7 Eylül 2024 Cumartesi

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli (1) *

Öğretim programı, eğitim ve öğretimin anayasası dense yanlış olmaz.

Öğretim programını değiştirmek tıpkı Anayasa yapmak ve Anayasayı değiştirmek gibi zordur. O yüzden haydi deyince müfredat değişikliğine gidilmez. Bunun için beklenti, konsensüs ve çaba gerek.

Her ne kadar 82 Anayasasını tümden değiştirip yerine yeni Anayasa yapamasak da müfredat değişikliği zaman zaman oluyor.

Bildiğim kadarıyla 2000 yılından bu yana yapılan müfredat değişikliği dört oldu.

En kapsamlı değişiklik, yanlış hatırlamıyorsam, Hüseyin Çelik’in Bakanlığı döneminde 2005-2006 öğretim yılında yapılmıştı. Bunu Ömer Dinçer ve Ziya Selçuk’un Bakanlıkları dönemi izlemişti.

Hüseyin Çelik zamanında yapılan değişikliğe “Yapılandırıcı Eğitim” adı verilmiş. Sonuç odaklı değil, süreç odaklı bir eğitim esas alınmıştı. Yıllık planlarda ilk defa kazanıma yer verilmiş, öğrenci merkezli bir eğitim hedeflenmişti. Performans, ürün dosyası, etkinlik gibi yenilikler düşünülmüştü. Öğretmenden ziyade öğrencinin aktif olduğu bir sisteme geçilmişti.

Ömer Dinçer zamanında 4+4+4 sistemine geçilecek lise zorunlu olmuş, yeni seçmeli dersler konmuş ve haftalık ders saatleri artırılmıştı.

Ziya Selçuk zamanında yapılan değişiklikle, “Çift kanatlı Eğitim” hedeflenmişti. Eğitim ve öğretim adeta iki kanatlı bir kuşa benzetilmiş. Bir kanadı öğretim, diğeri ise eğitimdir. Nasıl ki tek kanatlı bir kuş uçamıyorsa, sadece öğretimden ibaret eğitim ve öğretimin de uçabilmesi mümkün değil. O yüzden öğretim ve bilgiye verdiğimiz önemi ahlak ve erdeme de yani eğitime de vermemiz gerekir. Çocuklarımızı, biri bilim diğeri de ahlak ve erdem olmak üzere çift kanatlı yetiştireceğiz denmişti.

Hem Hüseyin Çelik hem Ömer Dinçer hem de Ziya Selçuk zamanında yapılan öğretim programlarında yeterince verim alınamamasının temelinde, merkezi sınavların olduğunu düşünüyorum. Çünkü merkezi sınavların mantığında süreç odaklı değil, sonuç odaklı bir sistem vardır.

Son müfredat değişikliği Yusuf Tekin’in Bakanlığında yapıldı.

Bakanlık bu değişikliğe gitmeden önce üzerinde epey bir çalışmış, emek sarf etmiş, yeni öğretim programı için dünyadaki öğretim programı modellerini incelemiş, son noktayı koymadan önce taslağı kamuoyuyla paylaşmış, belli süre vererek görüş ve öneri istemiş. Sonunda yeni öğretim programını hazırlamış.

Yeni değişiklik 2024-2025 öğretim yılında 1, 5 ve 9. sınıflar olmak üzere kademeli olarak uygulanacak.

Yeni müfredatın ve yeni bir öğretim yılının hayırlar getirmesini, ülkemiz eğitimine olumlu yönde katkı sağlamasını temenni ediyorum.

Genel hatlarıyla incelediği zaman her müfredat gibi bu müfredatın da güzel olduğunu söyleyebilirim. Bunu daha da güzelleştirecek olan ise uygulamadır. Bu yönüyle paydaşlara önemli görev düşmektedir. Çünkü müfredat ne kadar güzel olursa olsun paydaşlarda aksama olursa program kadük doğar.

Müfredatın satır aralarında dikkatimi çekenleri buraya almak isterim.

Yeni öğretim programına Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli adı verilmiş.

Programın genel bakışına “Köklerden Geleceğe” demek suretiyle eğitim ve öğretimin tanımına yer verilmiş. Tanımda eğitim iki ayak olarak görülmüş, bir ayağına geçmiş, diğer ayağına insanlığın geleceğine ufuklar açan bir kapı denmiş. Yani bir ayağımız gücünü daima köklerimizden alacak, diğeri ise geleceği takip edecek. Bununla maddi gelişmenin zirvesi hedeflenmektedir. (Devam edecek)

*09.09.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

5 Eylül 2024 Perşembe

Manavgat Evliya Çelebi Uygulama Oteli

Manavgat Evliya Çelebi Uygulama Otelinde dört gün konakladım.

İşlek bir cadde üzerine yapılmış otel. Trafiğin gürültüsü, kapısı ve penceresi kapalı otelin içine kadar geliyor. Hemen yanı başında da Uygulama Otelinin Lisesine yer verilmiş. Keşke hem okulu hem de oteli işlek caddenin tam kenarına değil de biraz iç taraflara yapılmış olsaydı daha iyi olurdu. Çünkü tatile gidenler zaten şehrin trafiğinden uzaklaşıp sessiz ve sakin yerde kafa dinlendirmek için soluğu tatil beldesinde alıyor.

Kaldığım odanın balkonu ormana bakıyor. Baktıkça insanın içi açılıyor. Bu yönüyle otelin yeri harika. 

Trafik gürültüsünü artıran hususlardan bir tanesi de kavşağa yaklaşırken belirli aralıklarla çizilmiş beyaz şeritler, yaya ve okul yolu işaretleri. Araçlar bu işaretlere gelince, ister istemez ses yükseliyor.

Otelin geniş bahçesi var. Kafeteryanın olduğu bölüm yeşillendirilmiş. Bahçede at çıkabilir uyarısı dikkatimi çekti. Arka tarafa geçtiğimde iki tane at bir de tay gördüm.

Araçlar güneşten etkilenmesin diye üstü kapatılmış park yerleri oluşturulmuş. 

Otelde kaldığım süre içinde o kadar sessiz ki otelde sadece biz varız intibaı oluşuyor. Akşam olunca hem kapalı hem de kapalı olmayan yerde park edilmiş araçları ve sabah kahvaltısında lokantanın dolu olduğunu görünce otelin dolu olduğunu anlıyorsun. 

Otele girişin sağ tarafında kafeterya var. İsteyen akşam yemeklerini burada yiyebiliyor, çay ve benzeri içecekler buradan ücret karşılığı karşılanıyor. 

Hem yemek hem içecek yönünden zengin bir menüsü var kafeteryanın. Ana yemekler dışında diğer içecek ve yardımcı yemeklerin fiyatlarını astronomik gördüm.

Akşam yemeklerini listeden sipariş vermek suretiyle kafeteryadan giderdim. 23.00'e kadar yemek servisi var burada. Izgara türü yemekleri yapanlar ve servis edenler lise öğrencisi. Başlarında bir usta öğreticileri vardı.

Resimde gördüğünüz ana yemekler vardı menüde. Her akşam farklı ızgara türünden yemek yedik. Usta öğretici zaman zaman yemeklerimizi nasıl buldunuz diye sordu. Şu ızgara köfteyi ve balığı pişiren 9.sınıf öğrenci dedi bir defasında. Yemekleri çok lezizdi bu arada. Daha dokuzuncu sınıfta bu kıvamı yakalayan öğrenci, usta öğretici olduğunda iyi bir aşçı, işi ve mesleği olan nitelikli bir eleman olur. Boşta kalmaz. Üniversiteyi bitirdikten sonra boşta kalan öğrencilere göre bu okulun öğrencileri daha şanslı. 
Başka yerleri bilmem ama sahilde bir otel statüsüne göre fiyatları bana makul geldi.

Açık büfe yemeklere göre bu şekil akşam yemeği hem israfı önleme hem istediğin zaman yemek yeme hem de yemeğin lezzetini alma yönüyle daha iyi.

Daha önce başka yerde görmediğim bir servis türü gördüm bu otelde. İstediğim ana yemeği hiç tabakta yemedim. Dikdörtgen şeklinde tahtadan yapılmış düz bir kap idi önüme gelen. İlk gün tavuk şiş yedim. İki şiş, közde pişirilmiş yarım domates, yarım papya biber ve pilav hepsi birden tahta tabak üzerinde idi. Her gün farklı ızgara türü yedim. Hepsi tahta üzerinde geldi. Servisin bir farklı yönü daha vardı. Her gün çatal ve bıçak kondu önümüze. Hiç kaşık konmadı. Dört gün boyunca pilavı çatal ile yedim. Hayatta çatalla pilav yediğim ilk yer burası oldu. 

Otel temiz ve bakımlı. Çalışanların ilgi ve alakası çok iyiydi. Uygulama oteli olmasına rağmen oturmuş bir otel statüsü vardı. Usta öğreticinin son akşam yemeğinden sonra çay ikram edeyim teklifini de teşekkür ederek geri çevirdim.

Sahile 3,5-4 km olması, işlek caddede olması ve gürültüyü binaya çekmesi yönüyle dezavantajlı olmakla beraber yemyeşil ormana nazır ve şehrin dışında olması, çalışanların ilgi ve alakası avantaj olarak görülebilir.

4 Eylül 2024 Çarşamba

Manavgat'ta Bir Kaportacı

2011 yılında bir aracı almak istedim. Aracı göstermek için aracı olan tanıdığım sanayideki bir arkadaşa götürdü. 

Komşu kaportacıya, arabanın kaportasına bir bak dedi. Kapıları açıp kapattı. Arabaya, önden ve arkadan baktı. Şurada, burada boya var. Araba temiz, alabilirsiniz dedi.

Tavsiye üzerine arabayı aldım. O yıldan bugüne kullanıyorum arabayı.

Bir ara satışa çıkardım. Bir sanayici aradı. Araca baktı. Arka sağ çamurluk ile bagaj kapağının değişmiş olduğunu söyledi. Bu vesileyle aracımda iki parça değişen olduğunu öğrenmiş oldum. 

Nasıl kaportacı ise değişen parça olduğunu ya anlamadı ya da söylemedi. 

Sağ çamurluktan geçtim. Bagaj kapağı sert vurmayla kapanıyordu. Bunu da birkaç defa tekrar etmek gerekiyordu. Bunu da birkaç kaportacıya gösterdim. Uğraştılar, didindiler. Bu, bu kadar olur dediler.

Bagajın sert vurmakla kapanmasından dolayı çok mecbur kalmadıkça bagajı pek kullanmadım.

Araba arkadan darbe yiyince belli ki sahibi adam gibi yaptırmamış. Fazla masraf etmeden alelacele yaptırmış ve satışa koymuş. 

Bizim insanımızın çoğunun böyle olduğunu zamanla öğrendim. Bir ara arabanın camını değiştireceğim. Oto camcı, binici misin satıcı mısın dedi. Ne alaka dedim. Binici isen şu Kore malını takalım. Yok satıcı isen şu Çin malını takalım dedi. Arasında kalite ve fiyat farkı varmış. Şimdilik biniyorum ama satabilirim de. Yalnız satıcıyım diye adi malı takmak doğru olmaz. Sattığım da binici olacak. Kore malını tak dedim.

Döneyim tekrar bagaj kapağına. 

Manavgat sahilindeyim. Eşyaları koyduktan sonra bagajı kapattım. Kapanmadı. Üç, dört, beş defa örtmeye çalıştım. Nafile. Engelleyen bir şey var mı diye baktım. Valizin tutacağı sıkışmış. Kurtardım. Tekrar örtmeye çalıştım. Olmadı. Dikkatli bakınca, kilidi tutacak köprünün kırıldığını gördüm. Olacağı buydu. 13-14 senedir çarpa çarpa bu zamana kadar geldi. Sonunda tatilde iken benden bu kadar dedi.

Bagaj kapanmadan kaldığım otele kadar geldim. Sabaha kadar aküyü bitirmesin  diye bagajdaki lambayı söndürdüm.

Sabah olunca Manavgat sanayisine gideyim mi gitmeyeyim mi diye düşünmeye başladım. Ya Konya'ya kadar bagaj açık gelecektim ya da Manavgat'ta yaptırmalıydım. İyi de Manavgat'ta kimseyi tanımam. Tanıdık kaportacı da olmayınca nasıl gidecektim. Gerçi tanıdıkla pazarlık yapmazsın. Ne isterse onu verirsin. Tanımadığın ise ne isteyeceği belli olmaz. İnsafına artık. Hoş, darbeyi esas tanıdıklar vurur ama gel de bunu bana anlat. 

Oğlanın cesaret vermesiyle Manavgat sanayisine gittik. Gördüğüm ilk kaportacıya, bagaj kapanmıyor, bir bakar mısın dedim. Bakamam, işim var gördüğün gibi dedi. Kime gideyim dedim. Şu arka taraflarda var dedi. Sokak sokak kaportacı aradım. Sonunda bir tane buldum. Usta bir başka araçla uğraşıyordu. Bagaj kapanmıyor deyince, Ramazan, şu bagaj kapağına bir bak diye birine seslendi.

Girişte kapının önüne çömelmiş iki kişiden biri imiş. Adaş, şu bagaja bir bak dedim. Baktı. Kapatmak için birkaç deneme yaptı. Eline anahtarı alarak kırılmış ve yana yatmış dili iyice düzeltti. Sonra örttü. Kapak kapandı. Sonra tekrar açtı. Dili içince yukarıya doğru kaldırdı. Arabayı arka arkaya içeri getirin dedi. Ne yapacaksın dedim. Kaynak yapacağım dedi. Arkada tüp var dedim. Kaçak yoksa sorun olmaz dedi. Güzelce kaynattı. Kaynattığı yerin içine dışına su döktü. Sonra yavaşça kapattı. Kapandı. Tamam dedi. Birkaç defa da ben açıp örttüm. Yay gibi oldu. Kapatmak için sert vurmaya da gerek kalmadı. Bir sevindim bir sevindim. Nasıl sevinmem. Çünkü zor örtülmesinden dolayı arabanın en nefret ettiğim yeri bagajı açıp kapatmaktı. Bundan kurtuldum. Artık sert vurmayacağım.

Tanıdık yok diye korka korka geldiğim Manavgat sanayisindeymiş meğer benim usta. Ustanın hasıymış hem de. Yıllardır süren bagaj nefretimi sonlandırdı. Yaptığı şey de çok basitti aslında. Usta dediğin böyle olur. Arabanın dilinden anlayacak, nereyi nasıl yapacağını bilecek.

Şimdi geldi hesap işine. Eline düşmüştüm artık. Ne isterse vereceğim. Borcum ne kadar dedim. 100 lira dedi. Hiç beklemiyordum bu kadar isteyeceğini. Daha fazla ister diye düşünmüştüm. İkinci sevincim de el emeği oldu. Hem işim görüldü hem de istenen el emeği bir şey değildi. Boşu boşuna endişe etmişim yaban elde kaportacının fırsatçılık yapacağını düşünerek. Ön yargı imiş bendeki meğer. Bu ön yargımdan dolayı kendimden utandım.

Ustanın elinin yönet, işinin ehli olduğunu ve istediği el emeğinin çok makul olduğunu görünce, şu çamurluklara da bir el atıver dedim. İki tarafa da ikişer vida attı. Bagaj kapağı gibi pek iyi olmadı ama söylemiş oldum. Şunu anladım ki bir yeri yapmada eli yönet olanın diğer tarafta eli yönet olmayabiliyor. Tekrar borcumu sordum. 250 dedi. Ödemeyi yaparak teşekkür edip ayrıldım.

Hasılı tatilde bagaj sorununun çıkmasında varmış bir hayır. Çünkü Konya’nın derman olmadığı bagaj kapağı derdinin çözümü küçücük Manavgat’mış. 

Teşekkürler usta. Eline ve emeğine sağlık.