2 Aralık 2015 Çarşamba

Yardımcı Kaynak


-Baba, alacağım kitaplar belli oldu, alabilir misin?
-Ne kitabı evlat! Devlet bedava vermiyor mu?
-Bunlar yardımcı kitap, bedava verilenler yeterli değilmiş.
-Ver bakalım listeyi.Yarın alayım.
***
-Geciktin baba
-Ayaklarıma kara sular indi dolaşmaktan.
-Niye ki?
-Evlat yayınevleri ayrı ayrı kitapçı ile anlaşmış. Türkçe soru bankasını x kitapçıdan, Matematiği; y kırtasiyeciden, Feni; q, Sosyali; f kitapcıdan, İngilizceyi; z kırtasiyeciden aldım. Bereket fazla ders adedi yok.Yoksa Konya'daki tüm kitapçılara selam verecektim bu gidişle.
-Niçin bütün kitapçılarda hepsi olmaz?
-Her kitapçıda olursa vatandaş istediği kitapçıdan alışverişini yapar ve tekelcilik olmaz ve fiyatta rekabet olabilir. İşi de birden biter. Bir kitabı sadece bir kitabevi satarsa tekelcilik olur ve fiyatta rekabet olmaz. Vatandaş o dükkandan diğerine sürüm sürüm sürünür. Belirlenen fiyatı ödemek de işin cabası.
-Fiyatlar pahalı mı? İndirim yapmıyorlar mı?
-Yapıyorlar, hem de hepsi yapıyor. Hatta % 40'lara varan indirimler. Etiket fiyatını yüksek tutuyorlar sonra da indirim yapıyorlar.
-İndirim yapacaklarına tek fiyat satsalar iyi olmaz mı?
-O kadar yorgunluk ve can sıkıntısına psikolojik destek oluyor be evlat.
-Anladım. Mesele para meselesi. Sahi devlet yardımcı kitabı da bedava verse olmaz mı?
-Sus ağzından yel alsın. Eşeğin aklına karpuz kabuğunu getirme. 2002'de çıktı biri "Ben kitapları bedava vereceğim" dedi. İktidara gelemedi ama ihale iktidara gelen de kaldı. O gündür ders kitapları ücretsiz hale geldi.
-Bedava olması iyi değil mi?
-Evlat biz bedavayı severiz. Ama para vermeyince de huzursuz oluruz. Yardımcı kitapları da bedava verse biz o zaman yardımcı kaynağın da yardımcısını alırız. Biz böyle oldukça sektörü de olacaktır maalesef.
-Demek öyle
-Şimdi yorulma sırası sende
-Ben ne yapacağım da?
-Listeyi elime tutuşturup bunları al diyen sendin. Bunları yutacaksın başka yolu yok. 15/10/2015

Uçurum!!!


-Ben Yüklü-Doğrularımız Bizi Uçuruma Götürmesin!...
(Hepimiz bir Temel'iz....Bindik bir alamete,gidiyoruz kıyamete)
Rahmetli Alaaddin Ağa,iki arkadaşıyla birlikte özel bir araçla Karasınır'dan Konya'ya doğru seyr halindeyken İçeri Çumra'yı geçerler.Kaşınhanı tarafından ters istikamette son hız gelen bir aracı görürler.Alaaddin Ağa aracı kullanan arkadaşına:
-Önden gelen arabayı gördün mü?
-Gördüm.
-Sağa yanaş,adam geçsin.
-Yol benim hakkım.
-Tamam doğru dersin,yol senin hakkın da.Adam bize vuracak,çarpışacağız.Sen kenara çekil.
--Çekilirsem taviz vermiş olurum. Böylelerine fırsat vermemek lazım.O çekilsin.
-Sen şu aracı sağa çek durdur,bizi indir.Sen git adamla burun buruna çarpış.Zaman taviz vermeme zamanı değil.Senin doğrun bizi ölüme götürecek.
Arkadaşı sonunda ikna olur,sağa doğru çekilir,kazasız belasız yollarına devam ederler.
Türkiye freni patlamış bir araca benziyor.Hep beraber kazasız belasız bu aracı nasıl durdururuz hesabı yapacağımız yerde ölümüne de olsa,araç bir daha kullanılmayacak da olsa biz kutuplaşarak kendi doğrumuzu savunmaya devam ediyoruz.Ülke sevdalısı görünümünde bana yaramayan ülke başkasına da yâr olmasın teranesindeyiz.Her birimiz şu duruma ne kadar benziyoruz: "Öyle bir şey iste ki Allah sana istediğini verecek.Yalnız senin sevmediğin -haset ve buğzettiğin-arkadaşına iki katını verecek.Adam hemen "Ya Rabbi,benim bir gözümü kör et"diye dua eder.
Ülke elden gidiyor,ağlayanı yok.Biz "Hâlâ ben haklıyım,sen haksızsın"naraları atıyoruz.
Gün aracı sağa yanaştırma günüdür.
Gün çocuğumuza "benim çocuğum"diye iddia edene,çocuğun gerçek annesini öğrenmek için "çocuğu ikiye bölelim,bir yarısı senin,diğer yarısı da senin olsun diyen Hz Süleyman'a "çocuk bu kadınındır" diyen anne gibi çocuğunun yaşaması için öz çocuğundan vazgeçme günüdür.Bu taviz değil fedadır, fedakarlıktır.Çocuğuna sahip çıkmadır.
★★★
Gün cedelleşme,kutuplaşma günü değildir.Bizim bu cedelleşmemiz, kutuplaşmamız,işi kan davasına dönüştürmemiz,inatlaşmamız Temel'in durumuna benzer:
Temel'in sürdüğü kamyonun freni patlar.Bir bakar ki sağda pazar yeri var,insanlar alışveriş yapıyor.Solda ise sadece bir çocuk var.Temel çocuğun olduğu tarafa doğru direksiyonu kırar.Az sonra yüzlerce insanın öldüğü bir kaza meydana gelir.Kazadan yaralı bir şekilde kurtulan Temel'i basın mensupları hastanede ziyaret ederler.
-Efendim,geçmiş olsun.
-Sağolun uşaklar.
-Kaza nasıl oldu?
-Efendim ne olduysa çocuğun pazar yerine doğru kaçmasıyla oldu.
★★★
Gelin bu yılı feda yılı ilan edelim.Sevdiklerimizi,prensiplerimizi,doğrularımızı içimize gömelim.İşlerimizi kişiselleştirmeyelim.
Unutmayalım ki,
"Büyük insanlar fikirlerle, orta insanlar olaylarla, küçük insanlar insanlarla uğraşırlar.
Mücadelemiz fikirlerimizi en güzel şekilde ifade etmektir.Hangi insan olmak istiyorsak onu seçelim.Seç beğen..
04/10/2015

Hicret ve Abdullah bin Uraykıt **


-Efendim! Malumunuz üzere bu geçen Çarşamba hicretin 1437.yıl dönümünü icra ettik. Hicretten alacağımız ibretleri biliyoruz. Hicret başlı başına bir mücadele ve çabadır. Sence çok ön plana çıkmamış ya da çıkarılmamış ibretler var mıdır?
-Hicret başlı başına Hz Muhammed'in zekasının ürünüdür. O iyi bir stratejisttir. En güvenilir insandır. İyi bir dosttur.
-Ne demek bu?
-Kendisini öldürmeye gelen Mekkelileri yanıltmak için Hz Ali'yi yatağına yatırması başlı başına bir zekanın mahsulüdür. Kendisine emanet edilen kıymetli eşyaları sahiplerine teslim etmesi için Ali'yi görevlendirmesi; emanetlere ihanet etmeyen, güvenilir olmasına bir örnektir.
Evinden ayrılınca hicret edeceği Medine yoluna koyulmayıp ters istikamet olan Sevr Mağarasına gitmesi, ortalığın tenhalaşması için 3 gün mağarada beklemesi peygamberin çok zeki olduğunu gösterir. Yol arkadaşı olarak dostu Hz Ebu Bekir'i seçmesi iyi bir dost olduğuna işarettir. Ayrıca Abdullah bin Uraykıt isimli müşrik birisini yol göstermesi için kılavuz seçmesi...
-Şimdi olmadı işte. Müşrik birini kılavuz edinmesinin sebebi ne? Başka adam bulamamış mı Efendimiz?
-Başkaları vardır elbet. Ama peygamber Abdullah bin Uraykıt'ı seçmiştir. Çünkü Abdullah bin Uraykıt ehil biridir. Emaneti ehline vermiştir. Efendimiz ise zaten her zaman
emaneti ehline vermiştir. Abdullah bin Uraykıt, yıldızlara bakarak yolu tayin edebilecek kadar yol rehberliği anlamında ehil birisiydi. Efendimiz onun müşrikliğine bakmadan ehil oluşunu esas almıştır. Hicret’ten alacağımız derslerden birisi de budur.
İnsanlar arası münasebette esas olan, emaneti ehline vermektir. Evini yapacaksan bu iş için en iyi ustayı bulacaksın. Din, Allah ile kul arasında bir ilişkidir. Elbette din kardeşliği çok önemlidir ama Rabbimizin emri gereği iş, din kardeşine değil yalnız ve yalnız ehil olana verilir. Müslüman’ın vazifesi de ehil olmaktır ve ehlini bulmaktır...ne iş yapıyorsa adalet, ehliyet ve doğruluk üzere yapmalıdır. Başka bir örnek Taif dönüşü yine bir müşrik olan Mutim bin Adiyy himayesinde Mekke'ye girmişti.
-Biraz daha açık konuşur musun, sadede gel.
-Demem odur ki, peygamberi örnek almıyoruz. Emaneti çoğu zaman ehline vermiyoruz.
-Yani?
-Bir göreve gelmeye kalk. Hak etmeden bir yere gelen emir erleri, ağa babalarına yaranmak için ayağından aşağıya seni çekmeye çalışırlar. Sana şucu, buna bucu demeye başlarlar hem de seni araştırıp incelemeden. Birilerinin himayesiyle koltuk değneği olarak bir makamı işgal eder, orada var gücüyle birilerini yaftalayarak yukarıya şirin gözükmeye çalışır. Güya mücadele ediyor. Farz edelim ki, gıyabında aleyhinde konuştuğu kişi bucu ise yüzüne karşı söyleyemediğini arkasından dedikodusunu yaparak gıybetini yapmış olmuyor mu? Ölmüş kardeşinin etini yemeyi ne kadar da seviyor, hatta tiksinmeden. (Afiyet olsun bu arada) Ya aleyhinde konuşulan kişide o özellikler yoksa, yani o kimse bucu, ya da şucu değilse iftira etmiş olmuyor mu? Sonra da ben karıştırmışım demek kırdığı yumurtaları, kırdığı kalbi tamir edebilir mi? Bir yere gelecek kişi ehilse şucu, buculuğuna değil ehil mi değil mi ona bakılması gerekmiyor mu? Peki onlar şucu, bucu... Bunu diyen neci oluyor. O da, o cu mu oluyor bu durumda. Bu tür tavır insanlığa, adamlığa, emaneti ehline ve hak edene vermeye engeldir. Peygamber müşrik birini kılavuz edinirken dinini, meşrebini sorgulamazken tek kıstas olarak ehil mi değil mi değerlendirmesi yaparken insanları yaftalayan kişi peygamberden daha mı müslüman oluyor? Ötekileştirilirken, kelle avcılığı ve sürek avına çıkılmış iken insanlar nasıl beriki yapılacak. Peygamber en büyük düşmanı Ebu Cehl'e islamı tebliğ için 70'den fazla giderken ne amacı gütmüştü? Acaba onu kazanabilir miyim diye değil mi? Şu bilinmeli ki; yaptıklarımızı, yapacaklarımızı en güzel şekilde anlatmak, bir iş yaparken kişiselleştirmemek gerekir. Kaş yaparken göz çıkarmamak gerek. İletişim yolu açık tutulmalı, insanları damgalamamalı, yaptıklarımızın doğruluğuna insanları ikna etmek gerekir. İşimiz insan kazanmak olmalı. Damgalayarak, ötekileştirerek insan kazanılmaz. Giderken kubbede hoş bir sada bırakabilmektir. Ötekileştirenler yarın ötekileştirilir.
Son söz emanet ehline verilmeli. Sürek avına çıkılmamalı. İnsanlar dedikodu kültürü ile yargılanmamalı. Hele bu işi yapanlarda dini hassasiyet varsa daha titiz olmalı. Çünkü makamlar kimsenin ebediyyen mülkü değildir.
"Müslüman elinden ve dilinden başkasının emin olduğu kimsedir. Hicret eden ise Allah'ın nehyettiği kötülüklerden kaçınan kişidir" hadisi gereğince yaşamayı Rabbim nasip etsin.18/10/2015

**18/10/2016 tarihinde kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.

Konya düğünlerindeki hediye geleneği


-Kardeş, oğlanı evlendirdin, telaşeyi atlattın. Hayırlı olsun.
-Sağ olasın. Atlattık atlatmasına da.
-Senin bir derdin var, hayırdır?
-Borç paçadan akıyor. Nasıl altından kalkacağım bilmem.
-Ne borcu?
-Düğün borcu. Bir de işin arasına Konya usulü yemek girdi. Çık içinden çıkabilirsen.
-Ne yapmayı düşünüyorsun?
-Az bir sermayem olsa... Bir dükkan açacağım.
-Hoppala hem gırtlağa kadar borçluyum diyorsun hem de dükkan açacağım diyorsun. Ne üzerine düşünüyorsun?
-Züccaciye
-Yabancısı olduğun bir alan. Bu da nereden çıktı şimdi?
-Düğünde hediye olarak gelen malzemeyi eriteceğim.
-Dükkan açacak kadar çok mu?
-Hem de nasıl. Ev, çatı mutfak eşyası dolu. 5 yıl önce yaptığım düğünden kalan hediyelerde işin cabası. Ambalajı açılmamış duruyor.
-Ev ihtiyacında kullansaydın ya.
-Kullanmayla bitecek gibi değil. Çoğu düğün davetlerine de bunlardan götürüyorum.
-Züccaciyelik çeşit gerektirir. Her çeşitten var mı bari?
-Bir kaç kalem
-Nedir onlar?
-Borcam, limonata takımı, çay bardağı takımı, kahve takımı, tek tük çaydanlık
-Bunlar borcunu kapatacak mı ya?
-Nerede... Cep harçlığı yapacağım eğer satabilirsem.
-Allah yardımcın olsun
-Gelenler sağ olsunlar düğünümüzü şenlendirdiler. Hediyeye de zahmet etmişler, masraf etmişler... Aslında hediye yerine para verilse düğün sahibi için daha hora geçer. Borcun bir kısmı bu şekilde ödenmiş olurdu.
-Kim bilir belki o da olur bir gün.
-Bu adetten vazgeçmek zor olacağa benziyor.
-Bu konuşulanları face'de paylaşayım olur mu, ne dersin?
-Sen bilirsin. Böylece belki kamuoyunda zarf içerisinde hediye olarak para adeti geleneği oluşmuş olur.19/10/2015

Rahatına Düşkün ve Bencil

Yol kenarındaki ücretli yere aracını park etmedi. Ne de olsa ücretli idi.
Sürdü aracını. Dakikada 8 şehir içi otobüsünün geçtiği Zafer otobüs durağına aracını park etti.
Onu gören başkası da koydu.
Sonra geçti karşı tarafa. Oturup çayını yudumlamaya başladı.
Durağı işgal altındaki otobüs şoförü, geriye kalan tek şeritte indi-bindi yapmaya başladı.
Trafik Anıt’a kadar uzadı.
Trafik uzadıkça bizimkinin keyfine diyecek yoktu.
Nasıl da becermişti trafiği kilitlemeyi ve trafiğin içine etmeyi.
Ara ara “trafik niçin tıkandı, niye yürümüyor” diye arka taraftan çalınan korna sesi kendisini biraz rahatsız ediyordu ama olsun.
Kendisinin yaptığı rahatsızlık yanında devede kulak kalıyordu korna sesi.
Beraber çayını yudumladığı arkadaşı kendisine, “trafik polisi az sonra gelir. Aracını çek istersen” dedi.
Polisten çekinmem diye cevap verdi.
Ama ceza yersin” diyecekti ki arkadaşı.
Bizimki cevabı almadan devam etti konuşmasına:
“Polis ceza yazamaz. Çünkü polis önce gelir, bilmem ne plakalı araç sürücüsü aracınızı çekin diye anons eder gider.
Nice sonra tekrar gelir. Silecekleri kaldırır. Tekrar gider.
Oldu mu yarım saat.
En son ceza yazmaya bir 15 dakika sonra gelir.
Eder 45 dakika.
Ben o zamana kadar keyfimi çatayım. Millet çatlasın.
Böylece ceza yemeden aracımı çekerim. Böylece otoparka da para vermemiş olurum. Parktan buraya kadar da yürümemiş olurum”.
“Senin gibilerine ne denir?” dedi arkadaşı.
“Ne derlerse desinler? Umurumda değil. Ben önce kendi rahatımı düşünmek zorundayım” dedi sırıtarak. 18/10/2015

Yasir Bebek

-Hoş geldin,Yasir bebek hayata
-Hoş bulduk Dedeciğim, bana hayatı anlatır mısın?
-Daha yaşın küçük, biraz daha büyü, ondan sonra.
-Evet küçüğüm, 05/06/2015 tarihinde dünyaya gelmişim. Halen 4,5 aylığım. Senin doğum gününden bir gün önce doğmuşum. Ama çocuklar anne karnından 3 yaşına kadar bilgi depolar, sonra da bu bilgiyi kullanırmış.
-Boş veeer, çocukluğunu yaşa.
-Hadi dede, ne olursun.
-Moralin bozulur.
-Olsun, sıkıntılar insanı pişirirmiş. Şimdiden pişmeye başlarım.
-Günah benden gitti o zaman. Bundan 3,5 yıl sonra yani 48 aylık iken kreş-okul öncesi ile tanışıp okullu olacaksın. Üniversite hariç en az 13 yıl okulda okuyacaksın. Ana sınıfı dahil öğretimin her kademesinde ders kitaplarının
yanında yardımcı kaynaklar, soru bankası, konu anlatımlı kitaplarla ve servis ile karşılaşacaksın. İlkokulda 30, ortaokulda 35-36, lisede hafta içi 40 saat ders göreceksin. Okul sınavlarının yanında 8.sınıftan itibaren TEOG,12.sınıfta ise YGS-LYS vb merkezi sınavlara gireceksin. Okul derslerinin üzerine ilaveten takviye dersler alacaksın. Baban-annen hafta sonu tatil yaparken sen sırtına çantanı alıp, kulağına da kulaklığı takıp haftanın 7 günü sabahın erken saatinden geç vakitlere kadar kurs, etüt vb takviyeler alacaksın. İyi bir lise kazanmak için eş, dost, akraba, arkadaş vb kimselerle irtibatı kesip tamamen derslere odaklanacaksın. Oyun ve eğlenceyi unutacaksın. Ailenin ödev yapman için aldığı bilgisayardan kaçamak dijital oyunlar oynayacaksın. Bilgisayardan yorulunca sana ödül olarak alınacak tablet, play station ile oynamaya devam edeceksin. Zaman zaman da sanal aleme takılırsın. Bu arada ailende de seninle beraber bir koşuşturma olduğunu görürsün. İyi okul, iyi öğretmen, iyi semt arayışı olacaktır. Belki de iyi bir okul için kayıt alanı dışında bir yerden adres bile gösterecekler. Son sınıflarda belki de temel liseye alırlar seni. Ders çalışmadın mı gözleri üstünde olacak. Liseyi kazandıktan sonra lise sonda yine bir sınava gireceksin. Her yıl 2 milyon insan bu sınava girer. 200 bin öğrenci iş bulabilecek bir bölümü kazanır. Geriye kalan 1.800.000 genç işsizler ordusuna katılır. 4-6 yıl arasında da üniversitede okunur. Okul bittikten sonra devlette herhangi bir yerde görev almak için KPSS sınavlarına hazırlanıp başarman gerekiyor. En erken 22 yaşında okulu bitireceksin. Bu demektir ki ömrünün neredeyse çeyrek yılı okumakla, yarışmakla, çalışmakla geçecektir. Hele bir de atanırsan 4-5 yılda
öğrendiğini bir ömür boyu satarsın.
Sözün kısası: Doğduğuna doğacağına pişman olacaksın. Hiç çocukluğunu yaşamayacaksın.
Bu anlattıklarım eğitim boyutu. Bir de öyle bir zamanda yaşıyoruz ki ülkemizin etrafı ateş çemberi. Oluk oluk müslüman kanı akıyor. İnşallah sen büyüyüp sorumluluk sahibi olunca eğitimin sorunları biter. Savaşsız ve kansız bir dünya olur. Sen de memlekete faydalı, ahiretini kazanan samimi bir müslüman olursun. İnsanlığa hizmet eden iyi bir insan ol.
-Şimdiden içim karardı. Teşekkür ederim dedeciğim. 21/10/2015

Bu çocukların ağlayanı yok


13 yaşındaki 8.sınıf öğrencileri bu yıl TEOG adı verilen sınava hazırlanıyorlar. Haftada 36 ders saatinin yanında en az 12 ders saati olacak şekilde takviye kurs görmekteler. Böylece haftada toplam 48 ders saat ders görmüş olacaklar. İşlenen derslerin tekrarı, soru çözülmesi derken toplamda ne kadar çalışacaklarını varın siz hesaba katın bu küçük dimağların.

Devlet memuru olmuş büyükler haftada 40 saat çalışmakla yükümlüdürler. Küçüklerimiz hiç ders çalışmasa en az 48 ders saati ders dinlemiş oluyorlar. Bu işte bir anormallik yok mu? Anne-babalar, devlet yetkilileri, ülkeyi yönetenler, yönetmeye aday olanlar elimizi vicdanımıza koyalım. Bu 13 yaşındaki çocuklara bu yaptığımız reva mı Allah aşkına? Bir çiçek olan, oyunla büyümesi gereken küçükleri doğduklarına doğacaklarına pişman etmiyor muyuz? Kendi çocukluğumuzu düşünelim bu kadar yük var mıydı üzerimizde. İyi bir okul kazansından başka insan ve adam olması için bir çabamız var mı?

Biz eğitimciler 30 saat olan ders saatinin azaltılmasını beklerken 35-36’ya çıkarılarak bizlere ikinci bir fil verildi.

Geleceğimizin teminatı nesli bu yöntemle eşten, dosttan, akrabadan ve sosyal hayatın içinden soyutlamış oluyoruz. Hayatı bir laboratuvar içerisinde ders çalışma olarak dizayn etmenin kimseye faydası yoktur. Ders-okul-kurs-çalışma-test çözme şeklinde haftanın 7 gününü doldurmak bu çocukları toplumdan soyutlar. Toplum içerisine çıktıkları zaman da sırtlarına aldıkları kitap yüküyle birlikte kulağına taktıkları kulaklıkla kendilerine bir yol
çizmiş gidiyorlar.

Ortaokul, lise hep bir yarışın içerisinde. Dinleneceği zamanda dışarı çıkıp oynama yerine sanal aleme dalma, sanal oyun oynama belki de patlamaya hazır bombanın patlamasının ertelenmesinden ibarettir. Anne, baba, çocuk hep beraber üniversite kazanmaya odaklanıyoruz. Ortalama 2 milyon genç beyin üniversite sınavına girer. 200 bin genç bitirince iş bulabileceği bir bölümü kazanır. 1800.000 genci mutsuzluğa düçar ediyoruz gençliğinin baharında. Üniversite bittikten sonra atanmak için yine bir yarış...

Ömrünün çeyrek yılı “Ne olacağım, sonum ne olacak” şeklinde bir vehim ve fütursuzca koşuşturmayla geçiyor. İşin garibi süreci hazırlayanlar, bu sürece girenler hep iyi niyetli. Allah bu neslin yardımcısı olsun. Bu yarış sonu hayır olan bir yarış değildir. Bu böyle biline. Gidilen yol çıkmaz sokaktır. 20/10/2015