Yeni bir muhite taşındım. Yeni bir muhitle beraber içimde bir ukde olarak kalan fakat bir türlü yerine getiremediğim cemaatle namaz kılma konusunda içimdeki tembelliği yenerek ya bismillah dedim. Namazı vaktinde ve cemaatle kılmak güzelmiş gerçekten. Sorumluluğu yerinde ve zamanında ifa etmenin ayrı bir zevk ve heyecanını yaşıyorum nice zamandır. Kıldığım namazdan ayrı bir huzur bulmaya başladım.
Gittiğim cami mahalle arasında yabancı birinin kolay kolay katılmadığı bir mescid. Yatsı namazında cemaati biraz kalabalık oluyor, diğer vakitler cemaat yönünden biraz garip kalıyor dense yeridir. Fakat bu da normal. Çünkü cemaatimiz gündüz işinde akşam ise muhitinde.
Garibime giden başta imam olmak üzere cemaatinden şu ana kadar "Mahallemizde yenisin, hoş gelsin, kimsin, necisin" denmemesidir. Karşılaştığım "Allah kabul etsin" deyip geçip gidiyor evine. Herke ezanla birlikte camiye geliyor. Farz namazı için iplik gibi saf olup birlik ve beraberlik görüntüsü veriyor. Namazın bitiminde ise herkes evine barkına dağılıyor. Haydi herkes bunu yapıyor. İmam da aynısını yapıyor. Zaman zaman tespih çekerken bana doğru "Bu da kim, necidir" diye bir bakış atıyor. hepsi bu kadar. O bana sormuyorsa, tanışmak istemiyorsa ben yapayım diyorum. Namaz çıkışı "Elimi uzatıp Allah kabul etsin" diyorum aynıyla mukabele edip rüzgar hızıyla yanımdan geçip gidiyor.
Dün eşim "Senin ayağındaki terlik başkasının, değişmiş sanırım. Ya sen ya da başkası giyip gitmiş deyince dışarıya çıkarmış olduğum terliğe baktım. gerçekten benim değil. Bu gün ikindi namazına gittim, kiminse vereyim, kendiminkini alayım diye. Gelen cemaatin ayakkabılıktaki ayakkabılarına göz attım. Benim terlik yoktu. Belki sahibi aramıştır, imama da "Yanlış giyen var mı" diye sormuş olabilir düşüncesiyle namaz çıkışı imama: "Hocam Allah kabul etsin. Sanırım ben birinin terliğini giymişim, size soran oldu mu, belki bir gün sorar. Onun terliği bende, benimki de onda. İsmim şu. İstersen numaramı vereyim" dedim. Soran olursa ben söylerim deyip sarık ve cübbesini çıkarmak için içeri girdi. Yine sormadı kimsin necisin diye. Allah hayrını versin. Belki de ben çok ince düşünüyorumdur. Kimse camiye tanışmak için gitmez. Ama başta imamıyla tanışmak da ister.
Kendi kendime tanışmak da ne kadar zormuş dedim. Numaramı alıp da sorana numaramı verip "Terliğin bu kişide, al ara" da mı diyemezdi. Maalesef demedi. Biz ne zaman birlik olan cemaatin gereğini yerine getirip birbirimizin derdiyle hemhal olacağız. Belki de son olaylar insanları birbirleriyle şüpheyle bakmaya da itmiştir. Karşıdaki hırlı-hırsız olabilir, neme lazım düşüncesine itmiştir insanları. Kim bilir?
Adana'da telefonla görüştüğüm Yehova şahidi temsilcisinin tanışmak için evime kadar gelip bana Kitabı Mukaddes'ten bölümler okuması aklıma geldi de...çok şey istemediğimi anladım bizim din görevlilerimizden.. 17/10/2016
17 Ekim 2016 Pazartesi
Bu mücadele hayra alamet değil gibi
Küçüklüğümde bizden biraz büyük ağabeylerin peşine
takılırdık. Onlar aralarında ortaklaşa bir paket sigara alırlar. Yerleşim
yerinin dışına giderlerdi. Tiryakiler ardı arkasına sigara içerlerdi orada.
Kimi tiryaki, kimi yeni başlıyor, kimi ise arada bir içen cinstendi. Onlar içer
biz de seyrederdik onları. Bize “Siz de için” derlerdi, biz : "Biz
içmeyiz" derdik. "İçin bir defadan bir şey olmaz" derlerdi.
Gitme
zamanı gelmişse bize zorla sigara içirmeye çalışırlardı. Niye zorluyorsunuz
dediğimizde, "Bizim sigara içtiğimizi ailemiz bilmiyor. Belki gider
söylersiniz. Biz en iyisi kendimizi garanti altına alalım. İçmeseniz de en
azından bir defa çekeceksiniz. Böylece bizi söyleyemeyeceksiniz. Eğer
söylerseniz, biz o da içti deriz” deyip bize bir defa da olsa çektirirlerdi.
Biz yemin-billah edip söylemeyeceğiz desek de büyükler işini bu şekilde garanti
altına alırlar, bizi de kendi yaptıkları suça alet ederlerdi. Kendi sigara
içtiklerini de bu şekilde gizlemiş olurlardı.
Bu
ülkede 17-25 Aralık operasyonları oldu. Mahrem kalması gereken konuşmalar bile
görsel ve yazılı medyada servis edildi. İnsanların evleri, hatta yatak odaları
dinlendi. Bu ülkenin başbakanının kriptolu telefonlarına varıncaya kadar dinlemeye
alındı. Tapelerin biri geldi, diğeri gitti. Ülkenin dış siyaseti
diyebileceğimiz bir milli olay olan MİT tırlarına bile operasyon emri verildi.
Arkasına Batı'yı ve ABD'yi alan bize kendini "hizmet hareketi" diye
yutturan yapıdan kolay kolay kopma olmadı. 17-25 Aralık'ta başarılı olamasalar
da tüm kazanımlarını yok etme uğruna da olsa kabuklarına çekilecekleri yerde
iyice gemi azıya aldılar.
15
Temmuz itibariyle dananın kuyruğu koptu. 1970'lerden beri tohumu atılan nifak
hareketinin ihanetine şahit oldu bu ülke. Bu şebekenin gerçek niyetini kimi
17-25 Aralık'tan önce gördü, kimi sonra. Vatandaşın çoğu da 15 Temmuz
itibariyle gördü gerçek yüzlerini. Bu yapıdan beklenildiği gibi bir kopma
olmadı. Kopanların sayısı bir elin parmaklarını geçmedi nedense. Bu beddua
seanslarının üstadında ne görüyorlardı da kopulmuyordu? Adamı evliya olarak mı
görüyorlar, yoksa müceddit mi? Mehdi mi ya da İsa-Mesih mi? Yoksa kainat imamı
olarak mı görülüyordu arkasından gidenler tarafından? Çözemedim gitti. Bir
sömürgeci devletin kendisine tahsis ettiği sırça köşkte bir eli yağda, diğeri balda olan bir adama bu kadar bağlılık da
neyin nesi derdim. Geç de olsa anladım sanırım.
Bu
yapı, kendisiyle irtibatlı olan herkesi tıpkı yukarıda anlattığım; bizim
büyüklerin başkasına söylemeyin diye sigara çektirdikleri gibi kendini
garantiye almış ve kopma olmamış. Kimini sendikaya üye yapmış, kimine bankadan
hesap açtırıp işlem yaptırmış, kimine örgütün gizli iletişimi adı altında
kendilerinin ürettiği bir haberleşme ağına girmeleri sağlanmış, kimini usulsüz
bir şekilde bürokraside bir yere getirmiş, kimine soru vermiş, hepsini dergi ve
gazetelerine abone yapmış, sohbetlerine götürmüşler, dershanelerine gitmişler,
evlerinde ya da yurtlarında kalmışlar, geleneksel yemeklerini yedirmişler, burs
vermişler, burs almışlar... Gördüğüm kadarıyla kendisiyle şu ya da bu şekilde
irtibatlı olan herkesi bir vesileyle suça bulamışlar ki kopma olmasın. Eğer
koparsanız şu yaptığınız usulsüz işi deşifre ederiz diyerek aba altından sopa
göstermişler. Kimi severek kaldıysa da sevmeden yapıdan kopamayan kişilerin de
olduğunu göstermektedir.
15
Temmuz sonrası alt ve üst bürokraside kamudan alınan, kamudan atılan çok
kişi olmasına rağmen hala da bağlantıları olanlar ortaya çıkmaya devam
etmektedir. En azılı FETÖ düşmanı olarak görünen ve bu yapıyla mücadele
edenlerin de bu yapıyla irtibatlı oldukları gün geçmiyor ki haber konusu
yapılmasın. FETÖ ile mücadele eden savcısından hakimine, il yöneticisinden
kaymakamına varıncaya kadar bu yapıyla bağı çıkıyor. Bu gidişle herkes bu suç
örgütünün içine girmiş olacak. Herkes bana ne zaman sıra gelecek diye bekler
oldu. Çünkü alınan kimi duysak "O da mı" hayret ifadesini çok
görüyoruz bugünlerde.
Bu
durumu görünce yine aklıma bir fıkra geldi, yazsam mı yazmasam mı ama yazacağım
hoş olsa da olmasa da...Biri bir karpuz kesmiş, yarısını yemiş, diğer yarısı
kalmış. Kalkıp gidecek. Karpuzu yiyen ne yapacak? Az sonra çişi gelmiş. Nasılsa
gideceğim diye kalan karpuzun üzerine işemiş. Tam gidecek iken gidemiyor, orada
kalıyor. Beklerken acıkmış. Sağına soluna bakıyor. Yiyecek bir şey yok
karpuzdan başka. Olmaz dediyse de zaman zaman karpuzla göz göze geliyor.
Sonunda oturuyor, şurasına gelmemiştir diyor yiyor, burasına gelmemiştir diyor
yiyor. Sonunda işediği karpuzu tamamen yiyor. Konumuzla alaka kurulur mu
kurulmaz mı bilmiyorum ama biz suçluyu böyle ararsak bu gidişle her kapıyı, her
aileyi çalacak anlaşılan.
Bu
durum suç ve suçluyla mücadelede sağlıklı bir sonuç vermez. Pek hayra alamet
değil anlayacağınız. Devleti yok etmeye azmetmiş kökü dışarıda olan bu yapının
bir numaralı sanıkları şu ya da bu şekilde bu ülkenin dışına çıkmış, dışarıda
elini ve kolunu sallayarak dolaşıyor. Üstelik Türkiye aleyhine çalışmayı da
ihmal etmiyorlar. Burada kalanlar ise zamanında şöyle ya da böyle kullanılıp
atılan insanlar. Yani bu toprağın kanmış-kandırılmış insanları. Biz beğensek de
beğenmesek de maalesef onlarla şu ya da bu şekilde iş tutmuş bu insanlarla
yaşayacağız. Yeniden vatandaş icat etme, ithal etme durumumuz yok.
Suçla
ve suçluyla mücadele edeceğiz etmesine. Kimsenin yaptığı yanına kar kalmamalı.
Ama yapının içerisinde pasif kalmış, kendisini oraya ait hissetmiş, şu ya da bu
şekilde bağı tespit edilen insanlar için devlet aklı hakim olmalı. Duygusallık
bir tarafa bırakılmalı. Çünkü bu gidişle selam vereceğimiz, iş tutacağımız
kimse kalmayacak. Eline silah almamış, suça karışmamış ve kanlı kalkışmayı
tasvip etmeyen kişiler için toplu bir af yoluna gidilip toplumsal barış
sağlanmalı. Suça karışma, başkası adına çalışma şüphesi taşıyan kişileri devlet
dinlemeye ve takibe almalı. Suçüstü yaparak gereken cezayı vermeli.
Amacım
suçu ve suçluyu savunmak, onların yaptığını basite almak, mağdur edebiyatı
yapmak değildir. Gözlemlerime göre bu gidiş hayra alamet değildir. Mücadelede
farklı yöntemlere başvurulmalı... Eğer mücadeleye bu şekilde devam edilirse
korkarım ki bu durum tıpkı Ergenekon ve Balyoz olayları gibi sulandırılacak...
Sonucunda da suçlu-suçsuz hepsi ellerini kollarını sallaya sallaya kahraman
gibi çıkıp dolaşacaklar. İnşallah ben yanılmış olurum...17/10/2016
"Bedava sirke baldan tatlı" değilmiş
Sanırım 2001 yılıydı. Üç yıldır memleketime gelmek için tayin istedim maalesef çıkmadı. Son çare müdürlük sınavına gireyim, ikinci bir tayin hakkım olsun istedim.
Müdürlük sınavına müracaat etmek için Adıyaman Milli Eğitim Müdürlüğüne gittim. Görevli bana: "Hangi müdürlük istiyorsun" dedi. Böyle bir soru beklemiyordum. Ne cevap vereceğimi düşünürken arkama baktım. Orada tanıdığım bir okul müdürünü gördüm. Hocam, hangi müdürlüğe müracaat edeyim dedim. "Hocam müdürlük isterken amacın ne " dedi bana. "Amacım memleketim Konya'ya gitmek deyince: "O zaman sen lise müdürlüğünü tercih et, çünkü diğer müdürlüklerle il dışına gidemezsin" dedi. Hemen görevliye döndüm lise müdürlüğü istiyorum dedi. Müracaatı yaptıktan sonra görev yerim Kahta'ya geldim.
Sınav başvurusu tamam. Peki neye çalışacağız, elimizde materyal yok. Çevremdeki arkadaşlardan girecek olanların da sayısını alarak Ankara'dan bir kitap getirttik. Başladım çalışmaya Türkçe sorularından. Her Türk evladı gibi benim de Türkçe'm iyiydi. Çözdüğüm sorulardan en iyi bildiklerimin seçeneği yanlış çıkıyordu. Şaşırdım. Bu kitap benim bildiklerimi de yanlış çıkartıyor diyerek kitabı bir kapattım bir daha açmadım.
Sınav tarihi geldi çattı. Ne hedeflerle çalışmaya azmettiğimiz sınava da hazırlanamamıştım. Sınav öncesi bir dostum yanıma geldi: "Pek çalışamadık ne yapacağız, istersen sınava gitmeyelim" dedi. Olmaz, hiçbir şey yapamasak da bu vesileyle Diyarbakır'ı görüp geleceğiz dedim. Adıyaman Kahta'dan sınava gidecek bir dolmuş kadar aday buldum. Gidip bir minibüsçü ile anlaştım. Siverek'e kadar minibüsün içinde feribotla yolculuk yaptık. Sonrasında kara yoluyla yolculuk yaptık.
Sınava girdim. Sınav esnasında doğruluğundan emin olduğum soruları saydım 69 net geliyordu bana. Diğer sorulara bir göz attım. Bildiğim soru yoktu. Bir soru dikkatimi çekti, seçeneklerinde ismini zaman zaman duyduğum Freud vardı. Diğerlerini hiç duymamıştım. Freud'u işaretleyerek sınav salonundan çıktım. Binadan çıkmadan burası yabancı memleket. Dışarıda tuvalet aramayayım. Zaten tuvaletler ücretlidir. Bir de tuvalet parası vermeyeyim, en iyisi okulun tuvaletini kullanayım, üstelik bedava dedim. Girdim tuvalete.
Tuvalette çıkacağım ama çıkamıyorum. Çünkü ellerimle kapattığım kapı açılmıyordu. Uğraş, didin...nafile. Kapıya vurdum, biri dışarıdan itsin diye. Kimse imdadıma gelmedi. Dışarıdan bir ses kulağıma yankılandı: İçeride olan var mı, kapıyı kapatıyorum" sesi. Heyecan, korku birbirini izledi. ben buradayım desem de kimse duymaz zaten. Kendi kendime: "Oğlum Ramazan! Bedava dedin geldin. Al işte gününü. Kaderinde tuvalette kalmak da varmış. Üstelik pazar. yarın okul açılıncaya kadar burada bekleyeceksin. Boş mezar bulsan gireceksin, ne işin var burada dedim. Bir taraftan da çıkmanın yolunu düşünüyorum. Kafamı kaldırdım. Yan taraftaki kabine geçilebiliyor. Geçerim geçmesine de ya ben duvardan atlarken içinde biri varsa.kaderinde sapık muamelesi görmek ve dayak yemek de var dedim. yan taraftaki duvara vurdum kimse var mı diye. Ses yok. Hemen hızlı bir şekilde kapının koluna ayağımı koyarak yan taraftaki kabine atladım. kapıyı açıp koşmam bir oldu. Şükürler olsun. Dış kapı kilitlenmemişti. Nerede kaldın diyenlere kulak bile vermedim. Çünkü sevincime diyecek yoktu. Zira tuvalette kilitli kalmak, geceyi orada geçirmek, kokusunu çekme gözümün önüne gelince bu durum insana "Verilmiş sadakan varmış" bile dedirtir.
Sınavdan çıkan arkadaşlarımla görüştüm. İlk sorumuz "Sınav nasıl geçti" demekti birbirimize. Girdiğimiz sınav iki aşamalı bir sınavdı. Girdiğim seçme sınavından 70 alan 2.değerlendirme sınavına girme hakkı elde ediyordu. Arkadaş, bana ya 69 gelecek baraj altı kalacağım. Çünkü emin olarak yaptığım soru o kadardı. Tam emin olmadığım bir soru yaptım, o da Freud'la ilgili bir soruydu. Eğer o doğruysa bizim Freud sayesinde 70 alıp barajı geçeceğim dedim gülüştük.
Diyarbakır'ı biraz dolaştıktan sonra minibüse binerek Kahta'ya koyulduk.
Sınav sonuçları açıklandığında Freud'la ilgili yaptığım sorunun doğru olduğunu sınav sonucum 70 gelince anladım. Sınava giren bir çok arkadaş kazanamazken bana nasıl akzandın diyenlere: Ben de Freud sayesinde kazandım" diye cevap verdim.
Bu Diyarbakır maceramı burada sonlandırırken meraklısına da bir kaç sözüm olacak: Tuvalette kaldığın zaman cepten arkadaşlarını arayabilirdin diye akıl verecek olan olursa: Bir defa o zamanlar cep telefonu lüks idi. Arkadaşlarımın ve benim bir cep telefonumuz bile yoktu...Ben bedava tuvalete gitmek istedim, ücretsiz olarak ihtiyacımı giderdim. Arkadaşlarım dışarıda wc ücreti öderken ben ihtiyaç hissetmedim. Sadece şadırvanda abdest aldım. Param cebimde kaldı. Size tavsiyem her gördüğünüz bedava sirkeyi baldan tatlı sanmayın. Maazallah benim başıma gelen sizin de başınıza gelebilir. İsterseniz bir ayıplayın. Ölmeden önce mutlaka başınıza gelir. Denemesi bedava... 17/10/2016
Bazı cami görevlilerimizden bir kesit
İmam kardeş! Cuma vaazını canlı ve yüz yüze yapman takdire şâyân, keşke içeriğinde doğru dürüst bir şeyler söyleseydin...Ne demek; "çalışmak ibadet değildir, ibadet olsaydı kafirler sizden daha çok çalışıyor, sabahleyin işe amir korkusu ve ekmek parası için gidiyorsun, bu ibadet değildir. İbadet, 5 vakit namazdır.."demeseydin.
Cemaat eski cemaat değil, aklına geleni söyleme, hiç söyleyecek bir şeyin yoksa ayet okusan olmaz mı?..Bir de bir hafta boyunca okuyacağın hutbeyi bir kaç defa hazmederek okusan da hutbe irad ederken ara ara o kağıttan kafanı kaldırıp cemaate bir baksan. "muhterem müslümanlar" derken de mi kafanı kaldıramazsın. Sonra o hutbeyi kendi kafanda yoğursan olmaz mı? Şiir okumuyorsun kardeş, cemaate hitap ediyorsun, şiir okuyan bile genelde karşıya bakar, elindeki kağıdı şaşırırsam, bakarım diye tutar.
Hutbeyi kendin hazırlasan kıyamet mi kopar? Başkasının hazırladığı hutbeyi Cuma günü herhangi bir okula gidip çıkartıp okumak hazır yiyicilik değil mi? Senin internetten çıkarttığın; noktasına, virgülüne dokunmadan ve başını kaldırmadan okuduğun hutbeyi vatandaş evinde, iş yerinde okusa yeterli olur mu? soruma cevap verirsen sevinirim. 17/10/2014
Cemaat eski cemaat değil, aklına geleni söyleme, hiç söyleyecek bir şeyin yoksa ayet okusan olmaz mı?..Bir de bir hafta boyunca okuyacağın hutbeyi bir kaç defa hazmederek okusan da hutbe irad ederken ara ara o kağıttan kafanı kaldırıp cemaate bir baksan. "muhterem müslümanlar" derken de mi kafanı kaldıramazsın. Sonra o hutbeyi kendi kafanda yoğursan olmaz mı? Şiir okumuyorsun kardeş, cemaate hitap ediyorsun, şiir okuyan bile genelde karşıya bakar, elindeki kağıdı şaşırırsam, bakarım diye tutar.
Hutbeyi kendin hazırlasan kıyamet mi kopar? Başkasının hazırladığı hutbeyi Cuma günü herhangi bir okula gidip çıkartıp okumak hazır yiyicilik değil mi? Senin internetten çıkarttığın; noktasına, virgülüne dokunmadan ve başını kaldırmadan okuduğun hutbeyi vatandaş evinde, iş yerinde okusa yeterli olur mu? soruma cevap verirsen sevinirim. 17/10/2014
15 Ekim 2016 Cumartesi
Bardağın dolu tarafından bakabilmek
Hayata, olaylara, kişilere, suç ve suçluya hangi açıdan baktığımızdır aslında. Bu bakış açısı, bizim hayata bakış açımızın da göstergesidir. İçte barındırdığımızın bir dışa vurumudur. Aşağıda yazdığım hikaye sanırım ne demek istediğimi daha iyi izah eder:
İki valisinden biri ihtiyaç fazlası olduğu için padişah çalışmaya devam edeceği valiyi test etmek ister. Biri halka kötü muamelesiyle maruf, diğeri ise iyi davranan biri. Hangisiyle çalışmak istediğine dair kendisinin bir kanaati vardır. Fakat yine de onları sınava yani tutmak ister. Kötü çalışanını yanına çağırır ona: "Memleketi gez dolaş, bana iyi olan birini bul getir" emrini verir. Vali, ülkeyi turlar. Dönüşte: "Hünkarım! İnsanlar o kadar kötü ki...ben içlerinde iyi bir insana rastlamadım" deyince padişah: "Sana göre dünyada iyi bir insan var mı? Tamam gidebilirsin" diyerek diğer halka iyi davranan iyi niyetli valiyi çağırır. Ona da: "Memleketi gez, dolaş. Bana kötü bir insan bul gel" diye emir verir. Vali memleketi adım adım dolaşır. Nice sonra huzura çıkar: "Efendim! Tüm ülkeyi gezdim, insanları araştırdım. Kötü olarak görünenlerin kimi aldanmış, kimi aldatılmış, kimi de kurtulmaya çalışıyor. Hasılı ben kötü bir insana rastlamadım." diye açıklama yapar. Sonunda sınavı halka iyi davranan vali kazanır. Valiliğine devam eder. Kendisinden başka herkesi kötü gören vali ile yollarını ayırır padişah.
Hikaye bu. Sanırım çok bir şey söylemeye gerek yok. Fakat ben ne anladığımı söylemesem kahrımdan çatlar ölürüm: Bir insanın kendisi nasılsa karşı tarafı da öyle görür. Hani bir âmâ, diğer âmâ ile üzüm yerken biri diğerine üzümü çifter yeme demiş de, diğer âmâ, arkadaş gözlerin görmüyor, benim üzümü ikişer ikişer yediğimi nereden gördün deyince, ben çifter yiyorum da ondan demiş.
İnsanlara bakarken hep suçlu gözüyle bakacağımıza, hep hatasını bulacağımıza bardağın biraz da dolu tarafından baksak nasıl olur? Kıyamet kopmaz sanırım. Ölmüş bir eşek leşini görenlerin: "Eşek de ne pis kokuyor" diyerek burunlarını tıkadıkları zaman onları gören Hz Muhammed'in: "Bembeyaz dişleri var" sözü sanırım hayata, kişilere olumlu bakabilmeye; bardağa dolu tarafından bakabilmeye bir örnektir. İnsanları eleye eleye, eleştire eleştire bu dünyada tek iyi kendimiz kalırız bu gidişle. Hatasız insan, kusursuz dost, hatasız vatandaş arayan kendi başına kalır. Kimseye de derdini, meramını anlatamaz. İnsan suça meyilli bir şekilde yaratılmış eksik bir varlıktır.
Suç yaratılmış karşılığında panzehiri olarak tövbe ve özür de yaratılmıştır. İlk insan ve ilk peygamber olan Hz Adem "ölümsüz olma" zaafı yüzünden İblis'in iğvasına mağlup olmuştur. Zaafının esiri olmuştur Havva ile birlikte. Kandırıldığını anladığı zaman da ellerini açıp: Rabbimiz, biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmez isen hüsrana uğrayanlardan oluruz" diyerek özür dilemiş, tövbe etmiştir. "Ben ateşten, o ise topraktan yaratıldı" diye mazeret üretip kendini savunan ve isyan eden şeytan gibi, "Bizim ne suçumuz var, bizi Şeytan kandırdı" gibi bir gerekçe ile Rabbinin huzuruna çıkmamışlardır. Kendi kendilerine öz eleştiri yapmışlardır. Hata ve yanlış yapıp özür dilemek de bir erdemdir.
Kişi yaptığı hata ve yanlışından dolayı "Bir daha yapmamaya söz verir, hatasını terk eder, ardından pişmanlık duyar ve zarara uğrattığı kişilerden özür dilerse alın size bir tövbe. Hem de nasuh tövbesi. "99 kişiyi öldüren kimsenin tövbesini Allah'ın bağışladığını anlatır dururuz durmadan. Peki bize ne oluyor ki hata yapanlara bu hakkı vermiyoruz? 15/10/2016
İki valisinden biri ihtiyaç fazlası olduğu için padişah çalışmaya devam edeceği valiyi test etmek ister. Biri halka kötü muamelesiyle maruf, diğeri ise iyi davranan biri. Hangisiyle çalışmak istediğine dair kendisinin bir kanaati vardır. Fakat yine de onları sınava yani tutmak ister. Kötü çalışanını yanına çağırır ona: "Memleketi gez dolaş, bana iyi olan birini bul getir" emrini verir. Vali, ülkeyi turlar. Dönüşte: "Hünkarım! İnsanlar o kadar kötü ki...ben içlerinde iyi bir insana rastlamadım" deyince padişah: "Sana göre dünyada iyi bir insan var mı? Tamam gidebilirsin" diyerek diğer halka iyi davranan iyi niyetli valiyi çağırır. Ona da: "Memleketi gez, dolaş. Bana kötü bir insan bul gel" diye emir verir. Vali memleketi adım adım dolaşır. Nice sonra huzura çıkar: "Efendim! Tüm ülkeyi gezdim, insanları araştırdım. Kötü olarak görünenlerin kimi aldanmış, kimi aldatılmış, kimi de kurtulmaya çalışıyor. Hasılı ben kötü bir insana rastlamadım." diye açıklama yapar. Sonunda sınavı halka iyi davranan vali kazanır. Valiliğine devam eder. Kendisinden başka herkesi kötü gören vali ile yollarını ayırır padişah.
Hikaye bu. Sanırım çok bir şey söylemeye gerek yok. Fakat ben ne anladığımı söylemesem kahrımdan çatlar ölürüm: Bir insanın kendisi nasılsa karşı tarafı da öyle görür. Hani bir âmâ, diğer âmâ ile üzüm yerken biri diğerine üzümü çifter yeme demiş de, diğer âmâ, arkadaş gözlerin görmüyor, benim üzümü ikişer ikişer yediğimi nereden gördün deyince, ben çifter yiyorum da ondan demiş.
İnsanlara bakarken hep suçlu gözüyle bakacağımıza, hep hatasını bulacağımıza bardağın biraz da dolu tarafından baksak nasıl olur? Kıyamet kopmaz sanırım. Ölmüş bir eşek leşini görenlerin: "Eşek de ne pis kokuyor" diyerek burunlarını tıkadıkları zaman onları gören Hz Muhammed'in: "Bembeyaz dişleri var" sözü sanırım hayata, kişilere olumlu bakabilmeye; bardağa dolu tarafından bakabilmeye bir örnektir. İnsanları eleye eleye, eleştire eleştire bu dünyada tek iyi kendimiz kalırız bu gidişle. Hatasız insan, kusursuz dost, hatasız vatandaş arayan kendi başına kalır. Kimseye de derdini, meramını anlatamaz. İnsan suça meyilli bir şekilde yaratılmış eksik bir varlıktır.
Suç yaratılmış karşılığında panzehiri olarak tövbe ve özür de yaratılmıştır. İlk insan ve ilk peygamber olan Hz Adem "ölümsüz olma" zaafı yüzünden İblis'in iğvasına mağlup olmuştur. Zaafının esiri olmuştur Havva ile birlikte. Kandırıldığını anladığı zaman da ellerini açıp: Rabbimiz, biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmez isen hüsrana uğrayanlardan oluruz" diyerek özür dilemiş, tövbe etmiştir. "Ben ateşten, o ise topraktan yaratıldı" diye mazeret üretip kendini savunan ve isyan eden şeytan gibi, "Bizim ne suçumuz var, bizi Şeytan kandırdı" gibi bir gerekçe ile Rabbinin huzuruna çıkmamışlardır. Kendi kendilerine öz eleştiri yapmışlardır. Hata ve yanlış yapıp özür dilemek de bir erdemdir.
Kişi yaptığı hata ve yanlışından dolayı "Bir daha yapmamaya söz verir, hatasını terk eder, ardından pişmanlık duyar ve zarara uğrattığı kişilerden özür dilerse alın size bir tövbe. Hem de nasuh tövbesi. "99 kişiyi öldüren kimsenin tövbesini Allah'ın bağışladığını anlatır dururuz durmadan. Peki bize ne oluyor ki hata yapanlara bu hakkı vermiyoruz? 15/10/2016
13 Ekim 2016 Perşembe
Gönülleri fethetmenin adı: Hz Muhammed **
63 yıllık kısa ömrünün içerisine mücadeleyle dolu bir ömrü sığdırmış biri idi. Hayatı hep mücadeleyle geçti. Yoruldum biraz dinleneyim diye uzanıp yatmadı dense mübalağa edilmiş olmaz.
Mücadelesinde hep bir nezaket, azim ve gayret var, yumuşak davranma var, kabalığa yer yok hayatında. İnsanları ve düşmanları şirk bataklığından kurtarmak, yakıcı alevde yanmalarının önüne geçmek için didindi durdu hep. Kimsenin kınamasına, küçümsemesine aldırmadı hiç. Ben nasıl yaparım bunca işi tek başıma demedi. Kendisine çizilen yolda dosdoğru yürüdü. "Kavli leyyin" idi onun metodu. Ne zayıflığında sert ve kabalığa baş vurdu, ne de gücü eline geçirdiği zaman. Hiç gizli ajandası olmadı. Örnek bir tipti o: İçi dışına, dışı içine benzeyen.
Kutsal yolculuğuna başlamadan önce herkesin özellikle düşmanlarının güvenini kazandı. Herkesin saygı gösterip değer verdiği bir kimse idi. Kimseden bir beklentisi olmadı. Makam ve mevkide gözü olmadı. Tebliğ görevine çıktığı zaman hep insan kazanma mücadelesi verdi. Kimseyi ötekileştirmedi. Adam adama markaj uyguladı. Kimseye baskı uygulamadı. Hep anlattı onlara. Kah evlerinde, kah panayırlarda, kah Safa Tepesinde, kah Akabe'de, kah Taif'te, kah Daru'l-Erkam'da, kah Kabe'de... Zengin, fakir, mağrur ve mağdur demedi. Herkesin ayağına gitti. Onlara İslam'ı anlattı. Kimseden bir şey istemedi. Sadece inanmalarını istedi. Kimseden umudunu yitirmedi. Hiç inanma ihtimali olmayan, düşmanlığıyla ün yapmış cehaletin babası Ebu Cehil'in, olmaz olası amcası Ebu Lehebin ayağına, küfür ve zulümde ileri giden ileri gelenlerin ayağına bile kaç defa gitti tebliğ etmek için. Hiç kırk yıllık kani olur mu yani demedi. Gitti boş döndü, uygun ortam ve zamanda yine gitti. İnanmazsanız inanmayın yeter ki beni bir dinleyin dedi. İnananlara cennetten başka bir şey va'detmedi. İnanmayana kızıp bağırmadı, küsüp gitmedi, dışlamadı, cezalandırmadı.
Taif'e giderek onlara İslam'ı anlattı, karşılığında bir araba sopa yemesine rağmen onlara asla beddua bile etmedi. Her türlü nifak hareketinin içerisinde yer alan münafıkların lideri Abdullah bin Ubeyy Bin Selül'ü kazanmak için bile didindi durdu hep. Yaptığı savaşlarda karşısında ordu komutanı olan Ebu Süfyan'ı bile kazanmak için Mekke'nin fethi esnasında "Kim Ebu Süfyan'ın evine sığınırsa emniyettedir" bile dedi. İhanet içerisine giren Hatıp bin Ebi Belta'yı cezalandırmadı, hatta "Bedir ashabındandır, ilişmeyin" diyerek yeniden kazanma yoluna gitti. Tebük Seferine katılmayan münafık ve samimi Müslümanlar'ı bile Allah'a havale ederek onları kendi haline bıraktı. Kendi kendilerine hatalarıyla yüzleşmelerine fırsat verdi. Sonunda onları da kazandı.
Hiç özel hayatını yaşamadı dense yeridir. Ne bir köşkü oldu, ne de makam arabası, ne de özel şoförü. Geride kalan kızına dişe dokunur bir miras bile bırakmadı. Dünya için değil ahireti için yaşadı hep.
Kendisine işkence yapanlara, hayatı zindan edenlere, amcasının öldüren Vahşi'ye, onu azmettiren Hint'e hiç kin gütmedi. Mekke'yi fethettiği zaman kendisine ve ashabına kin kusan, zulmedenleri Kabe'de topladı, ceza vermedi. Güçlü iken onları affetti...Yerde ve gökte övülen biri oldu. Övgüye layık olduğunu gösterdi. Hep affederek kazandı... Örnekleri çoğaltabiliriz. Demek istediğim odur ki, ömrünü adam kazanmaya verdi dense yeridir o Kutlu Nebi'nin.
Onun yolundan gittiğini söyleyen bizlere ne oluyor ki bizim gibi düşünmeyen insanları dışlama, yok etme yoluna gidiyoruz. Hiç kazanma diye bir derdimiz yok. Ahirete bırakma gibi niyetimiz yok. Kimseye hatası ve yanlışıyla yüzleşme imkanı verme gibi bir düşüncemiz yok. Ne kadar da kelle avcılığına merakımız varmış meğer. Allah tövbe kapısını hep açık bırakmış. Biz ise özür, tövbeye, hatayla yüzleşmeye tahammülümüz yok. Kellesi vurulsun modundayız nedense. Kimse hataların menşeine, bataklığa inme, bataklığı kurutma mücadelesini esas almıyor. Bilerek ya da bilmeyerek bataklığa düşmüş, ya da girmiş insanları yok etme hevesini taşıyoruz. Öyle bir heves ki hiç eksilmiyor maalesef. Kimi hataları baştan görür, kimi ortasında, kimi de en son bir musibetle görür. Herkes aynı değildir bir defa. Art niyetli ele başlarını yakalayıp ceza vermekten ziyade kanmış, kandırılmış piyonların peşindeyiz hep.
Sorgulamıyoruz nedense. Bir konuda milletin ekseriyeti şu ya da bu şekilde hata yapmışsa bunun nedenleri nelerdir, bir daha böyle yanlışlar olmaması için ne gibi tedbirler alınmalı gibi sorulara kafa yormuyoruz.
Hata yapıp hatasıyla yüzleşen, hata yapma riski olan insanları ötekileştirmeden kazanmak için nebevi metodu uygulamanın zamanı geldi, geçiyor bile. 13/10/2016
** 24/10/2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.
Farklı bir miras paylaşımı
Ey oğul! Sana altın bir kural daha hatırlatmak isterim: Mevcut menkul ve gayr-i menkulden daha fazla pay almak istiyorsan sana güvenen ağabeylerini miras dışına it ki, çok mala sahip olasın. Hepsini kendin alma, bir kısmını da sus payı olarak seni seven, sayan, sözünden çıkmayan kardeşlerine ver. Diğer kardeşlerin biraz homurdanır, kızar, küserler ama bir müddet sonra hayatın gerçekliğini kabullenir ve alışırlar. Güç, kuvvet ve şöhret elinde olur, itibar sahibi olursun bu dünyada.
Şimdilik ahireti pek düşünme, bir ara Hacca gidersin olur biter. Ha bir de mirastan mahrum ettiğin kardeşlerin için de niçin mirastan mahrum ettiğine dair gerekçeler hazırlarsan objektifliğini kaybetmezsin ve kendini ikna edersin, etrafındakileri de ikna ettim diye sevinirsin. Haydi göreyim seni...
Unutma, başarıdaki tek kriter kazanmaktır, hep kazanmak istiyorsan miras kazanma kurallarını hep sen koy. Kardeşlerini de tamamen unutma, onlara da hamaliye gibi işler ver, ne de olsa siz kardeşsiniz. 13/10/2014
Şimdilik ahireti pek düşünme, bir ara Hacca gidersin olur biter. Ha bir de mirastan mahrum ettiğin kardeşlerin için de niçin mirastan mahrum ettiğine dair gerekçeler hazırlarsan objektifliğini kaybetmezsin ve kendini ikna edersin, etrafındakileri de ikna ettim diye sevinirsin. Haydi göreyim seni...
Unutma, başarıdaki tek kriter kazanmaktır, hep kazanmak istiyorsan miras kazanma kurallarını hep sen koy. Kardeşlerini de tamamen unutma, onlara da hamaliye gibi işler ver, ne de olsa siz kardeşsiniz. 13/10/2014
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)