26 Ekim 2019 Cumartesi

Zaaflarımız ve Şeytan *

İnsanoğlu, mükemmel bir varlık olarak yaratılmış olmasına rağmen bünyesi zayıflıklarla dolu. Olaylar, çektiği sıkıntılar ve bir şeyin olması için tabiatı zorlarcasına istekte bulunması bu zaafları gün yüzüne çıkarır. Çünkü zayıf yönleri insanın yumuşak karnıdır. Aynı zamanda çetin imtihanıdır.

Tarih sahnesi, insanın zayıf yönlerinden imtihan olmasıyla doludur. Güçlü bir irade gösterilmediği takdirde bu zayıf yönlerine mağlup olmayan yok gibidir.

İblis'in en zayıf yönü kendini beğenmişliği ve kibridir. İyi bir ırkçı ve kafatasçıdır şeytan. Topraktan yaratılan bir varlığın ateşten yaratılan kendisinden üstün olmasını hazmedemez. Ebediyen cehennemde kalacağını bile bile üstünlük fikrinden vazgeçmez ve ilk isyan bayrağını açar. Hak ve batıl mücadelesinde kötülerin temsilcisi olur. Üstünlüğü, Hz Adem'e kaptıran şeytanı ikinci bir zaafı takip eder: kıskançlığı.

İnsanın en zayıf noktalarının başında ölüm korkusu gelir. Makineye bağlı olarak yaşasa da hiçbir insan ölmek istemez. Çünkü insanoğlu tûl-i emel sahibidir. Bu konuda ilk imtihana atamız Hz Adem ve Havva tabi oluyor. Melekler ve cinlere karşı bilgisiyle galip gelen Hz Adem, ebedi ve ölümsüz olma zaafına yenik düşüyor. Kendilerine "Her türlü meyveden yiyin ama şu ağaca asla yaklaşmayın" denmesine rağmen şeytanın iğvasının esiri oluyor Adem ile Havva.

İlk imtihanda zayıf yönleriyle imtihan olan ve kaybeden Hz Adem ile Havva, nasılsa kaybettik, iş varacağına varsın diyerek burnunun dikine gitmiyor ve zaaflarıyla yüzleşerek pişmanlık duyuyor ve tövbe ediyorlar. Hatasıyla yüzleşen ve hatasında şeytan gibi ısrarcı olmayan Hz Adem, peygamberlikle taltif ediliyor.

Hz Adem ile Havva'nın tabi tutulduğu ebedi olma imtihanı, insanın yani bizim ilk imtihanımızdır. Kıssa, temsili olarak ilk atamız üzerinde cereyan etmiş sadece. Hangimiz olsak kaybedecek ve o ağacın meyvesinden yiyecektik.

Geçmişten günümüze asırlar geçse de insanın zaafları ortaktır. Hepimizin imtihanı farklı görünse de ortak noktası tüm soruların zayıf yönlerimizden çıkıyor olması. Kıyamete kadar bizim önümüze oturarak sağdan yaklaşarak bizi sapıtmakla görevli şeytan, boş durmuyor. Sürekli yumuşak karnımız zayıf noktalarımızı tetikliyor. Bu zayıf yönler kimimizde koltuk hırsıdır, kimimizde zenginlik hırsıdır, kimimizde şöhrettir, kimimizde kadındır/erkektir, kimimizde zararlı alışkanlıklardır, kimimizde kibirdir, kimimizde öfkedir vs.

Hasılı şeytan yumuşak karnımız zayıf noktalarımıza nokta atış ateş etmeye devam ediyor. Bu, dün böyleydi. Bugün de böyle. Yarın da böyle olmaya devam edecek. Zayıf noktalarıyla imtihan olup da kaybetmeyenlere ne mutlu! İmtihanı kaybedip de hatasıyla yüzleşip tövbe edenlere ne mutlu!

*29/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Türkiye'nin En Büyük Dershane Sektörü ***

Size, Türkiye'nin en büyük dershane sektörü kimin elinde desem, dershane mi kaldı demeyin sakın! Adı kurs merkezi, etüt merkezi olsa da dershanecilik bal gibi devam ediyor. Sadece adı değişti. Üstelik dershanelerin kaldırılmasıyla ortaya çıkan kurs ve etüt merkezlerinin fiyatları eski dershane ücretlerine göre daha katmerli. Kurs, etüt adına ne derseniz deyin, sayısı azımsanamayacak kadar fazladır. Kurs ve etüt merkezi dışında kanundan kaçarak başka adlar altında açılanları saymıyorum bile. Bir nevi kayıt dışı ekonomi olan özel ders alma ve vermenin ne boyutlarda olduğunu kestirmek mümkün değil. Çünkü adı üzerinde kayıt dışı. 

Ben size Türkiye'nin en büyük kurs/dershane sektörü kim demiştim. Siz de her zamanki gibi suskun kalıp cevap vermediniz. Cevap vermeyince ben sorumun dışına çıktım. Belki de en iyisi sizin yaptığınız. Şimdi gelelim soruma tekrar. Cevabı yine ben vereyim. Türkiye'nin en büyük dershane işleteni MEB'dir. "Yetiştirme ve Destekleme Kursu" adı altında kurs açılmayan okul yok gibi. Yani dershaneciliği okullarda devlet yapıyor. Özel sektörün yaptığı dershanecilikten tek farkı, devletin bu kurslardan ücret almamasıdır. Yani ücretsiz kurslar buralar. MEB eliyle açılan bu kurslardan devlet, herhangi bir ücret almadığı gibi para dağıtıyor. İstek olduğu takdirde her dersten açılabilen okul dershaneciliğinde devlet; dersi veren öğretmene, kurstan sorumlu idareciye, hafta sonu görev yapan temizlik personeline ücret ödüyor. Üstelik bu ücretler normal ek ders ücretine göre katmerli. Verilen her bir ders saati iki ders saati yerine geçiyor, ücreti de iki kat oluyor. Devlette para çok olmalı ki, dağıtıyor bu şekil. Ne edersiniz ki zenginlik başa bela! Devlet nereye, nasıl para harcayacağını şaşırıyor. Allah şaşırtmasın!

Hafta içi ders bitimi veya hafta sonu okullarda takviye kursu adı altında açılan bu dershaneciliğin, verimi olmadığı konusunda ister eğitimci ister dışarıdan birileri olsun, çoğunluk nezdinde bu kurslar verimsiz olmaya verimsiz. Ama devlet, dershaneciliği kaldıracağım, bu bir ihtiyaç ise bunu ben yapacağım dedi ya, şimdi kendi eliyle okulları dershaneye döndürdü. Yanlışı yanlışla düzeltmeye çalışıyor. Bu işi yaparken de kıymet bilinsin ve ciddiye alınsın diye keşke takviye isteyenden makul bir ücret alsa... Ama nerde? Ağa para alır mı? Sonra devletten büyük ağa mı olur? Borç paçasından akmasına rağmen Züğürt Ağa misali ağalığına da halel gelsin istemiyor. Bu işi meccanen yapıyor. Nasılsa cebinden verecek değil ya, yağma Hasan'ın böreği. 

Sanırım hepinizin bildiği sorunun cevabını bir de benim ağzımdan duymuş oldunuz. Tekrar edeyim, MEB halihazırda Türkiye'nin en büyük dershane sektörünü elinde bulunduruyor. Bu gidişle de bu arpalığı kimse geçemez.

MEB, okulları eliyle verimi olmayan bu dershaneciliğe devam edecek ise hafta içi okulları kapatsa nasıl olur? Bence fena olmaz. En azından ben eğitim ve öğretim yapıyorum demez. Ben eğitim ve öğretim değil, dershanecilik yapıyorum, benim işim takviye. Eğitim ve öğretim anne ve babaların işi desin, bu işi bitirsin. Böylece kendisiyle çelişmemiş olur. Çünkü şu anda MEB bir çelişki içerisinde. Bir taraftan okullarda yardımcı kaynak tavsiye edilmesini yasaklıyor, testi yasaklıyor, deneme sınavı adı altında yapılan sınavları yasaklıyor. Ben öğrencileri yarıştırmayacağım, sadece yüzde onunu akademik yönden geliştireceğim diyor ve adrese dayalı okulları teşvik ediyor. Diğer taraftan başarısına bakmadan, isteyen her öğrenciye okullarda takviye veriyor. Yani akademik yönden yetiştiriyor. O kadar yetiştiriyor ki yetişebilene aşk olsun. Bence devlet başını kumdan çıkarıp ne oluyoruz, bu takviye kurslarının getirisi ve götürüsü ne demeli ve okullarda açtığı dershaneleri masaya yatırmalı. Kimsenin inanmadığı bu duruma "Biz burada takviye veriyoruz" diyerek çocuklarımızı bari kandırmayalım. Çünkü hafta sonu açılan bu takviye kurslarına hafta içi aynı dersi okutan öğretmenler giriyor. Haftalık 35-40 saatte verilmeyen/öğretilmeyen/öğrenilmeyen dersler hafta sonu 8-10 saatlik bir ilave ders ile mi öğretilecek veya öğrenilecek?

***29/10/2019 tarihinde  Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Niye Yorsun Kendisini?

Bir tanıdığıma hem geçmiş olsun diyeyim hem de ulaştırmam gereken emaneti vereyim diye Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesine ziyarete gittim. Yerleşim planından hastanın yatmakta olduğu Kardiyoloji Bölümünün 7.katta olduğunu öğrendim. Asansör önünde kimi aşağıya inmek, kimi de yukarıya çıkmak için bekleşiyordu. Kimi hasta, kimi de ziyaretçi idi. 7.kata yürümeyi gözüm kesmedi. Ben de onlar gibi beklemeye koyuldum. Zaten asansörlerin aşağı ve yukarı düğmelerinin tümüne basılmıştı.

Hastaneye gelip de acelesi olmayan yoktu. Hele bir kadının o kadar acelesi vardı ki yukarı düğmesine daha önce basılmış olmasına rağmen ara ara basılı düğmeye bastı durdu. Sanki basması işe yarayacak. Hangi katın çağır düğmesine basılmışsa asansör torpil yapmadan sırasını takip edecek. Biz insanoğlu gibi değil yani.

Beş dakika kadar bekledikten sonra asansörün biri geldi. Bekleşenler doluştuk birlikte. Her binen 2, 3, 4, 5, 6, 7 ve 8 olmak üzere çıkacağı katların düğmesine bastı ve arka tarafa doğru geçti. Çünkü asansör yukarı doğru çıkıyor. Hastane asansöründeysen -Allah'ın emri gibi- her katta duracak. Nitekim birinci kata varınca durdu. Bu katta eksi katlardan binenler indi. İnenlerin yerine doğaldır ki yenileri bindi. Tam asansör hareket edecekti ki orta yaşlarda bir hanımefendi de bindi. Biner binmez herkes gibi o da ineceği katın düğmesine bastı. Haydi tahmin edin bakalım, birinci katta binen bu kadın, yukarı katlara çıkan bu asansörün hangi düğmesine basmış olabilir? Sizi yormayayım. Sıfıra bastı efendim! Ne var bunda? Sıfır da katlardan biri ve asansörde sıfır var ise doğaldır ki sıfıra da basılır diyebilirsiniz. Doğrudur. Sıfıra basmak normal ama bu kadının basması anormal. Asansör aşağı yöne doğru gitse eh, olabilir dersin. Asansör yukarı gidiyor ve bina 8 katlı olduğuna göre bu kadın bir yedi kat çıkacak, sonra 8 kat inecek. Ölme eşeğim ölme... Bu asansör hem çıkışta hem de inişte her katta duracak. Kadın ne zaman inmiş olabilir? Kadın asansöre binmekle kendisine iyilik mi yaptı yoksa kötülük mü? Havasız, kapalı ve kalabalık bir yerde 7 kat çıkıp, 8 kat inmek nasıl bir duygu? Her katta asansörün açılıp indi-bindi süresini hesaba katmıyorum bile.

Kadıncağız birinci kattan zemin kata inmek için belki 10-15 basamağı bir dakikada inebilir, yoluna koyulabilirdi. Öyle zannediyorum asansörle son kata çıkıp sonra zemine inmek en azından 10 dakikasını almıştır.

Benimki de laf yani! 10-15 basamağı inerken yorulmaktansa hiç adım atmadan zemin kata gelecek nasılsa. Bunun yolu varken niye yorsun kendisini? Akılsız başının cezasını niye ayağı çeksin sonra? Ayrıca asansör teknolojisi insana hizmet için icat edilmedi mi? Üstelik vergisini de veriyor olmalı. Asansör varken bir kat aşağı inmek akılsızlık olur bu durumda. Doktorlar kilo vermek ve sağlıklı olmak için yürü, merdiven in-çık diyormuş. Zamanı mı şimdi? Belki de hastanede vakit geçirmesi gerekiyordu, değil mi ya! Hastane burası. Öyle birden işin bitivermiyor ki... Hem asansör varken yürüyene deli derler. Sonra burası yürüyüş parkuru mu ki... Şu hastanede işi bir bitsin. Bir ara yürüyüş yapar. Ama burada değil. Sapla samanı karıştırmamak lazım.

Aklınız varsa bir de hastanede vakip geçirmek istiyorsanız benim ayıpladığıma bakmayın. Siz de bu kadın gibi yapın.