Ana içeriğe atla

İhale etmeyi seviyoruz vesselam!

Son yıllarda toplum olarak her şeyimizi ihale etmeyi alışkanlık haline getirdik. Eleman mı taşınacak? Hemen bir taşıma şirketini buluyoruz, misafir mi ağırlamak istiyoruz? Soluğu lokantalarda alıyoruz, inşaat mı yaptıracağız? Bir müteahhidin kapısını çalıyoruz, bina ve iş yerimizin temizliğini mi yaptıracağız? Bir temizlik şirketi ile anlaşıyoruz, evimizin yıllık ve bayram temizliğini mi yapmak istiyoruz? Eve temizlikçi kadın çağırıyoruz, evin halılarını mı yıkamak istiyoruz? Hemen telefona sarılıp halı yıkama şirketini çağırıyoruz.

Her şeyi ihale etme furyasına askeriyemizde katıldı. Er ve erbaşların yemeklerini yemek şirketine verir oldu. Ne zamandır askeriyenin yemek işleri yemek şirketine verilir oldu? Bilmem. Askeriyenin yemeklerinin de ihale edildiğini geçen ay Manisa’da bir kışlada 1046 askerin  yedikleri yemekten dolayı zehirlendiğini duyunca anladık. Bugün yine ajanslara düşen haberlere göre yine Manisa’da 500 askerimiz zehirlenmiş. Ardı arkasına üstelik aynı ilde vatani görevini yapan eratın zehirlendiği haberini duyunca ister istemez insan ‘Ne oluyor’ demeye başlıyor. Gerçekten ne oluyor? Bu konunun iyice irdelenmesi gerekir. Sonuçta kim suçlu olursa olsun hatta yemek şirketinin hiçbir kusuru olmasa bile askeriye gibi stratejik öneme sahip kurumların yemek işleri başkasına ihale edilecek kadar basit bir olay değildir. Sanki askeriye eleman sıkıntısı çekiyor gibi başkasına ihale etme işi de nereden çıktı? Bu milletin erkekleri vatani görev sırası geldiği zaman kimi aşçı, kimi bulaşıkçı, kimi aşçı yardımcısı olarak askeriyede  sırasıyla bir hizmet ifa etmiştir. Kimse de bundan gocunmamıştır. Dışarıdan olsa olsa bir iki sivil aşçı ihdas edilmiştir. Hiç iş yapmadım diyen masalara servis açmış, patates soymuştur. 1993 yılında vatani görevimi yapmak için gittiğim Burdur’da bedelli bir er olmama rağmen bulaşık yıkadım, masalara servis açtım. Seve seve yaptım bu işi. Ne oldu şimdi askeriyede er sıkıntısı mı çekiliyor, ya da mevcut asker biz yemek yapmayız, patates soymayız diye isyanlara mı oynadı da yemek işleri ihale edilir oldu? Üstelik askeriyenin içerisinde yapılan yemekler komutan tarafından tadılmadan, denetlenmeden erata yedirilmezdi. Gerçekten ne oldu da askeriyemiz bizim sivil hayatta lükse düşkünlüğümüzden ve tembelliğimizden, rahatımızdan ödün vermediğimizden dolayı her şeyimizi ihale ettiğimiz gibi askeriye de bu ihale etme kervanına katıldı? Acaba amaç, askeriyenin bulunduğu illerdeki yemek firmalarına iş bulmak, onların cebini doldurmak mıdır? Yetkililerin buna cevap vermesinde fayda vardır.

Askere gönderdiğimiz çocuklarımızın teröre maruz kalıp şehit olmalarına alıştık. Çünkü vatani görevlerini yapıyorlar ve biz onlar sayesinde sıcak yataklarımızda rahat uyuyabiliyoruz. Ama askerlerimizin yemek şirketlerinin yemeklerinden dolayı pisipisine ölmelerine gönlümüz asla razı değildir. Umarım bu zehirlenme kasti değildir, kusur ve ihmalden kaynaklanır. İhmali bulunanlar gerekli cezayı alırlar. Ya bir de kasti bir durum varsa işte o zaman bunun hesabını millet o yetkililere sorar. Çünkü aynı yerde ikinci defa meydana gelen zehirlenme basite alınacak bir olay değildir. Orada uçan kuştan koruduğumuz çocuklarımız vardır. Oradaki görevlilerin emanetindedir. Bu işler savsaklamaya gelmez, mutlaka inceden inceye incelenip soruşturulmalıdır. Suçu tespit edilenlere en ağır ceza verilmelidir. Bununla da yetinilmeyip eratın yemeği dışarıdan yemek şirketlerine ihale edilmiş ne kadar askeriye kurumu varsa tez elden ihaleler tek taraflı feshedilmelidir. Yemekler önceki yıllarda olduğu gibi sivil aşçı nezaretinde kendi eratımız tarafından yapılmalıdır.

Girişte verdiğim örneklerde görüldüğü gibi devlet her şeyini ihale ede ede vatandaş da işin kolaycılığına kaçar oldu. Amma rahatına düşkün bir millet olduk. Hep başkalarına yüklü miktarlarda paralar vererek kendimizi boşa çıkarmayı bir marifet saymaya başladık. Elimizden gelen şeyleri ihale etmekten ne zaman vazgeçeceğiz? Bunun için kaç insanımızın heba olması gerekiyor? 

Bir babalar gününde evlatlarını size emanet eden babalara en güzel babalar günü hediyesi olarak evlatlarını zehirleme hediyesi verdiniz. Ne güzel hediye! Helal olsun size! 

Evladı zehirlenen babalar! Babalar gününüz kutlu olsun! 18/06/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde