23 Haziran 2016 Perşembe

Hazıra konulan proje okulları

Son zamanlarda ' Proje okullar' gündemimize girmeye başladı. Yazımın başında akıbetleri inşallah hayır olur demek isterim.

Eğitim ve öğretim kısa zaman zarfında sonuç alınabilecek bir süreç değildir. Uzun soluklu, uzun-ince bir yoldur. Meyveleri 10-20 yıl sonrası alınır. Hemen meyve alayım çabası her zaman iyi sonuç vermeyebilir. Verirse de hormonlu olur.

Proje okullarına karşı mıyım? Baştan söyleyeyim: değilim. Bazı okullar statüsü farklı, proje okulu olabilir. Benim sıcak bakmadığım husus rüştünü ispatlamış, başarılarıyla göz doldurmuş okulların özel statüye alınması. Böylesi okulları proje okul kapsamına almaktan ziyade yeni açılan okullar ya da daha önce açılmış fakat başarısıyla ön plana çıkmamış okulların proje kapsamına alınıp başarılı okullar seviyesine çıkarmak şeklinde olmalıydı. Sıfırdan alınan bir okul başarılı okullarla yarışır duruma getirilmek amaç olmalıydı. Böylece her ilde başarılı okulların sayısının artması hedeflenmeliydi.

Her ildeki gözde okullara bir göz atalım. Hiçbirinin sıralaması değişmiyor, zirveyi de bırakmıyor. Çünkü tercihler en yüksek puandan aşağıya doğru sıralanıyor. Yüksek puanlı öğrencilerin tercih ettiği okullar hep zirvede. Öğretmeni ve yönetimi değişse de durum bu.

Yeni sıfırdan açılmış ya da akademik başarısı yüksek olmayan bir okul özel statüye alınsın. Bu okulun öğretmenleri hep seçmece olsun. Devlet her türlü maddi ve manevi desteği bu okullara versin. 4 yılın sonunda bu okul tercih edilen başarılı bir okul olsun. İşte böyle bir başarıya ben şapka çıkarır, o eğitimcilerin 40 yıl kölesi olurum.

Bir okulun kumaşı iyiyse o okul iyi okul oluyor vesselam.  Gerisi havanda su dövmektir. Boşa kürek çekmedir. Lafı güzaftır...

Var mısınız böyle okulları proje kapsamına alıp taşın altına elimizi koymaya... 22.06.2016

22 Haziran 2016 Çarşamba

Filistin-İsrail gibiydik biz onunla...*

İlk Kur'an eğitimini babasından almış, dokuz yaşında hafız olmuş, 10 yıl kadar medrese eğitimi görmüş, hukuk ve ilahiyat okumuş, 12 yıl imamlık ve vaizlik yaptıktan sonra 1980 yılında "İslam Felsefesi" alanında doktorasını tamamlamış, sonra doçent, ardından da profesör unvanını almış, bir İlahiyat Fakültesinin kurucu dekanlığını yapmış, çok sayıda kitabı olan, konferans ve TV programlarıyla ün yapmış, hitabeti güçlü ve siyaset yapmış biri idi. 

Mide kanseri tedavisi görmekte iken  22/06/2016 günü vefat etti. Hayat hikayesini zaten kısa bir araştırmayla her birimiz öğrenebiliriz. Samimi bir Müslüman mı idi, değil miydi bilmem. Halihazırda amel defteri kapanmış, hatasıyla sevabıyla dünyadaki rolünü tamamlamış biri artık. Yaptıklarına ve yapmadıklarına göre hesaba çekilecektir mutlaka. Niyetim mevtanın ardından lehinde ve aleyhinde konuşmak değildir. Hele öldükten sonra ardından konuşmak hiç mizacıma uygun değil. Son zamanlardaki görüntüsü ölmüş ölmüş dirilmiş birini andırıyordu. Belki de var olduğuna inandığı reenkarnasyon daha vefat etmeden kendinde görünmüştü.

Siyasete atılıncaya kadar  bazı kanalların müdavimi idi. Kendisi programlar yapardı. Çoğu zaman gündem oluştururdu. Farklı fikirleri vardı. Aslında farklı denen fikirler dünün şaz görüşleriydi.  Yeni bir şey söylemiyordu yani. Sadece tozlu raflarda kalmış bilgi kırıntılarını ortaya çıkarırdı yeni diye. İçinden çıktığı camia ile barışık değildi. Sırtı dönüktü onlara. Hiç sevmedi onları. Neredeyse düşman gibi gördü. Camiası da ondan hiç haz almadı. Kardeştiler ama düşman kardeş... Tıpkı İsmail'in soyundan gelen Filistinliler ile İshak'ın soyundan gelen İsrailoğulları gibi. Belki onlar gibi birbirimizi öldürmedik ama yeri geldi ölmek ve öldürmekten beter yaptık birbirimizi. Kalpten kalbe yol oluşmadı bir türlü. O bizi horladı, biz de onu. Aslında Kur'an hafızı olması, manasına hakim olması bir avantaj idi. Daha fazla Kur'an'la hemhal olacağı yerde içinden çıktığı camiasıyla düşman kardeşler rolüne soyundu. Kibirli ve mağrur bir görüntü sergiledi camiasına karşı. Çok iyi bildiği felsefesinde içinden çıktığı zümreye karşı tevazua yer yoktu... Medyatik olması, etrafını çeviren şöhret duvarı dolayısıyla ötesini maalesef göremedi. Belki de görün beni dedi, biz görmek istemedik.  Görüşü hoşumuza gitse bile söyleyene bakarak tavır aldık. Yani Hoca camiasını, camiası da Hocayı yok kabul etti. Birbirimize  karşı körler ve sağırlara oynadık. Asla güven vermedik yek diğerimize. Tek fayda sağlamadık başkasına  gülünç duruma düşmekten başka.  

Ben buna ötekileştirme diyorum. Oluşan ortam tam bir ötekileştirme idi. Sonunda iki taraf da kaybetti. Çünkü bizim asla farklı fikre tahammülümüz olmadı. Farklı düşünceye saygı duymadık. Farklı düşünen ile medenice tartışmadık. İletişimi kapattık birbirimize. Tu kaka yaptı birimiz diğerini. Farklı fikrine saygı duyup yanlışını en güzel yolla tartışma yolunu seçemedik. Sonunda o yoluna gitti, biz yolumuza. Birbirimize tahammül edememenin sonucunda o farklı bir kulvarda, farklı bir atmosferde hayatına devam etti. Biz de kabuğumuzdan çıkamadık... Ne biz onun Müslümanlığını beğendik ne de o bizim. 

Etrafımıza bir bakalım çevremiz ötekileştirilip diğer mahalleye gönderdiklerimizle dolu. Diğer mahallelerden adam kazanacağımız yerde diğer muhitlere bol adam transfer ettik ve onlara hain gözüyle baktık maalesef. Bir arada tutunmak için yollar arayacağımız yerde ayrılmak için yollar icat ettik.

Yanlış mı düşünüyorum yoksa? Farklı düşüneni linç etmekten ziyade ortak noktalarımızı bulmaya çalışsaydık nasıl olurdu acaba? 22/06/2016

* 25.06.2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Gel maharetini bir de burada göster!

Bazıları: "Efendim! Ben çok başarılıyım, şu sınavı kazandım, bundan en yüksek puanlar aldım. Şöyle başarılı hizmetler yaptım, şu kadar proje gerçekleştirdim, öğrencilerim derece üstüne derece yaptılar; şu kadar teşekkür, takdir, aylıkla ödül ve başarı belgem var, bu kadar hizmetim var..." gibi hamasi duygular içerisinde olup duygu sömürüsü yapan insanlar vardır.

Tamam başarılı olmuş olabilirsiniz. Madem kendine çok güveniyorsun. Gel seni sözlü mülakata alalım, sıraladığın başarıları ve yaptığın hizmetleri bir de burada göster. Zira Halep oradaysa arşın burada işte....  Sonra senin girdiğin sınavlarda kopya çekmediğini nereden bilelim, belki de soruları daha önce sana vermişlerdir. Bir defa idarecilik öyle sorulara cevap vermekle, yazılı sınavlarda başarılı olmakla yapılabilecek bir görev değildir.  Sonra ezberledin belki de soruları. Oyunun kurallarını sen değil bir defa biz koyarız. Çünkü şu anda tokmak bizdedir. Haydi buyur yapacağım sözlü mülakata gir, hatta insanlık bende kalsın, mülakatta soracağım soruların konularını da vereyim sana. Çalış, didin. Sınav yapacağım zaman önüme gel. Üstelik tek kişi puan vermeyeceğim sana, bir komisyon huzuruna çıkacaksın. Kazara soruları bilmiş olabilirsin. Sorarım sana yöneticilik için soruları bilmen ve cevaplaman yeterli mi olacak. Bir defa ben senin sadece cevaplarına bakmayacağım: Kılığına, kıyafetine, tipine, boyuna-posuna, yürüyüşüne, girip çıktığın yollara da bakacağım. grubun, franksiyonun var mı onu değerlendireceğim. Kimsin, necisin, ne yapmak istiyorsun, geçmişin nasıl, geleceğe dair ufkun ne kadar bütün bunları ölçüp biçeceğim. Daha sınava gelmeden önce ayrıca seni araştıracağım ne yedin, ne içtin diye. Sadece komisyondakilerin görüşü değil bu işin mutfağında olan isimsiz kahramanların hakkında vereceği kanaat de önemli. Daha bir de Ek-2'ne bakacağım. Hayatta hiç oynamadığım dama taşı gibi kimi nereye yerleştireceğim bütün bunların hesabını kitabını yapacağım. Bu iş gördüğün gibi çocuk oyuncağı değil. Beyin jimnastiği yapacağım anlayacağın. İstişare yapacağım başkalarıyla... Haydi her yönünle mükemmel birisin diyelim. Bir defa benim gönlümde yatan aslan olmayabilirsin. Senin gelebileceğin yere daha iyi bildiğim biri varsa onun hakkını da korumak zorundayım. Ayrıca gönlümü sorgulayamazsın. Eğer sana karşı kalbim kapalıysa ben ne yapabilirim?

Bir defa senin rengini, tipini sevmedim. Gül gibi referansı olan sıfır km biri varken senin gibi bit pazarlık olan biriyle benim ne işim olabilir. Eskiye rağbet olsaydı bir defa "Bit pazarına nur yağardı." Benim tercihim denenmemişten yana. Benim tecrübem var diyebilirsin. Her şey tecrübe değil bir defa. İnsanlar bu işi anasının karnında öğrenecek değil ya. Deneme yanılma yoluyla bu işi öğrenecek, bir zamanlar sen nasıl öğrendiysen bu da öğrenecek. Zaten eğitim deneme yanılma tahtası değil mi? Başkasını getirir, denerim, olmadı mı alırım. Bendeki bu sınırsız yetki olduktan sonra senin tecrüben, azametin, bilgi ve birikimin bana vız gelir. Haydi git yoluna. Biraz da esas mesleğini yap. Aslında o mesleğini de hak etmiyorsun ama, Ah şu merhametim yok mu? Vicdanıma söz dinletemiyorum şimdilik bu konuda.

Bak sen sadece bir sınava girdin. Ben ne kadar uğraştım. Senin için önceden araştırma yaptım, didindim, uğraştım. Sen 5 dakikada Beşiktaş dedin. Ben günlerce hakkında düşündüm taşındım. Ben bir defa süreci değerlendirdim, anı değil. Verdiğim puan da bir defa hak ettiğin bir puan değil, Ya gramı gramına hak ettiğini verdim, ya da fazlasını. Madem notunu beğenmedin. Kardeş, aklını peynir ekmekle mi yedin. O zaman niye girdin bu sınava. Ben seni akıllı, zeki ve anlayışlı sanırdım. Bir defa bu sınav yazılı bir sınav değil. Sözlü sınavdır. Sözlü sınavda ben istediğimi, ya da benden isteneni seçerim. Tercihlerim hakkında senin ve kimsenin söz söyleme hakkı yoktur. Hele adaletim konusunda asla toz kondurmam.

Haydi notunu beğenmedin beni eleştirebilirsin, ya da süreni uzatmadım. Beni suçlarken biraz insaflı ol. Seni elerken sırada bekleyen bu işe teşne yüzler, binler varken  burada benim seçme hakkım doğar, bir defa göz hakkı diye bir şey var. Manava bile gittiğinde meyveyi gözünle ve elinle seçersin. Benim ki de bu işte. Hele bu işlerde kendisini pazarlayan insan bir numaralı insandır, eğer sen kendini pazarlayamadıysan  ben ne yapabilirim. Yani sen bulunmaz Hint kumaşı değilsin. Sırada bekleyen meslektaşların olduktan sonra bir defa benim elim, ayağım, gözüm, kulağım hatta niyetim devreye girer. Bana kızacağına senin yerinde gözü olanlara  kızsan ne olur. Üstelik yazılı sınavdan nefret ederim. Çünkü ben de bu makama yazılı sınavla gelmedim. sonra yazılı sınav insanın liyakatını ölçmez.

Şimdi sen bana kızarsın ama yarın bana dua edeceksin. Üstelik kızgınlığın biraz duygusal bir müddet sonra geçer. Senin yerine seçtiklerimi de beğenmez elersem onlar da tıpkı senin gibi ben bu durumu hak etmedim diyecek, küsecek, kızacak; sanal alemde, sağda solda dert yanacak bir müddet sonra normale dönecek. Hali hazırda sapıyla birlikte keser elimde. Keseri istediğim şekilde döndürürüm bu makam gücü bende ve beni getirenler arkamda olduğu müddetçe istediğim şekilde tasarrufta bulunurum. Var sen bahtına yan. Şu ana kadar seni orada durdurduğuma şükret. Yarın beni de bu makamdan alırlar diye beklenti içine girersen avucunu yala. Bir defa benim arkamda kimler var, kimler. Zaten almazlar, alamazlar, çünkü zaten onların dediğini yapıyorum, benden iyisini mi bulacaklar. Eğer bir gün beni kullanıp bir tarafa atarlarsa onlar kaybeder. Benim burada bir gün de olsa mühür elimde sürdürdüğüm -Çingene- beyliği bana yeter de artar bile. Zaten asaletim de var. Baktım işler ters gider, rüzgar aksi yönde esmeye başlarsa zaten emekliliğim geldi ya emekli olurum ya da haklarım baki uzman olur ikinci baharımı yaşarım. Benim gibi Hint kumaşını kimse bulamaz. Çünkü ben ak kaşığım ak.

Şu işi baştan anlayıp da böyle sınava girmesen ya da haydi girdin diyelim: "Efendim gönlünüzden geçen aslan lehine istediğim, hak ettiğim haklarımdan feragat ediyorum deseydin olmaz mıydı? Ama yine de bir renk kattın. Çünkü ben acıtmadan zevk almazdım. Bu defa olmadı. Dünyanın sonu değil ki. Seneye girersin, olmadı seneye. Bana bu zevki tattırdın ya. Allah da seni sevindirsin.  Güzel bir oyundu. Oyunda aksesuarlara da ihtiyaç var biliyorsun...

Oyundan elendin bir defa... Sen kendine yan olmaz mı? 22/06/2016