22 Ocak 2019 Salı

Aynı Ürünün Fiyatı Pazarda ve Markette Niçin Farklı? *

Pazarda satılan bir ürün ile bir marketin manav bölümündeki aynı ürünün fiyatı farklı. Bu durum sadece 2018-2019 yılına mahsus değil. Ben kendimi bildim bileli, market ile pazarda aynı ürünün fiyatı farklı. 

Market ve manavlarda fiyatlar çok yüksek. Sadece bir mahallede haftada bir semt pazarı kuruluyorsa mahallede bulunan market, ürünlerinin fiyatlarını pazar fiyatına hatta daha aşağısına çekebiliyor. Sonuçta marketteki pazar ürünleri daima yüksek. Bu durum Cumhurbaşkanının dikkat çekmesiyle Türkiye'nin gündemine geldi. Pekiyi marketlerdeki fiyatlar pazar fiyatına geriler mi? Mümkün değil. Neden mi?

Marketin semt pazarıyla fiyat konusunda rekabet edebilmesi mümkün değil.

Pazarcı, getirdiği ürünü kendi bedeniyle satarken hatta bu işi baba-oğul birlikte yaparken market sahibi getirdiği ürünü satması için en azından asgari ücretle işçi/ler çalıştırması gerekiyor.

Pazarcı gittiği pazarda sadece işgaliye parası öderken market, sattığı her kilo ürünün vergisini ve KDV'ini vermek zorunda. Pazarcı da vergi veriyordur ama her ürünü denetim ve takip altında değildir. (Pazarcının ne şekilde vergi verdiğini bilmiyorum ama pazarlar kayıt dışı ekonominin cirit attığı yerler diye düşünüyorum.)

Market sahibi dükkan kirası, elektrik parası vs masraflar yapmak zorunda.

Marketten alışveriş yapan müşteri, sebze ve meyveyi eliyle çürük çarık olmadan seçer; çürük, çarık ve buruşuğu markette kalır. Yani market getirdiği malın hepsini satamaz. Çünkü fire verir. Pazarda ise (Konya için söylüyorum) satılan ürün kolay kolay fire vermez. Nerdeyse geldiği gibi aynen satılır. Çünkü pazarcı kendi doldurur, doldururken sağlam ürünün yanına dengeli bir şekilde çürük ve çarığını da koyar. (En azından çoğu böyle)

Marketten aldığı ürünü beğenmeyip geri iade edebilir müşteri. Pazar için müşterinin böyle bir seçeneği yok. Kazara vermeye kalkarsa sonucuna katlanmayı göze almalı.

Anlatmak istediğim aynı ürünün pazarcıya maliyetiyle markete maliyeti aynı değil. Bu da ister istemez fiyatlara yansıyor.

Her ikisinin de müşterileri farklı. Pazara giden kolay kolay marketten sebze ve meyve almaz. Marketten alışveriş yapan da kolay kolay pazara gitmez.

Yine gördüğüm; marketlerin, sebze ve meyveyi yüksek kar etme düşüncesinden ziyade çeşit bulunsun, müşteri geri gitmesin, aradığını bulsun düşüncesiyle manav reyonu açtığını düşünüyorum.

Saydığım bu vb nedenlerden dolayı marketlerdeki sebze ve meyve fiyatlarının pazardakilerin seviyesine inmesi zor görünüyor. Şayet bir gün dengelenirse eyvallah derim.

* 25/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Nihayet Makam Aracı Saltanatına İçeriden Bir Tepki Geldi *


"Kendisiyle görüşmeye gelen belediye başkanlarına, 'Kendi arabalarında yaptıkları yakıt hesabını belediyenin arabalarında da yapıp yapmadıklarını' sorduğunu, eğer 'ikisi arasında benzin hesabı yapıyorsanız belediye başkanlığını hak ediyorsunuz. Size helâli hoş olsun. Değilse hak etmiyorsunuz. Devletin malını da gözetmek zorundasınız' dediğini, son günlerde bazı arkadaşlarda bir hava başladığını; eskortlar, önden gidenler, arkadan gidenler, korumalar, falan filan… Ne oluyor, bu ne saltanat? Üç günlük dünyadayız şurada."

Yukarıdaki sözler Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mehmet Özhaseki'ye ait. Bu sözleri Sincan'da STK temsilcilerine yaparken sarf ediyor. Özhaseki aynı zamanda partisinin yerel yönetimlerden sorumlu genel başkan yardımcılığı görevini yürütüyor.

Burada amacım siyaset yapmak, Özhaseki'yi övmek veya yermek değil. Sayın Özhaseki, yaptığı bu konuşmada samimi mi yoksa şov mu yaptı? İçini bilmiyorum. Ama konuşmasını dinlerken kendisini samimi gördüğümü söyleyebilirim.

Konuşmasından bir bölümünü burada konu edinmemin sebebi Türkiye'nin kanayan bir yarasına parmak basmasıdır. Yerinde ve doğru bir tespit. Gerçekten makam araçları bu ülkede hoyratça kullanılıyor. Çoğu makam sahibinin bindiği aracın yakıtının hesabını yaptığını da düşünmüyorum. Hatta deniz misali kullanıldığını gözlemlemekteyim. Yine bu konuşmayı yapan kimsenin iktidar partisinin ağır toplarından olması da dikkat çekici. Çünkü sorumlu bir makamda. Bu konuşmayı muhalefetten biri yapsa o kadar dikkat çekmez. İçeriden biri olarak Sayın Özhaseki'yi bu konuşmasından dolayı tebrik etmek lazım. Ama?

Bu işin bir de 'ama'sı var. Makam araçlarının kullanımında bu işi belediye başkanlarının kendi vicdanına bırakmak ne derece doğru? Parmak bastığı bu konu için vekil, bakan, yerel yönetim başkanı gibi sorumlu makamlarda iken makam araçları için ne yaptı, ne teklifler getirdi? Herhangi bir çabası oldu, gücü yetmediyse sözüm olmaz, hatta tebrik ederim kendisini.

Gecikmiş de olsa Sayın Özhaseki'nin dert edindiği bu mesele Türkiye gündemine gelmeli ve makam araçlarının, başkanların veya başka makam sahiplerinin vicdanlarına bırakmayacak şekilde tedbirler alınmalı. Bu ülke makam aracı cenneti olmaktan kurtarılmalı. Aracı kullanma kıstasları getirilmeli. İnanın ülke sadece makam araçlarından tasarrufa gitse bu ülke ihya olur.

*26/01/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.






Ağaçlar ve Makam Sahipleri *


Evimizin önünde, caddelerde, park ve bahçelerde ağaçlar görürüz. Bazısının başı havada, bazısı ise aşağıya doğru sarkmış durumda. Başı yukarıda olanlar meyve vermeyen ağaçlar, toprağa yakın olanlar ise meyve veren ağaçlardır genelde. 

Meyve vermeyen ağaç seyirliktir, verirse oksijen verir, altında oturursan gölgesinden faydalanırsın. Gerçi yukarıya doğru uzadığı için gölgesinden de pek faydalanamazsın, üzerine de pek çıkamazsın. Çünkü alıp başını yukarıya doğru gidiyor. Meyve veren ağaca gelince meyve verdikçe olgunlaşır, pek boy almaz, yere yakın durur. Meyveleri olgunlaştıkça insanlar faydalansın diye dallarını aşağıya doğru sarkıtır, meyveler toplanıncaya kadar tüm yükü çeker. İnsanoğlu faydalandıkça faydalanır, dalına basıp çıkmak da kolaydır. Meyvesinden, kokusundan, yeşilliğinden insanları faydalandırır. 

Meyve veren ağaç ile meyve vermeyen ağacı insanoğluna kıyas edersek -teşbihte hata olmasın- meyve vermeyen kibri, meyve veren ise alçakgönüllülüğü temsil ediyor. İşe fayda yönünden bakarsak kibirde fayda yok, tevazuda sayısız yarar var. 

Ağaçlardaki bu durumu makam sahiplerine uyarlayalım. Bazı makam sahipleri vardır ki tıpkı meyve veren ağaç gibi mütevazı ve çevresine karşı yardımcı olmaya çalışır, onları sever ve sayar. Bu tür makam sahipleri egolarını ayaklarının altına almış, bulunduğu yeri dolduran ve etrafına ışık veren kişilerdir. Bunlara çabuk ulaşırsın tıpkı meyve veren ağaç gibi. Bunlar bulundukları koltuğa layıkıyla gelmişlerdir. Bazı makam sahipleri vardır ki ben bunlara makam budalası diyorum. Ne oldum delisidir bunlar. Ne kokar, ne de tüterler. Egoları ayaklarının altında değil, başlarındadır. O ego, o kafayı dik tutar, kibri tavan yapar, aşağıya doğru baktırmaz. Çünkü gözü hala yukarılardadır. Aşağıdakilere tekme sallarken yukarıdakilere kuyruk sallar. Çünkü zirveye tırmanmanın yolunun yukarıya kuyruk saklamaktan geçtiğine kendisini inandırmıştır. Ona göre bu işler zaten böyle olur. Zaten mevcut koltuğa da böyle gelmedi mi? İşte bu tipler tıpkı meyve vermeyen ağaca benzer. Varın faydasını siz düşünün.

Meyve veren ağaca kolayca erişebilirken meyve vermeyene ulaşamazsın, randevu bile alamazsın. Kazara ulaşsan da doğru dürüst yüzüne bakmaz, baksa da işini yapmaz. Çünkü kibri ve egosu buna engel olur. Sonra işini halletse o bundan ne fayda kazanacak?

Doğaya bakınca meyve veren ağaçla, meyve vermeyen ağacın arasındaki farkı görebildiğimiz gibi makam sahiplerinin görüntüsüne, duruşuna bakarak hangisinin makam budalası olduğunu, hangisinin hizmet edebileceğini, hangisinin kibrinin tavan yaptığını, hangisinin alçakgönüllülüğü elden bırakmadığını pekala görebiliriz. 

Egosunu ayaklar altına alanlar; makamın kaybetmediği, egosunu hala kafasında  tutanlar ise makamın kaybettiği makam sahipleridir. Allah meyve veren ağaç misali çevresine değer veren, geçmişini unutmayan makam sahiplerinden eylesin.

*02/03/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.