22 Nisan 2016 Cuma

Kendisini dev aynasında gören kompleksli kişiler

Bazıları hiç tenkit ve eleştiriye gelmez. Çünkü kendilerini dev aynasında mükemmel olarak görür. Hep övülmeyi ve methedilmeyi ister. Kafalarını kuma  gömen devekuşu gibidir bunlar. Kazara içlerinden birini bir eksikliğinden dolayı eleştirmeye kalksan meslek dayanışması kendini gösterir. Hemen bir savunma ve saldırı refleksi ortaya çıkar.

 Her meslekte mesleğini iyi icra edemeyen kişiler olsa da bunlara anlatamazsın. Beyefendi görünümüyle kazma küreğin arkasındaki sap gibidir bunlar. Nasıl yapıldıysa öyle olur. Ne eğebilirsin ne de kırabilirsin. Ancak insanı kırar, incitir ve üzer. İletişim nedir bilmezler.

Orman Eski Bakanı Mustafa Taşar kendisini kızdıran kişilere "Hala  bıraktığımız yerde otluyorsunuz" demişti.  Bunlar da kazma olarak gelir, kazma olarak giderler. Kendilerini asla yetiştirmezler. Yarım yamalak zekalarıyla başkasını kandırdım sanır. Bilseler ki, ancak kendilerini kandırabilirler.

Zekası ve anlayışı kıt olur. Sen falan şöyle yaptı de. O hemen saldırı var diye hakarete başlar: Senin gibilerine bu bile fazla diye. Kişiliğine saldırır. Zaten çapına bakmadan kendisini dev aynasında görmeye alışmıştır. Çıktığı o yüksek yerden başkasına kızar, hakaret eder, sürekli eleştirir. Böylesinin ne menem bir mahluk olduğunu denemek bedava. İstersen kaşının üstünde gözün var de. İşte gerçek yüzünü o zaman görürsün. Zaten bu tür kazma ve kürek sapından da başkaca bir davranış göremezsin. Hep pohpohlanan tiplerdir ne de olsa. İçindeki aşağılık kompleksini irin olarak akıtır üstüne. Ne büyük bilir, ne de küçük. Haddini de bilmezler. Dedim ya kazma mı kazma. En iyisi uzak durmak. Çünkü ne kazma kazmalığından ne de sap sağlığından vazgeçer. Bu tipler böyle geldi böyle gider. Bunlarla uğraşacağına deveye hendek atlat daha iyi. Mesafe alırsın. Bu tiplere karşı çalıyı dolanmak ve susmak edeplicedir. Yok yola getireceğim dersen pisliğini, kalabalığını sana bulaştırır...

Hiç mi işe yaramaz dersen,   ancak kazmaya, küreğe sap olur diyeceğim ama hiç de haketmediği halde yemini ve suyunu fazla vermekten iyice kalınlaşırlar. Bu sefer sap da olamazlar. Olsa olsa ancak odun olurlar... 22.04.2016

20 Nisan 2016 Çarşamba

Hikmetinden sual olunamayan sözlü mülakatları**

Dünya bir sınav yeridir. Ahiretin tarlasıdır. Dünyaya imtihan için geldik. İmtihan süresi bir ömürle sınırlı. Ömür içerisinde telafi edilirse edilir, edilemezse öbür dünyaya  gideriz. Öteki alemde ise bu dünyada yaptıklarımızın  hesabını veririz..

Hayat bir imtihandır. İmtihan içinde sınav yani. Okumak istiyorsak, okuyup bir yere gelmek istiyorsak mutlaka sınavlara girmemiz lazım. Kolay gibi görünse de işin içinde sınav varsa zor oğlu zordur: En kolay sınav bile insanı terletir.

Her sınav zordur. Ama en zor sınavlar sözlü sınavlardır. Hababam filmlerinde de kendini gösterir bu sözlü sınavlar... 70-80-90'lı yıllarda okuyan öğrencilerin korkulu rüyasıdır tahtaya çıkıp imtihan olmak. Bakanlık bu sözlü sınavları kaldırdı. Bunun yerine öğrencinin  sınıf içi davranış ve derse katılım vb durumunu değerlendiren bir değerlendirme sistemi getirdi. Tüm bir dönemi içine alan bu sürece de performans adını verdi.

Tahtaya kaldırılıp sözlü olma yöntemi okul hayatı boyunca kaldırıldı. Okulu bitirip  herhangi bir yerde görev almak için yazılı sınavın yanında ayrıca mülakat adı verilen sözlüler hayatımızın bir parçası olmaya başladı şimdilerde. Her sözlü sınav ne kadar hakkaniyet ölçüsü içerisinde yapılırsa yapılsın beraberinde acabaları eksik etmiyor maalesef. Kulağımıza kar suyu kaçırıyor nedense. Her bir sözlü sınav, mülakat adına ne denirse densin kamuoyu nezdinde 'Torpilliler işe alındı, alınacak' olgu ve algısı oluşturmaktadır. Hele bu tür sınavlara üst kademedeki birinin yakını giriyorsa şayia alır başını gider. Yakın, kazanmayı hak etse bile 'Şuyuu, vukuundan beter' olur. Bu açıdan bir üstün yakını bazen avantajlı olabiliyor, bazen de avantajsız. Aslında şayialardan uzak kalmak için en iyi sistem yazılı yapılan sistemdir. Yazılıda başarılı olan atanır. Atandıktan sonra ciddi denetimlerle atananın performansı incelenir. Görevini yapan hangi düşünceden, kimin akrabası olursa olsun işine devam eder. Görevini layıkıyla yapmayan, yapamayan kim olursa olsun işine son verilir. Şimdi sizleri düşündüren, hafifçe gülümsetecek fıkra ve anekdotlarla baş başa bırakıyorum:
***
Bir ülkede  bir işe iki kişi alınacaktır. Yazılı sınavı üç kişi geçer. Adayların sözlü sınava alınması kararlaştırılır. İşe alınacak iki kişi belirlenir. Komisyon kara kara düşünmeye başlar: “Ya bizim istemediğimiz 3.kişi kazanırsa. Ya da kazanmasını istediğimiz iki kişi soracağımız soruyu bilemezse” diye. Komisyon üyelerinden biri: -“Siz o işi bana bırakın, ben sizin istediğiniz adayları kazandırırım” der. Sınav başlar. Kazandırılacak ilk aday çağrılır. Ona, “Titanic kazası hangi tarihte olmuştur” sorusu sorulur. Adam cevabı bilir, geçer not alır. İkinci kazandırılacak adaya da, “Titanic kazasında ölen kişilerin sayısı kaç kişi” diye  sorulur. Bu da cevabı bilir ve geçer not alır. Sıra, kazanması istenmeyen kişiye gelir. Ona da, “Titanic kazasında ölenlerin  adını soyadını söyle” denir. Adam cevabı bilemez ve sınavdan geçer not alamayarak elenir. Böylece tertemiz bir sınav yapılmış olur. Evli evine, köylü köyüne gider.
***
Kastamonu’da  bir kişi resmi olarak işe alınacaktır. Sınava çok kişi müracaat eder. Sınava girecek  torpilli kişi önceden belirlenir. Komisyon toplanır. “Kazanacak adayı ilk önce çağıralım, basit bir soru soralım, formalite yerine gelsin” denir. Başına talih kuşu konan aday sözlü mülakata çağrılır. Kendisine: -Kastamonu ile Abana arası 101 km'dir.  Abana’dan çıkan bir kuş 50 km hızla gelirse Kastamonu’ya  ne kadar sürede gelir, şeklinde bir soru sorulur. Torpilli aday düşünür, taşınır fakat cevabı veremez.  Komisyon ne kadar ipucu verdiyse de nafile. Sonunda adama: -Arkadaş soru bu kadar zor mu, niye cevap vermedin, bu soru çok kolay, lütfen çıkınız, derler. Adam dışarı çıkar. Dışarıda bekleyenler: “Ne sordu” diye sorarlar. Soruyu söyleyince, “Çok kolaymış” derler.
Adam: -Neresi kolay bu sorunun? Yolculuk yapan bir kuş. Kuşun ne zaman geleceği bilinir mi? Gider bir dala konar, su içmeye iner, yayılmaya koyulur,  cevabı verir.
***
Ramazan AYVALI: "Yozgat Yüksek İslam Enstitüsüne mülakatla öğrenci alıyoruz. Adaylar sırayla girdi, çıktı. Bir tanesi geldi. Kendisine  küçük namaz sürelerinden hangisini sorduysam bilemedi. Adaya: 'Yavrum, bu süreler namaz kılmada da gerekli biliyorsun, bunları ezberle' dedikten sonra komisyonun diğer üyelerine: 'Arkadaşlar, bende kanaat hasıl oldu, buyurun siz sorun' dedim. Diğer üyeler de, 'Hocam soru sormaya gerek yok, bizde de kanaat hasıl oldu, öğrenci çıkabilir" dediler. Öğrenci çıkar, az sonra ardından yeni bir aday çağırmak için ben de çıktım. Baktım ki az önce sınavdan çıkan çocuk: 'Arkadaşlar! Yeminle söylüyorum, benim hakkımda şimdiden kanaatleri hasıl oldu, beni enstitüye almayacaklar" diye sesli bir şekilde konuşuyor. Bu duruma şaşırıp kaldım" şeklinde bir anekdotunu anlatmıştı.

Burada olduğu gibi kazanamayan kişiler 'Torpilliler alındı' şeklinde yaygara da çıkarabiliyor.
***
2000 yılında Anadolu Öğretmen Liselerine öğretmen alımı için Kahta'dan Ankara'ya mülakata gittim. Tercih olarak da atanmak için Afyon Anadolu Öğretmen Lisesini tercih ettim. Sınav öncesi adaylarla tanıştım. Benim tercih ettiğim okulu isteyen Afyon'dan gelen 3 öğretmen daha olduğunu tespit ettim. Bana "Torpilin var mı" dediler. Hayır yok dedim. "Madem kimin kimsen yok. Ta Adıyaman'dan bunun için niye geldin be mübarek" dediler. Sınava girdim. Komisyondakiler iyi davrandı. Branşımla ilgili sorulara cevap verdim. Plan çeşitleri, disiplin amiri gibi sorular sordular. Ben de biraz eksiğiyle birlikte cevap verdim. Komisyon başkanı: " Sadece Afyon'u tercih etmişsin. Başka yerleri düşünürsen değerlendirelim dedi. Kendisine: Halen Güneydoğu'da çalışıyorum. Eğer tekrar o taraflarda değerlendirecekseniz kabul edemem dedim, ayrıldım. Sonuçlar açıklandı: Kahta İHL'ye devam...
***
1996 yılları olsa gerek. Kahta'da Lise 2. sınıfta dersine girdiğim beyefendi bir öğrencim vardı. K. Kerimi çok iyi değildi. Bazı harfleri çıkaramıyordu bile. Benden dersi geçemedi. O sınıfta okuması çok iyi olan öğrenciler vardı. İki yıl sonra imamlık imtihanı yapıldı. Benden geçer not alamayan öğrencim  sözlü mülakatta imam hatiplik sınavını kazandı. O sınıftan en yüksek not verdiğim öğrencilerim adı geçen sınavda başarılı olamadılar. Anladığım kadarıyla benim not verişimde bir sorun vardı. Başka bir düşünce akla getirmemek lazım. Hikmetinden sual olunmaz tabii.

Sözlü mülakatta görev alan komisyon üyeleri hakkaniyetten ayrılmamalı, verdiği kararlarla kamu vicdanı ikna olmalıdır. Adaylardan ehil olanı seçmelidir. Başkasının direktifiyle hareket eden emir eri olmamalıdır. İsmi verilen adayın hakkını korumaktan ziyade kimi kimsesi olmayan adayların hakkını gözetmek için eli vicdanında karar vermelidir. Adalet duygusunu  asla zedelememelidir. Kul hakkına girerek ahiretini berhava etmemelidir. Benden söylemesi... 19.04.2016
** 19.4.2016 tarihinde Kahta Söz Gazetesinde yayımlanmıştır.



17 Nisan 2016 Pazar

Beğendin mi Müftü Bey yaptığını?

Nisan ayı dendi mi ‘Kutlu nebiyi’ anma haftası akla gelir. Kurum, kuruluş, vakıf, dernek, okullarımız vb herkes bu anmalarda çorbada tuzum olsun mesabesinde ,  karınca kararınca çaba sarf ediyor. İnşallah yapılan anmalar amacına ulaşır, birlik ve beraberliğimizin tesisine katkıda bulunur. Bugün size  katıldığım bir  ‘Kutlu Doğum’ programındaki gözlemlerimi aktarmak istiyorum:

Program öncesinde tüm misafirlere yemek ikram edildi. Programın içeriğine bir göz attım: K. Kerim okuma, protokol konuşmaları, sinevizyon, müftünün birlik vurgusu yapan konuşması, profesyonel ilahi grubu, umre çekilişi, bisiklet çekilişi, veda hutbesinin okunması, aralara serpiştirilmiş hadisler (üçerli öğrenci grubunun  her birinin bir hadis okuması, diğerinin anlamını vermesi, öbürü de hadisten anladıklarımızı okuması) yarışma ödüllerinin verilmesi ve dua. Gördüğüm kadarıyla dolu dolu bir program hazırlanmış.

Program öncesi müftü bey gelir, içeriğe bir bakar. Hemen görevlileri çağırır ve “Hadisleri ve Veda Hutbesini çıkarın, benim konuşmamla ilahi yeter” şeklinde talimatlar verir. Program komitesi ne yapacağını şaşırır, emir demiri keser çerçevesince denileni yapmaya karar verirler. Salon bayan, çocuk ve öğrenci ağırlıklı: Hınca hınç dolu. Çocuk olur da gürültü olmaz mı? Hafifçe gürültü var. Müftü bey konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet edilir. Eline mikrofonu alır: “Nerede bizim görevliler, nerede çalışanlar, bu gürültü ne böyle, …Hoca! Aralara dağılın şu çocukların yanına susturun” şeklinde konuşmasına giriş yapar. 40 dakika kadar konuşur ama ne konuştuğu akıllarda kalmaz. Çünkü herkesin aklı girizgahta kalmıştır. Konuşmasını bitirdikten sonra ilahi söylenirken eline telefonunu alır, kimseye haber vermeden çeker gider.

Yüz yüze değiliz, eğer sizinle  karşı karşıya olsaydım, bu tavır ve davranışı nasıl bulurdunuz diye sorardım size… Benim garibime gitti bu tavır. Hiç yakışık almadı. Amir olarak programın içeriğine çok önceden bakıp müdahale edebilirdi. Program saatinde hadis ve veda hutbesini okuyacak öğrencilerin çıkarılması hiç pedagojik geliyor mu size? Gelmez. Çünkü okuma heyecanıyla o öğrenciler günler öncesinden çalışmalarını yapmışlar, okuyacağı anı bekliyorlar. Okuduğunu annesi görecek, babası görecekti. Haydi bunu  etkinlik uzamasın diye yaptı diyelim. O bölgede halkın itibarını kazanmış ve bir görev ifa eden, kendisinden büyük çalışanlarına topluluğun içerisinde kızarcasına emir ve talimatlar yağdırmasına ne demeli? Bir topluluk karşısına çıkınca elbette ses, gürültü olacak. Mikrofon sende. Pekala yeteneğinle o çocuklara tatlı bir dil kullanarak susmalarını sağlayabilirdin.

Programdan sonra çalışanlarından birini gördüm, gerçekten çok üzgündü. Adamlar güzel bir program olacak diye günlerdir koştursun, onca yorgunluğun ardından kalabalıklar içerisinde bir de azar işitsin. Günün anlam ve önemine uygun düşmedi. Hiç olmadı gerçekten. Halk ve çalışanlar sizi ‘Vereset’ül Enbiya’ makamında görmektedir. Bence evine varınca çok iyi bildiğini sandığım Ali İmran 159.ayeti tekrar bir daha oku. Yaptığın gafı daha iyi göreceksin. Bu tavır beni 10 yıl öncesi bir TV programına götürdü. Programda o zamanlarda kulvar değiştirmemiş Nazlı ILICAK’a, “Yaşar Nuri ÖZTÜRK hakkında  ne düşünüyorsun” şeklinde bir soru sordular. “Din alimi gibi davranmıyor, kibirli görüyorum. Din alimi dediğin biraz mütevazı olmalı” dedi. Onun konuşmasında kibir var mı bilmem. Herkesin iç halini Allah bilir. Fakat biz görüntüye göre değerlendiririz. Gazeteci doğru söylüyordu. Maalesef bu programdaki müftü beyin konuşmasında, hal ve tavırlarında da bu sezgiye vardık.

Programın ardından böylesi hoş olmayan bir tavır akıllarda kalacağına keşke haftanın temasına uygun ‘Birlik ve beraberlik mesajı veren vurgular kalsaydı dimağlarımızda… 17/04/2016