4 Mayıs 2016 Çarşamba

Nasıl bir nesil?

Dünün küçükleri bizler büyüdük, çoluk çocuk sahibi olduk. Bizi büyüten ve yetiştirenleri  beğenmiyoruz artık. Söz bizde şimdi. Çocuğumuzu istediğimiz gibi geliştirip eğitebilliriz. Üstelik bugün söz sahibiyiz. Allah'tan istedim bir göz, bana verdi iki göz. Zira  başka çocuklar da bizim. İstediğimiz şekilde yoğurabiliriz artık onları.

Yetiştirelim yetiştirmeye de. Nasıl bir gençlik yetiştireceğiz? Gençlik kindar mı olacak dindar mı?  Dini yaşayan mı, dine mesafeli mi olacak?  Aklını kullanan öz güven sahibi biri mi olacak, yoksa aklını kiraya veren, birilerinin fanatik militanı mı? Sosyal mı olacak asosyal mı?  Sınav odaklı yarış atı mı olacak, her şeyi boş veren mi? Sorumluluk verecek miyiz;  el bebek gül bebek, her şeyi başkasından bekleyen hazır yiyici mi olacak? Slogan gençliği mi isyancı mı?...

Giriştik hemen işe. Büyüklerin kafa yapısı nasılsa öyle bir nesil yetiştirmeye yoğunlaştık. Acelemiz vardı bir kere. Hemen sonuç vermeliydi. Hemen hemen hepsinin tarlası da okullar oldu. Eğitime yön verirsek istediğimiz gençliği yetiştirebilirdik. Kimi Köy Enstitülerini açtı istediği gençliği yetiştirmek için, kimi de İHL'lere göz kırptı istediği ideal gençliğe kavuşmak için. Kimimizi liseler kesmedi. Üniversiteleri karargah edindi.

Yaşı kemale ermiş söz sahibi insanımız ellerini hiç gençlerden çekmedi. Önce yetiştirdi, ardından belirli bir kıvama gelince piyasaya sürdü gençliği. 80 öncesi ihtilale zemin hazırlayacak şekilde sağ-sol kavgası kendisini gösterdi. Ölen, öldürülen, döven, dövülen, hapse giren, çile çeken, bedel ödeyen gençlikti.  Terör örgütlerinin üyelerine bakalım hepsi daha süt çocuğu. Bizim çocuğumuz. Canlı bomba eylemlerine girişenlerin kimliklerine bakalım, 20-25 yaş aralığında. Kötü olmasın, dine mesafeli olmasın, dinini bilsin diye  cemaatlere gönderilen çocuklar bir müddet sonra anne babasını beğenmeyip bağlı olduğu camianın neferi olup çıkıyor. Onlarla yatıp onlarla kalkıyor artık. Hiçbir yere gitmesin, kimse olmasın diyerek kendi haline bıraktığımız gençliğin ise ne tür zararlı alışkanlıklara duçar olduğunu görmek için anne babanın biraz daha uyuması gerekiyor. Uyandıkları zaman ise madde bağımlılığıyla mücadeleye girişirler ama heyhat.

Hedeflediğimiz amaca ulaşmak için kimimiz baskı, kimimiz yıldırma, kimimiz güdüleme, kimimiz beyin yıkama, kimimiz yönlendirme vb yöntemlere başvurur.

Şimdi arkaya yaslanalım, birazcık düşünelim. Yetiştirdiğimiz daha doğrusu yetiştiremediğimiz bu gençlik nereye gidiyor. Memnun muyuz gidişattan. Çok memnun olduğumuz söylenemez. Sadece memnun olanlar gençliği kendi emellerine alet edenler olabilir.

Geleceğimizin teminatı bu gençleri yetiştirirken onları yönlendirmekten ziyade onlara denetimli serbestlik verseydik, farklı düşünmelerine imkan tanısaydık, öz güven sahibi olmalarına zemin hazırlasaydık daha iyi olmaz mıydı… Bu ülkenin ortak değerlerine bağlı bir gençlik olsaydı, büyüğü büyük, küçüğü küçük bilen, kültürüne yabancı olmayan, birbiriyle tartışırken ikna metodunu kullanan bir gençlik olsaydı fena mı olurdu?

Ne olur, gençlikten elimizi çekelim. Bizim onlara verdiğimiz zararı kimse vermez, veremez...  04/05/2016

"Amca, simidi nereden buldun?"

1986-1987 yıllarında Kayseri'de okurken harçlık suyunu çekmişti. İlk önce 2.dönem okutulmak üzere aldığım kitabı kitapçıya geri verdim. Bir kaç gün daha idare etti beni.  Bir sabah herkes okuluna giderken ben -sora sora-  soluğu amele pazarında aldım. 15-20 kadar ayakta bekleyenin arka taraflarına geçtim. Beklemeye koyuldum. Ne gelen vardı ne de giden.

Nice  sonra yaşlı bir amca geldi. Ön tarafta olanlarla konuştu. Sonra tek başına ayrıldı gitti. Öne yaklaşıp amca ne istiyormuş dedim. "Simit sattıracak birini arıyor" dediler.

Amele pazarından ayrılıp amcayı takibe başladım, amca önden ben ardından. Amcayı takip ediyorum ama içim pek rahat değil. Kendi kendime, "Bu iş inşaatta çalışmaya benzemez. Simit işi bu. Patron bana tepsi içerisinde simit verip sattırsa çarşıda kalabalıklar arasında bu işi nasıl becereceğim. Ya beni tanıyan biri çıkarsa başımda tepsi ‘simitçiii’ diye bağırırken. Nasıl bağıracaktım sonra. Haydi hepsinden geçtim. Simit tepsisini başımda nasıl durduracaktım..."  Ben bu düşünceler içerisinde iken 3-5 adım önümden giden amcaya, amca simidini ben satayım diye medeni cesaret gösteremedim. Geri dönüp otobüsüme binip kaldığım yurdun yolunu tuttum.

Konya Lisesinin arkasında otobüs durağında beklerken canım simit istedi. Sağıma soluma baktım, bir simitçi bulamadım. Zaten nice zamandır göremiyordum ya. Cadde boyu adımladım bir simit bulabilmek için. Sonunda Şato Form'da bir esnaftan temin edebildim ihtiyacımı. Gerisin geriye döndüm otobüs beklemeye koyuldum. Bir kenarda simidimden bir parça kopardım. Bir genç geldi yanıma: " Amca, simidi nereden buldun" diye. İstersen sana satayım dedim. Güldü. Simitçinin yerini tarif ettim. Delikanlı koşarak gitti oraya.

Ne demek istiyorum? Eskiden çarşıya çıkıp sağına soluna baktığın zaman ya simit arabasının içerisinde ya da başında simit satanlar vardı. Şimdilerde görünmüyor seyyar satıcılarla beraber. Belediyelerimiz sanırım dışarıda satışı yasakladı, bir düzenleme getirdi. Kapalı yerlerde, esnaf dükkanlarında satılıyor artık. Dışarıda ve her yerde simit satışı belki de pek hijyen görünmeyebilir. Düzenleme gerekiyordu. Gördüğüm kadarıyla düzenleme yapılmış ama ara ki simit bulabilesin.

Simit bizim yediden yetmişe her birimizin ayaküstü, otobüse binerken, işe giderken kahvaltı yapmak ya da açlığı bastırmak için başvurduğumuz bir yiyeceğimizdi. Milli buluş ve yiyeceğimiz yani. Namı diğer memur kebabı diye bilinir: Çıtır çıtır, mis gibi kokar hele sıcak iken. Şimdi simit bulmak için sen kazan ben kepçe olmam lazım bulmak için. Düzenleme yap dedik de öldür demedik ki.

Simit satanlar ihtiyaç sahibi, dar gelirli. İşsizlikten dolayı bu işe koyulmuş kişilerdir. Öyle zannediyorum mecburiyetten bu işi yapıyorlardı. Sonra görüldüğü kadar simit satmak kolay değil. Yukarıdaki anımı da bu yüzden anlattım. Ben geçmişte zor durumda olmama rağmen bu işi yapamadım.

Belirli bir  düzen içerisinde ve hijyene dikkat etmek şartıyla köşe başlarında simitçilerimizi görmek istiyoruz. Simitçilere bu imkanı verirsek tablacı ya da seyyar satıcılara da izin vermemiz gerekiyor denirse simit satmak tablacılık değildir.  04/05/2016



3 Mayıs 2016 Salı

"Aman emekli olma!"

Okulun bir ihtiyacını temin etmek için sabah sabah bir esnafa uğradım. Çalışıyor musun dedi. Evet, hak etmedim daha dedim. "Aman emekli olma, emekli olanlar iş arıyor. Ben 43 yaşında emekli oldum amirimin zorlamasıyla" dedi. Alışverişimi yapıp ayrıldım.

Adam çalışmak istiyor ama emekli olmak için amir baskı yapıyor. Bir arkadaşımın babası 37'inde emekli olduğunu söylemişti. Görüştüğümüzde, " Emekli olduktan sonra bir emekliliği daha devirdim" derdi. 5 yıl öncesinde rahmetli oldu. Eşi alıyor halihazırda maaşını.

İşten gelirken yolda bekleyen birisini aracıma aldım. ne iş yaptığımı sordu. Öğretmenim dedim. "Aman emekli olma, ben SSK'da çalışıyordum, gece gündüz telefonum susmazdı arayandan. Emekli olduktan sonra ne arayanım var, ne de soranım. Yalnızlara oynuyorum anlayacağın" dedi. Mahallemde oturan bir emekli var. Her gün öğle vakti çarşıya 5 km' yi yürüyerek gider, 18.00 sularında otobüsle geri döner. Zaman zaman otobüste karşılaşırım. Bir gün yanıma oturdu. Dertli idi garibim. "Demir yollarından emekli oldum, 15 yıl garda bilet kestim. Her gün çarşıyı adımlarım. Bir tane tanıyan çıkıp selam veren yok." Nasıl vakit geçiriyorsun dedim. "Her gün çarşıya aynı saatte çıkarım, Alaaddin Tepesinde biraz otururum, bir de  tanıdığım  bir esnaf var, yanına uğrar, hasbihal eder, sonra eve geri dönerim, vakit geçmiyor bir türlü" dedi.

Erken yaşta emekli olanların çoğu, maaşı da yeterli olmadığından yeni bir işte çalışıyor gördüğüm kadarıyla.  Kimi ev geçindirme derdinde, kimi de kendisini avutacak yer arıyor. Eğer yapacak bir meşgalesi yoksa ya yatmaktan bizar olacak ya da hanımı ile kavga edecek. Başka bir işi yok çünkü.

"Aman emekli olma." Ben bu sözü çok duydum emekli olanlardan. 43 yaş daha olgunluk yaşının başı. Tecrübenin arttığı devre. Peygamberlere vazifenin tevdi edildiği yaş.

Emeklilik yaşı ile bu ülkede çok oynandı. Menderes zamanında emeklilik yaşı kadın ve erkekte 60 yaş olarak belirlenmişti. 69 yılında Demirel yaş sınırını kaldırdı. 25 yılını dolduran emekli oldu. 76 yılında ise kadınların emeklilik süresini 20 yıla indirdi. 86'da Özal kadınlarda 55, erkeklerde 60'a yükseltti yaş sınırını. Ardından yine Demirel 91 yılında Özal'ın yaş düzenlemesini iptal ettirdi. Hasılı Demirel dönemleri Türkiye erken emeklilik cenneti haline getirildi. Ülkenin geleceğini düşünenler emeklilik yaşında çalışanlar için acı reçete hazırlarken arkalarından gelen Demirel acı reçeteyi kaldırarak vatandaşa mavi boncuk dağıttı. Belki de bu tasarrufu sayesinde 6 defa gitti, 7 defa geldi. Sayesinde sosyal güvenlik hep açık verdi. SSK ve Bağ-Kur battı. 3 çalışan 1 emekliyi besleyeceği yerde 1 çalışan 3 emekliye bakacak duruma geldi. Doğal olarak vücut bu sıkleti çekemedi. Geçmişin oy alma, iktidara gelme hırsı açığı iyice büyüttü. Geçmişin oy avcılarının ceremesini sonraki gelenler kadınlarda 60, erkeklerde 65 yaşa çekerek acının acı reçetesini sunmak zorunda kaldı.

Benim kanaatim insan kendisini faydalı gördüğü, kurumuna yararlı gördüğü müddetçe çalışmalı. Bazı çalışanlar, "Bir emekli olsam" diye temenni eder durur. Bazen de isyanlara oynar durur. Belki de emeklilik yaşının çok değişkenlik göstermesindendir isyanı... Kanaatimce emekli olmadan önce emekli olanlarla bir görüşmesinde fayda vardır.

Emekli olamayan bir pişman, emekli olan ise bin pişman... Allah emekli olana da, emekli olamayana da sağlık ve huzur versin... 03/05/2016