23 Ocak 2020 Perşembe

Kış ve Grip *

Kış dendi mi soğuk, ayaz, don ve -şimdilerde görmeye hasret kalsak da- kar akla gelir. Bir de hastalıklar. Çünkü kış mevsimi, hastalıkları da beraberinde getirir. Öksürük, ateş, baş ağrısı, burun akıntısı, hapşırık, yorgunluk ve boğaz ağrısı şeklinde kendini gösteren, halk arasında ortalık hastalığı da denen, kış aylarında kendini iyiden iyiye hissettiren bu hastalığın adı griptir.

Önceki yıllarda kuş gribi, domuz gribi gibi adı verilen gribin bu kıştaki adı nedir bilmiyorum ama hastalığa yakalanan kolay kolay atlatamıyor. Geldi mi kolay kolay gitmiyor. İnatçı mı inatçı çünkü. Hem öyle inatçı ki hastalığa yakalananı, anasından doğduğuna pişman ettiği gibi bir başkasına da bulaştırmadan gitmiyor; o çekti, sen de çekeceksin dercesine. Ev halkından birine sirayet etti mi diğerlerini de boş geçmez. Sırayla hepsini yoklar. Çok adil anlayacağınız.

Hastane ve aile hekimliklerinde gripten dolayı hasta sayısında bir artış olsa da gribe yakalananın çoğu, doktora da gitmez. Kimi doktorun önerdiği ilaçları kullanarak hastalığı savma yolunu tercih ederken kimi de kendi kendine geçip gitmesini bekler. Yine halk arasında gripten kaynaklanan bu hastalığı savmak için "İlaç kullanan yedi günde, kullanmayan ise bir haftada iyileşir" denir.

Grip deyip de geçip gitmeyelim. Zira bu hastalığa yakalananın kimi ağır atlatır bu hastalığı, kimi de hafif. Bazen ölümlere de sebebiyet verebiliyor. Gribin aynı zamanda bulaşıcı özelliği de var. Buna rağmen grip konusunda çoğumuz duyarlı değiliz. Bundandır ki biri bu hastalığa yakalandı mı kiminle temas etmişse hastalık o kimseye sirayet eder. Gribe yakalananın bazısı, başkasına bulaştırmayayım diye gerekli özeni gösterirken bazıları, zorunlu olmadığı halde toplum içerisine giriyor; düğün, cenaze ve taziyeye katılıyor, alışverişe gidiyor. İnsanlarla tokalaşıyor, olmadı sarılıyor, öpüyor, öpüşüyor. Ardından da size bulaştırmayayım, biraz hastayım diyor gülerek. Merak ediyorum, hastalığı satmak için başka ne yapması gerekiyor?


Kimin vücudunu zayıf bulursa orada arzı endam eden bu hastalığı basite almayalım. Bu hastalığın en iyi ilacı yatıp istirahat etmek, bol bol sıvı tüketmektir. Zorunlu olmadıkça kalabalıklar arasına girmemek lazım. Eğer illa girilecek ve işe güce devam edilecekse insanlara pek yakın durmayalım. Çok yakın bulduğumuz, sevip saydığımız insanlarla görüşmemiz gerekiyor veya karşılaşmışsak yakın temas diyebileceğimiz tokalaşma, sarılma gibi eylemlere kalkışmayalım. Pekala oturup kalkmayı, hal hatır sormayı temas etmeden de gerçekleştirebiliriz. Sarılmadığımız için içimizde bir burukluk hissediyor ve ayıp oldu diyorsak, iyileştiğimiz zaman bir fazla sarılarak önceki sarılamadığımızın kazasını yapabiliriz. Namazın, orucun kazası olur da sarılmanın kazası olmaz mı? Yeter ki iyileş. Sonra dön dön bir daha sarıl. Ama ne olur, hasta iken bu samimi görünümden uzak duralım, biraz resmi takılalım. Bu konuda “Hastayım, size bulaşmasın, sizden uzak durayım” diye yanındakileri uyararak tokalaşmayan az sayıdaki insanları tebrik etmek lazım.  Gerçi böyle uyaranlara karşı bazılarımız da “Olsun, fark etmez” deyip sarılmanın yoluna gidiyor. Böylelerinin yaptığına cinslik mi denir yoksa cahil cesareti mi? Kararı siz verin. Ama kendi düşen ağlamaz. Zira kendisi istedi.

*24/01/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


22 Ocak 2020 Çarşamba

Bir İlki Gerçekleştirmek İstiyorum


—Büyük ödüllü bir yarışma programına katılma düşüncem var. "Kim Milyoner Olmak İster," mesela.
—Milyoner mi olmak istiyorsun?
—Kim istemez! Ama öyle bir niyetim yok. Zira bilgime çok güvenmiyorum.
—Madem bilgine güvenmiyorsun. Büyük para hedefin de yok. O zaman ne diye çıkacaksın ekrana?
—Hedefim, bir ilki gerçekleştirip Türkiye gündemine oturmak olacak.
—Nasıl?
—Çıkınca görürsün.
—Yarışmada bir ilk ne olabilir? Yıllardır devam eden bu yarışmada gerçekleşmeyen ilk kalmadı. İlk soruda elenmek ise sayısını hatırlamıyorum ilk soruda elenenin. İlk barajı geçmekse niyetin, onu da geçen çok oldu. İkinci barajı geçen hakeza. 30 bin, 60 bin, 125 bin, 250 bin ise niyetin, bu ödülleri de alan oldu. Bir milyon dersen onu da bilen oldu. Geriye ne kaldı başka?
—Söylemem. Sürpriz olsun.
—Merak ettim. Haydi söyleyiver. Belki izlemediğin programlarda senin ilk dediğini gerçekleştirmiş olan olabilir.
—Olsa duyardım. Benim ilkim bir milyonu alandan daha fazla gündem olacak.
—Allah Allah! Ne olabilir? Madem açtın konuyu. Şu sürprizi de söyle artık.
—İlk soruda eleneceğim ya da ilk soruda çekileceğim.
—Beni dinlemedin galiba! İlk soruda elenen çok. O kadar çok ki ilk soru çok kolay olmasına rağmen ilk soruda elenme korkusu, yarışmacıların kabusu.
—Benimki başka türlü elenme olacak.
—Nasıl?
—İlk soruda yüzde elli hakkımı kullanacağım.
—Eee...
—Ardından seyirci jokerimi kullanacağım.
—Sonra?
—Telefonla joker hakkımı kullanacağım.
—Cevabı söyleyiver artık.
—Söylemeyeceğim. Hatta seyirci ve telefondaki jokerim aynı cevapta örtüşse bile cevap vermeyeceğim.
—Sebep?
—Cinslik.
—Neyse. Sonuç?
—Son kararımı söyleyeceğim.
—Nihayet inadı kırıp cevaplandıracaksın.
—Soruya cevap vermeyeceğim efendim!
—Daha ne yapacaksın? Geriye ne kaldı?
—Tüm bu aşamalardan sonra çekiliyorum diyeceğim. Sunucu "Emin misin?" dediğinde, eminim diyeceğim. O, son kararın mı dediğinde evet, son kararım, diyeceğim. Eğer yarışmadan çekilmemiş olsaydınız ne cevap verirdiniz dediğinde, iki seçenekten doğru olmayanı söyleyeceğim.
—Eğer böyle yaparsan gerçekten bir ilki gerçekleştirmiş ve Türkiye gündemine oturmuş olursun.



21 Ocak 2020 Salı

FETÖ Sınavında Biz (2) ***

*TSK'da subay olmak isteyenlerin sülalesini didik didik inceleyen, okuduğu okul ve gittiği dershaneleri araştıran zamanın TSK'sı suçludur. "İrticayla mücadele ediyorum, laikliğin ve Atatürkçülüğün bekçisiyim, ülkenin esas sahibiyim. Orduya mürteciler, laiklik ve Atatürk düşmanları giremez" düşüncesiyle, esas görevi ülkeyi dışa karşı korumak olduğu halde vatandaşın değerleriyle mücadele etmeyi birinci tehdit gören dönemin askeri erkânı, orduyu FETÖ militanlarıyla doldurmuştur. Ordu, başörtüsü ve sakal ile uğraşırken burnunun ucuna kadar sokulan esas düşmanı görmemiş ya da görememiştir. Düşman, TSK'nın içinde yuvarlanırken asker, cumhurbaşkanı seçimine müdahil olmuş, e-muhtıra yayımlamış, 28 Şubat Post modern darbesini yapmış; Ay Işığı, Sarıkız gibi darbe planlarıyla uğraşmıştır. YAŞ kararlarıyla orduda tespit ettikleri ne kadar mürteci varsa askeriye ile ilişiğini kesmiştir. Disiplinsizlik adı altında ordu ile ilişiği kesilenler içinde bir tane FETÖ'cü subay yok dense yanlış olmaz. Bu dönemde görev yapan hükümet, askeri vesayeti yok etmek için denize düşen yılana sarılır misali bu yapı ile işbirliği yapmak zorunda kalmıştır. Ergenekon ve Balyoz operasyonlarıyla ordudan ilişiği kesilen kurmayların yerine, alttan gelen FETÖ’cüler bir güzel yerleşmiş veya yerleştirilmiştir.

*İrtica ile topyekûn mücadele adı altında ağırlı olarak dindar ve mütedeyyin insanların çocuklarının okuduğu İHL’lerin kapısına kilit vurmayı hedefleyen ve ucube katsayı kuralını getiren ÖSYM, bu okullardan kaçan çocukları FETÖ’nün kucağına itmiştir ve suçludur. Üniversite hedefi olan başarılı çocuklar, bu yapının ya evlerine ya dershanelerine ya da okullarına sığınmıştır.

*Basın ve medya sektörü, yapıyla iyi geçinme yolunu seçerek gerçekleri yazmamış ve söylememiştir. Doğruyu söyleyenlerin sözleri cılız kalmıştır.

*17-25’e kadar muhalefetin; devlette Fethullahçı yapılanma var, sözlerine inanmayan AK Parti, 17-25’den sonra yapı ile mücadele yolunu seçerken “Bizim yapamadığımızı bunlar yapıyor” diyerek yapıya CHP ve laik kesimin birçoğu sahip çıktı. Yapının servis ettiği tapeleri CHP, Meclis grubunda canlı yayınla tüm Türkiye’ye dinleterek yapıya meşruiyet kazandırmaya çalıştı. FETÖ’ye destek verme konusunda CHP de AK Parti kadar suçludur.

*”Dini düşüncesinin geneline katılmıyorum ama namaz kılıyorlar, sigaraya karşılar ve eğitim işini iyi yapıyorlar” diyerek çocuklarını yapının okul/dershane ve evlerine teslim eden dindar ve mütedeyyin anne ve babaların kahir ekseriyeti suçludur. Yapının derviş görünümüne aldanmışlardır. Bu süreçte abi ve abla aramayan insanımızın sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi dense yeridir.

*Himmet adı altında toplanan paralarla örgütün finans ihtiyacını karşıladığı gibi devasa bir güç olmasına imkân sağlayan ticaret ve iş dünyası suçludur.

*Örgütün tüm il ve ilçelerde yaptığı okullara arsa tahsisi yaparak kamu arazilerini örgüte peşkeş çeken yerel yönetim ve üst yöneticiler suçludur.

*Örgütün evlerinde kalarak, okul ve dershanelerine giderek yaptıklarından dolayı örgütü sorgulamayan ve aklını kiraya veren çocuk ve gençler suçludur. (Belki de bu sürecin en masumları)

*17/25 Aralık 2013 ve 15 Temmuz 2016 tarihine kadar örgütü tanıyamayan, istihbarat edinemeyen ve halkını doğru bilgilendirmeyen devletin her türlü imkanından yararlanan ülke yönetenleri suçludur.

*Örgüt, ayağına basıncaya kadar örgütün yaptıklarından memnun bir görüntü sergileyen, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyerek sesini çıkarmayan her kim varsa suçludur.

Geçmişten günümüze örgüte kimlerin, hangi zihniyetin destek olduğunu kısaca özetlemeye çalıştım. Rahmetli Erbakan vb hariç, iktidar olsun veya olmasın her siyasi parti az veya çok bu yapıya destek olmuştur dense yanlış olmaz. O yüzden eğri oturup doğru konuşalım. FETÖ ile ilgili bir doğruluk sınavı yapılsa, her kesim bir öz eleştiri yapsa, kahir ekseriyetimiz sınıfta kalır. Bence birbirimizi suçlamayı bırakalım, siyasi ikballerimiz uğruna FETÖ’yü malzeme olarak kullanmaktan vazgeçelim. Zaten bu tür suçlamalarla FETÖ’nün siyasi ayağı falan çıkmaz. Çünkü büyük çoğunluk, özellikle siyasilerimiz bu konuda çok masum değildir. Yok, illaki siyasi ayağı denirse “Bu FETÖ, devletin her kademesinde ve özel sektörün her alanında kadrolaşmış, her yere ayağını basmış, nedense siyasete ayak basmayı unutmuş. Bu kadar kusur, kadı kızında da olur” deyip işin içinden sıyrılalım, kanmaya ve kandırılmaya devam edelim ya da bu örgüte taş atacaksak buyurun ilk taşı en temizimiz atsın.

***25/01/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.