15 Ocak 2016 Cuma

Eyvah, Denetim Var!

—Efendim, yeni yönetici oldum. Bir de denetim falan yapıyorlarmış. Teftiş esnasında neler istiyorlar. Bana yardımcı olur musun?
—Bir defa protokol kurallarını iyi bileceksin. Onları kurumun dış kapısında karşılayacaksın. Önlerinden yürümeyeceksin. Ceketin ilikli olacak, elinde de ajandan. Eşinden görmediği ilgi ve alakayı onlardan esirgemeyeceksin. Onlara hitap ederken “Efendim” diyeceksin. Sana “Müdür Bey, bize çalışma odası olarak nereyi ayarladın” dedikleri zaman sakın ola ki memur odasını ayarladım falan deme.
—Ne olacak da orayı ayarladığımda?
—“ İyi sen oraya git, biz burada çalışacağız” diye senin odanı işgal ederler.
—Sonra ne yapayım?
—Sakın ola ki, “Efendim, ben de yeni atandım, hiç denetim geçirmedim. Bizim de rehberliğe ihtiyacımız vardı” falan deme. Çünkü, “ Ben denetime geldim arkadaş. En nefret ettiğim şeydir rehberlik” cevabını alırsın.
—Başka?
—Ne isterse vereceksin. Eksik bulduğu her şey için “Tamam efendim, hemen düzeltelim. Bundan sonra buyurduğunuz gibi yapayım” de. Bir taraftan da ajandana yazmaya çalış. Önün yine ilikli olsun.
—Doğru yaptığım bir şey varsa hakkımı savunurum.
—İşte o zaman hapı yutarsın. Bir defa denetlenen insanın doğrusu olmaz. Denetleyenin yanlışı da doğrudur, doğrusu da. Eğer senin yanlışını bulduğu zaman “Efendim benim ki doğru, ya da bu şekilde de olamaz mı” falan deme.
—Doğru olduğuna inandığımı savunursam ne olur?
—Ben ısrar ettim doğru diye. Bana “Getir delilini” dedi. Kendisi de kendisine ait olan sitesini açmaya davrandı. Bir taraftan da “Ben matematikçiyim. Yanlış diyorsam yanlıştır. Şimdi sana sitemden göstereceğim“ dedi. O, sitesini açarken ben de ilgili tebliğler dergisindeki öğretim programını getirdim. İşte hocam dedim. Beyefendi de o esnada kendi sitesine bakmakla meşguldü. Bana, “Bir dakika müdür, amma sabırsızsın” dedi. Sonra “Bu benim dediğim önümüzdeki yıl uygulanacak. Sana yardımcı olması için masaüstüne kopyalıyorum” dedi.
—Yani senin görüşün mü doğru çıktı?
—Maalesef. Vara doğru çıkmayaydı. Sonra başıma gelmedik kalmadı.
—Ne yaptı?
—Bana branşımı sordu. Din Kültürü dedim. “Getir” zümreleri dedi. Zümrelerin içerisinden Din Kültürü zümresini seçip çıkardı. Okudu. Sonra “Din öğretmenini çağır” dedi. Çağırdım. İkimiz de ayaktayız. Bizim zümreyi önümüze attı, “Bu ne diye?” Ne oldu hocam dedim. “Birinci dönem zümresi ile ikinci dönem zümre gündemine aynı maddeleri almışsınız. Kopyala yapıştır yapmışsınız. Siz kimi kandırıyorsunuz” dedi. Din kültürü öğretmenim, “Hocam bir daha dediğiniz gibi yaparız inşallah” dedi. “İnşallah, maşallah diyorsunuz da bu işler böyle olmaz. Biz de Müslümanız, siz kimi kandırmaya çalışıyorsunuz, bunu tekrar yapacaksınız” dedi. Gittik zümreyi dediği gibi yaptık, yanına pardon huzuruna vardık. “Hocam yaptık” diye. “Siz ne zaman yaptınız. Bir defa müdür bey gündem maddeleri yazılı bir şekilde seni şu gün, şu saat toplantıya çağırdı mı” dedi din kültürü öğretmenime. “Hayır efendim, aciliyete binaen hazırladık” cevabına karşılık, “Olmaz efendim. Toplantının, gündem maddeleriyle beraber müdür tarafından resmi yazıyla duyurulması gerekir” dedi. “Biz de tamam dedik.
—Bu beyefendi takmış size desene.
—Hem de ne takma efendim. İşin garibi din Kültürü öğretmenimin kendisinin hazırladığı zümreyi İstanbul’daki müfettişler gittikleri okullarda öğretmenlere örnek zümre diye göstermişlerdi.
—Sonra ne oldu efendim?
—Beş katlı binayı yardımcı olmadan tek hizmetliyle ödenek sıkıntısı çekerek nasıl yönetiyorsun demeden, 3,5 sayfa eksik yazdırdı. Eksik buldukça sevindi. Yardımcı müfettişlerine emir ve talimatlar verdi durmadan.
—Ne kadar durdular?
—10 gün
—Soruşturma falan açtı mı?
—Açmadı. Vedalaşırken “Müdür Bey işimizi bitirdik, biz o kadar eksik yazdık ama endişe edecek bir durum yok. İçin rahat olsun. Şimdi içeceğimiz çaylar senden” dedi.
—Nasıl yani. Daha önce bir şeyler yiyip içmediler mi?
—Yediler, içtiler ama kendi paralarıyla yediler içtiler. Bizim “Bizden olsun” teklifimize, “Teşekkür ederiz müdür bey ama bizim prensibimiz değil” diyerek nazikçe geri çevirdiler.
—Valla helal olsun. Yediklerinin içtiklerinin parasını vermeleri takdire şayan.
—Dahası var. Okuldan ayrıldıktan sonra hem kendi okuluma ait hem de başka okula ait benden bir evrak istediler. Götürdüm. Ayrılırken hakkını helal et müdür bey dedi, sarılıp vedalaştı. 15/01/2016

13 Ocak 2016 Çarşamba

Evlenmede tercihlerimiz*

Toplumun temeli ailedir. Sağlıklı toplumlar için iyi bir aile ortamı olması gerekir. Her geçen yıl evlenenlerde bir azalma, boşanmalarda ise bir artış göze çarpmaktadır.

“TÜİK’in 2014 verilerine göre geçen yıl evlenenlerin sayısı bir önceki yıla göre yüzde 0.1 azalırken, boşanan çiftlerin sayısında ise yüzde 4.5’luk artış oldu.”

Evlenmelerdeki azalmanın, boşanmalardaki artışın sebebi nedir? Bunun üzerine kafa yormamız lazım. Çünkü aile yapımızdaki bu bozulma topluma da olumsuz sirayet edecektir. Evlenme ve boşanmalarda çok değişik etkenler vardır. Ben burada boşanma nedenlerinin arkasında evlilik tercihlerimizin yattığına işaret etmek istiyorum.

Eskiden eş aranırken -gönlümüzde ne beslersek besleyelim- “Nasıl bir eş arıyorsun” dediğimizde “Hayırlı bir nasip” cevabı  ön plana çıkardı. Şimdilerde ise  eş adayı arama kriterleri değişti. Buna paralel olarak boşanmalar da arttı.

Eş adayı arayanlara “Kriterin nedir? Adayda hangi özellikler olmalıdır?” dediğin zaman “Çalışan olmalıdır.”  cevabını alırsınız. “Efendim ücretli çalışan var. Olur mu?” dediğimizde “Biz kadrolu arıyoruz.” Cevabıyla karşılaşırsınız. Güneydoğu’da çalışan biri zorunlu hizmetten kurtulmak için Batı’da zorunlu hizmete tabi olmayan bir aday aramaktadır.  Çevremiz evlenmiş-boşanmış, evlenmemiş/evlenememiş, yaşı ilerlediği halde bekar kalanlarla dolu. Boşanmalar arttıkça evlenecek adaylarda da “Acaba ben de geçinemez, boşanır mıyım” endişesi bilinç altlarına yerleşmeye başladı.

Gidişat böyle devam ederse toplumun mihenk taşı olan aile diye bir kavram kalmayacaktır. Eşler tercihini yapıyor, boşanmada aceleci davranıyor. Ya orta yerde kalan çocuklar, işte esas darbeyi bu parçalanmış aile çocukları yemektedir. Konya’nın merkez bir okulunda çalışan bir dostum, “500 öğrencisinden 400 tanesinin parçalanmış aile çocuğu” olduğunu söyleyince içim paralanmıştı gerçekten.

Halbuki eski düşüncemiz ne güzeldi: Allah'tan hayırlı bir nasip diye. Şimdilerde sanki eş aramıyoruz. Maaşlı birini arıyoruz. Çünkü çift maaş girerse bir eve, daha çabuk ev sahibi oluruz. En iyi modelli arabalara kavuşuruz. Standardı yüksek bir yaşantımız olur. Çocuğumuza en iyi imkanları sağlar ve bırakırız. Mutluluğu çok parada arıyoruz.

Tercihimizi yapıp çift maaş girmeye başlayınca beklediğimiz mutluluğun bir türlü gelmediğini gördüğümüzde bileğimize taktığımız altın bileziğe güvenerek çocuğumuz var demeden hemen ayrılma yolunu seçiyoruz. Çünkü kendimizin zaten bir sosyal güvencesi var. Ardımızda ise dağ gibi bize çocukluktan beri kol kanat geren, korumacı  bir annemiz var.

Eskiden kız evden giderken baba; ” Kızım, gelinlikle girdiğin evden kefeninle çıkarsın” diyerek kızının evliliğin zorluklarına katlanmasını, yuvayı dişi kurdun yaptığını ifade etmek isterdi. Şimdiki ailelerde özellikle kız annelerinde çocuğuna karşı aşırı bir korumacılık olduğu göze çarpmaktadır. Yazımdan sakın ola ki, boşanmalarda hep bayan eş ve annesi suçlu anlamı çıkarılmasın. Her boşanmanın kendine göre özel sebepleri vardır. Bir yerde sorun varsa tek taraflı olmaz. Sadece oranları farklıdır. Aşırı korumacılık ve sosyal güvence bu nahoş durumu tetiklemektedir. Bu boşanmalar maalesef sadece karı-koca çalışanlarda değil, çalışmayanlar da artışa sebebiyet vermektedir. Ben tekrar ediyorum nedenlerin en önemlisi, çocuğumuza karşı aşırı korumacılık.

Burada her ne şekil ve şartta olursa olsun evliliğini devam ettiren aile bireylerini özellikle çalışan eşleri tebrik ediyorum.

Eş adayı aramalarda yine eskisi gibi, ”Helal süt emmiş, Allah'tan hayırlı bir nasip” isteyen ve arayan adaylara, anne babalara selam olsun.

Gelin “Allah’ın en hoşlanmadığı helal: boşanmadır” helaline karşı çıkalım.

*13/01/2016 tarihinde Anadolu’da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.

Hayata dair kopyalar= Altın öğütler


Dünyaya tekrar gelinmez, bunu biliyorsunuz. Ama farz edelim ki tekrar geldiniz. Ne yapacağım, ne işle iştigal edeyim diye hiç düşünme.

Faraziye üzerine konuşma. Gerçeklerden hareket et dersen. Mutlaka oğlun, kızın vardır. Ya da torunun. Bu söyleyeceklerim onlar için bir ışık kaynağı olabilir.

İş için devlete kapağı atmaya çalış. Emekli oluncaya kadar rahat edersin. Hiç sırtın terlemez. İş garantin var. Geleceğin patronun iki dudağı arasında olmaz. Gelmek istemediğin zaman önce yıllık izinlerini kullan. Sonra 10+10 mazeret iznini. İşe gelmek istemediğin zaman hastaneye git muayene ol. Tahlilleri öğleden sonra al. Bu muayene işini de zaman zaman kullan. Ardından 20+20 tek hekimden rapor al. Sonra istediğin kadar heyet raporu. Bütün bunları kullandın mı? Ardından bakmakla yükümlü olduğun birine yılda toplamda 6 ay refakat izni al. Geriye daha çalışacağın zaman kalırsa çalıştığın müdürün sana kafa izni versin. Seni idare etsin.

Mesai kavramı da çok önemli değil. Geç gelip erken çıkabilirsin. Kurumunda bulunmak zorunda olduğun zaman iş yapmana gerek yok. Her kurumda azim ve gayretli olanlar var. Onların sayesinde bir parazit gibi yaşamaya devam edersin. Kazara iş yapman gerekti mi? İşini düzgün yapma. İşini düzgün yaparsan ihale hep sende kalır. Hep yanlış yap. Böylece amirin sana iş vermez. Kurumunda yerin vardır. Git orada otur. Doğruluk ve dürüstlüğü de kimseye verme.

Sana amirin bir şey söylerse hep mazeret uydur. “Arabam bozuldu, otobüsü kaçırdım. Çocuğum hasta. Eve kayın validem geldi. Taksitlerimi ödeyeceğim” gibi  her güne farklı bir mazeret uydur. Biliyorsun “İki günü eşit olan ziyandadır” hadisi çerçevesinde her güne yeni, farklı bir mazeret ve gerekçeyle uyan.

Zaman zaman bir densiz çıkar seninle uğraşmak isterse; “Ben bu davaya yıllar yılı hizmet ettim, karşılığı bu mu olacak de. Yok mevcut yönetime aykırı bir duruşun varsa; benim görüşüm,, sendikam, dünya görüşüm ve partim farklı olduğu için bana bunu yapıyorlar “ diyerek ortalığı velveleye ver.


Emekli olduktan sonra da “Devlete 25 yıl hizmet ettim” diye göğsünü kabarta kabarta gez.

Ben böyle yaparsam işler ne olacak diye düşünme. Devletin malını hep deniz bil. Sen musluk akarken testini doldurmaya bak. Devleti sırtlayanlar asgari ücretlilerdir. Hepimiz onların tepesinde tepiniyoruz. Üretenler de onlar. Çalışanlar da. Terleyenler de.

Sana zaman zaman bu dünyanın ötesi de var. İşlerimizi doğru yapalım diye cins ve gıcık birileri çıkar. Onların sayıları azdır. Zaten sevenleri de olmaz. Kulak ardı et gitsin. Çünkü onlar anlayışsızdır zaten.

Aman sen alnını falan terletme. Boşa gitmesin. Senin nefes alman bile bir nimet. Bu dünya senin kıymetini bilmiyor. Sen gününü gün etmeye çalış.


Biliyorum senin aklın Şeytan'da bile yok. Bunları sen zaten yapıyorsun. Benimkisi hadsizlik. Sana akıl vermek benim ne haddime.13/01/2016