15 Aralık 2017 Cuma

Kadınlar da Cuma Namazına Gitseler Ne Olur!

Derse girdigim, namaza gittiğim zamanlar telefonumu sessize alırım genelde. Hele cemaatle namaz için camiye girdiğimde hep sessize alırım. Ne zaman ki unutur, ya da bu saatte kim arayacak diyerek ihmal ettiğim telefonumu sessize alma işi beni hiç yanıltmadı. Tam namaza durduğumda 'Ya bir arayan olursa' diye içime damar dammaz mutlaka biri arar.

Sabah 07.30'dan itibaren girdiğim dersim cuma namazı öncesi bitti. Bu zaman diliminde ne arayan oldu, ne de soran. Her teneffüste arayan soran var mı diye telefonuma bir göz attım. Rutin cuma mesajları geliyordu sadece. Hem de resim formatında olanı.

Dersten sonra abdestimi alıp camiye girdim. Telefon Ramazan! Yok ya, kim arayacak cuma vakti dedim kendi kendime. Yeter ki aklıma gelsin. Namaz kılarken çalmaya başladı. Ne yapacaktım şimdi? İmam bir taraftan okudu, benim telefon bir taraftan çaldı. Bereket kısa bir çalmadan sonra kesildi. Hele şükür! Arayan insafa geldi, çaldırmayı bıraktı dedim. Namaza devam ettim. Ama kimdi bu münasebetsiz  saatte arayan? Ver namaza kendini verebilirsen. İmam okudu, ben düşündüm. Beni aramazdı kimse. Hele cuma vakti. Acaba bir ölüm kalım mı vardı? Yoksa GSM operatörlerinin bir densizliği mi veya pazarlama firmalarının işgüzarlığı mı derken namaz bitti. Ne olur ne olmaz, az sonra bir daha aranırım derken telefonuma sarıldım. Sessize alırken merakımı da giderdim. Kayıtlı olmayan bir numaraydı. Arayan ne 444'li idi, ne de 850 ile başlayan. 

Bu arada tamamen dikkatimi dağıtan bu telefona vermedim kendimi. Zira imam gıybetten bahsetmişti hutbede. Namazda da Hucurat Süresinde geçen 'gıybet' ayetini okudu. İkinci rekatta ne okumuştu? Şimdi de onu düşünüyorum.

Son sünneti kıldıktan sonra namazdan çıktım. Çıkardım telefonu cebimden. Kimin nesiymiş, önemli bir durum mu var diyerek aradım beni arayanı. Bir bayan sesiydi telefondaki ses. "Okulu arayacak iken yanlışlıkla beni arayan" bir veliymiş. Ne cuma vakti zamansız aradım dedi, ne de derdini anlattı, kusura bakma dedi, o kadar. Demek ki benim telefonumu aradıktan sonra cevap veremeyince ardından okulu aramış.

Konuşmasından günlerden cuma, vaktin de cuma vakti olduğundan bile habersizdi veli. Çünkü bayandı. Cumaya yazılık yapma ve cumaya gitme diye bir sorumluluğu yoktu. Nasılsa cuma erkeklere farzdı. Kılsın da nasıl kılarsa kılsın.

Bayanlardan cuma vakti telefon gelmesinin önüne geçmenin yolu, onları da cumaya çekmek. Zaten hemen hemen her kulvarda varlar. Girmedikleri tek yer, cuma ve bayram namazları kaldı. Buraya da gelmeye başlarlarsa halka hem tamamlanmış, hem de cuma vakti telefon açmaya vakitleri kalmamış olur. Yok bayanlar cumaya da gelirlerse yer sorunu ortaya çıkar, eski köye yeni adet getirip başımıza iş açma denirse, en azından cuma vakti telefon açma ve telefonla oynama yasağı getirilsin onlara.

Mübarek! Haydi cumaya gitmedin, erkekler gidiyor biliyorsun. En azından telefona sarılırken vakit, erkeklerin cuma vakti desen, az sonra arayayım desen ne olur! Haydi yurtdışından veya il dışından arayan biri olsan, saat farkı var; vaktin cuma zamanı olduğunu bilmiyor diyeceğim. Güpegündüz Konya'dan arıyorsun be kardeşim! Haydi günün cuma, vaktin de cuma vakti olduğunu hatırlayamadın, birbiri arkasına verilen selaları da mı duyup ayıkmadın. 

Bari bir iyilik yap bana. Namaz kıldığım camiye git, imamı bul. Ona, 'Hocam bugün cuma namazının ikinci rekatında ne okudun?' de. Öğrendikten sonra yine bana telefon açıp söylesen... Bu iyiliği bekliyorum senden. 

Senin bu yaptığın kulağıma küpe olsun. Bir daha mı? Telefonumu kapatmadan girmem camiye. 

Sahi, benim namaz oldu mu şimdi? Oldu derseniz hayır duamı alırsınız. Yok olmadı derseniz, be kadın gördün mü yaptığını?Mübarekler, bana bir şey söyleyeceğinize bu kadına da bir şey söyleseniz olmaz mı?15.12.2017 Ramazan Yüce

14 Aralık 2017 Perşembe

Müslümanların Başat Sorunu

Müslümanların bugünkü içler acısı durumunun baş sorumlusu halkı Müslüman ülke liderleridir. İslam’ın ve Müslümanların önündeki en büyük engel bu liderlerdir. Topu taca atarak sağdan soldan sorumlu veya düşman aramaya gerek yok.

Dünyaya dizayn veren, dünyayı sömüren ileri ülkeler, İslam dünyasının güçlü olmasını, birleşmesini, bir araya gelmesini istemez. Zaten bu yüzden bölüp parçalamışlar bizi. Bunda herkes hemfikirdir. Parçaladıkları her bir toprak parçasının başına menfaatlerini devam ettirecek bizden görünen liderlere emanet etmişlerdir. Zira kendileri yönetmeye devam etse hem tepki çeker, hem de maliyetlidir.

Durum bu iken bizler çoğu zaman Batı ülkelerine, ABD’ye ve İsrail’e kızar köpürürüz. Kızalım kızmasına. Çünkü bizi bize bırakmayanlar bunlardır. Ama bunlardan daha fazla kendi liderlerimize kızmamız gerekir diye düşünüyorum. Çünkü bize düşman olanlar bizi zayıf düşürmek, bölmek, daha kolay yönetmek için her yolu deneyecektir. Bu aşamada içimizden lider seçilmiş veya seçtirilmiş olanlar ne yapıyor? Güçlenmemizi istemeyenlerin ekmeğine yağ sürüyor. Halkı ya baskı altında tutarak ya da ikna etmek için varlar orada. Onların misyonu bu. Zaten bağımsız değiller, kendi başlarına karar veremezler, vermek isteseler de buna izin vermezler. Koltukta oturmaları ABD’nin ve Batı’nın bir dediklerini iki etmemeden geçtiğini çok iyi biliyorlar.

O zaman sorun içimizde. Bizden görünen bizim yöneticilerde. Ne yapıp ne edip kendi koltuğu için değil; İslam’ı, Müslümanları dert edinen milli insanları başımıza geçirmeden geçiyor bunun yolu. Başımızdakilerden ne şekilde kurtulmamız gerekiyorsa işe oradan başlamamamız gerekiyor. Yoksa oturduğumuz yerden durmadan dış güçlere kızmaya, öfkelenmeye devam ederiz. Bunun da sorunun çözümüne katkısı olacağını düşünmüyorum. Bağımsız olmamızın, özgür olmamızın, ayaklarımız üzerinde durmamızın yolu budur. Ancak bundan sonra şahsiyetli bir dış politika izlenir. Bu da ayakları yere basan ve Müslüman camiasını memnun eden bir yol olur. İşte bu, İslam’ın ve Müslümanların şahlanışı demektir. İşte o zaman içimize çomak sokanlar korksun. Çünkü koltuk sahipleriyle halk aynı idealde buluşacak, bütünleşecektir. Biz, bir ve beraber olursak dış güçler asla bize zarar veremezler. 14/12/2017 Ramazan YÜCE

13 Aralık 2017 Çarşamba

Okul ve Yemek

Hiçbir kurumda, kuruluşta, işletmede, insan topluluğunun olduğu yerde okullarda olduğu gibi yemek işleri sorun olmaz. Okul dışında hemen hemen her yerde yemek meselesi bir düzene girmiştir. Okullarda yemek yeme işleri evlere şenlik dense yeridir. Öğrenci, öğretmen ve personel bu durumdan nasibini alır. 

Yemek dedimse okullarda yemek bulmak mümkün değil, atıştırmalık dense yeridir. Yani baştan savma. Kantindir karın doyurdukları yer. Kimi simitle, kimi tostla, kimi dürümle, kimi bisküvi ile öğün geçirir. Başka da bir seçenekleri yok zaten. Buna eğer karın doyurma denirse. Her gün aynı şeyi yiye yiye bir müddet sonra yediğinden nefret eder veya bıkkınlık vermeye başlıyor.

Haydi aynı tür nevaleyi günlük yemeye alıştılar, elleri mahkum diyelim. Bu nevale, 10 dakikalık teneffüste yenmesi gerekiyor. Kimi ayakta, kimi yürüyerek, kimi ders esnasında hızlı bir şekilde doğru-dürüst çiğnemeden yutması gerekiyor.

Öğrenci ve öğretmen bu şekilde karnını doyururken simit vb. şeylerle yeme ihtiyacını odasında geçiren yöneticiler ise bir müddet sonra bu tür nevaleden bıkıp usanınca kendi aralarında organize olarak okulda yemek yapmaya başlıyor. Menüde değişik yemekler yenmeye ve mideler bayram etmeye başlıyor.

Doğru-yanlış bazı okullarda yöneticiler bu şekil yemek yeme yolunu seçiyor. Zira yapacak başka seçenekleri de kalmıyor. Çünkü okul idarecilerinin öğle arası diye bir mesaileri yoktur. Öğrencisi, velisi, öğretmeni, misafiri sabahtan akşama kapılarını aşındırır. Çözüm çözümdür. Eleştirecek değiliz. Yalnız bu tür sıcak yemeklerin kokusu tüm binayı, sınıfları kaplıyor. Çünkü binalar betonarme. Hele bir de burun iyi koku alıyorsa ne tür yemeğin piştiğini bile biliyor bazıları.

Koku alırsa alsın, ocakta pişen yemeği bilirse bilsin, ne yapalım diyebilirsiniz? Olaya bir de başka açıdan bakalım. Bizim toplumumuzda hak geçme, göz hakkı denen bir şey var. Evinde beğenmediği yemeği bir başka yerde yiyesi gelir. Çünkü canı çeker öğrencinin. Ne de olsa küçük çocuk bunlar. Ne zaman canının çekeceği belli olmaz, hele bir de aç iken buram buram tüter, pişen yemek.

Müdürlüğe ilk başladığım yıllarda çalıştığım okulda öğretmenler, öğle arasında her türlü yemeği pişiyordu. Öğle aradı evine gidemeyen veya imkanı yerinde olmayan öğrencilerden gelen şikayet üzerine arkadaşlardan, ocakta yemek yapmamalarını, bunun yerine zeytin, peynir türü yiyeceklerle geçiştirmelerini istemiştim. Adım, yemeği yasaklayan müdüre çıkarıldı öğretmenler tarafından.

Başkasının canını çeken, rahatsızlık veren bu tür durumlarda en iyisi pişirilmemiş yemekleri veya kahvaltılık türü şeyleri seçmekte fayda vardır. Benden söylemesi. 13.12.2017 Ramazan Yüce