5 Şubat 2016 Cuma

155 polis imdat

1992 yılında Nizip’de görev yaparken binsinler diye çocuklarıma 450 liradan 3 taksite bir bisiklet almıştım. Sevincimize diyecek yoktu. Çünkü ailenin ilk aracı idi.

Yaşları yaşıt ve birbirine yakın 3 çocuğum bu bisikletle büyüdü. Her yaz tatil için Konya’ya gelirken bile bisikleti, arasındaki kırma yerinden ikiye bölerek getirirdik. 1994 yılında tayinim Kahta’ya çıktı. Bizimle beraber bisiklet de taşındı. 9 yıl geçmesine rağmen bisikletin özellikleri, görüntüsü, sağlamlığı, rengi ve temizliği görenlerin dikkatini çeker. “Yeni mi aldınız diye sorarlardı.

7 yıl sonrasında Kahta’dan Adana’ya tayinim çıkmış, biz bir taraftan toparlanma hazırlıkları yaparken  çocuklar da bisiklete biniyorlardı. Heveslerini aldıktan sonra  bisikleti evin girişindeki uygun olan yere bırakırlardı. Bir gün bindikleri bisikleti yukarı çıkarmayıp duvarları yüksek olan bahçemize bırakmışlar. Ertesi günü baktığımızda gözümüz gibi koruduğumuz, yağmur, kar bile görmeyen bisikletimizin yerinde yeller esiyordu.

Bir-iki gün geçtikten sonra karakola gidip bisikletimizin çalındığını söyledim.  Bisikletin özelliğinden;  şekline, şemailine varıncaya kadar tutanağa geçirdiler. Ahiret sorusu gibi sorular sordular. Verdiğim her cevabı kayıt altına aldılar. Ben söyledim onlar yazdı. Polislerin gösterdiği ilgi, alaka 10 numaraydı gerçekten. Bisikletim çalınmıştı ama gösterilen hassasiyet beni fazlasıyla memnun etmişti.  Öyle de tarif etmiştim ki, ailenin ilk göz ağrısı bisikleti, bu özellikleriyle; nerede görülürse, kim görürse görsün gözü kapalı bulurdu.  İfadeyi çıkarıp bana imzalattılar. İçten içe “Ramazan, polis şimdi Kahta’da benzeri bulunmayan bu bisikleti şıp diye bulur. Bisikleti cebinde bil, İyi ki akıl edip gelmişsin buraya. Vatandaşlık da bunu gerektiriyor” dedim.  Kalktım giderken görevli bana: “Hocam, bisikleti görürsen kendin almaya kalkma. Bize haber ver biz alalım. Kimseyle tartışma” dedi.

O gündür bugündür bisikletten hiç ses seda çıkmadı. Bisikletin üzerine ailecek bir bardak su içtik. Bisikleti emniyet aradı mı aramadı mı bilmem ama görevlilerin ilgisi mükemmeldi. En azından bisikletimizin çalındığı kayıt altına alınmış oldu.
*
2001 yılında Adana’ya nakil geldim.  Belediye Evleri Mahallesinde önü, ekili arazi  olan bir eve taşındım.  Arazinin hasadı yapıldı. Her yıl anızı ateşe verilirmiş. Etrafa duman, is, koku yayılırmış. 

Bu sene haber vereyim, vatandaşlık görevini yapayım, tedbir alsınlar, sahibini uyarsınlar diye 155 polis imdadı aradım. Adresi aldılar. Ardından: “Yaktıkları zaman haber ver” dediler. 

Günler geçti. Okuldan eve   etrafıma bakmadan girdim. Kapı, pencere kapalı. Niye kapalı, nasıl duruyorsunuz bu şekilde  dedim. “Yangını görmüyor musun? Etraf is, duman” dedi. Pencereden dışarıya  baktım. Koca arazi baştan başa ateşe verilmiş. Yanmış, kül olmuş. Bir ucunda sönmeye yüz tutmuş az bir yer kalmış. Aradım polisi. Anızı yakmışlar dedim. Hemen adresi aldılar. Adresi aldıktan sonra: filmlerdeki Türk Polisi gibi yine geç kaldınız deyince memur: “Beyefendi ne yapmamız lazım” dedi. Kardeşim ben size daha önce haber verdim. Mahalleyi duman kapladı. Kapıyı pencereyi açamıyoruz dedim . Ben böyle konuşunca polis de “Bu görev aslında bizim görevimiz değil. Anızlara valilik bakıyor” dedi. Biraz da kızarak. Ardından ben telefonu kapattım. Az sonra sönmeye yüz tutmuş köşedeki ateşi söndürmek için 2 itfaiye, bir ambulans, bir polis arabası görev başına geldi. Görevlerini layıkıyla yaptılar.

Olan bize oldu tabii. Adana gibi bir yerde pencere kapalı nasıl durulacaktı. O gün kapı, pencereyi hep kapalı tuttuk. Polisin önceden tedbir almaması beni üzmüşse de bana ilk defa “Beyefendi” diye telefonda hitap edenin polis olması beni fazlasıyla memnun  etti tabii.
*
2005 yılında bir Ramazan günü Pazar yerinde şahsımın üzerine yürüyüp bıçak çeken birinin elinden kurtulduktan sonra “Adama haddini bildirip, eline kelepçe taktırayım, yanına kar kalmasın diye 155 polis imdadı aradım. Durumumu anlattım. “Karakola gelip şikayet dilekçesi vereceksin” dedi görevli memur. Ben de kendisine “Sağ kalırsam gelir veririm” dedim kapattım telefonu.
*
Yıl 2016. İki haftadır apartmanın hemen girişine yamuk bir şekilde park edilmiş bir araç var. 2 hafta boyunca hiç hareket ettirilmedi. Sahibinin de kim olduğunu bilmiyoruz. Apartmana ancak kenardan dolaşarak  girebiliyoruz. Kimindir, necidir, hırlı mıdır, hırsız mıdır, acaba çalıntı bir araç mı diye endişelendim.  Yine vatandaşlık görevimi hatırlayarak 155 polis imdadı aradım. Aracın plakasını verdim. “Çalıntı görünmüyor, biz bir araştıralım efendim” dediler. 5 dakika sonra 155’den arandım. “Beyefendi , araç …isimli şahsa ait. Apartmanınızın birkaç apartman ilerisinde oturuyormuş. Aracın aküsü bittiğinden kaldıramamış. Bu gün akşama kadar aracını kaldıracak” dendi. Bu defa şahsıma “Efendi”, “beyefendi” denmesine falan sevinmedim. Akşam baktım. Araç yerinden çekilmiş. Polisimiz dört dörtlük görevini yapmış ve şahsımı da bilgilendirdiler. Kendi kendime 155 polis imdadımız iyi ki var. 2001 yılından günümüze epey gelişmiş, sağ olsunlar dedim.
*
Bütün bunları niye anlattın be kardeş dersen. İçimde hiçbir şey kalmasın istedim.

Gruplardan çekmek ne de olsa kaderimiz...

Aramızdaki samimiyet düşmana taş çıkartır derecede maşaallah. Bu samimiyet de olmazsa nasıl yaşanır bilmem.

Samimi olduğunu nereden biliyorsun? Kalbini yarıp baktın mı dersen, bakmadım ama icraatından anlıyorum. İcraatı nedir dersen; samimi insanlar senli benli olur: Haber vermeden pat evine çıkar gelir. Ya da evine götürmek için seni zorlar da zorlar. Bu tip davranışlar tarihteki yerini aldı. Artık kimse çat kapı gelmiyor. Zorla evine de misafir etmiyor. İyi de huylu huyundan vaz geçer mi? Bu tipler böyle yapmazsa nasıl yaşayacaklar?

Üzülmeyin, şimdilerde yeni versiyonları çıktı. Bu tipler samimiyetlerini masrafsız bir şekilde sanal aleme taşıdılar. Önce kapalı/açık bir grup kuruyorlar. Sonra seni ekliyorlar. Önceleri hoppala! Bu da nereden çıktı diyorsun. Grubundaki paylaşımlara bakıyorsun, bitmiyor bir türlü. Üstelik kendi el emeği, göz nuru, orijinal paylaşımından ziyade "Kes-kopyala-yapıştır" türünden herkesin rahatça ulaşabileceği bilgilerin ardı arkası kesilmeden mermi gibi gelmeye devam edince diyorsun ki: Ben en iyisi, çıkayım bu gruptan. Gruptan ayrılıyorsun. O da ne? Dostun seni yine eklemiş.

Bundan sonra bir kovalamaca, bir takip furyası başlıyor. O ekliyor, sen çıkıyorsun defalarca. Sen: "Fesubhanallah" diyorsun, dişlerini sıkıyorsun, homurdanıyorsun, "Ya Rabbi günahım neydi" diyorsun önceleri. Sonra hayret ve ibretle olay nereye varacak, nerede duracak, dostum ne zaman yorulacak diye bekliyorsun. Sen bekleye dur. Dostun bu işi zevkle yapıyor. Dostuna bahşettiğin bu zevkten dolayı Allah da seni mutlu etsin.

Nice sonra dostun, istenmediğini anlayınca seni eklemeyi bırakıyor. Sen ise kocaman bir "Şükür" diyorsun. Fakat o da ne! Bu sefer seni bir başkası grubuna eklemiş. Yağmurdan kaçarken doluya tutulduğunu nice sonra anlıyorsun. Çünkü o bayrağı bir başkası devralmış. Sanal alemdeki hayat bu şekilde devam eder gider.

Dışarıda görse tanımaz, tanısa da görmezlikten gelir. Seni görünce kaçar, çünkü bir çay zararına girer. Sanal alemde de seni peşine takmaya çalışır. Çünkü böylesi maliyetsiz, külfetsiz ve masrafsız.

İyi niyetle yapılan bu komedi ne zamana kadar devam eder biliyor musun? Sen sanal takıldıkça devam eder. En iyisi takılmamak. Yok ben sanal alemsiz yapamıyorum dersen o zaman sızlanma. Çek çekebileceğin kadar. Çünkü sen istedin. Gruplardan çok çekti bu millet. Şimdi de sanalını çek. Bu milletin kaderi ne de olsa...

Yine de fazla sızlanma beterin beteri var.  Haline şükret oyun isteği göndermiyor. 05/02/2016

3 Şubat 2016 Çarşamba

Grup daveti gönderenlere... Gruplarına davetsiz ekleyenlere...

Grup daveti gönderenlere...
Gruplarına davetsiz ekleyenlere...

Değerli dostlarım, beni bilgim dışında gruplara ekliyorsunuz. Çok iyi yaptınız demek isterdim. Ama diyemiyorum.

Amacınız grubumuz kalabalık olsun diyorsanız hiç tavsiye etmem. Zira nitelikli azınlık niteliksiz çoğunluktan daha iyidir. Ben o kalabalıklar içerisinde sırıtır kalırım. Rabbim benim rengimi bile farklı boyamış. Sen farklısın demiş.

Yok seni grubumuza dahil ettik. Seninle grubumuz kalite kazandı ya da kazanacak diyorsanız, bilin ki; insan sarrafı değilsiniz. Yani beni tanıyamamışsınız. Çünkü ben, beni biliyorum. Bu güne kadar hiç sadra şifa olmadım. Hiç bir yerde yüz ağartmadım. Dostlarımın yüzünü hep kara çıkarttım.

Yok kambersiz düğün olmaz, bize bir eğlence lazım diyorsanız eğlencenizi , eğlenecek adamınızı gidin bir başka yerde arayın.

Yok biz seni adam edeceğiz diyorsanız, emeğinize yazık. Benden hiç bir cacık olmaz. Ne olur bir  başka  kapıyı çalın.

Yok biz bir belayız  diyorsanız, kabul ediyorum. Gerçekten benim belamsınız. Ve ben imtihanı kaybettim. Müflis tüccarım ben. Müflis tüccar üzerinde de oyun oynanmaz.

Yok biz toptancıyız. Toptan alış verişi severiz diyorsanız; bilin ki ben perakedenciyim. Toptancılığı hiç sevmem. Bu ülke ne çektiyse toptancılıktan çekti.

Yok biz rahatımıza düşkünüz bir mesajı aynı anda yüzlerce hazır müşteriye satışa çıkarıyoruz diyorsanız; bilin ki ben pek para harcamam. Cimri mi cimriyim. Malınız heba olmasın.

Yok biz iyi niyetliyiz, kötü bir amacımız yok diyorsanız; bilin ki Cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla doluymuş.

Yok biz seni seviyoruz, aramızda görmek istiyoruz diyorsanız. Ne olur beni sevmeyin, Allah rızası için...

Yok ben senin gölgenim, seni takip eder, peşinden sürüklerim diyorsanız. Gölge etmeyin ne olur. İhsan da istemem. Hadi canım yolunuza. Rabbim yolunuzu açık etsin.

Yok ya bu adam baya mağdur olmuş, bunu rahatsız etmeyelim, grubumuza dahil etmeyelim, grubumuzdan çıkaralım, mazlumun duası kabul olur diyorsanız; kaldırın ayağınızı üstüne bastınız. Hele şükür anlayış gösterdiniz. Allah sizden razı olsun. 03/02/2016