27 Nisan 2018 Cuma

Kendimizi Nasıl Sevdirmişsek Nefret Ettirmesini de Biliriz


Biz buraya tırnaklarımızla kazıyarak geldik. Çünkü kapı kapı dolaştık, uçsuz-bucaksız yerlere gittik: Kendimizi, fikrimizi, yapacaklarımızı anlattık. Millet "Nasıl yapacaksınız" diyerek tereddüt gösterdi. Biz yine yılmadık, karamsar olmadık; inandığımız doğruları anlatmaya devam ettik. 

Vatandaş, "Şunları bir deneyelim" diyerek önce belediyelerin anahtarını verdi. Baktı ki yapıyorlar, sonra ülkeyi emanet etti. Çünkü söz ve fiil uyum içerisindeydi. Hizmeti gördükçe daha önce soğuk bakanlar da şemsiyenin altına girdi. Hemen hemen her kesimin sevgi ve sempatisini kazandı. Çünkü görmediği hizmeti gördü millet. Aynı zamanda her kesimi kucakladık. Hizmet ve kucaklamayın sonucunda vatandaş emaneti ardı arkasına verdi.

İğne ile kuyu kazarak geldiğimiz zirveden kimse indiremiyordu bizi. Çünkü hem çalışıyor, hem insana değer veriyor, hem de aynı davaya gönül vermiş kişilerin birlikteliğinde güzel bir ekip ruhu vardı. Birlikten neler doğmazdı ki! Yeter ki inanılsın, yeter ki azmedilsin, yeter ki ekip ruhu devam etsin.

Ne zaman ki ülkede FETÖ olayı vuku buldu, dengemizi kaybettik. Çünkü bir ihanet şebekesiyle karşı karşıyaydık. Verilmiş sadakamız varmış ki atlattık. Yine zirvedeyiz ama sağduyulu olamaz olduk, basiretli davranamıyoruz. Çünkü ihanet sendromu yaşamaya başladık, teyakkuz halindeyiz hep. Herkese şüpheyle bakar olduk. Devleti yeniden yapılandırdık. Can havliyle suçlu avına çıktık. Suçluyla mücadele ederken zaman zaman at izini, it izine karıştırdık; yeni mağdurlar oluşturduk. 

Tırnaklarla kazıyarak geldiğimiz zirve yerinde duruyor durmasına. Ama altımızdan kaymaya başladı. Zirveyi kaybetmemek için manevra üstüne manevra yapıyoruz ama gemi su almaya başladı. Eski soğukkanlılığımız gitti; kızıyoruz, kırıyoruz, küstürüyoruz, dışlıyoruz. Dün insan kazanmak, halka hizmeti Hakk'a hizmet etmek olarak görürken bugün adam eksiltiyoruz. Etrafımızı kalın duvarla örmüş menfaat şebekesinin ötesini göremez olduk. Dün kazandıklarımızı yolda bulduklarımızla değiştirmeye başladık, ekip ruhunu kaybettik, farklı düşünen herkesi düşman belledik, nankör olarak gördük. FETÖ sendromu üzerimize çöktü kaldı. FETÖ ile mücadele ediyoruz diyerek kamuya atamalarda, idareci atamalarda, öğretmen alımlarında sözlü mülakat denilen ucube bir şeyi icat ettik; üç katı adam çağırıp iki katını eleyip bir katını memnun ediyoruz, güvenlik soruşturması yaparız diye atanacak kişiler ayları, yılları bulan bir süre bekletiliyor, acaba bir şeyler bulabilir miyiz? Bir FETÖ izine rastlar mıyız diye kılı kırk yararcasına insanımızı araştırıyoruz. Eğer bir iz yakalayabilirse komisyonlarımız cenneti kazanmış gibi seviniyor. Mücadele adına objektif kriterleri sümen altı edince “yakinimdir” referansları geçer akçe oldu. Belli bir kesimi sevindirirken binlerce kişiyi üzer oldu icraatlarımız.

Ne yapmak istiyoruz? Dün kazandığımız insanları bugün küstürerek nereye varmak istiyoruz? Zamanında biz kazandık, her şey bizim emeğimiz; aynı zamanda kaybetmesini de biliriz, kime ne mi demek istiyoruz? Eğer böyle bir düşüncemiz var ise bu düşünce sağlıklı bir bakış açısı değil. Zirveye çıkmak zor! Ama daha zoru zirvede kalmaktır. Çünkü insan zirvedeyken kaybetmeye başladığını bilemez, anlayamaz. Ne zaman ki anlar; o zaman koltuk altından bir daha gelmemek üzere gitmiştir.

Bir zamanlar bizimle beraber olan feraset, basiret…neredesin?

Vekil Aday Adayı Olabilseydim Kesin Aday Olurdum

—Hoş geldiniz!
—Estağfurullah efendim!
—Hoş geldiniz dedim.
—Teveccühünüz efendim!
—Partimize aday adaylığı müracaatınız olmuş. 
—Evet efendim!
—Vekil seçilirsen yükümlülüklerini yerine getirebilecek misin?
—Elbette efendim, bunun için buradayım.
—Neler yapabilirsin?
—Benim ne haddime efendim bir şey yapmak. Siz ne görev verirseniz ben onu yapacağım. 
—Yani?
—Partinizin bir neferi olacağım. 
—Mesela?
—Ölümüne sizi savunacağım, gözüne girmek için elimden geleni yapacağım. 
—Senin hiç prensibin yok mu?
—Var efendim, olmaz olur mu?
—Nedir?
—Tek prensibim var; Emrettiğiniz her şeyi yapmak. 
—İçine sinmeyen her şeyi yapar mısın?
—Ne demek efendim! Zatı alilerinizin emri demiri keser. Sizin emriniz yanında içimin lafımı olur? Emrini kabul etmeyecek içime tükürürüm ben. Olur mu öyle şey? Parti disiplini denen bir şey var. Sonra ben partinize gönül vermiş biriyim. Sizi idolum kabul ediyorum aynı zamanda.
—Mesela öl desem ölür müsün?
—Hem de gözümü kırpmadan...Benim naciz vücudum şahsınız yanında bir hiçtir.
—Birkaç bariz örnek ver, bizim için neler yapabilirsin? 
—Meclis'te sabahla de, sabahlarım; bir başka partiye geç de, gözümü kırpmadan geçerim; git de gider, otur de oturur, ayakta dur de dururum; tek ayak üzerinde dur de seve seve yaparım. Ben parti disiplinine uyarım.
—Seninki parti disiplininden de öte bana itaata benziyor. Ama hoşuma gitmedin değil. Sevdim seni. Zira demokrasiye katkı sağlayacaktır senin bu yapacakların. Sınavı geçtin, hayırlı olsun! 
—Çok çok teşekkür ediyorum efendim, benden hiç mahcup olmayacaksınız, verin o mübarek elinizi öpeyim.

Tamircide Beklerken *


Arabanın debriyaj balatasını değiştirmek için bir dostumun referansıyla bir tamirciye gittim. Arabayı ustaya teslim ettim. İstedikleri parçayı yedek parçacıdan alıp geldikten sonra kah içeride, kah kapı ağzında bazen oturdum, bazen adımladım. Bir taraftan ikram ettikleri çayı yudumlarken beklemekten sıkıldım. Kendimi yazmaya verdim. Bir taraftan yazarken, bir taraftan da bitti mi diye başımı kaldırıp arabama göz gezdirdim. Dur durak bilmeden 2, bazen 3 kişi çalıştı durdu. Bazen arabayı kaldırıp altına geçtiler, bazen önüne, bazen de yanında iş yaparlarken gördüm. Kimi zaman da şoför mahalline girdiler. Arabanın içine geçtikleri zaman  kirlenmesin diye koltuğun üzerine naylondan bir ambalaj serdiler.

Kalfa işini bitirdikten sonra ustası, "Yağına, suyuna, bir de fren balatalarına bakalım" dedi. Ön fren balatalarını da değiştirelim dediler. İstedikleri malzemeyi alıp kendilerine teslim ettim. Tamir işi bittikten sonra usta arabaya bindi, beni de yanına aldı. Birlikte turlayıp geldik. Eksik gördüğü yerleri düzeltti. Borcum ne kadar dedim. "Konuştuğumuz gibi 200 lira" dedi. İlave olarak fren balatalarını değiştirdiniz dedim. "Zaten açmıştık, ilave borcunuz yok" dedi. Kartvizitlerini istedim, teşekkür ederek ayrıldım.

Üç saate yakın 3 kişi birden uğraştı, didindi. Elleri-yüzleri, elbiseleri battı. Terlemişlerdir aynı zamanda. Ben beklerken yoruldum, onlar çalışmaktan bıkıp usanmadılar. Aldıkları el emeği 200 lira sadece. Karşılığında arabamı dirilttiler, hafiflettiler, rahatlattılar. Ustalıklarını, nezaketlerini, çalışmalarını, iş ahlâklarını beğendim ve takdir ettim. Onca uğraş ve didinmenin ardından aldıkları para sonuna kadar helal dedim. Kimse bu paraya bu işi yapmaz dedim kendi kendime. Helal olsun elinin emeğini yiyenlere! 

Çalışan usta, kalfa ve çırağın yüz hatlarına baktım. Karamsar, bitkin bir yüz görmedim. İşlerini severek yapıyorlar. İşin başında “İşleriniz nasıl” dediğimde bugünlerde biraz durgun, ama genelde iyi, halimize şükür!” dediler.

Gördüğümüz-göreceğimiz son nesil belki bu tamirciler. Arkasından gelmiyor. Çünkü herkes okuyor. Okuyan adımını atmıyor/atamıyor bu muhite. Ancak arabasını tamir için geliyor genci-ihtiyarı şimdilik. Biz gerekli-gereksiz diploma vererek diplomalı cahiller yetiştireduralım, arkadan çırak-kalfa-usta gelmeyince araçlarımızı tamir eden de kalmayacak böyle giderse. Aracımız arızalanınca parçasını tamir etmeden ya değiştireceğiz, ya yenisini alarak aracımızı hurdaya çıkaracağız, ya da yurtdışından tamirci ithal edeceğiz. Görünen köy bu!

* 03/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.