2 Aralık 2015 Çarşamba

Satranç Öğrenmeye ve Oynamaya Ne Dersiniz?

Her çocuğa daha küçük yaşta iken eğer bir oyun öğretilecekse bu satranç olsun isterim. İnsanlığın bulduğu oyunların içerisinde en iyisi satrançtır derim eğer bana böyle bir soru yöneltilirse.
Amacım satrancın faydasından bahsetmek değilse de burada birkaç tanesinden bahsetmek isterim:
1.Kişiyi düşünmeye ve birkaç hamle sonrasının hamlesini yapmaya sevk eder.
2. Sessiz oynanır.
3.Kavga çıkmaz.
4.Rakip, hamle için düşündükçe insana beklemeyi ve sabrı öğretir.
5.Yerinde ve zamanında hamle yapmayı ve savunma yapmayı öğretir.
6.Şahın etrafında kenetlenmiş elemanlarını yerinde ve zamanında kullanmayı öğretir. Taşlar yerli yerindedir. Hepsinin ayrı bir ağırlığı vardır. Rakibin hamlesine göre değişen bir öneme sahiptirler.
7.Soğukkanlı oynanır.
8.Bir karşılık için oynanmaz.
9.Taşlar arasında iş bölümü vardır. İyi bir ekip ruhu vardır. Tek hedef rakibi yenmektir. En kötü ihtimal ile oyunu pat yani berabere bitirmektir. Rakibi yenmek için gerekirse elemanlar feda edilir.
10.Tüm yetkiyi şah adına vezir kullanır.
11.Centilmenlerin oyunudur. Yenilen, ustasını tebrik eder. Kolay kolay kavga, tartışma çıkmaz. Başka bir zaman rövanş yaparlar. Asla kırgınlık olmaz. Mazeret beyan edilmez. Yenilgiye gerekçe bulunulmaz. Belki sadece "bugün günümde değilim" der. Rakibe saldırılmaz. Oynayıp kaybeden kaybettiğinin kritiğini yapar. Asla rakibe saldırılmaz. Yenilgi zor olsa da hazmedilir. Yenilen her rakip rakibinin gücünü takdir eder. Y
enilginin faturasını kendisine çıkarır. Yenile yenile yenmeyi öğrenir. Asla kinci değildir. Hatta rakibi de taltif eder: Nerede öğrendin, güzel oynuyorsun" diye.
Satrancın her yönü güzel hele en sonuncusu "centilmenlik" maddesi ayrı bir öneme sahip.
Her çocuk başbakan adayı olarak büyütüldüğüne göre küçükken her çocuğa mutlaka satranç öğretilmeli ki; yensin, yenilsin, oyunun başında rakibine başarılar dileyebilsin. Oyunun sonunda da rakibini tebrik edebilsin.
Ha ne dersiniz? O zaman haydi satranç öğrenmeye. İlk öğrenenler de siyasete atılıp siyaset yapanlar/yapacaklar olsun. 03/11/2015

Anlamıyorlar mı?


-Azizim bu millet beni anlamıyor.
-Anlatamadım de.
-Niçin?
-Çünkü anlamıyor dediğin zaman suçluyorsun. Koca bir milleti karşına alırsın. Anlatamadım dersen rikkat ve incelik göstermiş olursun. Nezaketin ve tevazuun ortaya çıkar. Milletin gönlünde taht kurarsın.
-Ama gerçekten anlamıyorlar.
-Hâlâ suçluyorsun. Farzet ki anlamadılar, anlatamadım desen kıyamet mi kopar?
-...?
-Sen çok bilgili olabilirsin, kapasiteli olabilirsin. Değerin anlaşıldığın kadardır. Ya da anlatabildiğin kadardır. Çünkü insanların anlama kapasiteleri farklıdır. Onların seviyesine inerek konuşacaksın. Onları ikna edeceksin. Suçlama ve töhmetle haklılığını ispatlayamazsın.
-....?
-Emek vermediğin tarladan en iyi ürün bekliyorsun. Tarlaya göre tohum atacaksın. Bunun için önce toprağı analiz ettireceksin. Toprağına göre ilaç kullanacaksın. Yeri geldiği zaman sulayacaksın. Tarlanda emek sarfederken yorulacaksın. Terlerin akacak sırtından. Yani özünü vereceksin, samimiyet testinden geçeceksin. Hasılı, yapılması gereken her şeyi yapacaksın. Sonra O'nu vekil kılacaksın... Bundan sonra iş, ürün toplamadadır. Sen bütün bunları yaptın mı?
-Hayır
-O zaman ne diye ürün vermedi diye tarlaya kızıyorsun. Araziye çıkıp terlemeden, sırça köşklerde oturarak hiç bir araziden verim alamazsın.
-Yanına dertleşmek için gelmiştim. Ama sen de anlamadın beni.
-Bak hâlâ suçluyorsun. Sen bu kafayla gidersen bırak ürün almayı ancak nal toplarsın. Dost acı söyler ama. Durum bu maalesef. 04/11/2015

Freud ölmedi, içimizde yaşıyor(?)


Eskiden görüşünü yakın hissettiğim bir gazeteye abone olur, gazetem evime gelirdi. Haberden ziyade köşe yazılarını okurdum.
İnternet yaygınlaşınca okuyacağım köşe yazılarını sanal alemden zaman zaman takip ederim. Bazan da gündemde ne var, ne yok diye sanal bir sayfaya göz atarım. Ayrıca Türkiye gündemine dair yazılan makaleleri farklı kalemlerin elinden de okurum. Fakat bu sayfaların çoğu yerlerine serpiştirilmiş müstehcen resimlerin ve paparazzilerin olduğuna şahit olmaktayım.
Gazetelere,sanal aleme şöyle bir göz atınca içimizdeki Freud'un dışa vurduğunu hep beraber görebiliriz:
" ABD'li yıldız Nikki Mudarris cesuru kıyafetiyle patlayan flaşların azizliğine uğradı ve ‘Kardashian ...’ meraklı bakışları üzerinde topladı."
"Mudarris, sosyal medyadan da paylaştığı fotoğrafıyla binlerce beğeni aldı."
"Giydiği kıyafet olay oldu."
" Güzel oyuncu Jessica Alba makyajsız yakalandı. "
"Kendall Jenner’dan 20. yaşına özel derin ... dekoltesi!"
" Seksi Instagram fenomeninden ilginç itiraflar!761 bin takipçisi..."
" Marilyn Monroe’yu taklit eden şov yıldızı soyundu! "
"21 yaşındaki reality şov yıldızı Courtney Stodden, ayağında sadece topuklu ayakkabılarla çırılçıplak poz verdi. Paylaştığı fotoğraflarla vücudunu sergileyen Stodden, 17 yaşındayken 55 yaşındaki Doug Hutchison ile evlenmişti.
Stodden’ın Instagram’dan paylaştığı cesur pozları…"
" Çılgın iklinin "duş pozu" Instagramı salladı! "

Bu yazıların alt taraflarında yerleştirilmiş yatak odasında bile giyilmeyecek pozları varın siz düşünün...
Bu yazıyı yazarken bile utanmamak elde değil. Fakat bir dert olarak görüp konu edinmek istedim.
Bu pozları verenler,
Bu pozları medyasında,tv'sinde gösterenler,
Bu pozları internet sayfasına yerleştirenler,
Bu pozların basılmasına onay veren patronlar,
Bu pozların müşterileri,
hepimiz maalesef sorumluyuz; Kimimiz içinde, kimimiz dışında.
Meryem süresi 59. ayette Allah: "
Onların ardından, namazı
bırakan, şehvetlerine uyan bir nesil geldi. İşte bunlar azgınlıklarının karşılığını göreceklerdir." buyurmaktadır.
Kadın ve kızların vücudunun teşhirinin kadın hakları ve özgürlükleriyle bir alakası yoktur. Olsa olsa kadınlarımızın vücudunun istismarıdır. Soyunanlar belki bu işi para ve şöhret için yapıyorlar, belki mecbur kalmışlardır denebilir. Ama diğer paydaşların hiç bir masum yanı yoktur. Bilinçaltındakilerin dışa vurumudur. Bunlar olsa olsa Freud'un talebeleridir.. Öbür dünyada izinden gidenlere kıs kıs gülüyordur. Gurur duyuyordur onlarla.
Bir insanın kalitesi ve çapını öğrenmek istiyorsak neyle ilgilendiğini görmek yeterlidir.
Şehvetlerinin esiri olmuş bu tipler maalesef bozulmanın iki nedeninden biri olan şehvet silahını öne çıkarmaktadır. Bu tiplerin ar damarı çatlamıştır.Amaçları olsa olsa nesli bozmaktır.
Bunlarda Allah korkusu yok gayri belli. Kuldansa zaten çekinmiyorlar. Rabbim bildiği gibi yapsın bunları... 05/11/2015

Kamuda makam şoförü olmak


Kamuda çalışan makam şoförleri vardır. Dıştan görünüşlerine göre -davulun sesi uzaktan gür gelir misali- rahat bir kesim olarak görünürler.
Hiç bir şey göründüğü gibi olmayabilir. İçi onları dışı da sizi yakar. Çevrenizde bir makam şoförü varsa durumlarının hiç de göründüğü gibi olmadığını görürsünüz. Bir dokunur, bin âh işitirsiniz. Peki bu kesimin işleri neden zor? Şimdi bunu irdeleyelim:
1.Bunlar özel şofördür ama kendilerine ait özel hayatları yoktur. Çünkü yaşantıları amirlerin durumuna bağlıdır.
2.Mesaileri yoktur. Normal mesaileri diğer memurlara göre 1 saat önce başlar. 1 saat sonra sona erer. Protokol gereği amir bir yere katılacaksa (ki katılır, çünkü kambersiz düğün maalesef olmuyor) hafta içi, hafta sonu, öğle arası farketmiyor. Hepsinde şoför iş başındadır. Amirini evinden alacak, gideceği yere götürecek ve sonra evine bırakacak. Makam aracı, belirlenen yere park edilecek, sonra vakit kalırsa bu mübarekler evlerine gidecekler. Bir de amirin evi hanyada, iş yeri de Konya'da ise yandı demektir bu kesim. Hele bir de amir işkolik birisi olur da mesai dışında geç vakitlere kadar çalışıyorsa, bir de bu adamların özel hayatı olmalı empatisi yapmayan birisi ise yapılacak tek şey var: Oturup ağlamak...
3.Amirleri eşlerinin göstermediği ilgi, alaka ve saygıyı beklerler bu kesimden . Zamanında alıp zamanında bırakacaksın. İnerken ve binerken arka sağ koltuğu açacaksın. Amirin gelirken ayakta, hazır ol vaziyetinde bekleyeceksin. Ceketin önü iliklenecek. Kıyafet serbestliği geldiğinde bu serbestlik yine bunlara uğramayacak.
4.Amirin yanında telefonun çalmayacak. Telefonun sessiz de olacak. Arayana cevap vermeyeceksin.
5.Yıllık iznini bile amirin olmadığı zamanlarda kullanacaksın.
6.Tek amirleri yoktur. Hanımı, çocukları da amiridir. Onları da bir yerden bir başka yere bırakma görevleri arasındadır.
7.Arabanın bakımı, tamiri, yıkanması ve silinmesi, yazlık ve kışlık lastiklerin değiştirilmesi vb. işler yine görevleri arasındadır.
8.Kamu adına değil de amirin adına çalışırlar. Her türlü özel işine gitmek ve gelmek gerekir. Maça mı gidecek; bilet alacak, il dışına mı gidecek; bileti alınacak...
Şoförlerin yaptıklarını çoğaltabiliriz.Bu garibanlar sanki devlet memuru değil de
amirlerinin emir erleridir. Amirlerine göre bu kesim " Ne iş yapıyor ki, oturup duruyor." Mesai yazıyorlar denirse maalesef bir çoğu mesai de almıyor. Çünkü "ne iş yapıyorlar ki mesai alsınlar"
Bir kısmını bahsettiğim bu kesimin çilesi saymakla bitmez. Ama seslerini duyurabildiklerini sanmıyorum. Doğrusu her makam sahibine bir araç, bir şoför, bir de koruma neyin nesi anlamadım gitti. Başka bir ülkede bizdeki kadar makam aracı ve şoförü var mı bilmiyorum ama sanmam bizdeki kadar olacağını.
Bazı kurumlar vardır ki araç mutlaka olmalı. Fakat araç kurumda durmalı. Amir mesai saatleri içerisinde kurum ziyareti, iş takibi vb durumlarda kullanılmalı. Amir evinden taşınıp bırakılmamalı. Çünkü bir çok amirin zamanla yarışma gibi bir durumu yok, can tehlikesi diye bir tehlikesi söz konusu değildir. O zaman bu araçlar da neyin nesi? Bu konuda biraz düşünmek lazım. 03/11/2015

Görsel Sanatlar

Namı diğer Resim dersi. Yeteneği olanlar için iple çekilen bir ders. Benim gibi kabiliyeti olmayanlar içinse çekilmez bir ders.
Hiç bir ders önem bakımından diğerinden geri değildir. Her birinin yeri ayrıdır.
Okulların çoğunda resim odasının olmaması, öğrencinin gerekli ilgiyi göstermemesi, malzeme getirmemesi, öğrencinin okul çantasının dışında ayrıca resim çantasını taşıması, resimle ilgili sürekli malzeme ve materyal istenmesi, ders saatinin haftada bir saat olup yeterli olmaması, öğrencilerin önceliğinin merkezi sınavlara önem vermesi, ders öğretmeninin zaman zaman notu silah gibi kullanması, resim çalışmasını çoğu zaman ailenin yapmak zorunda kalması...vb. durum/sıkıntılar göze çarpmaktadır.
Yukarıda bahsettiğim gibi resim dersiyle aram hiç iyi olmadı. Çizdiğim pazar yeri çalışmasını orta 2.sınıfta öğretmenimiz Naci EROL görünce "perspektifi iyi olmamış" demişti. Bu kelimeyi de ilk defa duymuştum. 3'er kişilik sıralarda resim yapmak da ayrı bir eziyetti gerçekten. Bu açıdan şimdiki öğrenciler çok şanslı. Çünkü 2'li oturuyorlar. Perspektifi beğenilmeyen pazar yeri resmimim ardından diğer çalışmalarım sayesinde onluk sisteme göre -şimdinin 1'i olan- 4 alarak 1.dönemin sonunda tek zayıfla evimin yolunu tutmuştum. Liseye başlayınca kurtulmuştum bu dersten. Çünkü ders yoktu. Yoksa daha neler çekerdim kim bilir. Müzik ve Beden Eğitimi derslerinden çektiğimi konumuz olmadığı için anlatmaya gerek yok.
Sanata meylim olmadığı için damarlarımdan biri eksik kalacaktı ama olsun. Vermeyince Yaratan, ne yapsın Ramazan. Hoş sadece ben çekmedim bu dersten öğretmenimiz de çekmiş. Evlenmek için bir kıza talip olmuş. Kayınpederi, "Ben boyacıya kız vermem demiş." Eskiden boyacı denilen bu meslek erbabına şimdilerde ressam diyoruz.
★★★
Her ders öğretmenine göre önemlidir mutlaka. Çünkü herkes kendi penceresinden bakar hayata... Kahta İmam Hatip Lisesinde görev yaparken Müdür Başyardımcısı Ali OLT anlatmıştı. Okula bakanlık müfettişleri gelmişti. Müfettiş ders denetimine girerken ders esnasında bahçedeki dolaşan öğrencileri görür, Ali OLT'a sorar:
-Bu çocuklar niye dışarıda?
-Dersleri boş.
-Hangi ders?
-Ivır zıvır dersler.
-Nasıl ıvır zıvır ders.Dersin adı ne?
-Resim dersi
Ivır zıvırı duyan müfettiş derse girmekten vaz geçer. Ali Hoca'yı oturtur. Bir saat kadar resim dersinin önemini anlatır.Çünkü müfettişin branşı Resim'miş.
Resim dersinin önemini o an iyice kavrayan Ali Hoca beni görünce," Ramazan Hocam, müfettişi dinledikten sonra o an imkanım olsaydı bütün dersleri kaldırıp hepsini Resim dersi yapmak isterdim." Dedi. Kulakları çınlasın Ali Hocam belki de şimdilerde resim yapmaya başlamıştır, kim bilir?
★★★
Birinci bölümde bahsettiğim gibi yeteneğim olmadığından Resim dersinden pek hazzetmezdim. Bitmek bilmeyen o bir saatlik ders bana işkence gibi gelirdi. Yaptığım resmi kendim de beğenmediğimden not almak için öğretmene göstermek de ayrı bir çileydi benim için. Diğer derslerim iyiyken bu dersin zayıf olması da ayrı bir dertti gerçekten. Karneyi aldıktan sonra "Karnen nasıl" diye soranlara "Resim zayıf" deyince ayıplanmam ise ayrı bir dertti zaten.
Yıllar geçti. Resim derdim yine depreşti. Bu sefer resim ödevim yok. Benim derdim resim malzeme ve materyali almak şimdilerde. Bu sene başında çocuğum tarafından bana verilen alınacaklar listesinde neler yoktu ki...
İşte Liste:
Pastel boya,
Akrilik boya,
Mum jel boya,
Kuru boya,
Sulu boya,
Su kabı,
Resim kağıdı,
Fon kartonu,
Guaj boya,
Cetvel,
Tutkal,
Vernik,
50 adet ahşap mandal,
Karton,
Keçeli kalem,
Klasör,
Poşet dosya,
Peligom,
Palet,
maske,
Fırça,
Print,
Bant,
Parlak boya,(altın,gümüş,bronz)....
Bereket resim çantası geçen yıldan olduğu için alınmadı. Yukarıdaki listenin içerisinde Teknoloji Tasarım dersinin malzemeleri de var. Kırtasiyeye ne kadar verdiğimi ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim.
★★★
Sayın Görsel Sanatlar Öğretmenim!
Anladığım kadarıyla çok idealistsin. Fakat bir saatlik derste aldırttığın bu kadar malzemeyi nasıl kullanacaksın. Bir de bu çocuk bu yıl 8.sınıf. Yani TEOG sınavına girecek. Biliyorsun ki bu sınavda çıkacak derslere yoğunlaşacak bu çocuklar. Gel ısrar etme. Ben yaptığım masraftan geçtim. Aldırdığın malzemenin her birini bir derste kullandırsan malzemeler fazla gelir. Tatile gidecek derslerini, okulların geç açılmasını hesaba katmıyorum. Sonra bu sanattan anlamak ve başarı göstermek biraz genetiktir. Ben bu çocuğun babasını da tanıyorum. Bu alanda beceriksiz mi beceriksizdir. Çocuğumda da bir maharet yok. Gel yorma kendini. Bize de Çin işkencesi çektirme... 05/11/2015

Aşırı Korumacılık ***


--Hocam, çocuğum söz dinlemiyor.
--Niçin?
--Bilmem ki!
--Ne yaptın ona da söz dinlemiyor?
--Dediği her şeyi yaptım. Kendimin görmediği her şeyin en iyisini ona aldım.
--Çocuğuna kötülük yapmışsın.
--Ahdım vardı. Çünkü ben geçmişte çok çektim, o çekmesin istedim. Her şeyimi ona iyi bir gelecek hazırlamak için dizayn ettim.
--Şuna saçımı süpürge ettim desene!
--Hay aklınla bin yaşa! Hem de fazlasını yaptım. Ondan hiçbir şey istemedim. Sadece okusun, iyi bir statü elde etsin, kendisini kurtarsın istedim.
--Hiç sorumluluk verdin mi ona?
--Tek sorumluluğu vardı: Ders çalışmak. Neredeyse uçan kuştan korudum onu.
--Hiç ekmek aldırttın mı ona?
--Hayır, ders çalışsın diye ben aldım.
--Odasını kendisi mi düzeltti?
--Annesi.
--Okula nasıl gidip geldi?
--Servisle.
--Cep telefonu var mı?
--Var, hem de en alası! Annesi de onunla bir oldu, en pahalısından aldım. Arkadaşlarının da varmış zaten.
--Çalışma odasında bilgisayar var mı?
--Var, ödev yapacakmış aldık onu da.
--Sosyal hayatı var mı çocuğunuzun?
--Ev-okul-etüt merkezi üçgeninde mekik dokudu.
--Maddi sıkıntısı var mı çocuğunun?
--Ne sıkıntısı olacak? Maddi olarak hiçbir şeyi eksik değil.
--Okudu mu bari?
--Okudu okumasına da. Ona da okuma denirse! Sanki o okumadı, ben okudum. Benim ona verdiğim imkânları babam bana verebilseydi allâmeyi cihan olurdum.
--Baban okuman için sana imkân sunmadı mı?
--Sunmadı sanıyordum. Ama en iyisini yapmış gerçekten. Beni hem okuttu hem de bana sorumluluk vermiş. Tatil ve hafta sonlarında işinde ona yardım ettim. Zaman zaman inşaatlarda çalıştım. Ellerim şişti, ayaklarıma kara sular indi çoğu zaman. Güneşin altında çalışırken yandım, susadım. Okumak en iyisi dedim hep ve dört elle okumaya sarıldım.
--Baban en iyisini yapmış bence. Sen niye öyle yapmadın?
--Ne bileyim ben? Her imkânı sunarsam daha iyi okur, kendisini kurtarır, iyi bir statü elde eder, elini sıcak sudan soğuk suya değdirmez dedim. Şimdi okumasından geçtim. Ahlâkî zaafları var. Kişiliği tam oturmadı. Evlendirdim. Kendisine özgüveni yok. Kendi işini kendi yapamaz,  her şeyi yine benden bekliyor. Utanmasa içeceği suyu da benden isteyecek. Hep bir beklenti içerisinde benden! Hasılı büyümedi gitti. Küçüklüğünde ağlamasına dayanamazdım. Nazlanırdı ama hoşuma giderdi. Küçüklüğünü özledim. Keşke büyümeseydi diyorum şimdi. Çünkü büyüklüğünde yaptıkları, her şeye bir mazeret ve gerekçe bulması zoruma gidiyor. Bu yaşıma geldim. Hâlâ her şeyine ben koşuyorum.
--Kusura bakma kardeş. Hep iyi olsun diye çaba sarf etmişsin. Ama çocuğuna da kendine de kötülük yapmışsın. Senin çocuk küpe girmeden sirke olmuş. Maddi olarak her dediğini yapmışsın. İnsanoğlu emek sarf etmeden elde etmeyi sever ama kıymet bilmez. Daha küçük yaşta iken doyuma ulaşmış, hayattan zevk almaz hale gelmiş. İçinde huzursuzluk hissettikçe yeni isteklerle mutlu olurum belki umudunu taşıyor. Maalesef senin iyi olsun diye üzerinde titremen, kendisinin yapacaklarını da senin yapman aşırı korumacılık olmuş. El bebek, gül bebek yetişmiş, daha doğrusu yetiştirmişsin. Bol bol balık yedirmişsin, balık tutmayı öğretmemişsin ona. Aşırı korumacılık onu hazır yiyiciliğe itmiş, "Nasılsa babam yapar" düşüncesiyle tembelliğe yönelmiş, "Ben yapamam, babam yapar" diyerek özgüveni yok olmuş. Bu çocuk büyüse de baba da olsa her şeyi yine senden bekleyecek. Bu da senin eserin maalesef. Çocuğuna değil, kendine kız olmaz mı?
--Babamı özledim.
--Niye ki?
--Beni büyütürken aslında beni hayata hazırlamış, ama ben farkına varamamışım, nur içinde yatsın.
--Dua et. Çocuğun senden beklediğini/yaptığını bir başkasından beklemesin. Çünkü sen babasın/annesin, kahrını çekersin de başkası çekmez. O zaman hayat hiç çekilmez olur, ne çocuğun için ne de bir başkası için!



*** 24/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.



Ders işlemeyelim (mi)

2000’li yıllarda bir liseye atamam yapılmıştı. Derslere girmeye başladım. 2 hafta ders işledikten sonra bir öğrenci parmak kaldırdı.

Söz verdim kendisine. “Hocam bu ders üniversitede çıkıyor mu?” “Hayır” derken “ne oldu, hayırdır” dedim. Hocam, “Madem üniversitede çıkmıyor. O zaman niye bu dersi işliyorsunuz? Bizi serbest bıraksanız da biz, dersinizde bizim için hayat memat meselesi olan üniversiteye çalışalım, test çözelim” “Başka zamanınız yok mu?” diye sordum. “Zamanımız yok, bu ders zaten sınavda çıkmıyor. Üstelik diğer okulların Din Kültürü öğretmenleri bu dersi işlemiyor.” Diğer okulların öğretmenleri işlemiyor deyince şaşırdım. “Olur mu ? Öyle şey, işlerler. Size yanlış bilgi verilmiş” dedim. Ardından sınıfa sordum, “siz de mi böyle düşünüyorsunuz? Diye sordum. Sınıf hep birlikte “ Evet” korosu tuttular. “Mubarekler! Zamanımız yok diyorsunuz. Az önce öğle arasında top oynuyordunuz. Zamanı olmayan biri top oynar mı? Dedim. “ Ama hocam o top. O ayrı, bu ayrı” dediler. Sonra başladık sınıfla diyaloğa:
-Tamam dersi işlemeyelim. Peki bu davranış doğru mu?
-Evet, doğru. Çünkü bu ders üniversitede çıkmıyor.
-Bir devlet dairesine gitseniz. Oradaki memur o anda yapabileceği işi ertesi gün gel dese, hoşunuza gider mi?
-Gitmez. Yaptığı doğru değil.
-Peki ben ders işlemeyip kürsüde otursam doğru yapmış olur muyum?
-Ama aynı şey değil ki.
-Sonuçta o da görevini yapmayacak, ben de… Bu ders ihtiyaç ya da değil devlet koymuş, işlenmesi gerekmez mi? Görevimi yapmamı istemeyerek bana kötülük yapmış olmuyor musunuz? Peki ben bu parayı nasıl helal ettireceğim.
-Ama hocam.
-İşlenmeyen yerden nasıl soru soracağım?
-Ya soru verin, ya da kitabın belirli yerinden sorumlu tutun.
-O zaman sınavdan düşük alan arkadaşımız “ Hocam zaten ders işlemediniz” dese ben ne diyeceğim?
-Sizin için her şey menfaat mı?
-Evet
-Şu anda geçiminizi kim sağlıyor?
-Babamız
-Doğru babanız harçlığınızı veriyor, bakımınızı üstleniyor. Siz göreve başladıktan sonra babanıza ihtiyacınız kalmadığı bir ortamda babanız yatalak olsa, artık size faydalı olmasa, onu alıp dışarı koymak gerekir. Çünkü babanızın artık yük olmaktan başka faydası yok. Öyle değil mi?
-Ama hocam aynı şey değil ki.
Ön sıralarda oturan bir kız öğrenci söz aldı. “Hocam teşekkür ederim . Aynı şey. Biz hoşa gitmese de dersimizi işlemeye devam edelim” dedi. Kaldığımız yerden derse koyulduk. Öğrenciler sesini çıkarmadı ama çok da hoşlarına gitmedi.


Dersten çıktıktan sonra öğretmenler odasına gittim. Durumu, odada olan öğretmenlerle paylaştım. Çocukların düştüğü durumu ve değer yargılarını anlatmaya çalışırken farklı branştan öğretmenin bir tanesi, “ Hocam lise 2’nin ikinci döneminden itibaren hiçbir konu üniversite sınavında çıkmıyor. Ben de işlemiyorum. Bence öğrenciler haklı. Yapacak bir şey yok. ” Deyince şaşırıp kaldım.


Şimdi lisenin her kademesinde soru çıkıyor hele şükür… 10/11/2015