5 Haziran 2018 Salı

Eğitime Ayar Verme Zamanı! *

Bir milyona yakın öğrencinin müracaat ettiği ortaokuldan liselere giriş sınavı yeni bir sınav şekliyle 02.06.2018 günü yapıldı. Bu sınav sonucunda alınan puanlara göre öğrencilerin yüzde onu kılavuzda belirlenen sınavla öğrenci alan okullara yerleşecek. Geriye kalan yüzde doksanı ise adrese dayalı olarak okul tercihinde bulunacak.

Sınav sonucunda yapılan değerlendirmelere bakılırsa sözel sorularının sınava giren öğrencilere kolay geldiği, sayısal soruların ise başta Matematik olmak üzere zor olduğu şeklinde. Sözel soruların bu sınavda dolgu malzemesi olarak kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Sınav sonucunu belirleyecek olanın sayısal dersler, özellikle Matematik olacağı aşikar. Öğrenciler ve uzmanlar sayısal derslere verilen sürenin yeterli olmadığı ve çocukların seviyesinin üzerinde sorulduğunu ifade etmektedirler. Yine bu sınav sistemine göre sayısal derslerin çarpanı dört iken sözel sorularınınki bir. Türkçe, Matematik ve Fen'den iki buçuk soru yapan bir öğrenci Din Kültürü, İnkılap ve İngilizcenin her birinden yaptığı on soruya bedel. Bu demektir ki Türkçe dışında diğer sözel dersler ağırlığı olmayan dersler olarak görülmektedir. İnkılâp Tarihi, Din Kültürü ve İngilizce sorularının tamamının ağırlığı bir Matematik, Fen veya Türkçe puanı yapmıyor. Tamam, çarpanlar farklı olsun ama bu kadar da uçurum olmamalı diye düşünüyorum. Eğitim sistemimizde sözel derslerin geri plana itilmesi, sayısal derslerin ön plana çıkarılması doğru değil, hakkaniyete hiç uygun değildir. Burada merak ettiğim sözel ağırlıklı Sosyal Bilimler Liselerini tercih eden öğrenciler, sözel puanıyla mı girecek yoksa sayısal puanıyla mı?

Sınavdan umduğunu bulamayan ve hayal kırıklığı yaşayan yüzde doksan, umutla yönünü adrese dayalı tercih edeceği okullara çevirecek. Umarım adrese dayalı tercihte öğrenci gideceği okuldan memnun kalır. MEB bundan sonra var gücüyle adrese dayalı okullarda kaliteyi nasıl yakalarım üzerine yoğunlaşmalıdır. Bunun için kılavuzu yayımlarken liselerde örgün eğitimi okuyabilecek öğrencilere seçenek sunmalıdır. 6.7.ve 8.sınıf ortalaması elli puanın altında olan öğrencilere açık öğretim dışında lise tercihi vermeyerek bir elemeye tabi tutabilir. Ortalaması elli puanın altında kalan öğrencilerin açık lise yanında sanayide bir meslek öğrenmesinin önünü açmalıdır. Şayet böyle yaparsa mahalle okullarında kaliteyi yakalayabilir.

MEB; okumak istemeyen, kakalamaca sınıf geçen/geçirilen öğrencileri bir elemeye tabi tutmazsa örgün eğitimde okumak isteyen isteklileri de kaybedebilir. Lise eğitiminde eleme/kalma sistemini uygulamak suretiyle çok başarılı olmayan öğrenciler açık liseye kaydırılmalıdır. Herkesin okumaya zorlandığı bu zorunlu eğitimde iş sıkı tutulmazsa adrese dayalı okullar kısa zaman sonra bir zamanlar kurtulmak için Anadolu Lisesi statüsüne aldığımız eski genel liselere döner. Eğitimde radikal karar alınmazsa bir zamanlar okumadığına pişman olan insanların yerini okuyanların pişman olacağı dönemlerin alması yakındır.

Bu ülkenin ihtiyacı hiç vasfı olmayan lise mezunu yapmaktan ziyade vasıflı ara eleman sayısını artırmak olmalıdır.

* 06/06/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

4 Haziran 2018 Pazartesi

Protokol ve Nezaket Kurallarında Alkış ***

Yüksek bir makamda bir görev ifa ediyorsunuz. Protokol kurallarına göre makamınız gereği toplantılara davet ediliyorsunuz. Davet bir üstünüzden geliyorsa mazeret beyan ederek katılmama gibi bir durumunuz söz konusu değil. İçinize sinse de sinmese de toplantıya katılacaksınız.

Toplantıda siyasi kimliği olan Türkiye’nin bir numarası konuşma yapıyor. Konuşması zaman zaman toplantıya katılan resmi veya sivil erkan tarafından tasvip görüyor ve alkışlanıyor. Herkesin alkışladığı bir ortamda siz bu durumda ne yaparsınız? Bulunduğunuz makam itibariyle siyasiyi alkışlamanız bir problem, alkışlamamanız ayrı bir problem. Salonda alkış tufanı olduğu bir esnada siz put gibi dursanız olmaz, alkışlasanız olmaz. Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal dediğimiz olay budur işte.

24 Haziran seçimine giderken Türkiye, İkinci Ordu Komutanının Cumhurbaşkanını alkışlamasını tartışıyor. Bir kesim apoletleri sökmekle tehdit ederken diğer kesim Paşanın yaptığını onaylayarak geçmiş başarılarına atıfta bulunuyor. Bu durumda nasıl bir tavır almak gerekiyor? Askeri siyasi arenaya çekip tartışma konusu yapmak doğru mudur? Ki askerin kendini ifade etme durumu, basına açıklama yapması, kendisini savunma durumu yok. Zira makamı ne kadar büyük olursa olsun sonuçta bir memurdur. Bir an için düşünelim ki Paşanın alkışlaması doğru değil. Doğru. Paşanın alkışlamaması lazım. İyi de herkesin alkışladığı bir durumda Paşa ne yapacaktı? Ya da Paşa alkışlayınca ihsası reyde bulunmuş mu oluyor? Paşa, içten gelerek alkışlamış da olabilir, nezaketen de.

Kendinizi bazen öyle bir ortamda bulursunuz ki toplumsal psikolojiye kendinizi kaptırabilirsiniz. Alkışlamaya mecbur kalırsınız. Yine bizde konuşmacı konuşmasını bitirdikten sonra konuşmayı tasvip etseniz de etmeseniz de nezaketen alkışlar ve tebrik edersiniz.. Başka da yapabileceğiniz bir şey yok.

Burada askeri, tartışma konusu yapmaktan ziyade yeni sistem değişikliğiyle birlikte Paşa’nın durumuna düşecek bundan sonra nice bürokrat ortaya çıkacaktır. Çünkü yeni sistemde cumhurbaşkanı devletin başı, ordunun başkomutanı, aynı zamanda ülkenin birliğini temsil eden kişidir. Bir an düşünelim: Cumhurbaşkanı tüm askeri erkana bir konuşma yapıyor. Konuşması alkışlanmayacak mı? Protokol ve nezaket kurallarında alkışın yeri vardır. Burada yeni sistemle beraber bu işin ortasını nasıl bulacağız? Alkış da problem, alkışlamamak da! Yine burada konuşulması gereken sivil zevat, alkış veya protesto başta olmak üzere her türlü tasarrufta bulunurken resmi erkan ne yapacak?

Ülkemizde ne getirip ne götüreceğini bilemediğimiz bu yeni cumhurbaşkanlığı sisteminde bu tür tartışmaların olmaması için ince bir çizgi oluşturmakta fayda vardır. Yoksa eli ve dili olmayan resmi zevat bu tür toplantılarda hep tartışma konusu olacaktır. Bu da bürokratların mevcut durumunu yıpratacaktır. Yeni sisteme tamamen geçmeden, ileride daha büyük tartışmalara sebebiyet vermemek için bazı kıstasların konmasında fayda vardır. Yoksa her şeyden nem kapmaya devam ederiz. Bunun da toplumsal barışa hiçbir katkısı olmaz.

*** 07/06/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros ismiyle yayımlanmıştır.

Siyaset Bir Erdem Yarışı Olmalı

Seçimle yatıp seçimle kalkan bir toplum olarak yeni bir seçime daha giriyoruz. Yaptığımız her seçimde genelde birbirimizi kırıp geçiriyor, hayat-memat meselesi haline getiriyor, toplumu gerdikçe geriyoruz. Her seçim önemli olmaya önemli. Ama bu işi yaparken farklılıklarımızı ortaya koyarak birleştirici, kucaklayıcı, bütünleştirici ve muhataplarımıza güven verecek şekilde bir sağduyunun hem siyasette hem de halk nezdinde artık yerleşmesinin zamanı geldi geçiyor.

Ben siyaseti bir erdem ve fazilet hareketi olarak görmek istiyorum. Birbirimizi kırarak, hakaret ederek, küçümseyerek, iftira atarak, yok kabul ederek bir yere varamayız. Bu şekilde yapılan bir siyaset, geriye kırılmış kalpler, incinmiş gönüller ve öfkeli gözler bırakır. Sadece yaralar. Başka da bir işe yaramaz.

Siyasetçilerimiz kendileri için oy deposu olarak gördükleri halkı kutuplaştırmaktan vazgeçmeli artık. Bunun için ilkeli bir siyaset yapmanın temellerini atmalılar, hakarete varmadan rakibini eleştirmeyi öğrenmeliler, siyasi rakiplerine saygılı olmayı bilmeliler. Hatta siyasete atılmadan centilmenlik nedir sorusuna cevap bulmalılar önce. Rakipleriyle mücadele ederken onların onurlarını her şeyin üstünde tutmayı öğrenmeliler. Belden aşağı vurmaktansa kaybetmeyi göze almalılar. Türkiye siyasetinin buna şiddetli bir şekilde ihtiyacı vardır.

Erdemli bir siyaset Türkiye’nin yerleşmiş siyasetine ters ve olması zor görünüyor. Ama toplumsal barış, birlik ve beraberliğimiz için buna ihtiyacımız var. Zor olan bu durumu siyasetin merkezine koymamız gerekiyor.