Ana içeriğe atla

Başkasını Hedef Gösterme Hastalığımız (2) *

Adana'da yaşayanlar bilir. Çukurova ilçesi Turgut Özal Bulvarında cadde üzerinde görev yaptığım okula yakın Töre isimli bir market vardı. Okul dönüşü zaman zaman ev ihtiyaçlarımı karşılamak için bu markete girerdim.


Yine bir gün okul dönüşü bu markete girdim. Birkaç kalem alışverişimi yaptım. Kasadan ödemeyi yaptım. Evimde misafirim vardı aceleyle kapıdan çıkarken kapının yanında bekleyen bir bayan peşim sıra benimle birlikte rüzgar hızıyla çıktı. Anlaşılan kadının da acelesi vardı.

Derken efendim, içinden geçtiğim, X-ray cihazı ötmeye başladı. Ben "Ne oluyor" diye geriye dönüp bakarken hemen güvenlikle yüz yüze geldim, bir de ardımdan bana dokunacakmış gibi çıkan bayanı.

Kadın parmağıyla beni göstererek "Beyefendiden ötüyor" dedi.

Marketteki alışveriş yapanlar da alışverişi bırakarak bana bakmaya başladı. Kadın kendinden emin bir şekilde teşhisi koymuş ve hırsızı tespit etmişti. Ben de yıllardır 'Bu alarm ötüyor mu, öterse nasıl öter, bir gün içeriden bir şey alıp cihazın içinden bir geçeyim. Bakalım, ötecek mi' diye hep merak ederdim. Artık merakım ben istemeden gerçek olmuş, hakka'l yakîn olarak gerçekleşmişti. Acaba cebimde benim bilmediğim, marketten arakladığım, bana ait olmayan ne olabilirdi? Böyle bir düşüncedir aldı beni. O değilden ceplerimi kontrol ettim. Yoktu bir şey.

Ben ayaktayım ama başımdan kaynar sular dökülmüş durumdayım. Şimdi ne olacak diye aval aval bakıyorum. Güvenlik yanımızda belirdi hemencecik. Hanımefendi ile benim x-ray cihazından tek tek geçmemizi istedi. Ben geçerken bayan bir hamleyle yapışık ikizler gibi ateş alırcasına peşimden girdi. Kadın tekrar beyefendi sizden ötüyor dedi. İçimden ya Rabbi, aldım mı başıma belayı. Bu işin sonu karakolda biter, bir de sicilime işleyecek derken güvenlik görevlisi bayana, "Hanımefendi! Siz bizimle gelin, beyefendi siz gidebilirsiniz, özür dileriz" dedi.

Oh be şükür diyerek aracıma binip evimin yolunu tuttum. Böylece üzerimden büyük bir yük kalkmış oldu.

İki sayfalık bu iki anekdotumun ardından sadede gelirsem, iki yazımda da hırsız kendileri olduğu halde hırsızlığı başkasına yamamaya çalışan iki tipi görüyoruz. Şu yalan dünyada esas suçlu kendileri olduğu halde bu kadın ve öğrenci gibi parmağını uzatıp karşı tarafı hedef gösteren, başkasını suçlayıp suçlu bu diyen, ben öyle değilim diyerek kendisini temize çıkarmaya çalışan nice insanlar vardır. Suçlu bu diye parmak gösterdiklerinin hayatı kararacakmış, lekeleneceklermiş, hiç umurlarında değil. Sizler de çevrenizde böylelerine rastlamışsınızdır.

Bu durum sadece hırsızlık olaylarında değil, ülke yönetimi ve hayatın her alanında böyledir. Mesela siyasetimiz böyle değil mi? Birileri bazı menfi şeylerin faili olduğu halde kitleleri yanıltmak ve kendisini gizlemek için suçu hep başkasına atar. Nasılsa inananı olduktan sonra Allah korkusu ve kuldan utanma da yoksa niye yapmasın. Zira en iyi savunma, saldırıdır.

Akılları sıra kendilerini gizleyerek insanları kandıracaklarını sandıkları bu yöntem maalesef tedavisi olmayan bir hastalıktır. Allah ne kandıranlardan ne de kananlardan eylesin bizi.

*14/05/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde