10 Ekim 2024 Perşembe

Tımarhane İhtiyacı *

Türkiye'de üç tane ruh ve sinir hastalıkları hastanesi vardı. Bunlar: Manisa, Elazığ ve Bakırköy'de idi. En meşhurları da Bakırköy idi.

90'lı yıllarda Sağlık Bakanlığı da yapan Yıldırım Aktuna, zamanında Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde başhekimlik yaptığı için adı bu hastane ile özdeşleşmişti.

Bu hastanelerin özelliği psikolojik yönden ağır hastaların buralarda tedavi olmasıydı. Özellikle şizofren ve ağır bipolar hastalarının yeri burasıydı. Nerede bir saldırgan, başkasına zarar verme ihtimali olan hasta varsa yolu bu hastanelerden biri ile kesişirdi. Bu hastalardan kimi ömrünü burada tamamlar, kimi de tedavi olur çıkardı. Zararsız olanlar tedavinin ardından toplum içine salınırken tehlike saçanlar burada tutulurdu.

Bu hastanelerin halk arasında adı tımarhane idi. Yani deliler hastanesi olarak bilinirdi. 

Bu hastanelerin en büyük faydası insanlara zarar vermiş, suç işlemiş ve zarar verme potansiyelini barındıran insanların buralarda tutulmak suretiyle toplumun güvenliğinin ve huzurunun sağlanması idi. 

Bakırköy halk arasında da yayındı. Hatta zaman zaman içinde Bakırköy'ün geçtiği konuşmalara şahit olunurdu. Abuk sabuk konuşan birine "Sen tırlatmışsın. Hadi Bakırköy'e" derlerdi.

Yazımın buraya kadar olan kısmında bu üç ruh ve sinir hastalıkları hastanesinden bahsederken fark etti iseniz hep dili geçmiş zaman kipi kullandım. Çünkü ceza ehliyeti olmayan kişilerin kaldığı bu hastaneler bugün yok. Daha doğrusu 2013 yılından beri yok. 2012 yılında Sağlık Bakanlığı yapan Recep Akdağ’ın zamanında alınan bir kararla bu hastaneler kapatılarak yerine "Toplum Temelli Ruh Sağlığı Merkezleri" kurulacağı açıklandı. Gerekçe olarak insani gerekçeler belirtilse de asıl gerekçenin, tedavinin ekonomik boyutu olduğu belirtiliyor. Çünkü tedavisi uzun ve iyileşme imkanı olmayan bu hastaların devlete maliyeti yüksek idi. 

O günden bugüne akıl ve ruh sağlığı yönünden ağır hasta olanlar yatarak değil, ayakta muayene ediliyor ve rehabilitasyonlar vasıtasıyla tedavisi yapılıyor. 

19 yaşındaki iki kızın kafasını keserek ardından surların tepesinden kendini aşağı atarak intihar eden gencin bu akıl almaz cinayet ve katliamı nedense eski tımarhaneleri aklıma getirdi. Çünkü bu genç akıl ve ruh sağlığı yönünden hasta olduğundan 5-6 defa tedavi görmüş biri. Bu derece ağır hasta olan biri bu tımarhanelerden birinde yatarak tedavi görseydi, bugün bu cinnet halini yaşayan genci konuşmuyor olacaktık. İki genç kız da hunharca katledilmeyecekti. 

Bu katliam bize gösterdi ki bugün adına ister ruh ve sinir hastalığı hastanesi ister tımarhane densin bu tür hastanelere acil ihtiyaç var. 

Elbette devlet bir şeyin açılıp kapanmasında maliyet hesabı yapar. Yapmalı da. Yalnız maliyet hesabı yapacağım diyerek tüm toplumu tehlikeye atmak hiç akıl kârı değil ve devlet aklına uygun düşmez. 

2013 yılından bu yana ülke tımarhanesiz ve geldiğimiz nokta hiç iç açıcı değil. Devlet ne yapıp ne edip maliyet hesabını bir tarafa bırakmalı ve ülkenin belirli şehirlerinde yeniden ruh ve sinir hastalıkları hastaneleri açmalı. İnsana saldırma ve zarar verme potansiyeline sahip psikiyatrik hastalar buralarda gözetim alına alınmalıdır. Değilse, cebinde deli raporu olarak içimizde gezinen ve ceza ehliyeti olmayan hastalar zaman zaman nice masumun kanına girmeye, analar ağlamaya devam edecek ve toplumun huzuru hep kaçacaktır. 

Sağlık Bakanlığına duyurulur.

*16.10.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

9 Ekim 2024 Çarşamba

Gıdada Taklit ve Tağşiş *

Tarım ve Orman Bakanlığı gıdada taklit ve tağşiş yapan firmaları 2012 yılından beri belirli periyotlarla İnternet üzerinden kamuoyuna duyurmaktaydı. 
2 Ekimden itibaren ise gıdada hile yapan firmaları günlük yayımlamaya başladı. 
Değerlendirmeye geçmeden önce taklit ve tağşişin ne olduğunu bir hatırlayalım. 
Taklidin ne olduğunu hepimiz biliriz ve gündelik hayatta kullanırız. Tağşişin ise gündelik hayatta kullanıldığına pek şahit olmadım. Bu kelimeyi zaman zaman Tarım ve Orman Bakanlığı gıdada hile yapan işletme ve firmaları yayımlayınca duymaya başladık. 
Taklit, "Gıda maddesinin ve gıda ile temasta bulunan madde ve malzemelerin şekil, bileşim ve nitelikleri itibariyle kendisinde olmayan özelliklere sahip gibi gösterilmesi"; tağşiş, "Gıda maddelerinin mevzuata veya izin verilen özelliklerine aykırı olarak üretilmesi hali" demektir. 
Bakanlık 2 Ekimden itibaren hile yapan firmaları, markalarıyla, uygunsuzluğun gerekçesini de yazmak suretiyle yayımladığına göre anlaşılan o ki Bakanlı,  üretilen ürünlerdeki hilelerin önüne geçemiyor. Firmalar yine hile yapmaya devam ediyor. 
Hileli mal üretmenin cezası yok mu ki firmalar hile yapmaya devam ediyor ya da verilen cezalar caydırıcı mı değil. 
Gıdada hile yapanlara ne tür ceza var diye Tarım ve Orman Bakanlığının sayfasına baktım. 5996 sayılı Kanunda 2020 yılında yapılan değişiklikle hileli mal üretenlere, bu ürünleri piyasaya arz eden işletmecilere ve bu ürünleri perakende satanlara verilen cezalar ağırlaştırılmış. Bu suçu işleyenlere hapis ve adli para cezası, gıda sektörü faaliyetinden men ve 2024 güncel rakamlarıyla 26 bin ila 10,5 milyon para cezası öngörülmüş. 
Sizi bilmem ama bana bu cezalar ağır geldi. Cezalar bu derece ağır olmasına rağmen hala hileli mal üretiliyorsa belli ki firmalar için bu cezalar yeterli değil.
İşin ucunda hapis, para cezası ve gıda sektöründen men olmasına rağmen hileli mal üretiminin devam etmesini anlayamıyorum.
Beni düşündüren, acaba cezalar bu Kanunda olduğu gibi tam uygulanmıyor mu? Mesela hapis cezası kaç yıl? Öyle zannediyorum, verilen ceza beş yılın altında. Firma yetkilisi ceza alsa bile ceza erteleniyor ya da adli kontrol şartı ile salıveriliyor. Bu da cezanın caydırıcı olmasını engelliyor. Para cezası da belki en alt limitten veriliyorsa demek ki firma için 26 bin lira çok bir para değil. Herhalde bu cezanın en caydırıcı olması gerekeni gıda sektöründen men olması gerekir. Çünkü bu ceza işletmenin kapatılması demektir.
Cezası bu kadar ağır olmasına rağmen hileli malın önüne devlet geçemiyor ki çareyi hileli mal üretenleri kamuoyuna duyurmada buluyor. Ey milletim, ben bunlarla başa çıkamadım. Bunları size şikayet ediyorum. Gereğini yapın. Yani bu firma ve üründen alışveriş yapmayın” diyor. 
İlgili Bakanlık veya etkili ve yetkili kişiler kusura bakmasın ama firmaların bu şekil kamuoyuna duyurulması devletin acziyetini ve çaresizliğini gösteriyor bana göre. Unutmayalım ki acziyet ile devlet bir arada bulunmaz. Çünkü devlet demek güç demektir. Vatandaşın sağlığını hiçe sayan suçlu vatandaş ve firma devletin nefesini her daim ensesinde hissetmelidir. Demek ki devlet, devletin soğuk yüzünü tam göstermiyor. Cezaları aşama aşama veriyor. Firmalar o zamana kadar parsayı topluyor. Belki de korunuyor. Gazetelerin yazdığına göre isminin kamuoyuna duyurulmasını mahkeme kararıyla durdurma kararı tamamen firmayı korumaya yönelik. Firmayı koruyalım. Vatandaş ne yaparsa yapsın. 
Merak ettiğim, Tarım ve Orman Bakanlığı, ürünlerde taklit ve tağşiş yapanlara bu güne kadar ne kadar para cezası verdi? Bu firmaların kaçını bugüne kadar gıda sektöründen men etti? Men ettiği işletmelerden kaçı başkasının üzerinden gıda üretimine devam ediyor? Bakanlık bir de firma firma kim ne kadar ne cezası aldı, bunları da açıklarsa kamuoyu bilgilenmiş olur.
*11.10.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

5 Ekim 2024 Cumartesi

Park ve Bahçelerdeki Cam Kırıkları

Bugün bir sitenin parkına 5-10 dakikalığına arabamı park ettim. İndiğim zaman gördüm ki arabanın tekerinin yanında maden suyu şişesinin un ufak olmuş parçalarını gördüm. 
Şişe buraya atılmamış. Özellikle kırılmış. Cam kırığının bazıları büyük kalmış. Ayağını bassan ayakkabını deler geçer. Kazara yalın ayak olsan, ayağını parçalar. Arabanın tekeri bassa lastiği patlatır.
Konya İstasyonunun Havzan tarafındaki araç park yeri de bu şekil şişe kırıklarıyla dolu. 
Gördüğüm bu manzara sadece bu sitenin ve İstasyon parklarına ait değil, çoğu yol kenarlarında, yürüyüş parkurlarında, park ve bahçelerde ve umum yerlerde ya kırılmış ya da içildikten sonra duvara, duvar kenarına, bankın üzerine vb. yerlere bırakılmış bir şekilde görmek mümkün.
Bu tür cam şişelerinin içildikten sonra çöp kutusuna atılması gerekirken atılmayıp umum yerlere rastgele bırakılmasından geçtim. Niçin kırılıyor, inanın, anlamış değilim. 
Belli ki birileri tıka basa yedikten sonra mideyi rahatlatmanın yolu olarak maden suyu içmede buluyor. İçsin, afiyet olsun. Hoş o mideyi değil maden suyu, bir süre hiçbir şey rahatlatmaz. İçtiğiyle kalsa iyi. İçilen maden suyu şişeleri bu tür yerlerde özellikle kırılıyor ve kırmaktan zevk alınıyor. 
Öyle zannediyorum, gençler kırıyor bu şişeleri. İşin garibi içtiğiniz maden suyu şişesini kırın, un ufak edin diye ne ailesi söyler ne okul söyler ne de toplum. Buna rağmen bu çocuk veya gençler nereden ve kimse öğreniyor bu şekil şişe kırmayı. Herhalde bu çocuk veya gençler özellikle umum yerlerde bu şekil şişe kırıklarına çok rastlıyor ki demek ki içtikten sonra kırılıyor diye belleklerine yerleşiyor. Kısaca bu çocukların hocası bizzat toplumun kendisi. Halbuki herkes içtiği maden suyu şişesini geri dönüşüm veya çöp kutusuna atsa, etrafta kırık veya sağlam hiçbir şişe görünmese, şişe kırmak bu çocukların aklına bile gelmez. 
Hoşça vakit geçirmek için yapılan bu eylem, yanlışlıkla üzerine basan kimseler için ne tür bir tehlike barındırdığını bu çocuklar öğrenmeli ama nasıl? İşte buna verecek bir önerim maalesef yok. 
Aklıma, depozite geliyor. Bakkal, market veya büfeden alınan her maden suyu veya cam şişenin bedeli de alınsa, geri iade edildiğinde bir anlam ifade eden bir meblağ olsa öyle zannediyorum, kimse içtiği maden suyunu kırmaz. İçtikten sonra boş şişeyi gözü gibi korur. Gördüğü bakkal veya markete teslim ederek depozitosunu geri alır. 
Bu depozito alma uygulamasını sadece cam şişelerde değil, pet şişelerde de uygulamak gerek. 
Böyle bir uygulama hem çevreyi temiz tutacak hem toplanan pet veya cam şişeler geri dönüşümde kullanılacak hem de depozite sayesinde temizlik bizzat vatandaşa yaptırılmış olacak. 
Cam şişe veya pet şişe ya da çevreyi kirleten her şey pekala geri iade ile ekonomiye yeniden kazandırılmış olur. 
İyi de bunu kim yapacak? Bunun için büyük organizasyon gerek. Bu çok zor, uygulama imkanı yok denebilir. 
Bu işi devlet organize edecek. Diyecek ki şişe veya pet şişeyi satan depozitolu satacak. Şişeyi getiren para iadesi alacak. Toplanan bu boş şişeler de yeniden ekonomiye kazandırılması için ilgilisi tarafından toplanacak. Geri iadeyi kimse almak istemezse pekala belediyelere bu görev verilebilir. İlk başta aksaklıklar olabilir ama başlanırsa aksayan yönler de düzeltilir. 
Devlet yetkililerine duyurulur.