24 Ocak 2025 Cuma

Basit Horlamaymış Bendeki (3)

Ertesi günü uyku testiniz çıkmıştır. Randevu alıp doktorunuza gösterebilirsiniz mesajı geldi. E devletten, e nabıza girdim. Raporu görmeden heyecanlandım. Doğrusu merak ettim. Nedir durumum diye.

İyi de rapor baştan sona İngilizce idi. Yarım yamalak İngilizcem ile bir şeyler anlamaya çalıştım. En alta doğru gözümü kaydırdım. “Basit Horlama” yazıyordu sonuç. Hasılı çıka çıka "Basit Horlama" çıktı benim horlama sonucu.

Bu sonuca üzülmeli miydim yoksa sevinmeli miydim?

Üzüldüm. Çünkü basit horlama sonucu yerine “Kaliteli Horlama” çıksın isterdim sonucun. Hoş, ömrü basit geçen birinden kalite beklemek beyhude çabaydı. Çünkü kalite kim, ben kim. Sonra kim kaybetmiş de ben bulacağım kaliteyi.

Sevindim. Çünkü önemsenmeyecek kadar küçük anlamı da çıkar bu basit horlama sonucundan. Tamam, horluyorum ama çok o kadar rahatsız eden türden bir horlama değil bendeki.

Uyku testine girince sana maske verirler. Gece uyumadan önce takman için demişti bir arkadaş. Maske denince, bu sezon Galatasaray’da top koşturan Osimen geldi gözümün önüne. O da maçlarda maske takıyor. Görüntüsü haliyle korkutuyor. Beni uyurken gören birinin de korkma ihtimali vardı. Bundan geçtim. Bir de bir yere gezip dolaşmaya gitsem, orada yatılı kalacak olsam, onca eşyanın arasında bir de maske taşıyacaktım yanımda. Sonucu doktora göstermedim ama sanırım maske önermez benim bu basit horlamaya. Bu da bir başka sevindirici yanı.

İnsan görmeyince neyin ne olduğunu bilmiyor. Bu vesileyle uyku testine girince, tam anlamasam da uyku testinin ne olduğunu genel hatlarıyla biliyorum. Bu da benim için bir tecrübe oldu. Bilgi bilgidir ve her bilgi değerlidir zira.

Üzülüp sevinmekle kalmadım. Aynı zamanda kızdım da. Çünkü oturup kalktılar; horluyorsun, amma horluyorsun, iyi horluyorsun dediler. Hem ev dedi hem yurtta kalırken hem hizmet içi seminerlerde. Ortalığı o kadar velveleye verdiler ki Sanırsın ki horlamamdan hiçbiri uyumamış. Şimdi onlara bu sonucu göstermek lazım. Buyurun uyku testi sonucum. Toru topu önemsiz basit bir horlama. Değdi mi bu kadar konu edinmeye demek lazım.

Hayıflandım. Ah vah ettim. Bir yerde yatarken önceden uyumayayım da horlamamdan başkası rahatsız olmasın diye en geç uyudum. Topluluk içerisine girmekten kaçındım. Bu sonuçtan sonra düşünüyorum da boşuna evhama girip kendimi rahatsız etmişim.

Bundan sonra horluyorsun diyenlere, elimdeki sonucu göstereceğim. Bu kadar velveleye ve abartıya gerek yok. Önemsiz ve basit horlama için bu kadar konuşmanın gereği yok. Aha bu da belgesi diyeceğim.

Hatta toplu yerlerde uyumadan önce yatağımın başına, “Dikkat, bu yatakta uyumakta olan basit horlamaktadır. Basit horlamaya katlanan bu odada yatabilir. Rahatsız olan varsa, lütfen odayı terk edip kendine horlama ortamı olmayan bir oda bulsun” şeklinde bir not yazıp iliştirmek lazım. Bundan sonrasını ben değil, yanımdakiler düşünsün.

Görevlinin, vücudunda ne hastalık varsa tespit eder bu uyku testi demişti. Çıka çıka basit horlamanın dışında bir şey çıkmayınca sağlamım diye sevinmem lazım. Bir diğer husus, dağ fare doğurdu dense yeridir. Çünkü bu testten beklentim yüksekti. Mesela uyku aparatı takıldıktan sonra telefonla oynamam testte çıkmadı. Demek ki test her şeyi ortaya koymuyormuş.

Basit Horlamaymış Bendeki (2)

Uzandım. İyi de 00.00'dan önce hiç yatağa uzanıp yatmayan ben 21.00 sularında nasıl yatıp nasıl uyuyacaktım.

Telefonda yazıp çizmemde bir sakınca olur muydu. İşte bunu sormadım. Gerçi teste dair hiçbir şey sormadım. O da söylemedi. Şuna, buna dikkat edeceksin demedi. Sadece su içme dedi.

Acaba, telefonla oynarsam, yazıp çizersem, testte telefonla oynadığım da görünür müydü? Raporu yazan, bu adam buraya uyku testine değil, telefonla oynamaya gelmiş yazar mıydı? Görevli numarasını da vermişti. Telefon açıp telefona girebilir miyim desem, amca yeri mi, zamanı mı, yat zıbar, burası uyuma yeri der mi derdi. Gerçi demezdi. Çünkü pek beyefendi biri idi.

Ortam da yazı yazmaya pek müsait idi.

Sonunda elime telefonu alıp bir on dakika birkaç mesaja cevap yazdım. Telefonu yanıma koyup uyumaya çalıştım.

Ne zaman uyudum bilmiyorum. Sırt üstü yatmıştım. Normalde sırt üstü yatmak hiç adetim değildir. Sağa veya sola yatsam, kafamın iki tarafı da kablo dolu idi. Nice sonra horlamama uyandım.

Horlayan horladığını bilmez. Horluyorsun diyenleri de pek kabul etmez. Ben horlamam der. Mesela rahmetli babam öldü gitti, horladığını hiç kabul etmedi. Ben horlamam derdi.

Horlamama uyanınca sağa dönüp yattım. Yattım ama üstüm açık uyumuştum. Hoş, örtecek olsam da üzerime örtecek bir şey yoktu. Yatarken klimanın sesi geliyordu ama bu klima beni üşütüyordu. Uyanınca yine üşüdüğümü hissettim. Hatta donuyorum. Uzanıp yattığımı gören görevli, amca soğuk olur, klimaya güvenme, üzerini ört de demedi. Ben de üşüyorum, böyle mi yatacağım demedim. Öyle ya erkekliğime halel gelirdi.

Sağıma dönüp uyumaya çalışırken ben bu uyku testini geçerim ama vücudumun her bir tarafı tutulur, günlerce ben bunu çekerim. Hastaneye sağlam geldim, hasta çıkarım ya hayırlısı dedim.

Yarı uyur yarı uyanık uyudum. Rüya da gördüm. Zaman zaman uyanıp gözlerimi açmadan uyumaya çalıştım. Hiç solu kullanmamıştım. Sola dönüp uyudum. Bir kez daha uyandım. Vakit ne olmuş diye kolumdaki saate baktım. Üçe çeyrek vardı. Daha vardı dörde bir saatten fazla. İyi de bu soğukta bu bir saat geçer miydi.

Kafamı hafifçe kaldırdım. Üzerime örtecek bir şey var mı diye. Ayaklarımın altında ince bir nevresim gördüm. Hemen bir ayağımı nevresimin altına uzatarak nevresimi kendine çektim. Bir elimle üzerimi örttüm. Oh be, dünya varmış dedim. O kadar ince nevresim bu kadar ısıtır mıydı. İliklerime kadar ısındım. Sonrasında bir güzel uyku çekmişim. Ne kablolar rahatsız etti beni ne klima sesi. Keşke ilk yatarken akıl etseymişim.

Bu yatışla sabahı bulurdum. Ama sabahın dördü on geçe görevlinin sesine uyandım. Gözlerimi açtım ama gözlerimden uyku akıyordu.

Gözlerim yarı açık yarı kapalı yatakta otururken, görevli üzerimdeki test malzemelerini tek tek çıkardı. Geçmiş olsun, gidebilirsin dedi. Burada yatmaya devam edebilir miyim dedim. İstediğin kadar dedi. Çıkışta size uğramam gerekir mi dedim. Hayır dedi.

Görevli gider gitmez kafaya koydum. Kafayı koyup yatacağım. Artık kaçta kalkarsam. İyi de benim gece kuşu oğlana mesaj yazmıştım akşamdan. O ne olacak dedim. Bir hızla telefona baktım. Oğlan almaya geliyormuş beni. Yolu da yarılamış üstelik.

Lavaboya gidip elimi yüzümü yıkamak istedim. Aynaya baktım. Yüzüm, başım mantar tarlası gibiydi. Tıbbi adını bilmiyorum ama daire şeklindeki yapışkanlardan bolca vardı. Başıma yapıştırılanların yapışkanı saçıma da bulaşmıştı.

Oğlanı bekletmeyeyim diye bir hızla giyindim. Vücudumu yokladım. Üzerimden otobüs geçmiş gibi. Her yer kuluçlamış ama o soğukta, üstü açık yatmaya göre yine iyi. Bundan iyisi can sağlığı. Bunu çekeceğim ama kaç gün çekerim bakalım. (Devam edecek) 

Basit Horlamaymış Bendeki (1)

Burun ameliyatı öncesi konsültasyon için göğüs polikliniğine görünmem önerilmişti Haziran 2024'ün ortalarında.

Doktor muayene etti. Bir şikayetin görünmüyor. Var mı bir şikayetin dedi. Bildiğim bir şikayetim yok. Horladığım söylenir dedim. Aklımda kaldığı kadarıyla EKG, kan tahlili, akciğer filmi bir de SFT (Solunum Fonksiyon Testi) yaptırmamızı istemişti. Horlama için de 6.kat uyku ünitesinden randevu alın demişti.

SFT beni biraz uğraştırmıştı. Kaç defa uğraştı görevli. Şöyle böyle yapacaksın diye tane tane anlattı. Olmayınca olmamıştı. Sonunda olmuyor amca deyip beni göndermişti. Diğer istekleri yaptırdıktan sonra tekrar gidip bir kere daha deneyelim dedim. Bu sefer becerebilmiştim.

Göğüsün talep ettiği tahliller sonucuna göre konsültasyon hazırlanmıştı. Temmuzun 2.gününde burundan ameliyat olup rahatlamıştım.

2025 Ocak ayının ortası geçtikten sonra oğlan hatırlattı. Baba, 20'sinde uyku testin var, unutma dedi.

6 aydan fazla bekledim. Bari gidip şu testi yaptırayım dedim.

Belirtilen günün 20.30 sularında uyku ünitesine giriş yaptım.

Görevli kaydımı yaparken biraz lafladık. Hem işinin ehli hem de kültürlü biri idi.

21.00'i geçerekten beni yatağa oturtup her yerimi kablolar ile donatırken de sohbete devam ettik. Resmimi çekmedim ama bir nevi üzerine canlı bomba geçirilmiş biri gibi hissettim kendimi.

Öğretmen olduğumu, hala aktif çalıştığımı öğrenince babasının da öğretmen olduğunu, sınıf öğretmeni olarak görev yaptığını, emekli olalı çok olduğunu, babam emekli olduğunda emekli parasına bir ev ve bir araba aldıklarını, o zamanki emekli ile çalışanın arasında fazla fark olmadığını, şimdiki emekli parası ile ne araba ne de ev alındığını, çalışanla emekli arasında büyük uçurumun olduğunu söyledi.

Tüm bunları ve daha fazlasını hem anlattı hem de yapa yapa ezberlediği uykuya yatırma işlemini bir çırpıda bitirdi. Yani iki işi birden yaptı. Birini yaparken diğerini ihmal etmedi.

Horlamayı ölçmesi dışında bu taktığın aletin başka faydası var mı diye sordum. Her şeyi ölçer, kalp ve göğüs hastalıklarını erken teşhis eder, ne var ne yok ortaya çıkarır dedi.

Sarıp sarmalaması bittikten sonra uzan amca. Sağa, sola dönüp yatabilirsin. Bir ihtiyaç olursa şu numaradan beni ara. Sabah 04.00'de gelir, üzerindekileri çıkarırım. İster gider ister burada yatarsın deyip gitti. (Devam edecek) 

23 Ocak 2025 Perşembe

Doğu İnsanının Dünyası *

Bu dünyalı, anasından doğduğu andan itibaren kısa süreli yalancı baharlar dışında enflasyona maruz kalır, hayat pahalılığıyla mücadele eder.

Bu dünyalı da kendi içinde iki dünyalı olarak yaşar. Çünkü bu dünyada,

Sosyal adalet dengesi yoktur. Fakiri çok fakir, zengini de zengindir.

Fakiri enflasyona maruz kalarak hep iki ayağını bir pabuca sokar. Zengini de enflasyondan kazanır.

Adı konmamış bir kast sistemi vardır bu dünyada.

İşleyen ve oturmuş bir sistem yoktur. Kişilerin oluşturduğu sistem vardır.

Kişilerin yaşamı tesadüflere bağlıdır, ölümü de.
Ya dünyanın parasını vererek gittiği bir otelde yanarak can verir.

Ya dünyanın parasını vererek satın aldığı evi depremde yıkılarak evi kendisine mezarı olur.

Ya grizu patlamasında hayatını kaybeder.

Ya okusun, adam olsun diyerek verildiği yurtta tacize uğrayarak hayatı kararır ya da kaldığı öğrenci yurdunda yangın çıkarak yangında can verir.

Sel baskınında boğularak ölür.

Teröre ve canlı bombaya kurban gider.

Trafik kazasında ölür.

Düğün konvoyunda, bir maçta vs. bir maganda kurşunu isabet ederek kim vurduya gider.

Kısaca bu dünyalının yaşamı da ölümü de tesadüflere bağlı. Tesadüfen yaşar, tesadüfen ölür.

Vadesi yeterek yatağında ölenlerin haricindeki kahir ekseriyetin ölümü;

Yapıp ettiklerimizdir. İşimizi düzgün yapmamanın bir sonucudur. Rantımızın, tamahkarlık ve hırsımızın bir kurbanıdır. Bir şey olmaz aymazlığımızın rahatlığıdır.

Suçluyu, üzerine suç bulaşanlardan bulmasını istememizdir. Bulunan günah keçisiyle yetinmemizdir. Hesap sormayışımızdır.

Sessiz çoğunluk olmamızdandır. Günü kurtarmak istememizdendir.

Koruyup kollamamızdandır. Görmezden gelmemizdendir.

Gerçeklerle yüzleşmekten kaçınmamızdır.

Olgulardan ziyade algılarla yaşamamızdandır.

Hamaset ve slogana boynumuzun kıldan ince olmasındandır.

Bir türlü sadede gelmek istemeyişimizdendir.

Suç ve suçlu tespitinden ziyade tüm suçu kadere yüklememizdendir...

*27.01.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

İki Tip Dünyalı

Tecrübeme dayanarak söylüyorum. Nazarımda iki tip dünyalı var. Biri tüm kurum ve kurallarıyla oturmuş, bir sistemi olan, yaşayan herkesin bir hayat standardı olan ülkelerde yaşayanlar. Diğeri de oturmuş bir sistemi olmayan, hayat standardı olmayan, hayatta kalabilmesi tesadüflere bağlı olan ülkelerde yaşayanlar.
İlkinde devlet her şeydir. Bu her şey vatandaşı içindir. İnsanının hayat standardını yükseltmek ve geliştirmek için bir devlet kültürü vardır.
İkincide kişiler içindir devlet. Bir grup azınlıktır buradaki kişiler. Vatandaş ve devlet bunlar için yaşar. Bunları ayakta tutar. Bunları söz sahibi yapar.
İlkinde yönetenler hesap verir. Layüsel değildir. İkincide yönetenler hesap vermez. Çünkü layüseldir.
İlkinde devleti yönetenler kişisel hareket edemez. Çünkü işleyen sistem onları da kontrol eder.
İkincide devleti yönetenler kişisel hareket eder. Çünkü işleyen bir sistem ve yöneteni kontrol edecek ve denetleyecek bir sistem yoktur.
İlkinde kurumlar vardır. İkincide kişiler.
İlkinde kurumlar insanının rahatı ve konforu için vardır. İkincide kurumlar kişileri ayakta tutmak için vardır.
İlkinde at ve sahibi birbirine uyum içindedir. Karşılıklı birbirlerini denetler. Her birinin yapması gereken belli görevleri vardır. İkincide at sahibine göre işler.
İlkinde kurum kültürü kadar eleştiri kültürü de vardır. Yanlış yapan yönetici eleştirilir, protesto edilir. İkincide kurum kültürü olmadığı gibi eleştiri kültürü de yoktur, protesto da edilmez.
İlkinde her şey usulüne uygun yürütülür. İkincide her şey formaliteyi yerine getirmek veya kitabına uydurmak için yapılır.
İlkinde en ufak bir hatada istifa mekanizması işler. İkincide istifa asla düşünülmez. Çünkü kimse kendini suçlu görmez.
İlkinde suç varsa suçlu da olur. İkincide suç olur ama kimse suçu üstlenmez. Birileri günah keçisi ilan edilir ya da karşılıklı suçlamalarla suçun sahibi olmaz, suç ortada kalır. Siyasi malzeme olarak kullanılır.
İlkinde suç varsa suçlu da vardır. Sonucuna katlanır. İkincide tüm yetkililer yunmuş yıkanmış olduğu için suçu asla üzerlerine almaz. Kimse de suçlusun demez. Hatta destek verir.
İlkinde akıl, mantık, sağduyu, soğukkanlılık ve gerçekler vardır. İkincide hamaset, slogan ve algı oluşturma vardır.
İlkinde plan, program, öngörü ve denetim vardır. İkincide günübirlik yaşanır. Yarına dair bir plan yoktur. Denetim mekanizması rakibin kellesini almak, kendisinden olanı korumak için yapılır.
İlkinde lider kültü yoktur. İkincide lider kültü vardır.
İlkinde devletler bakidir. Zirvedeki yerini korumaya devam eder. Çünkü devlet olmanın gerekleri yerine getirilmektedir. İkincide devlet ebet müddet dense de devletlerini kendi elleriyle yıkarlar, yerine farklı isimle yenisini kurarlar.
İlkinde devlet halkındır. İkincide devleti yönetenlerindir.
İlkinde üretim vardır. Fazlasını ihraç vardır. Bütçeleri ya denktir ya da fazla verir. İkincide üretim öylesinedir. İthal ürünlerin tüketicisidir. Kendi kendine yetmez. Hep cari açık verir, borçla yaşar.
İlkinde yönetenler için insanı bireydir ve değerlidir. İkincide yönetenler için sürüdür ve değersizdir.
İlkinde rant yoktur. Hayatın gerçekleri vardır. İkincide insanın dışında her şey ranttır.
İlkinde yapılan her şey insanı yaşatmak içindir. Her şey onların güvenlik ve güvenilirliği içindir. İkincide yapılan her şey insanını öldürmek içindir. Yapılan her hizmet vatandaşına mezarı olarak döner.
İlkinde vatandaşın hayatı tesadüflere bağlı değildir. Yerleşik düzene göre hayatını yaşar. Hayatta kalması mucize değildir. İkincide tesadüf kabul edilmez, tevafuk vardır dense de vatandaşın yaşaması tesadüflere bağlıdır. Yaşaması ve nefes alması mucizedir.
Aynı dünyada yaşayan iki tip dünyalıya dair örneklere yer verdim. Herhalde bu iki dünyanın hangileri olduğu verdiğim örneklerden anlaşılmıştır. İlki Batı dünyası, ikincisi Doğu dünyası.
Bu dünyanın ilkinde mi yaşamak istersiniz yoksa ikincisinde mi bilmem ama tekrar söyleyeyim. İlkinde tesadüflere yer yoktur. İkincide her şey tesadüflere bağlıdır. Yaşaman da ölümün de.
Yazıyı okuyan, objektif gözle değerlendirirse doğru, bu dünyada böyle iki tip dünya ve dünyalı var. Ne yazık ki biz ikinci dünyalıyız diyerek bir hakkı teslim eder. Yok, bu yazıda Batıya özenti var diyorsa, bilin ki bu kişi ikinci tip dünya insanıdır ve halinden memnundur. Halinden memnun insan için ise bu yazı gereksiz bir yazıdır. 

Şehir Planlamamız *

İyi bir şehir planlamamızın olmadığını düşünüyorum.

Ne geniş caddelerimiz var ne de geniş sokaklarımız.

O kadar geniş toprağımız olmasına rağmen yatay mimariden ziyade dikey mimari yapmaya devam ediyoruz.

Birbirine yakın veya bitişik binalardan dolayı ne evlerimiz doğru dürüst güneş alır ne de nefes.

Dip dibe ve karşılıklı binalar yüzünden tüm pencereler sabahtan akşama tül perde ile kapalı. Balkonlar da karşılıklı. Komşu balkona çıksa sen çıkamıyorsun. Sen çıksan komşu çıkamıyor. Kimse kimseyi tanımıyor da.

Yaşanabilir bir şehirden ziyade rant ekonomisinin revaçta olduğu ve para ettiği şehir yapılanmasını yeğliyoruz.

Ana caddelerde yüksek kat, arka taraflara daha düşük katlar veriyoruz.

Ne kadar büyük arsamız varsa o kadar daire hesabı yapıyoruz.

Belediye de aynı kafada, insanımız da devlet de.

Yaşanabilir ve nefes alınabilir bir yaşamdan ziyade birbirimize ve kendimize hayatı zindan etmek için yarışıyoruz.

Bir yeri imara açarken veya yüksek kat verirken bu tasarrufun bu şehrin sirkülasyonuna zararı olur mu diye bir düşünce olmuyor. Varsa yoksa rant. Dinimiz de rant, imanımız da rant, hayatımız da rant, hayat felsefemiz de rant.

O kadar yaptığımız yüksek katların sağlamlığı bir tarafa, çok kullanışlı da değil. Aşağıdaki ses yukarıya, yukarıdaki ses aşağıya duyuluyor. Estetik zaten yok. Sadece beton yığını. Bu beton yığınlarının ömrü de uzun değil. 20-30 yılı buldu mu o ev, o bina eski sayılıyor, yıkılmak için gün sayıyor. Kendi elimizle yıkmasak da orta şiddetinde bir depremde yerle bir olmak suretiyle bu rant evler mezarımız oluyor.

Her şehrimize özgü bir mimari anlayışımız da yok. Hepsi birbirinin tıpkısının aynısı.

Deprem olur, sel felaketi olur. O devasa binalar yerle bir olur. Ana caddelerdeki yüksek binalar caddeye devrilir, yollar kapanır. Ne ambulans geçebilir ne yardım götürülür. Buna rağmen yıkılan yüksek binaların yerine yine yüksek katlar yapmaya devam ediyoruz.

Bir yerde ne kadar yüksek kat varsa orada trafik felç oluyor. Park sorunu baş gösteriyor. Gürültü eksik olmuyor. Adeta zehir soluyoruz.

İyi, kötü hizmet şehir merkezlerine geldiği için bir de iş imkanı şehirde olduğu için köyleri boşalttık, şehirlerin nüfusunu katladık.

Hasılı, üç beş kuruş rant uğruna, kendi kendimize ve birbirimize hayatı zindan ediyoruz.

Şehir planlaması için ne yapılabilir? Yatay mimari, müstakil evler hedefimiz olmalı, vakit geçirmeden uygulamaya geçmeliyiz.

Yüksek kat yapılacaksa ana caddelere tek kat, arka sokaklara ise birer kat ilave edilmek suretiyle yapılmalı. Bir sinema salonundaki koltuklar gibi. Yani önden arkaya doğru binalar yükselmeli.

Hiçbir bina, diğer binanın güneşini ve cephesini engellemeyecek şekilde bina ve evler mesafeli yapılmalı.

Binalar öyle sağlam ve kullanışlı yapılmalı ki bu binalar evladiyelik olsun. Yazın serin, kışın sıcak tutsun.

*31.01.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

21 Ocak 2025 Salı

Otel Yangınının Düşündürdükleri *

21.01.2025 tarihinde güne, Bolu Kartalkaya'da 12 katlı bir otelde çıkan yangınla uyandık.

Otel küle dönmüş.

Saat 22.00 sularında İçişleri Bakanı Sayın Ali Yerlikaya'nın verdiği bilgiye göre çıkan yangında 79 kişi öldü, 51 de yaralımız var.

Yaralıların büyük çoğunluğu, yüksek katlardan atlamak suretiyle yaralanmış olması ihtimal dahilindedir.

Yine Bakan'ın açıklamasına göre yangınla ilgili, içlerinde işletme sahibinin de olduğu 11 kişinin gözaltına alındığını, konuyu incelemek üzere 6 savcının ve yangının çıkış sebebinin araştırılması için bilirkişilerin görevlendirildiğini öğrenmiş olduk.

Ölü sayısı artabilir de.

Bırakın 79 kişinin ölmesini bir kişinin bile ölmesi üzücü.

Bir gerçek var ki lüks otele dünya kadar para ödeyerek tatilini geçirmek isteyen bu kadar kişiye bu tatil merkezindeki otel mezarları oldu.
12 katlı otelde yangın merdiveni var mıydı, yangın alarmı verildi mi, otel standartlara uygun muydu demeyeceğim. Ki Bakan'ın açıklamasına göre iki tane yangın merdiveni varmış.

Görgü şahitlerinin verdiği bilgiye göre yangın alarmı verilmemiş. Büyük ihtimalle yangın alarmı ve her odada olması gereken yangın sensörleri de çalışmıyor olabilir.

Otel ne zamandır faal olduğuna göre belli ki otelin her şeyi mevzuata uygundur. Uygun değilse bile bu ülkede kağıt üzerinde her şeyi tam şeklinde evrakı alınır.

Buralar denetlenir. Denetimlerden de geçer not alır.

Merak ediyorum, yangından kurtulan kaç kişi bu yangın merdivenlerini kullandı? Sanmıyorum. Çünkü bizde yangın merdivenleri genelde kilitli olur ya da başka amaçlı kullanılır.

Denetimlerde de yangın merdiveni var mı denirse, işte diye gösterilir ve var diye çentik atılır. Başka da bir işe yaramaz.

Bu yangında kim suçlu? Belediye mi, itfaiye mi, Kültür Bakanlığı mı demeyeceğim. Şu suçlu olsa ne olur, bu suçlu olsa ne olur? Bu ülkede her yerde her zaman böyle veya benzer yangın, deprem, sel felaketi, grizu patlaması, heyelan, toprak kayması vs. afetler olur. Her birinde de azımsanmayacak insanımız ölür. Hepsinde de sorumlulara hesap sorulacak denir. Bir daha olmayacak denir. Hepsinde de doğru dürüst hesap sorulmaz, sorumlular istifa etmez. Yine bu tür facialar olmaya devam eder. Suç birkaç kişinin üzerinde kalır. Onlar da olay soğuduktan sonra bir şekilde dışarı çıkar. Ölen öldüğüyle kalır. Çünkü bu ülkede insandan ucuz bir şey yoktur.

Tek yaptığımız, ölenlere rahmet, yaralılara şifa dilemek, düzenlenen cenaze törenlerine katılmak olur.

Şu var ki bu ülkede tesadüfen yaşıyoruz, tesadüfen nefes alıyoruz. Bu kadar tedbirsizlik, ihmal ve formaliteye rağmen iyi ayakta kalıyoruz. Çünkü dünya para vererek kafa dinlendirmek için gittiğimiz turistik yerimiz bile böyle ise varın öbür tarafları siz düşünün.

Hasılı, biz, bırakın yatakta yanarak ölmeyi, ayakta iken bile yanmışız da haberimiz yokmuş. Çünkü yaşamamız ve hayatta kalmamız tesadüflere bağlı.

*24.01.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.