11 Aralık 2024 Çarşamba
Sonu Böyle mi Olmalıydı? *
10 Aralık 2024 Salı
Küflü Çıkı
Haftalık oturmalarımızdan birine, bir arkadaş aracılığıyla gelen bir esnaf var. Bir geldikten sonra bizde ne bulduysa peşimizi bırakmadı. Haftalık her oturmamıza gelmeye devam etti. Çok sosyal biri olduğu için grubumuzdan herkesle diyaloğu var. Kısa zamanda içimizden biri oldu.
Tanışıklığımızdan dolayı çarşıya çıktıkça zaman zaman yanına uğrarız. Küçük dükkanı müşteri yönünden hareketli. Buna rağmen girer, uygun bir yere oturur, çayımızı içeriz.
Baba parasıyla dükkan açmış biri değil. Tırnaklarıyla kazıyarak gelmiş bu noktaya. Gördüğüm kadarıyla tutulan bir esnaf. Giren boş çıkmaz. İstenen, dükkanında yoksa müşterinin o malı nereden bulacağını da yol gösteren biri.
Ne zamandır bu esnaflığı yapıyor bilmem ama gördüğüm kadarıyla Allah ona yürü ya kulum demiş. İmkanı var, ikramı da fakir ve fukaraya el uzatması da.
Yaptığı onca yardımın yanında giymediği bir ayakkabıyı da bir ihtiyaç sahibine vermek ister. Ayakkabı hem ayakkabılık hem vestiyer olarak kullanılan yere konmuş, yeni sahibine vermek için.
Gün gelir, eşi tanıdığı bir ihtiyaç sahibine ayakkabıyı verir.
Ayakkabıyı götüren ihtiyaç sahibi evine vardıktan sonra hayırseveri arar. “Abla, ayakkabının içine bir miktar da para koymuşsunuz. Çok memnun kaldık, teşekkür ederiz” der.
Paradan haberi olmadığı için eşi bu duruma şaşırır. Öyle ya ayakkabının içinde paranın ne işi var. Ayakkabının içine başkası ve hırsız görmesin, ev halkından biri eve geldiği zaman anahtar aramasın ve dışarıda kalmasın diye eskiden taşın altına veya ayakkabının içine anahtar konurdu. Herhalde ayakkabının içine para koymanın mucidi bu esnaf olsa gerek.
Çok geçmeden merakını gidermek için bizim esnafı arar, ayakkabının içindeki bu para ne diye. Sadece eşi değil, ben de merak ettim doğrusu. Öyle ya kim merak etmez.
Bu merakımı sağ olsun esnaf arkadaş giderdi. Çünkü akşamında bir oturmaya gidiyorduk birlikte. Eşi de o esnada aradı. Eşiyle konuşurken kulak misafiri oldum. Meğerse bizim esnaf akşam dükkanı kapatmadan önce o günkü hasılat ve ciro ne ise kasayı boşaltıp eve getiriyormuş ve ayakkabının içine koyuyormuş. Bundan da ne eşinin haberi var ne de çocuklarının. Şimdilik bu kadarını öğrenebildim. Hırsızın bile aklına gelmez, kullanılmayan ayakkabının içine para koymak. Hırsız eve girse para ve kıymetli eşya için herhalde bakmayacağı tek yer ayakkabıların içi olur. Öyle görünüyor ki bu esnaftan öğreneceğim daha çok şey var.
Hasılı bizim esnafın bu sırrı yani para koyma yeri bu şekilde deşifre oldu. Para gani ve TL de çok kabarık olduğu için cepte taşınamayacağına göre bu arkadaş, para koymak için şeytanın bile aklına gelmeyecek başka zula yerler bulacaktır. Tekrar karşılaştığım da, kendisine, demek ki evin her bir yerini parayla doldurdun. En son dolacak yer olarak sadece vestiyer ve ayakkabıların içi kaldı. Sen ne küflü çıkı imişsin de haberimiz yokmuş diyeceğim.
Küflü çıkı, Konya'da çok parası olduğu halde belli etmeyenler için yaygın kullanılan bir tabirdir. Bu tabiri yerli yerinde kullanıp kullanmadığımı öğrenmek için TDK'ye baktım. TDK, küflü çıkı yerine kirli çıkı deyimini kullanmayı yeğlemiş. TDK kendi bilir ama küflü çıkı kullanımı daha uygun olurdu.
Tekrar ayakkabı içindeki paraya gelirsek, ihtiyaç sahibi sayesinde ayakkabının içinde para olduğunu öğrenen aileyi bundan sonra bir merak sarar. Acaba ayakkabının içinde ne kadar para vardı? Gideni almayacaklar. Çünkü giden gitmiştir. İstenmez. Hesapta yokken bu vesileyle ihtiyaç sahibini sevindirmiş oldular. Hatta bu vesileyle sağ elin verdiğini sol el görmeyecek şekilde ayakkabının içinde takdim etmiş oldular. Merakları, ayakkabının içinde ne kadar para olduğunu öğrenmek olmuş. Çünkü bizim küflü çıkı, cebindekini saymadan eve girerken ayakkabının içine atıyormuş. Öyle zannediyorum, esnaf ve ailesi kadar ayakkabının içinde ne kadar para olduğunu siz de merak ettiniz. Ne kadar olduğunu ben de öğrenemedim ama miktar çok da yüksek değilmiş.
Bizim küflü çıkının parası çenemi yorsa da gördüğümde, kardeş, giymediğin ayakkabı, elbise, çorap vs. ne eskin varsa talibim diyeceğim.
Siz de bu vesileyle fazla ve artan paranızı nereye koyacağınızı veya saklayacağınızı öğrenmiş oldunuz. Bu verdiğim aklı kullanacaksanız, bilin ki sizlerin de ayakkabı dahil eski ve püskülerine talibim. Bu garibanı sevindirmiş olursunuz. Haydi göreyim sizi...
Fare Kadar Aklımız Yok mu? *
Fareye demişler ki: “Bak şurada büyük bir peynir parçası duruyor, gidip alsana!”
Fare bir peynire, bir de peynirin durduğu yere bakıvermiş, “Bu işte bir gariplik var” demiş: “Hem peynir büyük, hem de yol çok kısa.”
Yukarıdaki hikayeyi Dücane Cündioğlu X hesabında paylaşmış.
Adı üzerinde hikaye olsa da bunu değişik yerlerde kullanmak mümkün. Çünkü hikayeden maksat hisse almaktır.
Bu kısa açıklamanın ardından, konuyu gündeme yani Suriye'deki son gelişmelere getirmek istiyorum.
Hem baba Esed'in hem de oğul Esed'in Suriye'de kendi halkına yaptıkları zulmün arşı alaya yükseldiğini bilmeyenimiz yok. Zira bunu sağır sultan bile duydu. Esed rejiminin düşmesinin ardından Suriye hapishanelerine dair basına düşen görüntüler ve yazılar bu zulmü anlatmaya yeter de artar bile. Bu ikilinin Suriye'yi getirdiği nokta, bölünmüş ve parçalanmış bir Suriye. Ülke, her türlü örgüt ve dünyaya yön veren güçlerin cirit attığı yer. 2011'de başlayan iç karışıklık sonucu yıkılmış bir Suriye, milyonlarca vatandaşı başta Türkiye olmak üzere başka ülkelerde sığınmacı olmuş, iç savaşta milyonlarca insanı ölmüş durumda.
Halkını 2011 yılından beri aç ve sefil bırakmasına, kan ve gözyaşından başka bir şey vermemesine rağmen İran ve Rusya'nın desteği sayesinde, bitmiş Esed 2024 yılına kadar bir 13 yıl daha dayandı ya da tutuldu.
13 yıldır bir türlü indirilmeyen ya da indirilemeyen Esed, HTŞ'nin başını çektiği muhalefet ile 10-12 gün içerisinde İdlip, Hama, Humus derken Şam'a ulaştı ve Esed rejimi sona erdi.
Esed gibi bir zalimin gitmesine sevinmekle beraber Esed'in bu kadar kısa zamanda gönderilmesi düşündürücü ve hiçbir direnç gösterilmeden üstelik. Bu durum ister istemez fare, büyük peynir ve kısa yol hikayesini akla getiriyor. Esed gitmeliydi ama gidişi bu kadar kolay olmamalıydı.
Öyle görünüyor ki Esed'in güçlü görüntüsü kartondanmış. İstenseymiş Suriye iç karışıklığının çıktığı 2011 yılında gönderilebilirmiş. Sanırım, Suriye'ye yön veren ve yön verecek güçler zamanında aralarında anlaşamadıkları için Esed'i ayakta tuttular. Ne zamanki aralarında paylaşım anlaşması oldu ve HTŞ'ye yürü, kim tutar seni dendi.
Esed gibi bir zalimin gidişine sevinelim sevinmeye. Ama bu son nokta da düşünülmeli. Yani kısa sürede uzun mesafe almak. Acaba HTŞ ve diğer grupların gerisinde bunlara destek veren kimdir ya da hangi ülkelerdir.
HTŞ ve diğer grupların arkasında şu ülke vardır demeyeceğim. Yalnız Esed'in gidişine sevinen çok. İsrail seviniyor, ABD seviniyor, Türkiye seviniyor, Suriye halkı da seviniyor. Öyle zannediyorum Avrupa ülkeleri de seviniyordur.
Anlatmak istediğim, aynı kazana atılsak kaynamayacağımız ülkelerle aynı kulvardayız. Yani sevinenler grubundayız.
Gönül ister ki bu sevincimiz geçici olmasın, kursağımızda kalmasın. İlk sevinen olmaktan ziyade son gülen ve sevinen olmayı yeğlerim.
Bu son gelişmenin yani Esed'in gitmesinin bize hiç faydası olmayacak mı? İçimizdeki sığınmacılar Esed korkusu kalmadığı için ülkelerine dönebilir. Ki dönüyor. Bir de yıkılmış Suriye'nin yeniden imarında ülkemiz inşaat sektörüne iş düşecektir.
Şu aşamada yapılması ve üzerinde düşünülmesi gereken, Suriye'ye kim yerleşecek ve bu ülkeyi kim ya da kimler yönetecekse, sınır güvenliğimizin sağlanması için elimizden geleni ardımıza koymamaktır. Ötesini bize yedirmezler.
*13.12.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.