20 Mayıs 2024 Pazartesi

Bir 65'linin Gözünden Ücretsiz Toplu Taşıma

“Otobüste 65’likler Muhabbeti” başlıklı bir yazı kaleme almış, şehir içi toplu taşımalarda otobüslere ücretsiz binenlere yolculardan işittiğim homurdanmalara yer vermiştim.

Bu yazım üzerine kanun ve kanuna dayalı olarak düzenlenen Yönetmeliğe göre toplu taşımadan ücretsiz faydalanan bir takipçim, bu konudaki duygu ve düşüncelerini yorum olarak yazmış. Bu yazımda bu takipçimin yorumuna yer vereceğim.

65 yaşını doldurmuş ve mevzuat gereği ücretsiz faydalananları yargılarken biraz da onların gözünden bakmamızda fayda olduğunu düşünüyorum.

“Merhabalar, Sayın Ramazan Hocam! Ben de 69 yaşıma girmiş biri olarak 3 yıldır, her şeyin bedavasından yararlanıyorum.

Kimseyi rahatsız etmem, ayakta seyahat ederim. Yer vermek isteyenleri de nazikçe geri çeviririm. Gerçi ben de bazen gereksiz biniyorum ama benim gereksiz şekilde kullandığım hatlarda asla yolcu yoğunluğu yok, gayet müsait oluyor.
Gelelim işin doğrusuna. Ben de tüm bedava ve indirimli tarifelere karşıyım. Ben param ile de olsa biner gezerim. Benim işim bu. Ben araştırma yapıyorum. Bu nedenle şehir içi seyahatlerimde otobüs, tren, metro hatlarını hepten kullanırım. Paraysa, para. Ben bedava olduğu için değil, ihtiyacım olduğu zaman biniyorum.

Ama serbest kart diye seslenince herkesin gözü üzerimizde oluyor. Bizlere gerçekten başta şoförler olmak üzere diğer ücretli binen herkes kızıyor. Şimdi ben ne yapayım? Onlar kızıyor diye paralı kart alıp paralı mı bineyim? Ne yapmam gerekiyor? Zaten otobüsten ziyade tren ve metroyu kullanıyorum. Oralarda kimsenin gözüne dokunmuyor. Sorun sadece otobüslerde oluyor.

Konu 65 yaş serbest kartlı seyahat olunca, birinci yorum yetmedi ikincisini yazıyorum. Aslında daha internet sorunum çözülmedi. Komşudan biraz ödünç internet aldım da onu kullanıyorum.

Eğer 65 yaşı kaldıracaklarsa, tüm serbest ve indirimli kartlar da kalksın. Arabaya binen binmeyen belli olsun. Çünkü ben gerekirse abonman alacağım ve yine bineceğim. Çünkü ben ev ile hastane arası sürekli gidip geliyorum. Ama gerçekten gereksiz ve lüzumsuz yere binen 65’liklerimiz de var. Onların yüzünden bizler de böyle azar işitiyoruz.

Merak etmeyin, 65’lik olayı kanunla korunmuş bir hak. Siz 65 yaşınızı dolduruncaya kadar o kanunun yürürlükten kaldırılacağını sanmıyorum.
İnşallah siz de bu bedavanın tadına bir bakarsınız.

İlk sıralar biz çok eziyet çektik. Daha herkes yeni yeni alışıyor 65’lik serbest seyahat iznine.

Şimdi insanların tabi yaşı genç, konuşmak kolay. Yarın o da gelsin 65'ine. Bedava değil de o para verip binsin. Binebiliyorsa, bir biner iki biner, üçüncüsünde başvurur alır bedavasını. Her yere bedava gidip gelir.
Zor bir konu be hocam!

Selam ve saygılarımla.”

Takipçimin emeğine sağlık. Kalemine kuvvet. Kendisi de yazan, aynı zamanda “Değirmenden Mektup Var” başlıklı güzel bir bloğu var:  "https://degirmendenmektupvar.blogspot.com/?m=1" 



Otobüste 65'likler Muhabbeti

Bugün 65'ine dört yıl kalmış biri olarak otobüse bindim. Öndeki boş koltuğa oturdum. 

Bindiğim otobüs her durakta hem yolcu indirdi hem yolcu aldı. 

Birkaç durak gittikten sonra 65'lik kartı olan biri bindi. Kartını tutup arka tarafa geçti. 

Malumunuz 65 yaşını doldurmuş olanlar toplu taşıma araçlarına ücretsiz biniyor.

Bey amcanın arkasından binen iki kadın başladılar şoförle konuşmaya:

Bıktık şu 65'liklerden dedi kadının biri.

Diğeri bazı belediyeler bunlara ücretsiz binmeyi kaldırdı. Burası hala kaldırmadı dedi. (Halbuki ücretsiz uygulamayı kaldıran belediye yok. Çünkü hükümet kararı bu. Kaldırdım, kaldıracağım diyen belediyeler oldu ama dedikleriyle kaldı.)

İki çeşme arasına bile biniyorlar dedi öteki.

Aynı adam her gün sadece benim seferimde günde iki defa biniyor dedi şoför. Neler görüyorum neler dedi.

Kalkmalı bu bedava biniş dedi oturan bir kadın. 

Akşama kadar durmadan birinden inip diğerine biniyor bunlar dedi beriki. 

Bitmediler gitti bu 65'likler dedi bu tarafta olan.

Biri bıraktı diğeri sözü aldı yolcuların. Her birine destek verircesine cevap verdi şoför. 

Daha da söylediler de hepsini anlayamadım. 

Gördüm ki tüm yolcular, başta şoförler olmak üzere 65'liklere diş biliyor. Bu bedava binişlerinden dolayı adeta 65 yaşını doldurmuş ve toplu taşıma kullanan kimseleri düşman bellemişler. Kısaca kızdılar da kızdılar.

Tüm bu dinlediklerimin ardından, araya girip durun ne yapıyorsunuz, 65’ine yaklaşmış biri olarak şimdiden burnumdan getirdiniz. Daha binmedim bile demek geçti içimden. Sonra vazgeçtim. Zaten dolmuş birileri. İçlerini boşaltıyorlar. Şakadan anlamayıp işte bir 65’li de burada. Önce bunu halledelim deyip üzerime çullanabilirlerdi.

Kim olursa olsun, ücretsiz binmeye taraftar değilim. Hele altmış beşini dolduranlara asla ücretsiz olmamalı. Olacaksa da günün yolcu yoğunluğunun olmadığı saatlerde sınırlı sayıda binmeleri taraftarıyım. Otobüsler bu şekil bedava olacaksa öğrenciye ücretsiz olmalı. Yaşını, başını almış, çoluk çocuğunu çıkarmış, bir edi bir büdü kalmış kişilerin vakit geçirmek amacıyla bedava nasılsa deyip otobüsten otobüse binmesi hoş değil.

Vatandaşın bu kadar tepkili olmasına rağmen mübarek 65’likler de biraz az binelim. Pek orta yerde görünmeyelim. Eli boş, gönlü hoş, maksat vakit geçirmekse biraz da yürüyelim demiyorlar. Bindikçe biniyorlar. İndikçe de zevk alıyorlar. Verilen bu imkanı bir hak görüyorlar. Binmezsek bu haktan mahrum kalacaklarını düşünüyor olmalılar. (Böyle bir altmış beşlik binmiştim bir ara otobüse. Bindiği otobüs eski idi. Otobüs de eskiymiş. Belediye bir otobüs alıvereyim bari dedi, sağına soluna bakarak ve gülerek. Otobüse verecek parası olmasa da bonkörlüğü kimseye vermedi maşallah.)

Gelelim şimdi sadede. Toplu taşımalara ücretsiz binenlere kızalım kızmaya da bunun bir çözümü yok. Üstelik yanlış kişilere ve gücümüzün yettiklerine kızıyoruz ve arkalarından homurdanıyoruz. Devlet 04.03.2014 tarih ve 28931 sayılı Resmi Gazetede “Ücretsiz veya İndirimli Seyahat Kartları Yönetmeliği”ni kanuna dayalı olarak düzenlemiş. Yaşını dolduranlar da bu Yönetmeliğe binaen biniyor. Eğer kızılacak sa bu Yönetmeliğe, bu Yönetmeliği çıkaranlara kızılmalı. Değiştirilmesi veya kaldırılması için Cimer başta olmak üzere yetkili makamlara yazılı veya sözlü olarak meram anlatılmalı. Gücümüz altmış beşliklere yetmesin.

Ayrıca tüm bedava hizmete karşı çıkalım. Sadece 65’liklerin bedavacılığı gözümüze batmasın. Mesela belediye çalışanları toplu taşımaya ücretli mi biniyor yoksa ücretsiz mi? Ücretli ise ne ala. Yok bedava biniyorlarsa bunlara da sözümüz olsun. Mesela homurdana yolculara eşlik eden şoför, seferi dışında toplu taşımaya binince ücretli mi biniyor, ücretsiz mi? Şoför arkadaşı onu durakta mı indiriyor yoksa durak harici evinin köşesinde mi? Vatandaş olur olmaz kızsın da kamu hizmeti yapan şoför bari sussun.

Elhasıl sadede bir kez daha geleyim. Vatandaş böyle homurdana homurdana daha ben 65’ine varmadan bu Yönetmeliği değiştirecek. Olan da bana olacak. Hiç faydalanamayacağım da ona yanarım. Hoş, Yönetmelik kalkmasa bile bu homurdanmaya karşın nasıl binerim ayrıca. Yürürüm daha iyi. Zaten onu yapıyorum. Bakmayın ara ara böyle bindiğime. Hem 65 sonrasına hazırlık olsun. 

Derbide Gülen Taraf FB Oldu

Aylardır beklenen GS-FB derbisi oynandı. 

Şampiyonluk düğümü bu maçta çözülecekti. 

GS beraberlik veya galibiyete şampiyonluğunu ilan edecekti.

FB ise ezeli rakibini yenerek şampiyonluk iddiasını son maça taşıyacaktı. 

Maçta gülen taraf FB oldu.

GS'yi kendi evinde, binlerce seyircisinin önünde, on kişi kaldığı maçta yenmeyi başardı.

Üstelik deplasmanda olmasına rağmen GS'den üstün bir oyun oynadı. Farkı kaçıran taraf oldu.

Şampiyonluk iddiasını son maça taşıdı. 

Çoğu spor yorumcusuna göre derbinin favorisi GS idi üstelik. Favoriler maçı kaybeder dedikleri böyle bir şey olsa gerek. 

Favori olmasından geçtim. Bir eksik takıma karşı başa baş bir maç çıkarmaktan uzaktı GS. Güya Fener'e fark atacaktı. Fark yemekten ucuz kurtuldu. 

Belli ki Fenerbahçe ezeli rakibine karşı iyi hazırlanmış ve ben bu maçı alacağım demiş.

FB’nin böyle bir oyun ve skorla ayrılmasında Aziz Yıldırım’ın, ben kazanırsam teknik direktör olarak Morino’yu getireceğim açıklaması, FB camiasını bu maçı kazanmaya kenetlemiş.

Ve tüm futbolcular ve teknik ekip buna inanmış.

İnancın elinden ise hiçbir şey kurtulamaz.

FB'yi böyle zorlu bir maçı on kişiyle kotarmasından dolayı tebrik etmek lazım.

GS ise nasılsa cümle alem bizi favori ilan etti. Fener dediğiniz takım sahasında zoraki maçlar kazanıyor. Küme düşmeye namzet takımlar karşısında ecel terleri döküyor. Sahamızda Fener varlık gösteremez. Çalışmamıza da gerek yok. Zaten altı puan da fark var demiş. Bir hafta boyunca hazırdan yiyen evlat gibi yatmış ve mevcudu tüketmiş.

Oynadığı oyunla ve aldığı skorla şampiyonluğu hak ediyor denilen GS son iki haftadır oynadığı oyunla şampiyonluğu tam hak etmediğini kendi sahasında göstermiş oldu. Üstelik 17 maçtır iç saha yenilmezliğine de Fenerbahçe eliyle son vermiş oldu.

Demek ki rakipler iyi olsa GS bu kadar puan toplayamayacak ve galip gelemeyecek. Bu yönüyle GS'ye kötülerin iyisi denebilir.

GS-FB derbisi şunu gösterdi ki GS’de FB fobisi devam ediyor. İki yıldır Fenerbahçe’yi yenmeye başlayınca bu fobi kalktı sanılmıştı. Görünen o ki değişen bir şey yok. Ölüsü bile GS’yi yenmeye devam edecek. GS de Fener'in formasını görünce ayaklarının bağı çözülüyor. Fener de Galatasaray’ı görünce diriliyor. Yenince de şampiyon olmuş gibi oluyor. GS'i yendiler mi şampiyonluğa gerek yok onlar için. Fenerliler unutmasın ki maratonda asıl olan yarışın belli etabında başarı elde etmek değil, maratonu göğüslemektir.

Elhasıl, GS son hafta Konyaspor sahasında bir puan alırsa şampiyon olacak ama bilinsin ki karizmayı çizdirdi vesselam.

19 Mayıs 2024 Pazar

Büyük Camiye Küçük Kubbe

Resimde gördüğünüz cami inşaatı, Konya Millet Bahçesinin köşesine yapımı devam etmekte olan Merkez Camii ve Kur'an Kursu inşaatından bir görüntü.

Bu camiye ihtiyaç var mıydı, ismi uygun mu, üzerinde konuşmaya değer. Zannımca, burada bir camiye ihtiyaç yoktu. Çünkü çevresinde yeterince büyük camiler var. Koca eski stadın içinde bir büfe, bir tuvalet ve küçük bir mescidin yer almasını, geri kalan kısmın tamamen yemyeşil bir bahçeden ibaret olmasını daha uygun görürdüm. 

Camiye Merkez adının verilmesinden ziyade bahçeye uygun olacak şekilde başka bir isim tercih edilebilir. Mesela Millet Camii ismi daha güzel yakışırdı. Açıkçası Merkez ismi bana itici geldi. Merkezin başka anlamları olsa da polis karakolu anlamında da kullanılır. Ki eskiden polisler bir suçluyu yakaladıklarında “Seni merkeze alalım, merkeze çekelim” derlerdi. Masa başında oturan merkez valisi de çağrışım yaptı bu arada. Belki de Konya’nın ortası anlamında bu isim verilmiştir.

Neyse, ihtiyaç veya değil, ismi uygun veya değil, yetkililer hem camiye ihtiyaç duymuş hem de bu ismi vermiş. Bize de bunu kabullenmek düşer. Bu konuyu daha önce yazı konusu edindiğim için bu kadarla yetiniyorum. 

Bu sefer bu camiyi yazı konusu edinmemin sebebi başka. Estetik yönünden ele alacağım bu camiyi. Müsaadenizle bu konuyu açayım. 

Her zaman önünden geçtiğim, bir zamanlar yürüyüş parkurunda yürürken yanından geçtiğim bu caminin orta kubbesi dikkatimi çekti bugün. Uzaktan gördüm. Garip geldi bana.

Bir fotoğrafını alayım diye az yaklaştım. Size nasıl geldi bilmem ama dört minareli koca caminin ortasına kondurulmuş kubbe küçük geldi. Biraz daha geniş kubbe daha hoş gelir, görenlere seyir zevki verirdi.

Yer mi yok diye baktım. Minareler ile kubbe arasında epey mesafe vardı. İstenirse daha büyük ve geniş bir kubbe buraya yerleştirilebilirdi.  

Caminin inşaat halinde olması beni yanıltabilir. Çünkü inşaat halinde iken yapılanı pek bir şeye benzetemeyebiliriz. Ortadaki küçük gördüğüm kubbenin cami büyüklüğüne ve minarelere uyumu cami inşaatı bittikten sonra daha iyi anlaşılır. Belki de bu kubbenin dışına kaplama yapılarak daha da genişletilecek olabilir.

Orta kubbenin büyük camiye uyumlu olmadığına dair bu yorumumdan, estetikten anladığım anlaşılmasın. Estetik ile ben pek bir araya gelmem. Gördüğüm görüntü bana yanıltıcı da gelebilir.

Bunu en iyi caminin mimarı bilir. Projesini çizerken mutlaka hesap, kitap yapmış, ölçüp biçmiştir. Bu işin sinüs, kosinüs, tanjant ve kotanjantını hesap etmiştir. Çünkü ehli odur.

Birini Oyalamak mı İstiyorsun?

Üstadım, adam geveze mi geveze. Susturabilene aşk olsun. Her konuda söyleyecek sözü var. Zira bir doğru kendisi. Lafı aldı mı, gerekli gereksiz konuşuyor durmadan. Kafam şişti. Yok mu bunu susturacak bir yol?

Ona Çin işkencesi uygulayacaksın.

İşkenceyle işim olmaz.

Mübarek, işkence demişsem, onu meşgul edecek iş vereceksin böylesine.

İyi de ne işi vereceğim? Bana iş söyle. Sonra var mı böyle onu uzun süre meşgul edecek bir iş?

Var efendim olmaz mı?

Ne olur söyle. 

Bu tiplere seçimlerde görev vereceksin. Seçimde önüne birleşik pusula ve zarfları koyacaksın. Say bunları diyeceksin. O sayarken sen epey bir dinlenirsin. Çünkü say say bitmez. Nice sonra sayıp bitirdikten sonra doğruluğunu test için saydığını bir daha saydıracaksın. Bil ki iki saydığı da farklı farklı çıkacak. Sonra tekrar üçüncü kez saydıracaksın. O sayarken sen işine, gücüne bakacaksın ve bir güzel dinleneceksin. Hatta daha da uzatmak istersen, o tam ortaya geldiğinde o değilden kendisine bir soru soracaksın. Saydığı aklından gider. Sonra başa döner. Benim oğlan bina okur, döner döner bir daha okur misali saysın dursun. Tam bitirdim derken biraz dinlen de. Akşama doğru kalan zarf ve birleşik pusulaları önüne koy. Bu görev senin de. Saysın dursun.

Bu güzelmiş ama her zaman seçim olmuyor. Diğer zamanlar böylelerini nasıl oyalayıp kafa dinlendireceğiz?

Onun da kolayı var. Hep saydıracaksın.

Daha ne kaldı? Onu da söyle bari.

Para saydıracaksın durmadan. Deste deste paraları önüne koyacaksın. Senin sayman iyi diyeceksin. Ama bu verdiğin para Türk lirası olacak. Önüne koy yüzlük desteleri. Hatta ellilik daha iyi olur. Aslında hepsi beşlik, onluk, yirmilik olursa yaşadın. Çünkü saymakla baş edemez. Sayarken konuşamadığı için sen de keyif çatarsın. Elli kuruşluk ve bir kiraları varsın saydırma. Zaten piyasada pek kalmadı. Varsa da o kadar eziyet fazla olur.

Haydi parayı da saydırdım. Saydığı para bitti. Sonra?

O günün para sayması bitti. Ama para bitmez. Hele bu TL bizde oldukça, daha büyük banknotlar piyasaya sürülmedikçe piyasada para zibil gibi. Sende de işin gereği zaten para eksik olmaz. Durmadan yığacaksın önüne. Hayrın olsun, benim başımı kaşıyacak zamanım yok. Dur ben sana bir de çay söyleyeyim diyeceksin.

Sonra?

Para sayacağım derken çayını bile unutur. Çay kendi kendine soğur gider. Bu kadar işkenceden sonra o zaten bir daha yanına uğramaz. Böylece onsuz keyif çatarsın.

Bir İstanbul Beyefendisi Bakanlık Müfettişi

Akıllı telefonlar hayatımıza bir girdi, pir girdi. Bugün kullanmayan yok gibi. 

Akıllı telefonun kolaylıklarından faydalanıyoruz. Bu telefonların sunduğu kolaylıklardan biri de T9 özelliği. 

Cep telefonu marifetiyle yazdığımız yazıları otomatik olarak kendince düzeltiyor. Bir kelimeyi yazarken daha kelimeyi bitirmeden yazacağımız kelimeyi önüne seçenek olarak sunuyor. Çoğu yazım yanlışlarını ve kelimenin tamamını bu imkanla kolayca yazarken bazen de bu imkan sıkıntıya sebebiyet verebiliyor. Çünkü yazdığımız kelimeyi T9 başka bir kelimeye dönüştürüyor ya da bu kelimenin yapım veya çekim eklerini değiştiriyor. Yazdığımız yazıyı geriye dönüp kontrol etmezsek, kastetmediğimiz bir kelime veya hitap yazıya geçmiş oluyor. Nice sonra bir vesileyle yazdığımız cümleye, yazıya veya yoruma geri döndüğümüzde, ben böyle bir kelime veya hitap yazmadım. Nasıl oldu diye düşünüyorsun. Özellikle hızlı yazan, yazdığını geriye dönüp tekrar okumayan kişilerin başına geliyor bu durum. Aslında bu durum T9'un azizliğinden başkası değil. 

T9'la ilgili bu açıklamadan sonra geleyim sadede. "Tanıyamadığım Tanıdığım" başlıklı yazımı sosyal medyada paylaşmıştım. Bu yazıma bir arkadaşım, "Tuhaflıkların adamı olmak kolay mı Ramazan Hoca." şeklinde bir yorum yazmış. Yorumdaki Hoca hitabı dikkatimi çekmedi değil.

Normal şartlarda Hocam şeklinde yazılması ve hitap edilmesi daha şık olurdu. Gündelik hayatta Hoca şeklinde hitabın su götürmez bir kabalığı ifade ettiğini bilirim. Bu şekilde hitap edenler için dağdan inmiş ama medenileşememiş biri diye geçiririm içimden. Ki içimizde var böyleleri.

Yazı dilindeki Hoca hitabı ise yine bazıları için kaba ve sabalığı ifade ederken bazıları, özellikle tanıdığım kişiler için T9'un azizliğine uğramış derim. Çünkü akıllı telefon marifetiyle yazılan çoğu yazıları, T9 otomatik olarak kendince düzeltiyor. Bu düzeltmeden ise yazının sahibinin haberi olmuyor. Yorum yazan arkadaşımın Hoca yazımı da bundan ibaret. Uzun yazılarımı bile cep telefonu marifetiyle hızlı ve çalakalem yazan, yazdıktan sonra geriye dönüp okumayan biri olarak bu şekil T9'un azizliğine defalarca maruz kaldığımı söylemeliyim. Şu anda yazarken bile gözüm T9'un klavye üzerinde bir kelime için sunduğu seçenekleri izliyorum bir taraftan. Mesela “taraftan” kelimesi için aynı anda "tarafta, taraftan, taraftarına" seçeneğini sundu. Bu üç seçenekten birini tercih etmezsen; klavye, üzerini kararttığı kelimeyi seçiyor. Bunu seçerken senin kastına bakmıyor ama kastetmediğini seçerek bazı insanlar gibi iyi bir niyet okuyuculuğu yapıyor. 

İlk yazmaya başladığım yazılardan birinin başlığı T9’un Azizliği başlığını taşıyordu. Orada bu kolaylığın azizliklerine değinmiştim.

Bu yazımda tekrar T9’u konu edinmemin sebebi de “Tuhaflıkların adamı olmak kolaymış Ramazan Hoca.” yorumunun sahibi oldu.

19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramının kutlandığı Pazar günü kahvaltımı yaptım. Çayımı yudumlarken bir gün öncesinde yazıma yorum yapan bu arkadaş aradı. Uzun süredir de görüşmüyorduk. Kendisiyle 2000’li yıllarda birkaç defa aynı seminerde bulunmuştuk. Aramızda bir hukuk oluşmuştu. Yüz yüze görüşemesek de telefonumuz kayıtlı idi. Ara ara telefondan da olsa hal hatır sorarız. Aynı zamanda sosyal medyada da arkadaşız. O beni takip ediyor, ben de onu.

En son müdürlük yaparken 2016 yılında telefonla görüşmüştüm. Bir de 2023 yılında WhatsApp aracılığıyla yazışmıştık.

Ben 2016’da öğretmenliğe geçmiştim, o ise Bakanlık müfettişliği yapıyor nicedir.

Hal hatırdan, ne yapıp ettiğimizi konuştuktan sonra konuya girdi Bakanlık müfettişi arkadaşım. “Hocam, dünkü yazdığım yorumda, Ramazan Hocam yazmıştım ama bugün gördüm ki yazım Ramazan Hoca şeklinde çıkmış. Böyle yazmamıştım. Ki böyle hitap yapmam” dedi. Hocam, hassasiyetin ve inceliğin için teşekkür ederim. Biz bizi tanırız. Problem değil. Siz de benim zaman zaman maruz kaldığım gibi T9’un azizliğine uğramışsınız. T9 bunu hep yapıyor dedim. Sonra sağdan, soldan konuşup yüz yüze görüşmek üzere temennilerde bulunduk. O, Ankara’ya geldiğinde uğramamı, ben de kendisinin yolu Konya’ya düşerse beklediğimi söyledim. Ardından iyi dileklerle konuşmayı sonlandırdık. Sonra yorumuna baktım. Yorumunda da Hocam şeklinde düzeltme yapmış. 

Ardından biraz yürüyüş yapayım diye dışarı çıktım. Yolda yürürken Bakanlık müfettişinin duyarlılık ve nezaketi gözümün önüne geldi. İçim içime sığmadı. Böyle ince düşünenler, gönül alanlar, hal hatır soranlar, zarafet, incelik, nezaket ve görgünün zirvesini yaşayanlar pek kalmadı içimizde. Bu zarafet ve inceliğin üzerine bir yazı gider dedim. Attım kendimi bir çay ocağına. Edindim kendisini konu. Zira örnek olmalı hepimize bu incelik. Çünkü bu zamanda ve her zamanda bu duyarlılıklar hepimize lazım. Bu incelik bu hassasiyet ise parayla edinilmez, haydi deyince de kazanılmaz.

Hasılı sevinçliyim, mutluyum, içim içime sığmıyor pazardan başlayan pazartesi sendromunun olduğu bir günde. İzin almadığım için ismine yer vermiyorum Bakanlık müfettişinin. İyi ki tanımışım kendisini. Çünkü bir İstanbullu olmasa da bir İstanbul Beyefendisi duruyordu karşımda. Ne diyeyim. Allah sayılarını çoğaltsın.

Krizde Değil, Hep Tasarruf

Enflasyonla mücadele çerçevesinde tasarruf genelgesi nihayet yayımlandı. Kurumları harcamada kısıtlayan bir dizi karar alındı. Zorunlu olmadıkça araç kiralama yoluna gidilmeyeceği, kiralanan araçların geri verileceği de genelgede yer verilen hususlardan. 

Tasarruf genelgesinin öncelikle hayırlı olmasını, inşallah sonuç alınmasını temenni ederim. Şu var ki gecikmiş bir genelge. Zamanında enflasyonla mücadele için kısa ve orta vade programları açıklandığında, mücadelenin bir ayağı da kamuda tasarruf. Bu programın bu ayağı eksik diyenlere pek kulak verilmedi. Üstüne üstlük "İtibardan tasarruf edilmez" denmek suretiyle tasarruf diyenler tu kaka yapıldı. 

Gecikilmiş olsa da tasarruf genelgesi sadece ekonomik kriz ortamlarında değil, her daim özellikle kriz olmadığı dönemlerde bile tasarruf önceliğimiz olmalıydı. Üstelik bu ülkede enflasyon sadece bu yıla mahsus değil, 2018 yılından beri bu ülke enflasyon ve hayat pahalılığı yaşıyor. 

Tasarruf bizim kültürümüze ve inancımıza ters olmadığı gibi dinin amir hükmü üstelik. Ayette, "Eli sıkı olma. Saçıp da savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir" buyurulur. Aynı şekilde yemek dualarında, "Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez" ayetini okuruz. Kısaca bu toplum israf ve savurganlık konusunda hem dinen hem kültürel olarak duyarlı olmak zorunda. Hem bunları okur hem de israf edersek, söz ve eylem çelişkisine imza attığımız gibi söylediğini yapmayanları Kur’an, kitap yüklü mektebe benzetir.

İnsanımız genel itibariyle kriz olsun veya olmasın, tasarruf konusunda gerekli özeni gösterirken nedense kamuda tasarruf sadece kriz ortamlarında akla gelir. Halbuki yokken ve sıkıntıda iken değil, varken ve sıkıntı yokken de tasarruf etme gibi bir görevimiz olmalıydı. Çünkü kamu malı yetim malı olarak görülür. Nedense biz bu yetim malını hoyratça kullanmada ve devletin malını ve imkanlarını deniz görmede adeta yarışıyoruz. Gerekçemiz de hazır. Neymiş de ihtiyaçmış efendim. Ayrıca devlet bu imkanı verdiğine göre biz de bu imkanlardan yararlanmalıymışız. Yapılıyorsa kuruma yapılıyormuş, kurumların, devletin ve makamın itibarı önemliymiş. 

Devlet imkan verse bile eğer bir şey ihtiyacımızı görüyorken yenisini almak veya kiralama yoluna gitmek israfın daniskasıdır. Bir şey ihtiyaç ise kriz döneminde bile alınır ve kullanılır. İhtiyaç değilse alma veya kiralama yoluna gitmemek lazım. Bu, ister kriz ortamında olsun veya bolluk içinde olsun. Çünkü israf bir şeyi yerli yerinde kullanmamaktır. 

Devletin imkanlarını yerli yerine kullanma konusunda kamuda üst düzey görevde bulunanlar azami gayret göstermekle yükümlüdür. Özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda diğer kurumlara örnek olacak şekilde başı çekmelidir. 

Gel gör ki israf konusunda Diyanet diğer kurumları aratmadı. Nitekim il dışı yoğun programlarda kullanılmak üzere kiralanan Audi A8 model araç çok eleştirildi. Eleştiriler üzerine Diyanet, bunun bir ihtiyaç olduğuna dair açıklama yaptı. 

Şimdi görüyoruz ki ihtiyaç diye belirtilen A8 tasarruf tedbirleri çerçevesinde geri verilmiş. İyi de kardeş, madem ihtiyaçtı. Niye geri veriyorsun. Al tepe tepe kullan yoğun il dışı programlarında. Geri verildiği açıklandığına göre demek ki bu işler A8 olmadan da oluyormuş. Bu durumda kiralanan bu araç israf olmadı mı? Ayrıca bu aracın geri verilmesi için illa tasarruf genelgesi mi olması gerekirdi. Diyanet'e yakışan, mevcutlar işimizi görürken bu kiralanacak araç israftır. Kullanmamız mümkün değil demek olmalıydı. 

Bir diğer husus, bundan sonra hizmet içi faaliyetlerinin ya çevrim içi ya da kuruma ait eğitim merkezlerinde yapılması üzerine alınan karar da kiralanan A8 aracından farksız. Sahi kuruma ait eğitim merkezleri varken başta Diyanet olmak üzere devletin diğer kurumları niçin bugüne kadar seminer ve toplantıların bu yerlerde değil de özel sektöre ait beş yıldızlı otellerde yapıyorlardı? Devlet bu imkanı veriyor, ödeneğimiz var, her kurum yapıyor, bizim personelimiz de bu imkanlardan yararlanmalı yarışının neresi tasarruf idi? Bu yapılanlar yani kuruma ait eğitim merkezleri varken beş yıldızlı otellerde seminer yapmak devletin imkanlarını özel sektöre peşkeş çekmek değil mi? Bunun için illa tasarruf genelgesi veya kriz mi gerekti?

Beş yıldızlı otellerde yapılan seminer ve toplantıların zamanlaması da manidar. Genelde kış mevsiminde ve otellerin müşteri yönünden sinek avladığı dönemlerin tercih edildiği göz önüne alınırsa, bu tür seminerlerin özel sektörde birilerini koruyup kollama adına yapıldığı anlaşılır.