13 Aralık 2020 Pazar

Tartışmalı Dini Konulara Dair *

Din, bu toplumu birbirine bağlayan ortak bir değer olmasına rağmen dini alanda yapılan tartışmalar göstermiştir ki artık din, bizi bir arada tutan ortak değerler arasında değil. Kendi elimizle dini, bir ayrışma noktası haline getirdik. Ehli kıble dediğimiz insanlar bölünmenin zirvesini yaşıyor. Taraflar, birbirleriyle mücadeleyi din üzerinden veriyorlar.  Herkes kendi gittiğin yolun tek doğru yol olduğuna inanıyor, farklı düşünceleri yok etmek için amansız bir mücadele veriyorlar. Sanıyorlar ki rakiplere baskı kurunca din kurtulacak ve her şey güllük gülistanlık olacak. Artık din denince aklıma bölünmüşlük geliyor. Halbuki fikirlerin açıkça ifade edilememesi, kişiyi içi başka, dışı başka yapar.

Müntesiplerine dünya ve ahiret mutluluğu amaçlayan din,

-söylemde kalıp uygulamaya geçirilmedikçe ve herkes anladığını başkasına dayatmadan yaşamaya çalışmadıkça,

-birbirimizi anlamaya çalışmadıkça ve katılmadığımız farklı görüşlere saygıyı esas almadıkça,

-ortak noktalarımızı ön plana çıkarmadıkça,

-geçmişten günümüze çözülememiş, tartışmalı konuları gündeme getirdikçe…

 Bu tartışmalar artarak devam edecek ve bu bitmez tartışmalar bizi birbirimizden koparacak, bize onulmaz yaralar açacaktır. Çünkü dini ve tarafları anlamak için tartışma yapmıyoruz. Tartışmayı din üzerinden yaparak rakiplerimizi susturmak için yapıyoruz. Yani dini emellerimize alet ediyoruz. Halbuki din, söylemde kalmak için gönderilmiş bir din değil. Bir din, müntesiplerince uygulama alanı buldukça dindir. O da ahlakın beyin ve vücudumuzda hayat bulmasıyla olur. Yoksa söylemden ibaret din, ayak bağı olur. Şu anda dinin bu yönünü yaşıyoruz.

Bu açıklamadan sonra din konusunda bilgi, birikim, tecrübesine güvenen ve bu konuda kendisini yeterli gören bir insan; dine dair yeni, farklı ve aykırı bir görüş ortaya koyacaksa şu hususlara dikkat etmesinde fayda var:

1. Ele alacağı bu konunun dine, dinin müntesiplerine ne yarar sağlayacağına,

2. Bu konuyu ne zaman, hangi platformda, hangi kitleye söyleyeceğine,

3. Konuşacağı konuya, toplumun ve belli mahfillerin hazır olup olmadığına,

4. Konuyu nasıl bir üslupla dile getireceğine, hangi kelime ve cümleyi kuracağına,

5.Konuşmaya, gelmesi muhtemel tepkilere ne cevap vereceğine ve bu tepkilere karşı nasıl bir üslup takınacağına,

6.Konuşmasını yaparken başka görüş sahiplerini suçlamamaya,

7. Görüşünü tek doğru gibi sunmamaya vs özen göstermesi gerekir.

Tüm bu hassasiyetlerden önce aykırı ve farklı düşüncesini, halka açık olmayan bir platformda meslektaşlarıyla enine boyuna tartışmalı. Meslektaşları da onu önyargısız ve can kulağıyla dinlemeli. Görüşün eksi ve artısı, fayda ve zararı masaya yatırılmalı. Bu konuda meslektaşlarını ikna yolunu denemeli. İkna ettiyse, konuyu toplum nezdinde ele almalı. Yok, ikna edemediyse görüşünü rafa kaldırmalı. Görüşünde ısrar ederse, bu konuyu halka indirirken izleyeceği yol ve üslup önemlidir. Bunun için bu konuda daha önce söylenmiş görüşlere, delilleriyle birlikte yer vermeli. Ardından tüm bu görüşlere ilaveten kendisinin de şu delillerle şu görüşe vardığını, bu konunun tartışılması gerektiğini, doğruyu Allah Teala’nın bildiğini ifade etmekten kaçınmamalıdır. Dinleyenler de öküz altında buzağı aramamalı, kişiyi anlamaya çalışmalı, yargısız infaz yapmamalı, niyetini sorgulamamalı. Baktı ki ele aldığı konu, bizi bölüyor, faydadan ziyade zarar veriyor, tartışma başka alanlara çekiliyor. Bu durumda konuyu, topluma açık platformlarda dile getirmekten kaçınmalıdır. Çünkü toplum buna hazır değilse ne söylense boştur.

Tüm bu yazdıklarım, Türkiye’de olur mu? Bu bölünmüşlük, kutuplaşmış, tarafgir görüntümüzle, farklı fikre tahammülsüzlüğümüzle ve suçlayıcı yönümüzle bu, şimdilik zor görünüyor. Ama imkansız değil. Yeter ki biz buna hazır olalım. Bu konuda iyi niyetli olalım.  

 *05.04.2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

12 Aralık 2020 Cumartesi

Alışverişte Kimin Uykusu Gelir? *

Perşembe günümü hizmette sınır tanımadığım oğluma ayırdım. Hani şu 20 yaşın altında olduğu için marttan beri 65 yaş üstü büyüklerle beraber koruma altına aldığımız, evlere kapattığımız, gözümüz gibi koruduğumuz, uğruna okulları tatil ettiğimiz, ekmek almaya dahi göndermediğimiz, ekmek ve diğer yiyeceklerini ayağına kadar getirdiğimiz, şimdilerde kendilerine korona aşısı yapılması bile düşünülmeyen nesilden bahsediyorum. Eskiden olsa ekmeği iki ben alırsam üçüncüsünde olmazsa bir de ben alayım derdi ya da evlat, iki ekmek al gel derdim. Nazla, şifayla gider, alır gelirdi. Şimdi git, ekmek al gel desem, “Baba, unuttun galiba! Benim dışarıya çıkmam yasak” diyor. Zorla göndersem, “Duyun millet! Babam beni ekmek almaya gönderdi” şeklinde CİMER’e bir yazı yazsa, gel de  kurtar kendini ve çık çıkabilirsen işin içinden.

Neyse bakımı ve masrafı bana ait, devlet koruması altındaki bu çocuğu; dışarı çıkışı, serbest saatinde direksiyon eğitimi için piste götürdüm. Eğitimini alıncaya kadar yol kenarında elektrik direği görevi üstlendim.

Test sürüşü bittikten sonra arabamıza bindik. Eve doğru gelirken, ev alışverişi için markete uğrayacağım. İstersen seni eve bırakayım istersen markete gidelim, dedim. Her zaman “Markette benim yapabileceğim bir şey var mı? Yoksa beni eve bırak” diyen çocuk, biraz düşündükten sonra bu sefer, “İyi, ben de markete geleyim seninle” dedi. Şaşırdım doğrusu.

Ben aldım, o, market arabasını sürdü. Listeye göre şunu alayım, bunu alayım derken liste dışına da çıkıp birkaç erzak daha aldım. Ben önde, o arkada ödeme için kasaya geldik. Kasiyerin telaffuz ettiği rakam ok gibi içime saplansa da ödemeyi yapıp çıktık.

Alışveriş poşetlerini arabaya yerleştirip evin yolunu tutarken yolda, evlat! Sıkıldın mı dedim. Ne dese beğenirsiniz? “Yok, sıkılmadım da biraz uykum geldi” demez mi? Siz ne yaparsınız bu durumda? Ağa bana, “sıkıldım” dese gam yemeyecektim. Ne demek uykum geldi? Üstüme iyilik sağlık! Bir insanın alışverişte hem de ayakta nasıl uykusu gelir? Halbuki market arabası sürerken onun uykusu gelirken ben, tereklere gelip alacağım ürünlerin fiyatlarını gördükçe bırakın uykuyu, gözlerim fal taşı gibi açıldı. Zira aldığım ürünlerin fiyatı, önceki alışverişlerime göre uçmuştu. Bu durumda benim uykum nasıl gelir? Bırakın, alışveriş esnasında uyumayı, sonrasında da kolay kolay uyku tutmaz. Ta ki bu market alışverişini unutuncaya kadar. Tam uçuk fiyatları unutup uyku düzenim gelmeye başlayınca mutfakta hazırlanmış yeni alışveriş listesi gözüme çarpar. Yeni fiyatlar nerede, acaba eski fiyatına alabilir miyim yoksa yeni sürprizler beni mi bekliyor, şeklinde düşünmeye başlayınca daha markete gitmeden uykum yine kaçıyor.

Şimdi düşünüyorum da alışverişte nasıl uykun gelir diye oğlana kızmakla haksızlık yaptığımı düşünüyorum. Niye uykusu gelmesin ki? Nasılsa fiyatlardan haberi yok. Ekmek kaç para, bilmiyor. Mutfağa ne lazım? Fiyatlar nerede? Böyle bir derdi yok. Üstelik, devlet korumasında. İstediği her şey, babası tarafından ayağına getiriliyor. Masraf babadan, pişirip önüne koymak da annesinden. Ekmek elden, su gölden yaşayıp gidiyor. Ah bir de önüne yemek gelince “Bunu mu pişirdin, başka yiyecek bir şey yok mu” deyip yemek seçmesi yok mu? Bu durumda seni uyku tutsun da göreyim.

Hasılı alışveriş esnasında, oğlumun ayakta uykusunun gelmesi bana normal geldi. Onun yerinde olsam, ben de uyurdum hatta mümkün olsa kış uykusuna bile yatardım markette. Üzerime de yorgan isterdim.

İyi uyumalar evlat! Babalar uyumasalar da olur. Zaten fiyatlar böyle giderse pek uyuyabileceklerini de sanmıyorum.

*25/12/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Sünnetullah ve Rahmet *

11 Aralık tarihli cuma hutbesinin konusu; suyun önemi, su kullanımında israftan kaçınılması gerektiği, kuraklık nedeniyle su kaynaklarının azaldığı, üzerineydi. Cuma namazının farzının ardından topluca yağmur duası yapıldı.

Bu yazımda suyun önemi üzerinde durmayacağım. Zira su, hayattır. Olmazsa olmaz birkaç ihtiyacımızdan biridir. Suyun israf edilmesine gelince su konusunda savurgan olduğumuz doğrudur. Bu savurganlığı kim yapıyor? Suyu kaçak kullanmayan ve kullandığı suyun bedelini ödeyen vatandaşın suyu israf ettiğini sanmıyorum. Zira suyu fazlaca kullanmak yürek ister. Kim suyu boşa akıtırsa gelecek su faturası cebini yakar. O yüzden suyu israf eden vatandaş olamaz. O zaman kim? Bana göre bizim su ihtiyacımızı karşılamakla yükümlü olan belediyeler, su israfında başı çekiyor. Belediyelerdeki çim ekme sevdası, mevcut su kaynaklarının daha hızlı tüketilmesine neden olmaktadır. Birileri, bu çim hizmetinden belediyeleri mahrum etmesi lazım. Meclis, “Her türlü çim ekme, yetiştirme, bakım ve sulama yasaktır” şeklinde tek maddelik bir yasa çıkarmalıdır. Ben, park ve bahçelerde çimden mahrum olmaya dünden razıyım. Yeter ki belediyeler bu sevdadan vazgeçsin. Burada yanlış anlaşılmasın, yeşil ve çim düşmanı değilim. Kuraklık kapıda iken göze ve gönle hitap eden, ne kadar sularsan sula, yeter demeyen çim büyütmenin zamanı değil.

Diyelim ki iş inada bindi. Çim ekilmeye devam edecek. Bari, çimleri yerinde, zamanında ve kıvamında sulayalım. Çoğunuzun gördüğü birkaç örnek vermek istiyorum. Meteorolojiye göre bugün yağmur yağacak veya az önce yağmur yağmış. Belediye görevlisi, “Bugün sulama yapmayayım” demiyor. Açıyor suyu. Bahtına artık çimin. Suyun ne kadarı çime geliyor bilmem. Gördüğüm, yoldan geçenler, yol kenarına park edilmiş araçlar, kaldırım ve yollar sudan nasibini alıyor. Bir Allah’ın kulu da  bu su, niçin buraları suluyor demiyoruz. İşçinin amiri de gelip "Bu ne" deyip denetlemiyor. "Buradaki sıkıntıyı nasıl çözeriz" demiyor. 

Gördüğüm bir örneği daha anlatayım. Parkın parkurunda yürüyorum. Üşüten bir soğuk var. Ağaçlardan dökülen yaprakları toplayan bir görevli gözüme ilişti. Elinde fıskiyeye benzer bir alet var. Aletin gözlerinden fışkıran sıvı bir şeyi gazellerin üzerine tutuyor. Yapraklar bir yerde toplanıyor. Süpürgeye gerek kalmadan yaprakların bir yere toplanması dikkatimi çekti. Merak edip bu akan nedir, dedim. "Su" dedi. Akıllı adam, doğrusu görevli. Niye süpürgeyi çalıp kolunu yorsun. Nasılsa yapraklar toplanıyor. Ha boşa akan suyla ha süpürgeyle. İsrafmış, su boşa gidiyormuş, önemli değil onun için. Nasılsa çimin, çim sularken kaldırım ve yolların yıkanması ve yaprak toplamak için akan suyun bedeli eşit bir şekilde fatura sahiplerine çıkacak. Bu, görevlinin ve görevlinin bağlı bulunduğu kurumun sorunu değil, vatandaşın sorunudur. 

Su israfı konusunda bir de genel bir şey söyleyeyim. Suyu tasarruflu kullanmak ve bunu hutbe konusu yapmak için kuraklık baş gösterip su kaynakları alarm vermeye başlayınca tasarruf aklımıza gelmemeli. Her daim su tasarrufu yapılmalı. Özellikle barajların dolu olduğu anlarda. Çünkü bir şeyden varken tasarruf edilir, sular bitmeye yüz tuttuğu zaman tasarruf ne işe yarar... 

Gelelim yağmur duasına. Cumanın farzından sonra tüm Türkiye'de yapılan dualara amin dedik. İnşallah dualarımız kabul olur da bol bol rahmet görürüz. Ama yağmurun yağması için dua, tek başına yeterli mi? Yağmurun yağması için sebepleri yerine getirdik mi? Sebepleri yerine getirmemişiz ki yağmur yağmıyor. Unutmayalım ki yağmur ve kar, dua ile yağmaz. Çünkü yağmur ve karın yağması, sebep-sonuç ilişkisine bağlı olan, Allah'ın koyduğu evrensel yasalardan fiziksel yasaların bir gereğidir. Biz buna sünnetullah veya âdetullah diyoruz ve bu yasalar asla değişmez. Hasılı, Allah kulunu susuz bırakmaz. Yeter ki rahmetin sebepleri oluşsun ya da sebepleri oluşturalım. Tüm sebepleri yerine getirdikten sonra üzerine bir dua, aliyyülala olur. 

*14/12/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.