19 Şubat 2025 Çarşamba

İncinenler İncitmeyi Öğrendi

Gördüm, işittim, gözlemledim ve tecrübe edindim. Yaşarsam daha neler göreceğim hiç kestiremiyorum:

Bir zamanların;

Mağdurları mağrur oldu.

Müstazafları müstekbir oldu.

İncinenleri, incitir oldu.

Mazlumları zalim oldu.

Ayıplayanları ayıplanır oldu.

Eleştirenler eleştiriye gelmez oldu.

Hakaret edilenleri hakaret eder oldu.

Sesi kısık çıkanları, sesi gür çıkar oldu.

Dışlananları dışlar oldu.

İtilip kakılanları itip kakar oldu.

Had bildirilenleri had bildirir oldu.

Ne olur bizi bir dinleyin ve anlayın diye yalvar yakar olanları dinlemez ve anlamaz oldu.

Bahane ve gerekçe üretenler gibi mazeret üretir oldu.

Korku verenleri gibi korku verir oldu.

Çelişenler gibi çelişen oldu.

U dönüşü yapanlar gibi U dönüşü yapar oldu.

Zikzak çizenler gibi zikzak çizer oldu.

Her şeyi ağzına yüzüne bulaştıranlar gibi ağzına yüzüne bulaştırır oldu.

Köşeyi dönenleri gibi köşeyi döner oldu.

Ne oldum delileri gibi ne oldum budalası oldu.

Büyük laf edenler gibi büyük laf eder oldu...

Görünen o ki bir zamanların incinenleri, incine incine incitmeyi öğrendi ve bir zamanların incitenlerini öğretmeni kabul etti ve incitir oldu. İncitmeyi de gördüğüm kadarıyla seviyor.

Bu arada başta incitme olmak üzere her alanda boynuz kulağı geçti. Selefleri ellerine su dökemez. Bu konudaki rekorlarını kimse egale edemez.

Hasılı, bir zamanların dürüstlerinin dürüstlükleri yokluktanmış. Her şey imkan ele geçinceye kadarmış. Hepsi, birer kıskançlıkmış, hazımsızlıkmış. Siz çok demlendiniz. Biraz da biz demlenelim demekmiş.

Ne diyelim, ruhuna Fatiha! 

Erkeğin Temizliği ile Kadının Temizliği

Koridordayım. Koridor güzelce yıkanmış. Bu yıkamadan koridorda bulunan iki sandalye ve masa da nasibini almış. Daha doğrusu üzerine su tutulmuş.

Sandalye ve masalar bir temiz bezle silinip kurulanmadığı için sandalyenin otura otura içine çöken kısmında biriken su, kuruduktan sonra lekeli kalmış.

Pek sandalyede oturmadığım için oturma ihtiyacı hissetmedim. Sandalyedeki toz lekesini de görmedim. Bir meslektaşım gösterdi. Göstermekle de kalmadı. "Erkeklerin temizliği böyle olur, temizlikleri de bir işe yarasa" dedi.

Alt kata inerek görevliye sandalyeleri bir kez daha silmesini istedim.

Silinmiş ama daha önce oluşan toz lekesi tam çıkmamış.
*
Fi tarihinde bir okulda yaz dönemi idarecilik yaptım. Okulda yaz dönemi Kur'an öğrenmek isteyen öğrenciler için kurs vardı.

İdareci ve personeli tanımaya çalışıyorum. Bir kadın dolaşıyor orta yerde. Kimsin diye sordum. Hizmetliyim dedi. Kadrolu musun dedim. Hayır dedi. Okul aile birliği aracılığıyla çalıştırılıyorum dedi. İyi de okul dönemi olsa ihtiyaç vardır. Olurdu. Yalnız yaz dönemi birlik aracılığıyla çalışman olmamış. Kaç paraya çalışıyorsun dedim. Söylediği miktarı hatırlamıyorum. Sigorta yapıldı mı dedim. Hayır. Sizden önceki müdürle sigortasız bu fiyata anlaştık dedi. Ben bu işe sıcak bakmıyorum. Daha sonra tekrar bu konuyu konuşuruz dedim.

Müdür yardımcısına, şurada oturan bir genç erkek var. Bu kim dedim. Okulun kadrolu hizmetlisi dedi. Bu kadrolu hizmetli varken ve yaz dönemi hizmetli ihtiyacını görebilirken bu kadının birlik üzerinden çalıştırılmasının hikmetini sordum. "O hizmetli, çocuk yuvasından yetişmiş, yurt çocuğu. İş yapmaz dedi. İyi dedim.

Sabahtan akşama boş boş oturan hizmetliyi çağırdım. Tanıştım. Sağdan soldan biraz konuştum.

Ardından, sen varken bu kadının yaz dönemi çalışması doğru mu dedim. "Doğru değil" dedi. Bu kadının sigortası yok. Okulun imkanları belli. Fazla iş yükü yok. Sen yapamaz mısın birkaç sınıf, koridor ve tuvalet temizliğini dedim. "Ben yaparım yapmaya ama ben iyi temizleyemem. Kadınlar daha iyi yapar" dedi. Elbette temizliği kadınlar daha iyi yapar. Erkeklerinki çok iyi olmayabilir. Ama olduğu kadar dedim. "O zaman olur, yaparım" dedi.

Az sonra kadını çağırdım. Her ne kadar benden önceki müdürle anlaşmış isen de benim gönlüm sigortasız çalışmana razı değil. Bunun riski de var. Okulun bütçesi de çok iyi değil. Ayrıca çalışanımız var. O varken sizin çalışmanız çok uygun değil. Okulun menfaatini düşünmem lazım. Bugüne kadar çalıştığını ödesem nasıl olur? Bana gönül koymazsın umarım dedim. "Siz bilirsiniz. Gönül koymam" dedi.

Yedi gün çalışmış. Anlaşılan maaşın yedi günlüğünü ödemek suretiyle kadın işi bırakmış, birlikten de para çıkmamış oldu.

Çalışmaz. Çünkü bu yurt çocuğu dedikleri genç hizmetli, her gün okulu erkenden açtı. Temizliği de yaptı. Okulun ufak tefek tadilatı için cumartesi, pazar günleri okulu açmak istediğimizde, "Hocam, ben gelir açarım. Ustanın işi bitinceye kadar da yanında beklerim" dedi. Dediğini de yaptı çocuk.

Başka bir gün kısa faslı bir konuşma arasında "Hocam, ben buraya falan ilçeden geldim. O okulda iş yapmadım. Buraya nakil geldim. Sizden önceki müdürü sevdim. Çalışmaya başladım. Sizi de sevdim. Çalışıyorum" dedi. Ayrılıncaya kadar hem mesaiye riayetinden hem de temizliğinden memnun kaldım.

Bu iki anekdotun ardından şimdi geleyim sadede. İlk anekdotta meslektaşımın "Erkeklerin temizliği de temizlik olsa, bir işe yarasa" sözüne.

Erkeklere göre kadınların temizliği daha iyidir. Genel kanaat ve görüntü böyle. Şu var ki her kadın böyle değil. Çünkü kadınlar içerisinde paspal olanlar, sayıları az olsa da var. Tıpkı erkeklerin büyük çoğunluğunun temizlik konusunda özensiz olduğu gibi. Şu hakkı da teslim edeyim. Öyle erkek hizmetlilerle çalıştım ki temizliği kadından daha iyi yaptığını gördüm.

Kadın ve erkeğin temizliği konusunda ilaveten şunu söyleyebilirim. Kaba temizlikte erkekler daha iyiyken ince temizlikte kadınlar daha iyidir.

Eskiden kadının yaptığı, erkeğin yaptığı işleri sınırları belli idi. Hatta kamuya eleman alımında bile şartlar arasında erkek olmak ya da kadın olmak var idi. Son yıllarda bu şartlar kalktığı gibi erkeğin kabul edilen işlerini kadınların, kadının kabul edilen işlerin de erkekler tarafından yapıldığı bir gerçek.

Günümüzde her ne kadar herkes her işi yapsa da bir hakkı teslim etmek gerek. Erkeğin temizliği başka kadınınki başka. Daha doğrusu iki cinsiyet arasında temizlik konusunda anlayış farkı var: Kadınlar daha özenli ve titiz iken erkekler özensizdir. Erkeklerin bu özensiz olmasında kadınların temizliğini anlamaması, gereksiz ve abartı olduğunu düşünmesidir.

Tamam erkeklerin temizliği bir işe yaramasa da kadınların temizliği de bezdiren türdendir. O kadar titiz olmaya gerek yok. Çünkü çoğu kadının temizlik konusunda hastalık derecesinde temizlik hastası olduğu aşikar.

Böyle temizlik hastası kadınları görünce, varsın keşke paspal olsaydı diyorsun. Çünkü bu temizlik hastalığı hayatı zindan eden türden. Muhatabına hayatı zindan etmeye değer mi? Eğer böyle olacaksa varsın erkeğin temizliği gibi olsun temizlik.

18 Şubat 2025 Salı

Her Şey Adaletin Tesisi İçin

Etkili ve yetkili bir makamın keyfine diyecek olmaz. İmkanlara kavuşuyorsun, şöhret sahibi oluyorsun. Emrinde çok sayıda çalışan olur. Yaptıracağın işi emrediyorsun, yapılıyor. Bir dediğin iki edilmiyor.
Etkili ve yetkili bir makamda her şey yolunda giderken makam olur bir kebap.
Yalnız bu makamın bir de sorumluluğu var. Ah şu sorumluluğu olmasa makamlara doyum olmaz.
Mesela diyarı Dicle'de kurdun kaptığı koyundan sorumlusun. İşte bu sorumluluk ağzının tadını bozar.
Etkili ve yetkili makam sayesinde kimse bir şey diyemese de homurdanmalar sinir bozucu olur. Nerede adalet demeye kısık sesle başlanır.
Bu durumda adaleti tesis etmek vacip olur. Bunun için;
En ufak bir ses çıkaranı susturacaksın.
Adaleti dile getireni söylediğine, söyleyeceğine pişman edeceksin.
Sesini yükselteceksin. Göreceksin gününü diyeceksin.
Bu zaten şöyle deyip itibar suikastına maruz bırakacaksın.
Hedef göstereceksin.
Ağzının payını verdikten sonra bununla yetinmeyip soruşturma açtıracaksın. Hatta gözaltına aldıracaksın.
Bu kimsenin maruz kaldığını gören sesini kesecek. Ben de sesimi çıkarırsam, bunun başına gelen benim de gelir diyecek. Ortalık sütliman olacak.
Kısaca aykırı seslere göz açtırmayacaksın.
Herkes sesini kestikten sonra ortada sorun kalmayacağı için adaleti bu şekilde sağlamış olursun.

17 Şubat 2025 Pazartesi

Adaleti Yabancıdan Beklemek *

Dünyanın, özellikle bir İslam dünyasının herhangi bir yerinde, bir iç karışıklık veya savaş olur.

İç karışıklığı veya savaşı durdurmayı süper güçlerden, özellikle ABD'den bekleriz.

"Burada petrol yok da ondan müdahale etmiyor. Ölenler nasılsa Müslüman. Müslüman'ın Müslüman'dan başka dostu yoktur" gibi serzenişlerimiz olur.

Kendi sağlayamadığımız barışı bitimi kadar sevmediğimiz ABD'den bekliyoruz.

Süper Lig kulüplerimiz hemen hemen her maçında, hakemler tarafından korunup kollanmasına rağmen takımlarının aleyhine bir düdük çalsa, o hakemi yerin dibine batırıyorlar. İstenmeyen kişi ilan ediyorlar.

Büyük kulüplerden özellikle GS ve FB kendi maçlarındaki pozisyonlardan ziyade ezeli rakibinin pozisyonlarını masaya yatırıyor. "Yok penaltı idi, değildi, öncesinde faul vardı. Pozisyon sarı kart idi, göstermedi, kırmızı karttan atılmalıydı. İkinci sarıyı veremedi. Bu hakemlerle olmaz. Bu lig bitmez. Biz kendi lehimize bir şey istemiyoruz. Sadece adalet istiyoruz" gibi açıklamalar yapıyorlar.

Sonunda olmayacak bu hakemlerle deyip yabancı VAR'da karar kıldılar.

Bunun ardından orta hakemler de yabancı olsun şeklinde şimdiden dillendirmeye başladılar.
Bu ağlama, sızlama böyle devam ederse büyük ihtimalle orta hakemler de yabancı olur.

Kendi hakemlerimizle sağlayamadığımız adaleti yabancı hakemlerden bekliyoruz.

Kendi futbolcularımızı beğenmiyoruz. Beğendiklerimize de fazla para vermiyoruz. Futbol hayatının son demlerini yaşayan yabancı futbolculara dünya kadar para vererek bunlarla maç kazanmayı, şampiyon olmayı, takımı kurtarmayı bekliyoruz.

Aynı şekilde çoğu kulüplerin teknik heyeti de yabancı.

İster futbolcu ister futbolcu olsun bu yabancılar öyle bir sözleşme yapıyorlar ki iyi oynasalar da kötü oynasalar da son kuruşuna kadar paralarını alıp öyle gidiyorlar.

Verdiğim örneklerden anlaşılacağı gibi barış için ABD'den, adalet için yabancı hakemden, iyi futbol için yine yabancıdan, aynı şekilde iyi oyun oynatmadı ve şampiyon yapması için yabancı teknik direktörden medet bekliyoruz.

ABD kaostan besleniyorsa niye akan kanı durdursun?

Kendi hakeminle sağlayamadığın adaleti, yabancı hakem niye ve nasıl sağlasın?

Kendi futbolcundan ve teknik heyetinden alamadığın verimi, yabancı futbolcu ve teknik heyet niyet versin?

Burada el elin eşeğini türkü çağırarak arar sözünü tam hatırlamanın zamanı.

Bizim bir defa bu kafa yapısından kurtulmamız gerekir.

Bir diğer husus, bizim bu her şeyi başkasından bekleme, onları kurtarıcı görme durumumuz şuna benzer: Görücü usulü evlenmenin yaygın olduğu eski zamanlarda, oğluna gelin arayan anne, mahallesindeki komşu kızını beğenmez, burun kıvırır. Oğluna uzak mahallelerden kız arar ve bulur. Bu annenin niyeti halis. İstedi ki ailemize ve oğlumuza yakışan bir gelin olsun. Uyum ve geçim olursa ne âlâ. Şayet olmazsa, annenin ömrü pişmanlıkla geçer. Mahallemdeki gül gibi kızı kaçırdım diye. Teşbih oldu veya olmadı. Ama şu var ki biz her şeyi uzaktan, yaban ellerden ve yabancılardan bekliyoruz. Şu var ki kendi ülkesinde kendi insanıyla adaleti sağlayamayan, başkasıyla özellikle yabancıyla asla sağlayamaz.

Sözü uzatmadan, adalet arayan bizler gerçekten adaleti istiyor muyuz? İstediğimizi sanmıyorum. İstesek şu âna kadar sağlardık. İstemiyoruz ki beklenen adalet bir türlü gelmiyor. Biz ne istiyoruz? Bizi koruyup kollayan, istediğimizin gerçekleşeceği kendi adaletimizi istiyoruz. Buna da adalet denmez zaten.

*21.02.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

16 Şubat 2025 Pazar

Din Eğitiminin En Sakıncalı Kısmı

"Din eğitiminin, benim gördüğüm en sakıncalı kısmı, yetkin olmayan ellerde hazırlanıp yetkin olmayan eller tarafından verildiğinde; bizler metafiziksel varlıklarız. Bizlerin ruhsal dediğimiz bir yanımız var. Büyük sorulara, büyük konulara meraklıyız. Bu meraklarımızı öldürüyor daha erken yaşta. Çocuğa daha erken yaşta uyuşturucu nev’inden bir dini formülasyon yüklendiği zaman 50-60 yaşına kadar hiçbir sorun yaşamadan zararsız bir vatandaş yetiştirebiliyorsun. Demek ki sistem bunu istiyor"(https://youtube.com/shorts/wK0IDpdT0Ew?si=_o2wQfKEPmbgLLIf)

Bu alıntı, Sinan Canan'a ait. Sinan Canan, "Gerek öğrenme, lisan, zihinsel performans, yaratıcılık, sanat, inançlar, eğitim, ebeveynlik gibi temel konuların nörobiyoloji açısından açıklamaları üzerine, gerekse kaos teorisi, karmaşıklık, fraktal geometri, doğadaki biçimler gibi genel bilimsel konular üzerine verdiği eğitimler, konuşmalar ve Youtube yayınları ile tanımıştır". (Wikipedia).

Sinan Canan'ın bu kısa videosundan siz ne anladınız ya da bu görüşüne katılıyor musunuz? Tespitini ne derece objektif bulursunuz bilmem. Ben hem ilginç buldum hem de tespitini yerinde buldum.

Canan'ın bu kısa videosundan, sistemin ya da yerleşik düzenin, uslu çocuk uslu vatandaş uslu insan yetiştirmek istediğini bunun için de din eğitiminden yararlandığını anlıyorum. Bu amaca ulaşmak için sistemin;

Yetkin olmayan ellere din eğitimini hazırlattığı,

Yine yetkin olmayan kişiler eliyle din eğitimini verdirdiği,

Çocuklara, uyuşturucu nev’inden bir dini formülasyon yüklendiği,

Yüklenen bu etkinin insandaki fiziksel ve ruhsal merak duygusunu yok ettiği,

Bunun da 50-60 yaşına kadar sürdüğü,

Böylece zararsız vatandaş yetiştirmiş olduğu,

Anlaşılıyor.

Canan’ın bu tespitini test için din eğitimi alanların yaşantısını göz önüne getirmek gerektiğini düşünüyorum. Din eğitimi alanların sosyal medya paylaşımları bile bize bazı ipuçları verebilir.

Videoda geçen din eğitimi derken sadece İslam dini eğitimi anlaşılmamalı. Sistemler tarafından dinlerin bu şekilde kullanıldığı düşünülmelidir.

Burada İŞİT, DAİŞ, el Kaide, Taliban türü örgütlerin uslu çocuktan ziyade zararlı ve yaramaz çocuk yetiştirdiği söylenebilir. Buna da şöyle cevap vermek mümkün. Uluslararası sistem, bir yerdeki emellerine ulaşabilmek için bu tür örgütleri öne sürdüğü, bu örgütlerin, gerçekleştirdiği terör eylemleri o ülkeyi işgali beraberinde getirdiği düşünülürse, bu örgütlerin de sistemin bir parçası olduğu anlaşılır.

Sonuç olarak, adı din eğitimi veya herhangi bir ideoloji olsun, çocuk veya genç yaşta boş veya sıfır beyinlere fazlaca enjekte edilirse, hepsi uyuşturucu etkisi yapar sonucu çıkarılabilir. Bu da birçok şeyi insana sorgulatmaz. Çünkü hayata tek pencereden baktırır. Sadece o pencereyi doğru diye dayatır. Uyuşturucular da böyle değil mi? O yüzden din eğitimi veya herhangi bir ideoloji; alınacak, öğrenilecek veya öğretilecekse; zamanında, kıvamınca, yeterince, ehlinden, doğruca alınmalı. Çoğu zarar, azı karar babından ne eksik ne de fazla.

Uzatmalara Oynamanın Yolları

"Bir işte ulaşılan en üst aşamaya" zirve deniyor. Doruk demektir.

Zirve, bir dağın en üst tepesi olduğu gibi makam, mevki, şöhret, zenginlik, itibar, güç, iktidar vs. de olabilir. Çünkü her biri merhale ve mertebedir.

Neyin zirvesi olursa olsun. Zirvelere çıkmak zordur. Çünkü efor gerektirir. Aynı zamanda zirvede tutunmak ve kalıcı olmak da zordur. Çünkü zirvenin gereklerini yerine getirmek, bu konuda istikrarı yakalamak, değişmeyen tek şey değişimdir sözünün gereği olarak olumlu yönde sürekli yenilenmek de hiç kolay değildir.

Zirve bazen göz kamaştırır, insanı ne oldum delisi yapar, kibre sevk eder. Bu özellikler zirveden inişi hızlandırır. Çünkü kibir gerçekleri perdeler.

Zirveye çıkanın veya zirvede olanın alternatifi varsa zirvedekinin ayağı yere sağlam basar. Hata yapma lüksüm yok. Zira alternatifim var diyerek yoğurdu üfleyerek yer. Hatayı minimuma indirmeye çalışır. Rakibin nefesini arkasında hissettiği için zirvede tutunmanın gereklerini yerine getirir.

Zirvedekinin alternatifi yoksa güç zehirlenmesi yaşar. Nasılsa alternatifim yok diyerek hata üstüne hata yapar. Kişiyi tembelleştirir. Yerinde saydırır. Bu da yıpranmayı beraberinde getirir. Zirvede tutunmayı zorlaştırır.

Bu durumda yani alternatifsizlik durumunda, zirvede kalmam için alternatif bulmak gerek deneceği yerde işin kolayına kaçılır. Pansuman tedbirlere başvurulur, tüm güç devreye sokulur ve uzatmalara oynama tercih edilir:

Çıkan alternatifleri veya alternatif ihtimali olanlar yok edilir ya da yok edilmeye çalışılır.
Terör estirilir.

Kelime oyunlarına başvurulur.

Mazeret ve bahanenin arkasına sığındırır.

Düşman ya da düşmanlar üretilir.

Sakın ha sakın denersek aba altından sopa gösterilir.

Süreti haktan tavrı sergilenir.

Eleştiriye tahammül gösterilmez. Kazara eleştirmeye kalkan olursa değişik yollara başvurmak suretiyle bir şekilde had bildirilir. Böylece diğer insanlara gözdağı verilir ve susturulur.

Bu suskunluğu gören zirve sahipleri, hah şöyle. Dinsizin hakkından imansız gelir. Bak nasıl kuzu gibi oldu, öbürleri de sesini kesti. Demek ki doğru yoldayız zehabına kapılır.

Aslında salınan bu korku zirveyi sağlamlaştırmaz. Sadece belli bir süre uzatır. Bu uzatma ise sonun başlangıcıdır. Çünkü zirve alttan alta çürümeye, fokurdamaya başlar. Zirve sahipleri bu çürümeyi göremez. Çünkü zirve, zirvenin altını göremez, Görse de ellerinde bildik pansuman tedbirlerinden başka malzemeleri de yoktur.

Sözün özü, siz olsanız zirvede kalmanın gereklerini mi yerine getirirsiniz ya da zirvede tutunabilmek için uzatmalara mı oynamayı tercih edersiniz? Herhalde zirvede kalacak yüzü olmayanların başvuracağı tek yol, uzatmalara oynamak olur. Başka da ellerinden bir şey gelmez. Ama her uzatmanın kaçınılmaz bir sonu vardır. Çünkü düşmez kalkmaz bir Allah'tır sadece. 

15 Şubat 2025 Cumartesi

Kabartma Tozunun Başıma Açtığı İş

Gözüme masada alınacaklar listesi ilişti. Daha doğrusu çarptı. 10-15 kalem vardı. Alışveriş olur da çarpmaz mı değil mi?

Akşam alırım. Nasılsa akşam 22.30 sularında işim vardı. O zamana kadar marketler kapanmadan alışverişimi yapar, oradan gitmek istediğim yere geçerim. Markette işim erken biter, 10.30'a biraz zamanım kalır ama gerekirse bir çay ocağı bulur, orada oyalanır, vakit geçiririm dedim.

Akşam 8'i geçerekten evden çıkıp markete geldim.

Markete girmeden bir market arabası buldum. Az portakal alayım dedim. Seçmeye başladım. Ben portakalı seçerken, baktım, başkası benim tezgaha yanaştırdığım market arabasına seçtiği narları koyuyor. O koyduğun narları alırım dedim. "Al" dedi. Şakam yok, alırım dedim. Yine "Tamam, al" dedi. Baktım, bu araba benim. Kendine bir araba bul demek istediğimi anlamadı. Bir uyum örneği göstererek gidip kendime bir araba daha alıp geldim. Portakalı seçip içeri girdim.

Şu reyon, bu reyon, şu marka ürün, bu marka ürün derken markası belli alacaklarımı aldım. Listede olmayan birkaç kalem daha aldım. Sıvı el sabununun hangi markasını, ne tür kokulusunu almak için biraz oyalandım. En fazla da banyo için kireç çözücü almaya vakit ayırdım. Bunun için sonradan terapist olduklarını öğrendiğim yanımdan geçen iki kız çocuğundan yardım aldım. Çünkü hangisinin ne işe yaradığını en iyi kadınlar bilir. Sağ olsunlar üşenmeyip şunu al, bunu al, şunun üzerinde şu yazıyor diye epey yardımcı oldular. Epey bir uğraştan sonra kireç çözücüyü de aldım.

Geriye ne kaldı diye listeye tekrar göz attım. Tüm alınacakları fazlaca almışım. Market arabasını da baya doldurmuşum. Başka ne alabilirim diye reyonlara girerek göz ucuyla baktım. Eve başka alınacak var mı diye mesaj yazdım. Hazır bekliyorlarmış. Şunu da al, bunu da al, bir de kabartma tozu siparişi aldım.

Kabartma tozu dışındaki ilave siparişleri de aldım. Kasaya yakın uygun bir yere arabayı koyup marketin öbür ucundaki sote yerden kabartma tozu almaya gittim. Birden fazla marka vardı. Şunu mu alayım, bunu mu alayım kararını veremedim. En iyisi eve sorayım dedim. Fotoğrafını gönderdim. Sen böyle her alacağının fotosunu çekip gönderiyor musun demeyin. Yarın kabarmazsa, "Aldığın marka iyi değilmiş. Bak kek kabarmadı. Bir daha bu markayı alma" sözünü daha doğrusu azarını işitmektense sormak iyidir. Tavsiye ederim.

Nihayet seçenekler arasında kabartma tozunun en iyi kabartanını emir-demir ilişkisine riayet ederek seçtim. Bir on dakikamı aldı ama olsun.

Hemen market arabasını koyduğum yere geldim. Yerinde yoktu. Acaba koyduğum yeri yanlış mı hatırlıyorum deyip tüm reyonları dolaştım. Benim market arabası uçmuştu sanki. Şuraya koymuş olabilir miyim, yok buraya mı derken sayısını unuttum turumun. Baktığım reyon koridorlarına bir daha bir daha baktım. Kapanmaya yakın olduğu için içerideki müşteriler de seyrekleşmeye başladı. Acaba biri yanlışlıkla kasaya götürmüş olabilir mi deyip kasa önlerine baktım. Birkaç görevliye arabamı bulamıyorum dedim. Görmedik dediler. Herhalde bir tanıdık, benim arabayı sakladı. Benimle oyun oynuyor dedim. Ha şimdi getirir, getirirse de kızayım tanıdığıma. Şakanın sırası değil diyeyim dedim. Yine de bir umut reyonların her birini bir kez daha dolaştım. Görünen o ki şaka maka yoktu. Benim arayıp seçip beğendiğim onca alışveriş listem yoktu. Belli ki bir çalışan, biri aldığını ödemeden bırakıp gitti diye benim alışveriş arabamı boşaltmış olmalı.

En iyisi yeni bir pazar arabası bulup aldıklarımı yeniden almak deyip alışverişe baştan başladım. Bu sefer neyi, nereden alacağıma tecrübeliyim. Her birini elimle koymuş gibi gidip aldım. Çünkü aldıklarımı boşaltan iğreti koymuş. Arabayı bir hızla yeniden doldurdum. Ödeme için kasaya yanaştım. Kasadaki kızımıza, marketin sorumlusu ile görüşebilir miyim dedim. "Ne için?" dedi. Durumu izah ettim. "Beyefendi, burada bu durum çok oluyor. Sahipsiz arabaları elemanlar boşaltır" dedi. Kızım, siz yine de sorumlunuzu çağırın, görüşeceğim dedim. Israrım üzerine marketin sorumlusuna telefon açtı. Biri geldi. "Buyur, sorumlu benim" dedi. Durum böyle böyle dedim. O da "Burada böyle arabayı doldurup bırakıp gidenler oluyor. Elemanlar da boşaltıyor. Biz nelerle karşılaşıyoruz burada" dedi. Kardeşim, sahipsiz arabadan bahsediyorsun. Arabayı bırakıp arka tarafa kabartma tozu almaya gittim. Elemanın ne kadar hızlıymış böyle. Çağır şu elemanını tanıyayım bir. Böyle hızlı ve pratik eleman kolay kolay bulunmaz" dedim. "O arkadaş adına ben özür dilerim. Kusura bakmayın" dedi. Dedim, o arkadaşla tanışmadan gitmeyeceğim.

Bu arada aldıklarım kasadan tek tek geçti. 1300 lira tutmuş hepsi.

Arabayla dışarı çıkıp moralim bozuk beklemeye başladım. Beklediğimi gören sorumlu yanıma geldi. Haydi şu arkadaşı çağır, bir tanışayım dedim. İçeri girip o arkadaşı getirdi. Arabayı boşaltan görevli, "Abi, özür dilerim. Boşaltmadan önce birkaç defa seslendim. Kimse sahiplenmeyince boşalttım" dedi. Be kardeşim, ta arka tarafa sesin nasıl gelsin. Bir on dakika geçti diye emek emek doldurduğum bu araba boşaltılır mı, akşam akşam yordun beni. Bu kadar kısa zamanda boşaltacağınızı hiç hesaba katmadım. Bu arada hızın için seni tebrik ederim ama o hızla, çoğu ürünü yanlış yere koymuşsun. Bir de ben o kadar yana yakıla reyon reyon dolaşırken seni kaç defa gördüm. Üzerinde görevli elbisesi yoktu. Abi, ne ararsın diye niye bir şey demedin dedim. "Doğrudur" dedi. Hem sorumlunun hem arabamı iç eden çalışanın efendilikleri ve samimiyetleri hem de "Biz burada ne arabalar boşalttık, nelerle karşılaştık" demeleri sinirimi geçirdi. Yumuşadım. Arabayı bulamayınca, koyduğum yeri bulamadım, galiba beynim sulanmaya başladı demeye başlamıştım dedim. Gülüştük. Çalışan, "Abi sizin için ne yapabilirim" dedi. Hiçbir şey yapmana gerek yok. İçimdekini boşaltıp rahatladım dedim. "Araban nerede? Oraya kadar götürüvereyim" dedi. Olmaz dedim ise de arabayı aldı, sürmeye başladı. Arabanın yanına varınca, aldıklarımı da poşetledi. Bu esnada kimsin, necisin, nerelisin türünden lafladık. Daha doğrusu o sordu, ben cevapladım.

Vedalaşıp ayrılırken marketin iki ötesi esnafta çalışan biri "Ramazan Hocam" diyerek yanıma geldi. Halimi hatırımı sordu. Karanlık olunca yüz hattından çıkaramadım. Adını sordum. "Hocam, hatırlamazsın falan okuldan A sınıfındandım" dedi. Soyadını söyle dedim. Söyleyince şimdi hatırladım seni dedim.

Velhasılıkelam kelam, hiç yaşamadığım bir alışveriş anım oldu. Gerilimi yüksek bir alışverişti. Aynı zamanda yorucu idi.

Senin başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmez demeyin. Her şeyde bir hayır var demek lazım. Aynı zamanda faydası da oldu bu sıra dışı alışverişin:

Alışverişim erken bitecekti. 22.30'da gideceğim yer için erken olacaktı. O vakti bekleyecektim. Baktım, saat 22.20 olmuş. Böylece gerilimi yüksek olsa da vakti geçirmişim.

Gündüzünde 6 bin adım atıp yürüyüşüm eksik kalmıştı. Marketin içinde bir 2000 depar daha atıp 8 bini bulmuş yürüyüşüm.

Marketin sorumlusu ve arabamı boşaltan görevliyi tanıdım. Saf Anadolu insanı idi ikisi de.
Yıllardır görmediğim bir öğrencimle bu vesileyle karşılaştım.

İkinci kez alışverişim hız ve gerilimden ibaret olunca, gündüzü ve gecesi bugünlerde ayaz olan Konya'nın soğuğu bana vız geldi. Çünkü ısınıverdim. Üşürseniz, hız ve gerilim sizi ısıtır, unutmayın. Burada tecrübe konuşuyor.

Sinir patlamasının ardından sinirlendiğin insanlarla kızıp bağırmadan, hakaret etmeden medeni bir şekilde konuşup içini dökünce rahatlıyorsun.

Yorulunca eve gelip bir güzel uyku çekiyorsun. Uyuyamıyorum diyenlere şiddetle öneririm. Vücudunuzu yoracaksınız. Yattığınız yeri beğenirsiniz.

Bundan sonra market alışverişlerinde ben nereye gidersem market arabasının da benimle beraber gitmesi gerektiğini bu tecrübeyle öğrenmiş oldum. Efendim, arabayı dolaştırmayayım. Aldıklarım şurada dursun. Ben gidip şu alacağımı alıp geleyim demek yok. Bu tecrübe de yabana atılmamalı.

Arabamı boşaltan görevli, market arabasını arabanın yanına kadar götürdü. Poşetleyip arabama yerleştirdi. Hangi market çalışanı yapar bunu? Mesela siz alışveriş yaptığınız zaman çalışan, aldıklarınızı arabanıza yerleştirdi mi hiç?

Hasılı bu alışveriş bana 1300'e patladı ama çok şey kazandırdı. Market arabam boşaltıldıktan sonra listeye ve ilave siparişlere bakmadan hepsini gözüm kapalı almışım. Bir tek portakal almayı unutmuşum. Bunu da ödemeyi yapıp çıkarken hatırladım. Bu kadar da olsun. Zaten listede ve ilave siparişte yoktu. Bu da alışverişimin nazar boncuğu olsun.

Bir diğeri de aldığım sıvı el sabunlarından bir tanesinin kapağı açılmış. Aka aka arabanın bagajı güzelce sabunlanmış. O sabunu silinceye kadar kaç bez bitirdim. Ama arabamın bagajından uzun süre sabun kokusu gelecek. Sabun kokusunu severseniz, beklerim.

Bu arada alacağını alıp da ödeme yapmadan ve aldığını boşaltmadan marketin içinde bırakıp gidenler neyin kafasını taşıyor, hiç anlamış değilim. Mübarek, alacaklarından vazgeçti isen aldıklarını yerine koy, arabayı boşalt, çık git. Babanızın hamalı mı var burada? Ki zaman zaman ben de vazgeçersem, gidip yerine koyuyorum.