Bazıları hiç tenkit ve eleştiriye gelmez. Çünkü kendilerini dev aynasında mükemmel olarak görür. Hep övülmeyi ve methedilmeyi ister. Kafalarını kuma gömen devekuşu gibidir bunlar. Kazara içlerinden birini bir eksikliğinden dolayı eleştirmeye kalksan meslek dayanışması kendini gösterir. Hemen bir savunma ve saldırı refleksi ortaya çıkar.
Her meslekte mesleğini iyi icra edemeyen kişiler olsa da bunlara anlatamazsın. Beyefendi görünümüyle kazma küreğin arkasındaki sap gibidir bunlar. Nasıl yapıldıysa öyle olur. Ne eğebilirsin ne de kırabilirsin. Ancak insanı kırar, incitir ve üzer. İletişim nedir bilmezler.
Orman Eski Bakanı Mustafa Taşar kendisini kızdıran kişilere "Hala bıraktığımız yerde otluyorsunuz" demişti. Bunlar da kazma olarak gelir, kazma olarak giderler. Kendilerini asla yetiştirmezler. Yarım yamalak zekalarıyla başkasını kandırdım sanır. Bilseler ki, ancak kendilerini kandırabilirler.
Zekası ve anlayışı kıt olur. Sen falan şöyle yaptı de. O hemen saldırı var diye hakarete başlar: Senin gibilerine bu bile fazla diye. Kişiliğine saldırır. Zaten çapına bakmadan kendisini dev aynasında görmeye alışmıştır. Çıktığı o yüksek yerden başkasına kızar, hakaret eder, sürekli eleştirir. Böylesinin ne menem bir mahluk olduğunu denemek bedava. İstersen kaşının üstünde gözün var de. İşte gerçek yüzünü o zaman görürsün. Zaten bu tür kazma ve kürek sapından da başkaca bir davranış göremezsin. Hep pohpohlanan tiplerdir ne de olsa. İçindeki aşağılık kompleksini irin olarak akıtır üstüne. Ne büyük bilir, ne de küçük. Haddini de bilmezler. Dedim ya kazma mı kazma. En iyisi uzak durmak. Çünkü ne kazma kazmalığından ne de sap sağlığından vazgeçer. Bu tipler böyle geldi böyle gider. Bunlarla uğraşacağına deveye hendek atlat daha iyi. Mesafe alırsın. Bu tiplere karşı çalıyı dolanmak ve susmak edeplicedir. Yok yola getireceğim dersen pisliğini, kalabalığını sana bulaştırır...
Hiç mi işe yaramaz dersen, ancak kazmaya, küreğe sap olur diyeceğim ama hiç de haketmediği halde yemini ve suyunu fazla vermekten iyice kalınlaşırlar. Bu sefer sap da olamazlar. Olsa olsa ancak odun olurlar... 22.04.2016
22 Nisan 2016 Cuma
20 Nisan 2016 Çarşamba
Hikmetinden sual olunamayan sözlü mülakatları**
Dünya bir sınav yeridir. Ahiretin tarlasıdır. Dünyaya
imtihan için geldik. İmtihan süresi bir ömürle sınırlı. Ömür içerisinde telafi
edilirse edilir, edilemezse öbür dünyaya gideriz. Öteki alemde ise bu
dünyada yaptıklarımızın hesabını veririz..
Hayat bir imtihandır. İmtihan içinde sınav yani. Okumak
istiyorsak, okuyup bir yere gelmek istiyorsak mutlaka sınavlara girmemiz lazım.
Kolay gibi görünse de işin içinde sınav varsa zor oğlu zordur: En kolay sınav
bile insanı terletir.
Her sınav zordur. Ama en zor sınavlar sözlü sınavlardır.
Hababam filmlerinde de kendini gösterir bu sözlü sınavlar... 70-80-90'lı
yıllarda okuyan öğrencilerin korkulu rüyasıdır tahtaya çıkıp imtihan olmak.
Bakanlık bu sözlü sınavları kaldırdı. Bunun yerine öğrencinin sınıf içi
davranış ve derse katılım vb durumunu değerlendiren bir değerlendirme sistemi
getirdi. Tüm bir dönemi içine alan bu sürece de performans adını verdi.
Tahtaya kaldırılıp sözlü olma yöntemi okul hayatı boyunca
kaldırıldı. Okulu bitirip herhangi bir yerde görev almak için yazılı
sınavın yanında ayrıca mülakat adı verilen sözlüler hayatımızın bir parçası
olmaya başladı şimdilerde. Her sözlü sınav ne kadar hakkaniyet ölçüsü
içerisinde yapılırsa yapılsın beraberinde acabaları eksik etmiyor maalesef.
Kulağımıza kar suyu kaçırıyor nedense. Her bir sözlü sınav, mülakat adına ne
denirse densin kamuoyu nezdinde 'Torpilliler işe alındı, alınacak' olgu ve
algısı oluşturmaktadır. Hele bu tür sınavlara üst kademedeki birinin yakını
giriyorsa şayia alır başını gider. Yakın, kazanmayı hak etse bile 'Şuyuu,
vukuundan beter' olur. Bu açıdan bir üstün yakını bazen avantajlı olabiliyor,
bazen de avantajsız. Aslında şayialardan uzak kalmak için en iyi sistem yazılı
yapılan sistemdir. Yazılıda başarılı olan atanır. Atandıktan sonra ciddi
denetimlerle atananın performansı incelenir. Görevini yapan hangi düşünceden,
kimin akrabası olursa olsun işine devam eder. Görevini layıkıyla yapmayan,
yapamayan kim olursa olsun işine son verilir. Şimdi sizleri düşündüren, hafifçe
gülümsetecek fıkra ve anekdotlarla baş başa bırakıyorum:
***
Bir ülkede bir işe iki kişi alınacaktır. Yazılı
sınavı üç kişi geçer. Adayların sözlü sınava alınması kararlaştırılır. İşe
alınacak iki kişi belirlenir. Komisyon kara kara düşünmeye başlar: “Ya bizim
istemediğimiz 3.kişi kazanırsa. Ya da kazanmasını istediğimiz iki kişi
soracağımız soruyu bilemezse” diye. Komisyon üyelerinden biri: -“Siz o işi bana
bırakın, ben sizin istediğiniz adayları kazandırırım” der. Sınav başlar.
Kazandırılacak ilk aday çağrılır. Ona, “Titanic kazası hangi tarihte olmuştur”
sorusu sorulur. Adam cevabı bilir, geçer not alır. İkinci kazandırılacak adaya
da, “Titanic kazasında ölen kişilerin sayısı kaç kişi” diye sorulur. Bu
da cevabı bilir ve geçer not alır. Sıra, kazanması istenmeyen kişiye gelir. Ona
da, “Titanic kazasında ölenlerin adını soyadını söyle” denir. Adam cevabı
bilemez ve sınavdan geçer not alamayarak elenir. Böylece tertemiz bir sınav
yapılmış olur. Evli evine, köylü köyüne gider.
***
Kastamonu’da bir kişi resmi olarak işe alınacaktır.
Sınava çok kişi müracaat eder. Sınava girecek torpilli kişi önceden
belirlenir. Komisyon toplanır. “Kazanacak adayı ilk önce çağıralım, basit bir
soru soralım, formalite yerine gelsin” denir. Başına talih kuşu konan aday
sözlü mülakata çağrılır. Kendisine: -Kastamonu ile Abana arası 101 km'dir.
Abana’dan çıkan bir kuş 50 km hızla gelirse Kastamonu’ya ne kadar
sürede gelir, şeklinde bir soru sorulur. Torpilli aday düşünür, taşınır fakat
cevabı veremez. Komisyon ne kadar ipucu verdiyse de nafile. Sonunda
adama: -Arkadaş soru bu kadar zor mu, niye cevap vermedin, bu soru çok kolay,
lütfen çıkınız, derler. Adam dışarı çıkar. Dışarıda bekleyenler: “Ne sordu” diye
sorarlar. Soruyu söyleyince, “Çok kolaymış” derler.
Adam: -Neresi kolay bu sorunun? Yolculuk yapan bir kuş.
Kuşun ne zaman geleceği bilinir mi? Gider bir dala konar, su içmeye iner, yayılmaya
koyulur, cevabı verir.
***
Ramazan AYVALI: "Yozgat Yüksek İslam Enstitüsüne
mülakatla öğrenci alıyoruz. Adaylar sırayla girdi, çıktı. Bir tanesi geldi.
Kendisine küçük namaz sürelerinden hangisini sorduysam bilemedi. Adaya:
'Yavrum, bu süreler namaz kılmada da gerekli biliyorsun, bunları ezberle'
dedikten sonra komisyonun diğer üyelerine: 'Arkadaşlar, bende kanaat hasıl oldu,
buyurun siz sorun' dedim. Diğer üyeler de, 'Hocam soru sormaya gerek yok, bizde
de kanaat hasıl oldu, öğrenci çıkabilir" dediler. Öğrenci çıkar, az sonra
ardından yeni bir aday çağırmak için ben de çıktım. Baktım ki az önce sınavdan
çıkan çocuk: 'Arkadaşlar! Yeminle söylüyorum, benim hakkımda şimdiden
kanaatleri hasıl oldu, beni enstitüye almayacaklar" diye sesli bir şekilde
konuşuyor. Bu duruma şaşırıp kaldım" şeklinde bir anekdotunu anlatmıştı.
Burada olduğu gibi kazanamayan kişiler 'Torpilliler alındı'
şeklinde yaygara da çıkarabiliyor.
***
2000 yılında Anadolu Öğretmen Liselerine öğretmen alımı
için Kahta'dan Ankara'ya mülakata gittim. Tercih olarak da atanmak için Afyon
Anadolu Öğretmen Lisesini tercih ettim. Sınav öncesi adaylarla tanıştım. Benim
tercih ettiğim okulu isteyen Afyon'dan gelen 3 öğretmen daha olduğunu tespit
ettim. Bana "Torpilin var mı" dediler. Hayır yok dedim. "Madem
kimin kimsen yok. Ta Adıyaman'dan bunun için niye geldin be mübarek"
dediler. Sınava girdim. Komisyondakiler iyi davrandı. Branşımla ilgili sorulara
cevap verdim. Plan çeşitleri, disiplin amiri gibi sorular sordular. Ben de
biraz eksiğiyle birlikte cevap verdim. Komisyon başkanı: " Sadece Afyon'u
tercih etmişsin. Başka yerleri düşünürsen değerlendirelim dedi. Kendisine:
Halen Güneydoğu'da çalışıyorum. Eğer tekrar o taraflarda değerlendirecekseniz
kabul edemem dedim, ayrıldım. Sonuçlar açıklandı: Kahta İHL'ye devam...
***
1996 yılları olsa gerek. Kahta'da Lise 2. sınıfta dersine
girdiğim beyefendi bir öğrencim vardı. K. Kerimi çok iyi değildi. Bazı harfleri
çıkaramıyordu bile. Benden dersi geçemedi. O sınıfta okuması çok iyi olan
öğrenciler vardı. İki yıl sonra imamlık imtihanı yapıldı. Benden geçer not
alamayan öğrencim sözlü mülakatta imam hatiplik sınavını kazandı. O
sınıftan en yüksek not verdiğim öğrencilerim adı geçen sınavda başarılı
olamadılar. Anladığım kadarıyla benim not verişimde bir sorun vardı. Başka bir
düşünce akla getirmemek lazım. Hikmetinden sual olunmaz tabii.
Sözlü mülakatta görev alan komisyon üyeleri hakkaniyetten
ayrılmamalı, verdiği kararlarla kamu vicdanı ikna olmalıdır. Adaylardan ehil
olanı seçmelidir. Başkasının direktifiyle hareket eden emir eri olmamalıdır.
İsmi verilen adayın hakkını korumaktan ziyade kimi kimsesi olmayan adayların
hakkını gözetmek için eli vicdanında karar vermelidir. Adalet duygusunu
asla zedelememelidir. Kul hakkına girerek ahiretini berhava etmemelidir.
Benden söylemesi... 19.04.2016
** 19.4.2016 tarihinde Kahta Söz Gazetesinde
yayımlanmıştır.
17 Nisan 2016 Pazar
Beğendin mi Müftü Bey yaptığını?
Nisan ayı dendi mi ‘Kutlu
nebiyi’ anma haftası akla gelir. Kurum, kuruluş, vakıf, dernek, okullarımız vb
herkes bu anmalarda çorbada tuzum olsun mesabesinde , karınca kararınca çaba sarf ediyor. İnşallah
yapılan anmalar amacına ulaşır, birlik ve beraberliğimizin tesisine katkıda
bulunur. Bugün size katıldığım bir ‘Kutlu Doğum’ programındaki gözlemlerimi
aktarmak istiyorum:
Program öncesinde tüm
misafirlere yemek ikram edildi. Programın içeriğine bir göz attım: K. Kerim
okuma, protokol konuşmaları, sinevizyon, müftünün birlik vurgusu yapan
konuşması, profesyonel ilahi grubu, umre çekilişi, bisiklet çekilişi, veda
hutbesinin okunması, aralara serpiştirilmiş hadisler (üçerli öğrenci grubunun her birinin bir hadis okuması, diğerinin
anlamını vermesi, öbürü de hadisten anladıklarımızı okuması) yarışma
ödüllerinin verilmesi ve dua. Gördüğüm kadarıyla dolu dolu bir program
hazırlanmış.
Program öncesi müftü
bey gelir, içeriğe bir bakar. Hemen görevlileri çağırır ve “Hadisleri ve Veda
Hutbesini çıkarın, benim konuşmamla ilahi yeter” şeklinde talimatlar verir.
Program komitesi ne yapacağını şaşırır, emir demiri keser çerçevesince denileni
yapmaya karar verirler. Salon bayan, çocuk ve öğrenci ağırlıklı: Hınca hınç
dolu. Çocuk olur da gürültü olmaz mı? Hafifçe gürültü var. Müftü bey
konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet edilir. Eline mikrofonu alır: “Nerede
bizim görevliler, nerede çalışanlar, bu gürültü ne böyle, …Hoca! Aralara
dağılın şu çocukların yanına susturun” şeklinde konuşmasına giriş yapar. 40
dakika kadar konuşur ama ne konuştuğu akıllarda kalmaz. Çünkü herkesin aklı
girizgahta kalmıştır. Konuşmasını bitirdikten sonra ilahi söylenirken eline telefonunu
alır, kimseye haber vermeden çeker gider.
Yüz yüze değiliz, eğer
sizinle karşı karşıya olsaydım, bu tavır
ve davranışı nasıl bulurdunuz diye sorardım size… Benim garibime gitti bu
tavır. Hiç yakışık almadı. Amir olarak programın içeriğine çok önceden bakıp
müdahale edebilirdi. Program saatinde hadis ve veda hutbesini okuyacak öğrencilerin
çıkarılması hiç pedagojik geliyor mu size? Gelmez. Çünkü okuma heyecanıyla o
öğrenciler günler öncesinden çalışmalarını yapmışlar, okuyacağı anı
bekliyorlar. Okuduğunu annesi görecek, babası görecekti. Haydi bunu etkinlik uzamasın diye yaptı diyelim. O
bölgede halkın itibarını kazanmış ve bir görev ifa eden, kendisinden büyük
çalışanlarına topluluğun içerisinde kızarcasına emir ve talimatlar yağdırmasına
ne demeli? Bir topluluk karşısına çıkınca elbette ses, gürültü olacak. Mikrofon
sende. Pekala yeteneğinle o çocuklara tatlı bir dil kullanarak susmalarını
sağlayabilirdin.
Programdan sonra
çalışanlarından birini gördüm, gerçekten çok üzgündü. Adamlar güzel bir program
olacak diye günlerdir koştursun, onca yorgunluğun ardından kalabalıklar
içerisinde bir de azar işitsin. Günün anlam ve önemine uygun düşmedi. Hiç
olmadı gerçekten. Halk ve çalışanlar sizi ‘Vereset’ül Enbiya’ makamında
görmektedir. Bence evine varınca çok iyi bildiğini sandığım Ali İmran 159.ayeti
tekrar bir daha oku. Yaptığın gafı daha iyi göreceksin. Bu tavır beni 10 yıl
öncesi bir TV programına götürdü. Programda o zamanlarda kulvar değiştirmemiş
Nazlı ILICAK’a, “Yaşar Nuri ÖZTÜRK hakkında ne düşünüyorsun” şeklinde bir soru sordular. “Din alimi gibi davranmıyor, kibirli görüyorum. Din alimi dediğin biraz mütevazı olmalı”
dedi. Onun konuşmasında kibir var mı bilmem. Herkesin iç halini Allah bilir.
Fakat biz görüntüye göre değerlendiririz. Gazeteci doğru söylüyordu. Maalesef
bu programdaki müftü beyin konuşmasında, hal ve tavırlarında da bu sezgiye
vardık.
Programın ardından böylesi
hoş olmayan bir tavır akıllarda kalacağına keşke haftanın temasına uygun ‘Birlik
ve beraberlik mesajı veren vurgular kalsaydı dimağlarımızda… 17/04/2016
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)