Ana içeriğe atla

Faiz ve Riba (2)

Tasvip etmediğim, bugüne kadar yatırıp çekmediğim kredi hakkında ikinci kesimin görüşüne sıcak baktığıma, öyle zannediyorum, bu düpedüz faizdir diyenlerimiz çıkacaktır. Bu arkadaşların bir hassasiyet gösterip bugünkü banka faizlerine karşı çıkmasını anlıyorum. Bunlara asli ihtiyaç olan ev, araba türünden bir malı, elinde birikmiş parası yoksa ya da ailesi destek vermezse bugün kaç kişi ev bark sahibi olabilir? Buna da kimse ev bark sahibi olacak değil, kirada otursun şeklinde bir yol gösteriyorlar. Haydi borç veren desen, borç vermeye de yanaşmıyorlar. Sonra kaç kişi bir ev parasını borç verir günümüzde? Kişi kirada oturmaya kalksa, bugünkü enflasyonlu hayatta ev kiraları asgari ücretlinin maaşını solladı geçti. Yani maaşıyla normal bir evde oturamaz. Bugün düşük kiraya oturanın kira artış zamanı geldiğinde, ev sahibinden kaç lira zam duyacağını kestirmek mümkün değil. Devletin kiralar yüzde 25 artış şartını, devletin kendi kurumları uygulamıyor ki ev sahipleri uygulasın.

Mesele sadece ev sahibi olmak için kredi gerekmiyor. Düşünün ki kişide müteşebbis bir ruh var. İşyeri açacak ama sermayesi yok. Bu kişiye kaç kişi uzun vade borç verir. Bu kişi ya kredi çekip işini kuracak ya da bir başkasının yanında düşük bir maaşa çalışacak. Bu durumda sıcak bakmadığımız krediden başka yol kalmıyor.

Burada bu ekonomik sistemi biz kurmadık. İslam’ın ekonomi sisteminde faiz yok, enflasyon yok denebilir. İslami bir sistem olsa da enflasyon olmayacak diye bir durum olamaz. Çünkü kendi kendine yeten bir ülke veya cari fazlası veren bir ülke olacaksın ki enflasyon diye bir derdin olmayacak. Kısaca İslami bir ekonomik sistemde de enflasyon olur. Bunu şimdilik bir tarafa bırakalım. İşyeri açacak ve işini kuracak bir kişi, sermayeyi nereden bulacak? Bugün adına faizsiz sistem dedikleri finans kurumlarının verdiği borç para krediden ve faizden ne derece uzak. Bunu herkes bilir ki bugünkü finans kurumları kelime oyunuyla bankaların yaptığı faiz işlemini yerine getiriyor.

Kim ne derse desin, bugünün Müslümanların faiz konusunda ikilem yaşıyor. Ki bu sorun sadece günümüzde değil, Osmanlı zamanında da sorun olmuş. Para vakıfları aracılığıyla belli bir yüzde faizin cevazına fetva verilmiştir.

Amacım, bugünkü banka kredilerini meşru göstermek değil ise de banka faizinden uzak duran Müslümanların, ekonomi hayatında varlık gösteremedikleri de bir gerçek. Zengin, kendi kendine yeten, işinde başka insanlara iş veren işletmelerimiz olsa, fena mı olur? Kaç kişi ekmek yiyebilir buradan.

Bir diğer örnek vermek istiyorum. Diyelim ki birinden bu enflasyonlu dönemde 10 bin lira borç istedim. Adam karzı hasen dedi, bana borç verdi. Ben bu parayı üç yıl sonra denkleştirebildim. Üç yıl sonra alacaklıya aynı parayı vermem, borcu ödediğim anlamına gelir mi? Para meblağ olarak aynı olsa da paranın üç yıl önceki alım gücüyle, üç yıl sonraki alım gücünün aynısı olmadığını hepimiz biliriz. Para en azından yüzde otuz, yüzde kırk değer kaybetmiştir. Borcunu ödediğim kişi bir daha ihtiyacım olduğunda bana borç verir mi? Çünkü borç verenin de borç alanın da zarar görmemesi lazım. Bu durumda adama ya enflasyon oranı kadar para vereceğim. Yani paranın değerini vereceğim. Enflasyon farkının alınabileceği caiz dense de buna caiz değil diyenler de var. Bu durumda bana borç verecek kişi ya altın ya da döviz cinsinden borç vermesi lazım. Sık sık devalüasyonun olduğu günümüzde kaç kişi bu yolla borç altına girmek ister?

Hasılı, duyarlı Müslümanların günümüz faiz ikileminden kurtarılması gerekir. Bunun için de günümüz banka kredilerinin cahiliye dönemindeki tefeci faizi olmadığı izah edilmelidir.

Günümüz bankalarının faiz oranlarını aracı kurum ya da komisyoncu gibi görmek lazım. Bankalar bir taraftan vadeli mevduat toplayıp onlara faiz verecek. Topladığı bu parayı bir başkasına daha yüksek oranla faiz olarak verecek. Bankalar bunu yapmak zorunda. Başka türlü ayakta duramaz. Banka bu işi yaparken onlarca kişiye istihdam sağlıyor. Burada bankalar çok kazanıyor denebilir. Unutmayalım ki hiçbir işletme karsız ve kazanmadan bir yer açmaz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde