Ana içeriğe atla

Süleyman'ın mührü niçin kayboldu?

Süleyman'ın mührü niçin kayboldu?

Tek sebebi yoktur, sebepleri çoktur. Bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
● Tedirginlik ve huzursuzluk tabana yayıldı:
1.Okul müdürü ve yardımcılarının görevlerinin sona erdirilip, yeni müdürlerin sözlü ile seçilmesi, seçilen idarecilerin çoğunluğunun belli bir grup ve STK'dan belirlenmesi,
2.Şube müdürlerine rotasyon yapılması ve yeni şube müdürlüğü seçiminde mülakatın esas alınması, objektif kriterlerin belirlenmemesi,
3.Yeni bankamatik yöneticilerin ortaya çıkarılması: İl-ilçe Milli Eğitim Müdür ve müdür yardımcılarının özlük hakları korunup 'eğitim uzmanı' adı altında bir görev tanımıyla hiçbir görev verilmeyerek evlerinde emeklilik öncesi emeklilik pozisyonuna girdirilmesi, yerlerine iki makamı işgal eden yöneticilerin atanması,
4.Şube müdürlüğü ve müdür atamalarında idari mahkemelerin verdiği durdurma ve iptal kararlarının uygulanmaması,
5.Yeni temel eğitim yasası gereğince sınıf öğretmenlerinin mağdur olması, sirkülasyonunun tıkanması, norm fazlası durumuna düşmeleri,
6.Çakma branşçıların ortaya çıkarılması,
7.20-25 yıl boyunca yöneticilik yaptıktan sonra elenen müdürlerin öğretmenliğe dönmeleri, ekseriyetinin özellikle sayısal branştaki öğretmenlerin öğretmenlik yapamayacak şekilde branşlarını unutmuş olmaları,
8.Yönetici atamalarının eğitim ve öğretim sezonunda yapılarak okulların 4 ay boyunca yöneticisiz kalması,
9.Yeni Temel Eğitim Yasası gereğince 4+4+4 sistemini uygulamada kademeli geçişin 4 yıla yayılarak sürecin uzaması,
10.Ortaokul ve liselerde haftalık ders yükünün artırılması,
11.Bazı kesimlerce, bir okul türünün öz, diğerlerinin üvey evlat olduğu hissinin oluşturulması,
12.Öğretmenlerden 8 yılını dolduranların rotasyona tâbi tutulması,
13.Dershanelerin kapatılmasıyla birlikte çocuğu 7,8-10,11.sınıfta okuyan velilerin 'çocuğumun durumu, geleceği ne olacak' endişesine kapılması, dershanenin işlevini görmek için okullarda açılan kursların esas amaca hizmet etmemesi,
14.Polislerin sık sık yerlerinin değiştirilmesi, haklı ve haksızın ayırt edilmediği hissinin ailelerde ve halkta oluşması,
●Halkta, 'yolsuzlukla'mücadele edilmediği, hatta korunduğu algısının oluşturulması
● Devlet başkanının sahaya inmesi, herkesi muhatap alması,
● İktidardaki dava arkadaşlarının medya, basın aracılığıyla birbirlerine cevap vermesi, Birbirini nakzeden çelişkiye düşmeleri, Aynı davaya gönül verenlerin incinmesi ve incitilmesi,
● Partinin vicdanı, abisi kabul edilen birinin, "Halkın yarısı bizi destekliyor, ama diğer yarısı düşman gibi bakıyor, eskiden oy verse de vermese de bize sempati ile bakanlar intikam duygusuyla bakıyor" tespitinin kulak ardı edilmesi,
●Dostane eleştiri yapanlar bile kraldan fazla kralcı geçinenler tarafından hakarete maruz kalmaları, olumlu eleştiriler bile 'ötekileştirilme' ile karşı karşıya kalması,
● Suç işleyenleri tespit etmek için büyük kalabalıklar meydanlarda töhmet altına alınması,
● Yapılan onca iyilik hal dili ile anlatılacağı yerde salt dil kullanılarak   başa katıldığı hissi verilmesi,
●Aday seçiminde isabet edilememesi,
● Mahalli idarecilerin Lale Devri vâri bir görüntüye bürünmeleri,
● Birilerinin çözüm süreci aşamasında 'çok taviz veriliyor' izlenimini edinmesi, 'Bilmem ne sorunu yoktur denerek seçim öncesi milliyetçi oylara göz kırpılması, sonunda Musa'ya da, İsa'ya da yaranamaması,
● "Sivas'ın ötesine gidemezler " ," bunlar ruh ikizi" şeklindeki eleştirinin muhalefeti birleştirmesi,
●Gezi kalkışması, 17 Aralık gibi Türkiye üzerinde oynanan oyunlar atlatıldıktan sonra iyi bir analizinin yapılmayıp soğukkanlı davranış sergilenmemesi, Akabinde sürek avına çıkılıp yaşın yanında kurunun da yakıldığı algısının oluşturulması,
● Halkın bir kesiminde adaletin yok olduğu, atamaların ehliyete göre yapılmadığı, yandaşların kayırıldığı hissinin oluşması,
● Kendisine atama yetkisi verilen bazı zevatın "yoğurdu üfleyerek yiyeceğim", "birilerine yer açacağım" düşüncesinden hareketle, duyum ve zanlarla hareket edip
görev tanımını kötüye kullanması,
● Bazı görevlilerin ve yetkililerin davranışlarıyla  şımarma ve kibirlenme görüntüsü vermesi,
● Devleti yönetenlerin devletler arası ilişkilerde diplomatik bir dil kullanmaması,
● Hiç olmadığı kadar dini bir söylem dilinin kullanılması,
● 25 yaşın altındaki gençlerin Eski Türkiye ve koalisyonlu dönemi bilmemeleri,
● Asabiyet duygusunun yükselişe geçmesi,
● Muhalefetin ve dış destekli bir zihniyetin mührü düşürme üzerine nefret dilini kullanarak birleşmeleri,
●Milletin bir kısmının "Sen bu ülkenin geleceğinde var olacaksın, yıprandın, yoruldun, biraz dinlen, kendini sorgula, içindeki menfaat çevrelerini bertaraf et..." diyerek başka partilere yönelmesi.....

Amacım, eleştirmek ya da savunmak değildir, benimkisi ındî bir analizdir. Önyargı ile okuyanlar lütfen okumasın. İsabet etmiş de olabilirim, hata da. Eleştirilere de açığım, görüşlere de.

Seçimden sonra baktım herkes konuşuyor. Dedim ki Abdurrahman Çelebisiz düğün olmaz. Korkarım beni de ne İsa anlayacak ne de Musa. Derdim bu ülkenin kardeşliği. Kardeşliği tesis edemezsek sevgi dilini oluşturamazsak tarih, kardeş kavgalarının tekerrürü ile doludur: Kabil-Habil, Yusuf ile abileri, İshakoğulları ile İsmail oğullarının Filistindeki kavgaları hep kardeş savaşıdır.

Gelin Türkiye kardeşliğini tesis edelim. En güzeli vasat ümmet olmak...Vesselam

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde