normal bir insan düşmanı bile olsa doğal bir afetten dolayı başa gelene 'oh olsun' demez. İçi kıpır kıpır bile etse içini dışarıya vurmaz, üzülmüş gibi davranır. Ama dedik ya bu tür davranış normal insanlarda görülür. Bir millete olan kini gözünü öyle bürümüş olmalı ki normal düşünemezler.

İnsan doğarken kendi ırkını seçebilse bu tür anormal davranışa belki denebilir. Ama hiçbirimiz anne-babamızı, milliyetimizi seçemiyoruz. Bizim seçimimiz olmayan bir davranışı yere batırmak, gebersin demek, ya da göklere çıkarmak izahı mümkün olmayan bir harekettir. Keşke bu müdürün yaptığı bireysel bir davranış olsa. Maalesef bu tür kafa yapısına sahil olanların sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. Ne edersiniz ki bunlarla aynı havayı teneffüs ediyoruz ve başımıza yönetici seçiyoruz. Yazıklar olsun bu zavallılara! 15.11.2017