13 Aralık 2019 Cuma

İtibar Elbisesi ***


Tin süresinde insan için Allah hem "Ahsen-i takvim" hem de zıddı "Esfel-i safilin" tabirlerini kullanır. Bu demektir ki en mükemmel şekilde yaratılan insan, aşağıların aşağısı bir varlığa dönüşebiliyor. Bu iki tanımlamadan hangisini seçeceğini insanın kendisi karar verir. Zira tercih onundur.

Hayatımız bu iki vasıf üzere yani ahsen veya esfel üzerine kurulu. Tercihimizi hangi yönde kullanırsak karşılığında onu yaşarız. Buna itibar veya itibarsızlık da diyebiliriz. Yani vezir olmak da elimizde, rezil olmak da… Zira kimse bize itibar elbisesi giydirmez. Giydiğimiz elbise kendi eserimizdir. 

Ahsen-i takvim üzere yaratılan insan hata yapamaz mı? Yapar elbet. Pot kıramaz mı? Kırar elbet. Çünkü insan zaafları bol olan bir varlıktır. Zaaflarının esiri olmazsa sorun olmaz, vezir olmaya devam eder. Hata yapar, pot kırar; hatasında ve pot kırmada ısrarcı ve sürekli olmaz, kendisiyle yüzleşir, her yaptığından bir ibret alır ise hatasıyla birlikte itibar elbisesini kuşanmaya devam eder. Bunun için ne zaman, nerede nasıl giyineceğini, kime nasıl davranacağını, ne konuşacağını bilir; nereye, ne şekil gireceğine dikkat eder ise hata payı azalacağı gibi pot kırması da bir o kadar azalacaktır. Bu hassasiyeti itibarını da koruyacaktır. Ama kendisine ve arkasındaki güce çok güvenir, oturduğu koltuktan aldığı güç ile önüne gelene ayar vermeye çalışır ve had bildirmeye kalkarsa hatalar kronikleşir. Hata yapmayayım diye yoğurdu üfleyerek yemeye kalksa da hatalar ve kırdığı potlar arka arkaya gelir. Bu da itibarını sürekli aşağıya doğru çekmesine neden olur. 

Hata yapmayayım, pot kırmayayım diye çabalamasına rağmen sürekli hata yapmaya devam ederse bunun nedenleri üzerinde durmalıdır insan. Eğer haksız yere birileri hep üzerine geliyorsa bu, savuşturulur. Yıpransa da bir itibar kaybına uğramaz. Hatta bu süreçten daha güçlü çıkabilir. Özünde iyi biri olsa da yaptıkları ve konuştuklarıyla fırsat kollayanlara  sürekli malzeme veriyor olabilir. O zaman karşı tarafa malzeme vermemelidir. Kendisinde kendisinin de farkına varmadığı bir kibir olabilir. Hata ve yanlışlara bu kibir sebebiyet verebilir. Çünkü kibir insanı yer bitirir, itibar elbisesini de çıkartır, koltukta oturmaya devam ediyorsa da yerin dibine geçirir.

İtibar elbisesinin ilacı tevazudur, yani alçakgönüllülüktür. Kişiyi makamlar değil, tevazusu yüceltir. Zira tevazu kişiye itibar verir, itibar elbisesi giydirir ve halk nezdinde muteber kılar.

***14/12/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.



Sevdim Ben Bu Galoşu

Galoşun ne demek olduğunu ve nerelerde kullanıldığını bilirsinizdir. En azından benim gibi değilsinizdir. Çünkü birçok konuda olduğu gibi galoşu da yakın zamanda öğrendim. 

Bir zamanlar okullarda bilişim laboratuarları meşhurdu. Bilişim öğretmenleri öğrencileri buraya alırken öğrencilerden ayaklarına galoş geçirmelerini isterlerdi. Beyaz eşya servis işi yapanlar da evlere servis için gittiklerinde ayakkabılarını çıkarmadan ayaklarına galoş geçirmeye başladılar. En çok da Celalettin Rumi Türbesini bir vesileyle ziyaret ettiğimde gördüm galoşları. İçeri giren, temiz galoş bölümünden aldığı galoşu ayağına geçirerek türbeyi ziyaret ediyor, çıkışta da ayağından çıkararak kirli galoş bölümüne atıyor. 

Yakın zamanda tanışmış olsak da galoşlar hayatımızda büyük kolaylıklar sağladı:
*Ayakkabını çıkarmadan her yere girebiliyorsun. Haliyle ayakkabım çalındı, çalınabilir endişesi de taşımıyor ve gözün arkada kalmıyor. Kimse ayakkabının üzerine basmıyor.
*Ayakkabın bağcıklı ise çözmek için uğraşmıyor ve ayakkabını çıkarmak suretiyle etrafa koku yaymıyorsun, çorabını ve rengini kimse görmüyor.
*Zamanını verimli kullanıyor, ayakkabı çıkarmaya çalışarak zaman kaybetmiyorsun. Pratikliktir.
*Bir yere galoşlu girilince girdiğin yer toz, toprak, çamur olmuyor. Ortam kirlenmeyince sık sık paspas çekmeye de gerek kalmıyor.

Şimdilerde çoğu yerlerde kullanılmayan galoşlar her yerde yaygınlaşsa bazı masrafları da yapmamış olacağız. Evlere de galoşla girsek fena olmaz gibi geliyor. En azından misafir geldiğinde misafirin ayakkabılarını düzeltmek için uğraşmamış oluruz. Misafir de girerken, çıkarken ayakkabısını çıkarmak ve giymekle uğraşmaz. En azından keratanız var mı demez. Evin girişine ayakkabılık yaptırmak için masraf edilmez. Evlere galoşla girilir mi demeyin. Türk filmlerinde evlere ayakkabı ile girildiğini az mı seyrettik. Tecrübeliyiz bu konuda. Bu önerimle ben evlere ayakkabı ile girelim demiyorum.  Bir ileri aşama olarak ayakkabının üzerine galoş geçirelim istiyorum.

Galoşla girilmeyen geride neresi kaldı? Sanırım bir camiler var. Oralara da girdik mi tamam bu iş. Olur mu? O kadar da değil demeyin. Niçin olmasın? Orası Allah'ın evi deyip garibinize gidebilir. Tek tük olsa da örneğini görüyoruz. Bir de burası yaygınlaşırsa artık camilerimizde de ayakkabılığa gerek kalmayacak, galoşu geçirip içeri geçeceğiz. Böylece ayakkabımı nereye koyarım, nereye koymuştum, ayakkabımı çaldırdım derdi de olmayacak. Kimse camiye girmek veya camiden çıkmak için ayakkabısını havaya kaldırıp taşımayacak, ayakkabının altından halıya şıp şıp su akmayacak ve en önemlisi ayakkabımızı giriş ve çıkışlarda sağ elimizle taşımayacağız. Ayakkabımızı taşıdığımız el ile çıkışta birbirimizle tokalaşmayacağız. Cami görevlileri, "Üst raflara ayakkabınızı koymayınız" yazısı yazmaya gerek duymayacak. Bir diğer iyi yönü, camilerimiz çorap kokusu ile dolmayacak, halılara çorap kokusu sinmemiş olacak. Yine cami giriş ve çıkışlarında ayakkabıyı ayakkabılığa koyarken ve ayakkabılıktan alırken cami girişlerinde bir yoğunluk olmayacak.

Hasılı galoşun faydası say say bitmez. Yapacağımız tek şey, bu konuda biraz cesur olmak. Bunun için öncü isimlere ihtiyacımız olabilir. Beni öncü kabul ederseniz ben hazırım bu işe. Zira sevdim ben bu galoş işini. Burada tek dikkat edeceğim caminin duvarına işememek. Gerisi bir şekilde idare edilir. Birileri ahlak polisliğine soyunup ayıplamaya kalkmasın beni. Zira ayıpladığı başına gelir. Demedi demeyin. Kimse bana ayar vermeye de kalkmasın. Çünkü bir gün birileri de ona ayar verir. 

10 Aralık 2019 Salı

"Rica Etsem..."

Genelde mütedeyyin ailelerin kız çocuklarının girdiği merkezi bir sınavda görev aldım. Az sayıda da erkek çocuğunu gördüm sınavda. İçlerinde tek tük de olsa 45 yaşın üstünde kadın ve erkek olanları var. Hepsinin derdi bir lise mezunu olabilmek. 

Bugüne kadar görev aldığım bu açık lise sınavlarında sınava katılım oranının yüzde yüz olduğunu hiç görmedim. İçlerinde üniversitede iyi bir bölüm kazanmak için örgün eğitimden ayrılmış öğrencileri ve “ahdettim, lise mezunu olacağım” diyen az sayıdaki idealisti saymazsak çoğunluk girip çıkıyor. Çoğu cevap anahtarının üzerinde değişik desenler yapıyor. Devlet bu sınavlardan yılda üç defa yapıyor. Bu sınavlara dünyanın parasını harcıyor. Keşke harcanan paraya değse bari... Açık lise konusuna daha önce çok değindim. Daha fazla üzerinde durmayacağım. Yazımın bundan sonraki kısmında sınava giren bir öğrencinin durumundan bahsedeceğim.

Sınava girip çıkanlar ve görev alanlar bilir.  Bilmeyenler için söyleyeyim. Açık lise sınavlarının kuralları da ÖSYM sınavlarınkinden farklı değil. Milli Eğitim sadece kalemini ve silgisini vermiyor, öğrenci kendisi getiriyor. Birden fazla kalemle sınava giren öğrenciler çoğunlukta. Tek tük de olsa silgisiz gelenler de çıkıyor.

Bir öğrenci benden "Rica etsem bir silgi bulabilir misin" dedi. Neden olmasın, rica ne demek? Emriniz olur. Zaten ben bunun için varım, dercesine kalkıp bir başkasından silgi alıp ona verdim. Bir tane yanlış kodlamış, silip verdi ve teşekkür etti.

Sınavın sonlarına doğru vakit geçsin diye sınıfı adımlarken yerde bir silgi ilişti gözüme. Yere düşmüş, kirli demeden alıp silgisi olmayan öğrenciye verdim. Önce pek memnun kullanmasa da silgiyi sonra epey bir kullandı. Demek ki silgisizlikmiş ona yanlış yaptırmayan. Sondan ikinci olarak sınav evrakını teslim ederken verdiğim silgiyi de götürdü gitti. Başkasından bir şey istemenin yasak olduğu böylesi sınavlara silgisiz gelmek büyük cesaret ister.

Gelelim şimdi asıl konumuza... Silgi isterken rica etti bana. Rica güzel bir kelime. Çoğu yeni nesil bir şey isterken hep rica ediyor. Güzel bir kelime olmakla beraber benim hep kulağımı tırmalar bu kelime. Ne zaman bu kelimeyi duysam bu kelimeyi kullanan kişinin statüsü gözümün önüne gelir. Statü ne iş demeyin. Gündelik hayatta pek dikkat edilmese de rica kelimesi üst ve ast veya aynı statüdeki insanlar arasında kullanılan ve resmi yazışmalarda yeri olan ve yazılırken dikkat edilen bir kelimedir. Öğretmenlerimizden “üst rica, alt ise arz eder” ifadesini çok duydum. Aklımda kaldığı kadarıyla üst rica eder. Bu rica emir niteliğindedir.  Aynı statüdeki kişiler birbirlerine rica eder. Bu rica emir niteliğinde değildir. Alt statüdeki kişiler bir üstüyle yazışmalarında yazının bitiminde “arz ederim” ifadesini kullanır.

Arz kelimesini kullanmayı hiç sevmedim. Bana yağcılık ve kişiliğimden ödün vermişim gibi gelir. Resmi yazışmalarda arz ederim şeklinde kullansam da gündelik hayatta üstüm de olsa hiç kullanmadım. Bunun yerine “Sizden bir isteğim, bir talebim olacak” ifadesini kullandım. Ben Resmi yazışma Kurallarındaki bu kurala azami riayet etmeme rağmen başta yeni nesil olmak üzere bu hassasiyete çok özen göstereni görmedim. İşte bu kızımız da bunun tipik bir örneğidir. Belki doğrusu ve olması gereken budur. Ben abartıyorumdur. Hasılı bana rica eden edene. Nedense ben hiç kimseye rica edemedim. Herhalde hep altta statüde olduğumdandır.