11 Mayıs 2016 Çarşamba

Başımızın belaları *

Diyarbakır'da polis aracına bombalı saldırıda bulunulmuş, 12'si polis olmak üzere 45 kişi yaralanmış, 3 tane örgüt üyesi ölmüş. Yine kan, yine gözyaşı. Bitmiyor çilemiz, derdimiz. Vakayı adiyeden oldu artık bombalı eylemler, ölümler, öldürmeler. Günlük kan görmesek, şehit haberiyle sarsılmasak bugün bir anormallik var diyeceğiz neredeyse.

Bazen gazetelere düşen fotoğraflara bakıyorum. Görüntüler savaş ortamlarında olmaz dedirten cinsten. Her yer virane, her yer harap olmuş. Bir daha yaşanılmasın, burada insan yaşamasın, bana yar olmayacak dünyayı insana zindan edeceğim görüntüleridir bunlar.

Diyarbakır'ın, Güney Doğu'nun makus talihi oldu artık hep kan, hep gözyaşı. O bölge ne güldü, ne de güldürdü. Hiç eksik olmadı o bölgede ayrık otları ve dış güçlerin emelleri. Az sayıdaki kötü, dünyaya hakim olmuş, yerin altını üstüne getiriyorlar. Sessiz iyilerin sesi çıkmıyor tıpkı Güney Doğu bölgemizdeki mağdur, mazlum sessizlerin sesinin çıkmadığı gibi. Belki de ses veriliyor, seslerini duyan yok. Ya da çaresizlik karşısında içlerine attılar. Ateş kor gibi içlerini yakıyor. Belki de Allah'a havale ettiler kendi içlerindeki uslanmaz kötüleri. Gör bizi ya Rabbi diyorlardır. Bu durum hırsız hikayesini hatırlatıyor. Hani çocuk demiş ya: “Babaaaaa, hırsız yakaladım.” 
İçeriden babanın sesi duyulmuş:
- Getir oğlum. 
- Gelmiyor.
- Bırak gitsin o zaman. 
- Gitmiyor. 
- Allah Allah, sen gel bari. 
- Beni de bırakmıyor.
İçlerindeki kötülere, " Gidin buradan" diyorlar. Gitmiyorlar. "Silahı, öldürmeyi bırakın" diyorlar, bırakmıyorlar. " O halde bizi bırakın kendi halimize" diyorlar, onu da yapmıyorlar.

Doğu, Güney Doğu ne yapsın, onu söyleyin bari. Bizim oradaki terör örgütleriyle mücadelemiz körler ve sağırlar savaşıdır. Biliyorsunuz körler görmez, rastgele vurur, sağır dinlemez, çünkü işitmez. Vurdukça vurur.

Ben insan görünümlü bu insan azmanlarını anlayamadım. Ne menem bir varlık bu böyle. Ölünce beyhude yere, bir hiç uğruna gidecek. Öldürünce o vicdan azabıyla bu dünyada nasıl mutlu olacak. Başkasının mutsuzluğu üzerine nasıl mutluluk kuracak? Yoksa bunlar insan değil mi? Robot mu, uzaylı mı, başka bir Galaksiden mi?

Peygamberler şehri diye anılan Diyarbakır  ne ile anılır hale geldi? Devlet aklı selim düşünmeli. Belli bölgeleri mesken edinmiş az sayıdaki kötülerle yani sivrisineklerle mücadele etmektense, ülkemizde emelleri olan dış güçleri yani bataklıkları kurutmalı. İyi bir diplomasi yürütmeli. İçimizde tarafeynin  akıttığı kan, problemleri çözmez, onulmaz yaralar açar. Kin, intikam tohumlarını eker. Çünkü her ölüm kaostur, krizdir, yara ve dertleri derinleştirir.

Hiçbir ebeveyn terörist olsun diye çocuk doğurmaz. Hiç bir çocuk, büyüyünce terörist olacağım diye dünyaya gelmez. Hiçbir aile bu çocuğum öldürülsün, şehit olsun diye doğurmaz. Nasıl büyüttük, nasıl yetiştirdik, kim yetiştirdi bunları? Nasıl çözeceğiz bu problemi? Çözmede aciziz gayri anlaşılan. Nasıl aramazsın Musa Peygamberin bir müddet yolculuk yaptığı - biz de Hızır diye bilinen- kişiyi. Hani o, bir çocuğu öldürmüştü ya, Musa'nın itirazına rağmen: Bu çocuk, büyüyünce asi olacak. Bu yüzden öldürdüm diye. Keşke günümüzde böyle biri olsa, ya da elimizde bir sihirli deynek olsa. Doğar doğmaz, " Bu, büyüyünce terörist olacak, bombacı, ya da canlı bomba olacak" diye söylese de küçükken temizlesek bu baş belâlarını. Hatta daha anne karnındayken ezsek bu sinsi yılanların başlarını...

Mücadele etmeye edelim, ezmeye ezelim ama köşe başlarını tutmuş, dünyaya yön ve nizamat(!) veren, barış havarisi kesilen, alemi yaşanmaz hale getiren insan görünümlü, yüze gülen, üç kuruş menfaati için dünyayı piyonlarına yakıp  yıktıran, makam sahibi kravatlı müsveddeleri ihmal etmeyelim. Yılanın başı esas onlar...11.05.2016

13.05.2016 tarihinde Kahta Söz Gazetesinde ve Anadolu'da Bugün internet Gazetesinde, 
14.05.2016 günü Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.

10 Mayıs 2016 Salı

"Bobal Boynuna"

Hiç duydunuz mu bu deyimi?  Biliyor musunuz anlamını? Yeni neslin bileceğini pek sanmıyorum.  Bilse bilse eskiler bilir. Çünkü eskiler bunu çok kullanır.
Bobal boynuna, bobalı boynuna, babal boynuna, babalı boynuna... gibi kullanışları vardır. Konya ve Karaman yöresine ait olduğunu sanıyorum. Kelimenin aslı vebali boynuna olsa gerek. Bir nevi yemin gibidir. Günahı senin üstüne demektir. “Akşam bana gelmezsen babalı boynuna, borcumu gününde vermezsen bobal boynuna...” şeklinde kullanılır. Vebal verdirme, sorumluluk yükleme gibi anlamak lazım.
Küçüklüğümde büyükler çok kullanırdı bunu. Genelde tartışma esnasında çıkardı bu söz ağızlarından. “ Bobal verdirdim” derlerdi. Kelimenin anlamını bilmesem de hararetli tartışmaların ardından söylenen bu deyimin anlamının büyük ve derin olduğunu düşünürdüm. Gördünüz mü kelimeyi ne hale getirdiğimizi? Bu yörede  bir de “Saatler olsun, sa'tlar olsun” kullanılır. Bu nedir, ne anlama gelir diye düşünürken olayın geçtiği yer genelde berber ve kuaför salonlarında tıraş olanlara söylenir. Sonunda kelimenin kökünün “Sıhhatler olsun” olduğunu anladım geç de olsa.
Konumuz vebal verdirme idi. Biz yeniden konumuza dönelim: 87-88 yıllarında Kayseri'de öğrenci iken  babamın bir akrabası ile Alaaddin civarında karşılaşmıştım. Bana bobal (babal, vebal) verdirmişti. Hem de iki kere birden.
Akrabam beni akşam evine çağırdı. “Mutlaka gel, biz akrabayız, gelmezsen bobal boynuna” dedi. İşin ucunda vebal var, gideyim dedim. Akşam evine uğradım. Hal-hatırdan sonra: “Yeğenim biz akrabayız. Paraya falan ihtiyacın olur da istemez isen bobalı boynuna” dedi, vedalaşıp ayrıldım. Hoşuma da gitti bu vebal.
Aradan 5-6 ay geçti. Paraya ihtiyacım oldu. Cebimdeki para ancak beni Kayseri’ye atardı. O zamanlarda öğrenim kredisi alırdım. Üç ayda bir 18.000 lira idi toplam. Bir ay bile gitmezdi. Özal başbakan olduğu zaman kredinin 3 aylığını 60.000 liraya çıkardı. Noterden sözleşme imzalamamız gerekiyor. Noter demek para demek, bir de iki şahit.  Babama da söyleyemedim para lazım diye. İlçemden çıkıp Konya’daki akrabamı buldum, hem ailemin haberi olmasın, hem ondan para isteyeyim, hem de akrabamın verdiği bobal yerine gelsin. Çünkü boynumda taşıyıp duruyorum vebali. İşyerine vardım. Hal-hatırdan sonra geveleyerek ve yutkunarak "Amca bana 30-40 bin lira lazım" dedim. (Bu arada istemek çok zormuş, haberiniz olsun) Şimdinin 30-40 lirası yani. “Öyle mi tamam yeğenim” dedi. O bekledi, ben bekledim. Birkaç defa hatırlattıysam da hep “Tamam” dedi. Nihayet akşama doğru 30.000 lira verdi. Teşekkür edip ayrıldım.
Okullar kapandı, yazın beldeme geldim. Fakülte 2.sınıfa geçtiğim yıl hem yatay geçişe müracaat ettim. Hem de evlilik hazırlıklarına başladık. İlk iş, dedemden düşen bir parseli satılığa çıkardı babam. Bana bobal verdiren akrabam aldı parseli, 1 milyona. Her istemeye gidişimde “Ne kadar lazım yeğenim” dedi. Ne kadar lazımsa o kadar verdi. Zaman zaman yanına gidip parayı istiyorum, amca geri kalanın hepsini ver diye. “Yeğenim ne kadar lazım” dedi yine. Kaçıncı gidişimde nihayet geri kalanı alabildim. Amca, senden 6 ay önce bir 30 bin lira almıştım, onu da kes dedim. “Öyle mi yeğenim, tamam” dedi. Borç olarak aldığım 30 bin lirayı da böylece ödemiş oldum.
Düğün öncesi  parseli sattıktan sonra annem bana: “Oğlum, … akrabamızdan para mı istedin” dedi. Evet istedim, sizin nereden haberiniz oldu dedim. “… akrabamız bir hafta sonu buraya geldi: "Oğlunuza para verdim, benim bağın otunu alın" dedi. Babanla beraber gidip onun bağının otunu aldık, oradan haberimiz oldu” deyince  çok içerledim, üzüldüm, çok zoruma gitti gerçekten. Halbuki ailemden isteyememiştim, son çare boynuma bobal verdiren akrabamız, ailemin yanında kalmıyor, haberi olmaz, ben sonra öderim ona borcumu diye düşünmüştüm. Bana verdirilen bobal pahalıya gelmişti: Hem borcumuzu verdik, hem paramızı çerez parası yaptı, hem de üstüne üstlük bağının otunu aldık. Ailemin bağı çapalaması da aldığım borcun bonusu oldu anlayacağınız. İşin garibi "Ben o borca karşılık ailene ot yoldurdum, borcun yok" bile demedi.
Unutmaya yüz tutmuş, kullanımı yanlış ifade edilen bir bobalı boynunayı böylece yeniden hatırlamış olduk. Siz siz olun, biri size bobal(babal) verdirmişse çok ciddiye almayın. Yoksa daha pahalıya gelir. Ama bazı insanların samimiyetini öğrenmek istiyorsanız denemenizde fayda vardır.
Sizin de paraya ihtiyacınız olur da gelip istemezseniz bobalı boynunuza, haberiniz olsun… 10/05/2016

9 Mayıs 2016 Pazartesi

"Hanımım çalışıyor"

2010 yılında bir lisede görev yaparken akşam mesai çıkışı bir başka kurumda çalışan bir yönetici ile birlikte dolmuşta aynı oturağa otururdum.  İkamet ettiğim yer ile çalıştığım yerin mesafesi 50 km idi. Yol arkadaşım benden 20 km önce inerdi.

Ramazan ayı idi. Çoğu zaman ben yolda iken iftar olurdu. Yol arkadaşım pek konuşan birisi değildi. Yolculuk çabuk bitsin diye zaman zaman laflardık. Daha doğrusu ben laflardım. O, iyi bir dinleyici idi. Yine bir gün dolmuştayız. İftar vakti de yakın. Kendisine takıldım:
-Hocam, her gün evinin önünden geçiyorum. Ha bir gün beni yemeğe çağırsan.
-Çağırmam.
-Hocam! Sen beni çağır, inan gelmeyeceğim.
-Çağırmam.
-Hocam, gerçekten gelmeyeceğim, şakacıktan da olsa çağır.
-Olmaz çağıramam.
-Niye hocam?
-Evde yemek yok çünkü. Ben daha eve varınca yemek yapacağım.
-Hanımın nerede, evde yok mu yoksa?
-Hanımım çalışıyor.
-Çalışsın. Üstelik hanımın ...okulda değil mi? O okulun dersi 14.50'de biter. Eşin şu anda evde olmalı değil mi?
-Evde olmasına evde. Yemeği ben yapacağım.
-Niye, eşin şu anda ne yapıyor?
- Eşim çalıştığı için yoruluyor, işten gelince uyuyor. Ben varınca mutfak önlüğünü takar, yemek yapmaya başlarım. Alıştım artık. Bunu her gün yaparım. Oğlan olmasa iyi olacak da...
-Niye oğlunun ne zararı var?
-Benim lise 3'de okuyan bir oğlum var. Bazen apartmandan çocuklar zile basar. Ben kapıyı açarım. Belimde önlüğü gören arkadaşları birbirlerine bakıp gülüşüyorlar. Onların güldüğünü benim oğlan görünce bana: "Baba! Çekil şuradan, kapının arkasına  geç, görünme. Şu önlüğü bari çıkar, iyice rezil oluyorsun" diye bana kızıyor.
-Allah yardımcın olsun sayın hocam, dedim. O da  dolmuştan indi... Anlatırken de hiç zorlanmadı. Yüzünde de gülümseme hiç eksik değildi. Hasılı adama hayran kaldım, gıpta ettim. 09/05/2016