6 Haziran 2024 Perşembe

Bu Yabancılara Ne Oluyor Böyle? *

İstanbul'da bir özel okulun müdürü, daha önce disiplinsiz davranışları nedeniyle okuldan uzaklaştırılan bir lise öğrencisi tarafından öldürüldü. 

Bu menfur olayın üzerinden çok geçmedi. Şimdi de Çorum'dan bir dayak olayı ajanslara düştü. 

İlk olay bir lisede geçiyor. Cinayetin gerekçesi, okuldan atılan öğrencinin okuldan atılma nedenini okul müdüründen bilmesi.

İkinci olay bir ortaokulda geçiyor. Çocuk okulda fenalaşmış. Okul müdürü de ambulans çağırarak çocuğu hastaneye göndermiş. Çocuklarının hastalığını haber alan iki yakını, okula gelerek "Bize niye haber vermedin" diyerek okul müdürünü evden getirdikleri zincirle dövmüşler. Güya yakınlarını koruyor bu iki aklı evvel. Okul müdürü hastaneye göndererek iyilik yapmış. Öyle zannediyorum, ambulansa da yanında nöbetçi öğretmeni bindirmiştir. Gelip teşekkür edecekleri yerde müdürü bir güzel dövmüşler. Üstelik zincirle. İyilik yap, kötülük gör dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Herhalde müdürden bekledikleri, çocukları hastalanınca telefon açıp gelin çocuğunuzu götürün demek olmalı.

Bu ülkede sağlık çalışanları ve eğitimciler zaman zaman erten püften nedenlerle bu şekil cinayet ve dayağa maruz kalırlar. Maalesef bu ülkede bunlar oluyor. 

Vakayıadiyeden olan bu iki olayı ele almamın sebebi, cinayet ve şiddet uygulayanların faillerinin Irak uyruklu olması.

Daha dün diyebileceğimiz yakın bir zamanda ülkemize gelen bu Iraklılar ne ara cinayeti ve şiddeti öğrendi de bizim insanımız üzerinde uygulamaya kalkar oldu böyle? 

Bunlar cinayet ve şiddeti bizden mi öğrendiler yoksa daha önce ülkelerinde bu şekil cinayet ve şiddete imza atıyorlar mıydı? 

Belli ki Türkiye, Irak, Suriye gibi ülkeler aynı havzanın insanıyız ve birbirimize benzeriz. Bizim onlara, onların bize verebileceği bir şey yok. Kavga, şiddet, cinayet, kaba kuvvetin her türlüsü bu iklimde var. Bu yönümüz belki de genlerimizden geliyor. 

Bugün Irak, Suriye, Libya gibi ülkelerin kan gölüne dönmesinde, bölünmüşlük ve parçalanmışlıklarında, bugün istikrar vadetmeyen bir devlete sahip olmalarında, yaşanmaz hale gelen ülkelerini terk edip ülkemize sığınmalarında, belki de aklı bir tarafa bırakıp tüm işlerini böyle kaba kuvvetle çözmeye çalışmalarından kaynaklanıyordur. Çünkü rüzgar eken fırtına biçer misali bunlar da şiddet eke eke fırtınaya maruz kalıyorlar. 

Bu değerlendirmeyi yaparken tüm Iraklılar, Suriyeliler, Afganlar vs. yabancılar için rüzgar ekip fırtına biçiyor şeklinde bir genelleme yapamam. Çünkü hepsinin içlerinde tertemiz olan ve aklıselim kişiler de var. Bunları istisna tutuyorum. 

Ayrıca yabancı düşmanı değilim. Irkçı hiç değilim. Yabancı düşmanlığı da yapacak değilim. Yalnız bu bireysel olaylar bu şekil artarak devam ederse, muhtemel sonuçlara dair endişelerimi dile getireceğim. Iraklılardan hareketle ülkemizdeki yabancılardan bahsedeceğim. Bunu da bir sonraki yazımda ele almak istiyorum.

*10.06.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Futbolumuz Ne Alemde? *

Futbolla çok bir ilgim yok. Süper ligin şampiyonluğa oynayan takımlarla düşme potasındaki takımların özellikle GS'in ve Konyaspor'un sıralamasını takip ederim. Bunun dışında bir merakım yok.

Birkaç defa evde zorunluluktan şampiyonlar liginin bazı maçlarına baktım. Oynanan oyun ve başa baş mücadeleler bir seyir zevki verdi bana. 

Yabancıların oynadığı bu maçları görünce niye benim ülkemde böyle futbol yok diyorum. Niye benim ülkemde Real Madrid gibi oynayan ve her sene Şampiyonlar liginde final oynayan, kupaya doymayan ve kalitesi hiç düşmeyen takımımız yok diyorum. Real Madrid çok mu köklü kulüp, başarısı buna mı bağlı diye bakıyorum. Bizim üç büyükler gibi 1900'lü (1902) yıllarda kurulmuş. Fakat Real Madrid nerede, bizimkiler nerede? Real Madrid olmuş bir marka. Ününü duyurmuş dünyaya. Bizimkilerin ünü ise ülke sınırlarını aşamamış. Sadece GS'in UEFA ve Süper kupası var. Bunun da arkası gelmedi.

Neyi eksik bizim ülke takımlarının, marka olmuş ve her yıl şampiyonlar liginde yer alan takımlardan? Onlarda da yabancı teknik direktörler var, bizde de. Onlarda yabancı futbolcular var, bizde de. Süper ligdeki kulüplerin yerli ve yabancı futbolcularına baksak, bizim ligimizde oynayan yabancı futbolcu sayısı yerli futbolcudan daha çok. FB ve GS'de doğru dürüst yerli futbolcu yok. 

Başka ülke kulüpleri yabancı futbolcuya para veriyor ve karşılığını alıyor. Bizde ise ülke adeta yabancı futbolcu cenneti. Maalesef karşılığı yok. 

Başka ülke kulüplerinde futbolcu transferinde gelir gider dengesi varken bizimkiler borç batağı içinde.

Başka ülkeler, geleceği olan genç futbolcuları alıp faydalandıktan sonra futbolcunun jübile zamanı yaklaşınca elden çıkarıyor, bizimkiler jübilesi gelmiş futbolcuları havada kapıyor. Biz bize gelenlerden doğru dürüst para kazanmadan jübilesini yapıyoruz. 

Başka ülkeler alırken de kazanıyor, satarken de. Biz ise dünyanın parasını verip transfer ediyoruz. Elimizde kalıyor. Yani ölü yatırım yapıyoruz. Sonra da borcu çevireceğiz diye dokuz takla atıyoruz. 

Yaşlı yabancı ağırlıklı ligimizin ne kalitesi var ne de dışarıda başarımız. İstisnalar hariç ne aldığımız futbolcudan kazanıyoruz ne de futbolcuyu satarken. Kulüplerimiz de ülke bütçesi gibi borçla yaşıyor. Daha doğrusu borcun faizini ödeyip duruyor. 

İyi de Türkiye ligi dışında gözle görülür bir başarı elde edemiyorsak, bizim bu takımlar ne için var? 

Başka ülkelerin kulüpleri de çoğunlukla yabancı futbolcu transfer ediyor ama bu ülkelerin milli takımları da başarılı. Çünkü o ülkelerin futbolcuları da başka ülkelerin takımlarında oynuyor. Bizim takımların eme yarar bir başarısı yok. Milli takımın da bir başarısı yok. 

Bizim kulüplerde yabancı futbolcu gani iken bizim başka ülkelerde oynayan futbolcu sayımız bir elin parmaklarını geçmiyor. Oynayanların çoğu da yabancı kulüplerin alt yapısından yetişmiş.

Hasılı her alanda olduğu gibi bir oyun olan futbolu da beceremiyoruz, ağzımıza ve yüzümüze bulaştırıyoruz. Başkası oyunu kuralına göre oynuyor. Bizimki de dostlar alışverişte görsün türünden oyun.

Sahi bizim neyimiz iyi ki futbolumuz iyi olsun. Öyle değil mi?

*14.06.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

5 Haziran 2024 Çarşamba

Huzur ve Mutluluğun İlacı *

Ömür dediğimiz bir beklenti, umut  ve hayal kırıklığı ile geçiyor dense yeridir.

Küçüksün. Birçok şeyleri yapmaya gücün yoktur. Tüm yapamadıklarını yapmak için ah bir büyüsem dersin. 

Büyüyünce keşke büyümeseydim dersin. Çünkü büyüdükçe hayatın tüm yükleri ve sorumluluğu biniyor üstüne. Sorumluluk arttıkça hayatın bir anlamı kalmıyor ve hep çocukluğunun özlemini çekersin.

Evliliğe büyük umut bağlarız. Nikahta keramet var. Evlilikte şöyle bir hayatım olacak, böyle mutlu olacağım dersin. Adeta tüm dertlerimiz bitecek.

Evlenirsin. Evlilik umduğun gibi çıkar ve beklentilerine cevap verirse, keyfine diyecek yoktur. Tüm mutluluklar senindir. Ya beklediğin gibi çıkmazsa. İşte o zaman hayal kırıklığı yaşarsın.  

Bu aşamadan sonra kendinize ve eşinize hayatı zehir ederek  evliliği devam ettirirsin. Bu durumda ömrün bu dertle geçecek. Ayrılma yoluna gidersen, umulan mutluluk yakalanabilecek mi? Eskiyle bağını koparabilecek misin? Hele bir de çocuk varsa.

Bir takımı tutuyorsun. Yıllardır her yolu deneyip şampiyon olamıyor. Dünyanın parasını verip dünyaca ünlü bir hoca getirip takımı emanet ediyorsun. Hocaya çok güveniyorsun. Çünkü gittiği her takımı şampiyon yapmış, birçok kupayı çalıştırdığı takımların müzesine götürmüş. Kurtuluşunuz bu hoca artık. 

Hoca, beklentiye cevap verirse ne âlâ. Zevkten dört köşe olunur. Ya işler beklendiği gibi gitmezse, ortaya büyük bir hayal kırıklığı çıkar. Çünkü o kadar ünlü hoca da derdinize çare olamamıştır. Saçtığın büyük para da cabası.

Ülkenin sıkıntısı çoktur. Ah biri gelse de bizi bu dertlerden kurtarsa. İşte şu bizi kurtarır dersin. Desteğini verirsin. O gelen biri beklentilerine cevap verirse tüm dertlerin biter. Ama ya beklediğin gibi çıkmazsa. İşte o zaman yaşanacak olan bir hayal kırıklığıdır.

Çocuğunuz vardır. En iyi okul en iyi hoca en iyi muhit arayışına girersin. Çocuğunun iyi bir şekilde yetişmesi için saçını süpürge edersin. Çocuğun başarırsa o okul o hoca o muhit bir numaradır. Tersi çıkarsa yine hayal kırıklığı yaşarsın.

Örnekleri çoğaltabilirim. Bence fazlasına gerek yok. Tüm bu örneklerden ortaya şu çıkıyor ki yaşadığımız hayat hep bir beklenti bir umut bir mutluluk bir kurtuluş ve hayal kırıklığından ibarettir.

Hayal kırıklığı yaşamamak için hiçbir şeyde fazla beklentiye girmemek, çok umut bağlamamak, azla ve mevcutla yetinmeyi bilmek, azla mutlu olmak, olana rıza göstermek ve kimseyi, hiçbir şeyi kurtarıcı olarak görmemektir. Çünkü ne kadar beklenti o kadar hayal kırıklığıdır. Ne kadar umut o kadar hayal kırıklığıdır. Ne kadar mutluluk o kadar hüsrandır. Ne kadar kurtarıcı peşinde koşmak insanı o kadar yorar, bitap düşürür ve gittikçe insanlara güveni yok eder.

Kısaca, ne kadar az beklenti o kadar çok mutluluktur. Ne kadar az umut bağlamak, insana az hayal kırıklığı yaşatır. Kimseyi kurtarıcı olarak görmemektir. Çünkü kimse de sihirli değnek yoktur. Ayrıca her kurtarıcı önce kendisini ihya eder ve kendisini kurtarır. Kendisi beş kazanmadan sana zırnık koklatmaz.

Hasılı beklentisi olmamak, çok şeye ve her şeye umut bağlamamak, kimseyi kurtarıcı görmemek, insanın kurtuluşudur. Özellikle kurtarıcılardan kurtulmak, onlarda bir hikmet aramamak, bizi bu kurtaracak beklentisine girmemek, en büyük mutluluktur. Bu mutluluk ise yaşanacak hayal kırıklığından iyidir.

Belki de bunların da ötesinde hayatın her alanında, kişilere bağlı olmadan, işleyen bir sisteme sahip olmak, mutluluk ve huzurun yegane kaynağıdır. İşleyen bir sistem yoksa her şeyin sonu hüsrandır vesselam.

*25.06.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.