22 Mayıs 2024 Çarşamba

Ucuz İnsanın Psikolojisi

Yeğenim, seçimde desteğini bekliyorum. Seçilirsem dile benden dilediğini derdi eski belde ve ilçelerde siyasiler. Yeğenin tek derdi vardır. Hemen isteğini dile getirir. “Dayı, şu okul müdürünü buradan sür. Senden başka bir şey istemem. Oyum da senin derdi.

Anlattığım bu anekdot Türkiye’nin birçok yerinde olağan şeydi.

Dayı seçimi kazanır. İlk yaptığı illerden biri yeğeninin istemediği okul müdürünü bir başka yere sürdürmek olurdu.

Bu isteği yerine gelen yeğenin ise keyfi yerindedir. Çünkü egosunu tatmin etmiştir.

*

Çanakkale Meydan Muharebesi, Birinci Dünya Harbinde düşmana geçit vermediğimiz, adeta destan yazdığımız bir muharebedir. Diğer 9 cephede ise başarılı olamadığımız gibi kaybettik. Hasılı Çanakkale Meydan Muharebesinin de içinde bulunduğu 1. Dünya Savaşını kaybettik. Çanakkale’de gösterdiğimiz başarıyı küçümseyecek değilim ama sonuçta biz bu savaşı 9-1 kaybettik. Maça benzetirsek rakip dokuz atmış, biz ise bir atmışız. Adeta tek şeref golümüz var bu savaşta. Durum bu iken biz kaybettiğimiz bir savaşın içinde attığımız bir golü her yıl kutluyoruz.

*

GS ve FB derbi maçını bildiğiniz gibi FB kazandı. FB ezeli rakibini deplasmanda üstelik bir eksikle yendi. Bu galibiyete FB rakibiyle arasındaki puan farkını üç puana indirdi ve şampiyonluk iddiasını son maça taşıdı. Bu derbi maçı sonrası FB Başkanı’nın açıklamalarına yer verelim:

Beyler ne başardığınızı anlayın.

Büyük partiyi dağıttınız.

Yenilmezlik serilerini mahvettiniz.

Sanatçılar gidiyor. Hazırladıkları podyumu kuramayacaklar. Sizinle gurur duyuyorum. 

Şampiyonluğu kutlama planlarını iptal etmemiz bir Fenerbahçe taraftarı için şampiyonluk kadar önemlidir”.

Başkan bu konuşmayı maç sonrası soyunma odasında futbolcularına İngilizce olarak yapıyor.

Sayın Ali Koç’un maç sonrası stada gelip kabadayı edasıyla stattaki görüntüsü nasıl bir hâletiruhiye taşıdığını ele veriyor. Adeta kırıp dökecek, sağa ve sola saldıracak bir görüntü çiziyor. Bir Başkan’a yakışmıyor vesselam. Bunun üzerinde durmayacağım.

İngilizce konuşması ve içeriğine dair birkaç şey söyleyeceğim:

Bir Türk takımının Türk Başkan’ı, Türkiye’de niçin İngilizce konuşur? Gören de bu ülkenin ana dili İngilizce sanır. Herhalde futbolcularına, bakın ben İngilizce de biliyorum mesajı veriyor olsa gerek. Ayrıca konuşurken niçin futbolculara bakmıyor ve niçin yerinde durmuyor da adımlıyor? İnanın garipsedim. Bu görüntünün tıpta bir adı var mı bilmiyorum.

Bu hırçınlık bu gerginlik bu hava atma bu agresiflik bu şımarıklık niye? Gören de zafer kazanmış bir komutan sanır.

Neymiş de bu maçı kazanarak neleri başarmışlar neleri. GS’nin şampiyonluk kutlama podyumlarını kurmasına izin vermemişler. Gelen sanatçılar geri gitmiş. Kutlama partisini dağıtmışlar. Şampiyonluğu kutlama planlarını iptal etmişler. Bu iptal şampiyonluk kadar önemliymiş. GS’nin yenilmezliğine son vermişler.

FB bu maçı kazanarak şampiyon olsa eh, GS’nin şampiyonluğunu elinden aldı dersin. Şampiyonluğu belirleyecek daha bir maç var. GS bu maçı da kaybedip şampiyonluğu Fener’e kaptırsa tamam dersin. Daha ortada fol yok, yumurta yok. Üstelik şampiyon olmaları GS’nin elinde iken bu neyin şımarıklığı böyle?

Görünen o ki FB Başkan’ı için GS’yi yenmek şampiyonluktan daha önemli. GS’i yenmek yeterli bunun için.

Ali Koç’un taşıdığı bu kafa okul müdürünün sürdürülmesini isteyen seçmenden farklı değil.

Yine bu kafa savaşı kaybettiğimiz ve kaybettiğimiz savaşın sonuçlarına katlandığımız halde savaşın bir cephesinde elde ettiğimiz zaferle yetinip sevinmemize benzer.

Süper Ligi bir maratona benzetelim. Asıl başarı maratonun sonunda ipi göğüslemektir. Yoksa koşucuların maratonun belli bir etabını önde bitirmesi zafer değildir.

Verdiğim bu üç örnekten ne çıkarırsınız bilmiyorum ama ben bu örneklemenin ilkinde kişisel kin ve nefret, ikincide mağlubiyet kompleksini bastırma ve bununla tatmin olma, üçüncüde ise hem ilk örnekteki nefret hem de mağlubiyetten tatmin olma duygusunu görüyorum. Çanakkale’yi anlarım da birinci ve üçüncü hali anlamak zor. Herhalde ucuz insanların psikolojisi olsa gerek. Bir insanın gözünü kin, nefret, çekememezlik bürümüşse, ondan da sağlıklı hareket ve normal tavır beklenemez zaten. 

21 Mayıs 2024 Salı

Şımarık Bir Profil

Her zengin ve şöhret sahibi olmasa da baba ve soydan gelme bazı zenginlerimiz var. 

Bunlar yediği önünde yemediği arkasında olan, hiç para sıkıntısı çekmeyen ve yokluk nedir bilmeyen, ailenin el bebek gül bebek yetiştirdiği kişilerdir. 

Her istediği yapılınca da ele avuca sığmaz bu tipler. 

Dünyanın merkezine kendisini koyan, bencil ve egoist kişiliğe sahip. Dünyanın kendi ekseni etrafında döndüğünü sanırlar.

Kibir tavan yapmıştır bunlarda. Özgüven patlaması yaşarlar.

Hiçbir özelliği ve yönetim kabiliyeti olmadığı halde sırf parasından dolayı belli bir makama getirilen bu tiplerin ne dilinin ayarı vardır ne dengeli hareket ederler ne de sorumlu davranırlar. 

Aksine toplumu ve kitleleri germede üstüne yoktur. 

Güç kendisinde, para kendisinde olunca bilir ki kimsenin kendisine had bildirecek durumu yoktur. 

Paradır bunları konuşturan bu ne oldum delisi olanları. 

Şımarıktır. Kimse sesini çıkarmayınca astar ister. Şımardıkça şımarır. 

Para, makam ve güç kendisinde olunca her dediğinin olmasını ister. 

Şayet istediği olmazsa gerilim çıkarır ve geriliminden beslenir. 

Oturduğu koltuğu kabadayı edasıyla yönetir. Kavgacıdır. Kavgayı tetikler. En önde de kendisi koşar. Sokak kabadayısı gibi davranır. Sanırsın ki koltuk sahibi değil, o kitlenin amigosu veya ayak takımı. 

Ağzı bozuktur. 

Kırdıkça kırar. Vurdukça vurur. Olmadı boğazını sıkar. 

İnsanlar ve yetkililer sesini çıkarmadıkça kendini bir şey sanmaya devam eder. 

İşi kurallarına göre oynayamayınca, istediği olmayınca iddialar ve algılar üretir. 

Zenginliğin verdiği şımarıklıkla oturduğu koltuğun sahibini kendisi sanır. Koltuğu emellerine alet etmede üstüne yok. Hele bir de peşine takılıp kendisine inanan insanlar varsa kendisini doğru yolda görür. 

Anlatmaya çalıştığım bu tipler vardır çevrenizde. Para, şöhret, güç budalasıdır bunlar. 

Bu tipler ne kadar variyet sahibi olursa olsun, istediği makamı elde etsin, parayla satın almadığı yer kalmasın, en iyi okullarda okusun, zerre gözümde yoktur. Çünkü ilk önce adam ve insanlık lazım. Önce edebini ve haddini bilmeli. Bilmiyorsa birileri bildirmeli. Yoksa başımızda ekşir durur bunlar. 

Tarikat Şeyhleri ile Parti Liderlerinin Ortak Yönü

Sosyal medya anı sayfasında kalmış bir yazım. Bloğumda da yerini alsın istedim:

Bu ülkede cemaatler, tarikatlar çok eleştirildi.

"Vay efendim, şeyhinin iki dudağı arasında her şey. Mutlak itaat şart. O ne derse o olur, itiraz edilmez" denir.

Parti liderleri bundan farklı mı?

Bence aralarında hiç fark yok. Tarikat şeyhinin yaptığını, noktasına virgülüne parti lideri de yapıyor.

Örnek mi istersiniz. Malum bugünlerde vekil listeleri hazırlanıyor.

Parti liderlerimiz dama taşı oynar gibi adaylarını paraşütle "sen şu ile, o bu ile" diyerek yerleştiriyor.

Lider bunu yapıyor, aday adayımızdan tık yok.

İşin garibi bu tasarruf ve inisiyatif parti meclisinden de onay alıyor. 

Dense ki;

"Sayın aday! Haydi aday gösterildiğin yeri haritadan göster" ya da "Bugüne kadar o ile hiç gittin mi" veya "Hiç o ilden tanıdığın var mı" diye sorulsa, öyle zannediyorum sınıfta kalır.

Buna rağmen aday gösterilir ve aday olunur.

Seçmen de vardır bir hikmeti diyerek gider, tıpış tıpış oyunu verir.

Kimse bir şey demez. Çünkü karşılarında tarikat şeyhi ile aynı yetkilerle donatılmış parti lideri var. O ne derse o olur. Yoksa aforoz edilir.

Şimdi size soruyorum: Bir parti lideri ile bir cemaat lideri veya tarikat şeyhi arasında yetki bakımından bir fark var mı?

Bulabilirseniz merakımı gidermiş olursunuz ve size minnettar kalırım.” 21 Mayıs 2018

20 Mayıs 2024 Pazartesi

Bir 65'linin Gözünden Ücretsiz Toplu Taşıma

“Otobüste 65’likler Muhabbeti” başlıklı bir yazı kaleme almış, şehir içi toplu taşımalarda otobüslere ücretsiz binenlere yolculardan işittiğim homurdanmalara yer vermiştim.

Bu yazım üzerine kanun ve kanuna dayalı olarak düzenlenen Yönetmeliğe göre toplu taşımadan ücretsiz faydalanan bir takipçim, bu konudaki duygu ve düşüncelerini yorum olarak yazmış. Bu yazımda bu takipçimin yorumuna yer vereceğim.

65 yaşını doldurmuş ve mevzuat gereği ücretsiz faydalananları yargılarken biraz da onların gözünden bakmamızda fayda olduğunu düşünüyorum.

“Merhabalar, Sayın Ramazan Hocam! Ben de 69 yaşıma girmiş biri olarak 3 yıldır, her şeyin bedavasından yararlanıyorum.

Kimseyi rahatsız etmem, ayakta seyahat ederim. Yer vermek isteyenleri de nazikçe geri çeviririm. Gerçi ben de bazen gereksiz biniyorum ama benim gereksiz şekilde kullandığım hatlarda asla yolcu yoğunluğu yok, gayet müsait oluyor.
Gelelim işin doğrusuna. Ben de tüm bedava ve indirimli tarifelere karşıyım. Ben param ile de olsa biner gezerim. Benim işim bu. Ben araştırma yapıyorum. Bu nedenle şehir içi seyahatlerimde otobüs, tren, metro hatlarını hepten kullanırım. Paraysa, para. Ben bedava olduğu için değil, ihtiyacım olduğu zaman biniyorum.

Ama serbest kart diye seslenince herkesin gözü üzerimizde oluyor. Bizlere gerçekten başta şoförler olmak üzere diğer ücretli binen herkes kızıyor. Şimdi ben ne yapayım? Onlar kızıyor diye paralı kart alıp paralı mı bineyim? Ne yapmam gerekiyor? Zaten otobüsten ziyade tren ve metroyu kullanıyorum. Oralarda kimsenin gözüne dokunmuyor. Sorun sadece otobüslerde oluyor.

Konu 65 yaş serbest kartlı seyahat olunca, birinci yorum yetmedi ikincisini yazıyorum. Aslında daha internet sorunum çözülmedi. Komşudan biraz ödünç internet aldım da onu kullanıyorum.

Eğer 65 yaşı kaldıracaklarsa, tüm serbest ve indirimli kartlar da kalksın. Arabaya binen binmeyen belli olsun. Çünkü ben gerekirse abonman alacağım ve yine bineceğim. Çünkü ben ev ile hastane arası sürekli gidip geliyorum. Ama gerçekten gereksiz ve lüzumsuz yere binen 65’liklerimiz de var. Onların yüzünden bizler de böyle azar işitiyoruz.

Merak etmeyin, 65’lik olayı kanunla korunmuş bir hak. Siz 65 yaşınızı dolduruncaya kadar o kanunun yürürlükten kaldırılacağını sanmıyorum.
İnşallah siz de bu bedavanın tadına bir bakarsınız.

İlk sıralar biz çok eziyet çektik. Daha herkes yeni yeni alışıyor 65’lik serbest seyahat iznine.

Şimdi insanların tabi yaşı genç, konuşmak kolay. Yarın o da gelsin 65'ine. Bedava değil de o para verip binsin. Binebiliyorsa, bir biner iki biner, üçüncüsünde başvurur alır bedavasını. Her yere bedava gidip gelir.
Zor bir konu be hocam!

Selam ve saygılarımla.”

Takipçimin emeğine sağlık. Kalemine kuvvet. Kendisi de yazan, aynı zamanda “Değirmenden Mektup Var” başlıklı güzel bir bloğu var:  "https://degirmendenmektupvar.blogspot.com/?m=1" 



Otobüste 65'likler Muhabbeti

Bugün 65'ine dört yıl kalmış biri olarak otobüse bindim. Öndeki boş koltuğa oturdum. 

Bindiğim otobüs her durakta hem yolcu indirdi hem yolcu aldı. 

Birkaç durak gittikten sonra 65'lik kartı olan biri bindi. Kartını tutup arka tarafa geçti. 

Malumunuz 65 yaşını doldurmuş olanlar toplu taşıma araçlarına ücretsiz biniyor.

Bey amcanın arkasından binen iki kadın başladılar şoförle konuşmaya:

Bıktık şu 65'liklerden dedi kadının biri.

Diğeri bazı belediyeler bunlara ücretsiz binmeyi kaldırdı. Burası hala kaldırmadı dedi. (Halbuki ücretsiz uygulamayı kaldıran belediye yok. Çünkü hükümet kararı bu. Kaldırdım, kaldıracağım diyen belediyeler oldu ama dedikleriyle kaldı.)

İki çeşme arasına bile biniyorlar dedi öteki.

Aynı adam her gün sadece benim seferimde günde iki defa biniyor dedi şoför. Neler görüyorum neler dedi.

Kalkmalı bu bedava biniş dedi oturan bir kadın. 

Akşama kadar durmadan birinden inip diğerine biniyor bunlar dedi beriki. 

Bitmediler gitti bu 65'likler dedi bu tarafta olan.

Biri bıraktı diğeri sözü aldı yolcuların. Her birine destek verircesine cevap verdi şoför. 

Daha da söylediler de hepsini anlayamadım. 

Gördüm ki tüm yolcular, başta şoförler olmak üzere 65'liklere diş biliyor. Bu bedava binişlerinden dolayı adeta 65 yaşını doldurmuş ve toplu taşıma kullanan kimseleri düşman bellemişler. Kısaca kızdılar da kızdılar.

Tüm bu dinlediklerimin ardından, araya girip durun ne yapıyorsunuz, 65’ine yaklaşmış biri olarak şimdiden burnumdan getirdiniz. Daha binmedim bile demek geçti içimden. Sonra vazgeçtim. Zaten dolmuş birileri. İçlerini boşaltıyorlar. Şakadan anlamayıp işte bir 65’li de burada. Önce bunu halledelim deyip üzerime çullanabilirlerdi.

Kim olursa olsun, ücretsiz binmeye taraftar değilim. Hele altmış beşini dolduranlara asla ücretsiz olmamalı. Olacaksa da günün yolcu yoğunluğunun olmadığı saatlerde sınırlı sayıda binmeleri taraftarıyım. Otobüsler bu şekil bedava olacaksa öğrenciye ücretsiz olmalı. Yaşını, başını almış, çoluk çocuğunu çıkarmış, bir edi bir büdü kalmış kişilerin vakit geçirmek amacıyla bedava nasılsa deyip otobüsten otobüse binmesi hoş değil.

Vatandaşın bu kadar tepkili olmasına rağmen mübarek 65’likler de biraz az binelim. Pek orta yerde görünmeyelim. Eli boş, gönlü hoş, maksat vakit geçirmekse biraz da yürüyelim demiyorlar. Bindikçe biniyorlar. İndikçe de zevk alıyorlar. Verilen bu imkanı bir hak görüyorlar. Binmezsek bu haktan mahrum kalacaklarını düşünüyor olmalılar. (Böyle bir altmış beşlik binmiştim bir ara otobüse. Bindiği otobüs eski idi. Otobüs de eskiymiş. Belediye bir otobüs alıvereyim bari dedi, sağına soluna bakarak ve gülerek. Otobüse verecek parası olmasa da bonkörlüğü kimseye vermedi maşallah.)

Gelelim şimdi sadede. Toplu taşımalara ücretsiz binenlere kızalım kızmaya da bunun bir çözümü yok. Üstelik yanlış kişilere ve gücümüzün yettiklerine kızıyoruz ve arkalarından homurdanıyoruz. Devlet 04.03.2014 tarih ve 28931 sayılı Resmi Gazetede “Ücretsiz veya İndirimli Seyahat Kartları Yönetmeliği”ni kanuna dayalı olarak düzenlemiş. Yaşını dolduranlar da bu Yönetmeliğe binaen biniyor. Eğer kızılacak sa bu Yönetmeliğe, bu Yönetmeliği çıkaranlara kızılmalı. Değiştirilmesi veya kaldırılması için Cimer başta olmak üzere yetkili makamlara yazılı veya sözlü olarak meram anlatılmalı. Gücümüz altmış beşliklere yetmesin.

Ayrıca tüm bedava hizmete karşı çıkalım. Sadece 65’liklerin bedavacılığı gözümüze batmasın. Mesela belediye çalışanları toplu taşımaya ücretli mi biniyor yoksa ücretsiz mi? Ücretli ise ne ala. Yok bedava biniyorlarsa bunlara da sözümüz olsun. Mesela homurdana yolculara eşlik eden şoför, seferi dışında toplu taşımaya binince ücretli mi biniyor, ücretsiz mi? Şoför arkadaşı onu durakta mı indiriyor yoksa durak harici evinin köşesinde mi? Vatandaş olur olmaz kızsın da kamu hizmeti yapan şoför bari sussun.

Elhasıl sadede bir kez daha geleyim. Vatandaş böyle homurdana homurdana daha ben 65’ine varmadan bu Yönetmeliği değiştirecek. Olan da bana olacak. Hiç faydalanamayacağım da ona yanarım. Hoş, Yönetmelik kalkmasa bile bu homurdanmaya karşın nasıl binerim ayrıca. Yürürüm daha iyi. Zaten onu yapıyorum. Bakmayın ara ara böyle bindiğime. Hem 65 sonrasına hazırlık olsun. 

Derbide Gülen Taraf FB Oldu

Aylardır beklenen GS-FB derbisi oynandı. 

Şampiyonluk düğümü bu maçta çözülecekti. 

GS beraberlik veya galibiyete şampiyonluğunu ilan edecekti.

FB ise ezeli rakibini yenerek şampiyonluk iddiasını son maça taşıyacaktı. 

Maçta gülen taraf FB oldu.

GS'yi kendi evinde, binlerce seyircisinin önünde, on kişi kaldığı maçta yenmeyi başardı.

Üstelik deplasmanda olmasına rağmen GS'den üstün bir oyun oynadı. Farkı kaçıran taraf oldu.

Şampiyonluk iddiasını son maça taşıdı. 

Çoğu spor yorumcusuna göre derbinin favorisi GS idi üstelik. Favoriler maçı kaybeder dedikleri böyle bir şey olsa gerek. 

Favori olmasından geçtim. Bir eksik takıma karşı başa baş bir maç çıkarmaktan uzaktı GS. Güya Fener'e fark atacaktı. Fark yemekten ucuz kurtuldu. 

Belli ki Fenerbahçe ezeli rakibine karşı iyi hazırlanmış ve ben bu maçı alacağım demiş.

FB’nin böyle bir oyun ve skorla ayrılmasında Aziz Yıldırım’ın, ben kazanırsam teknik direktör olarak Morino’yu getireceğim açıklaması, FB camiasını bu maçı kazanmaya kenetlemiş.

Ve tüm futbolcular ve teknik ekip buna inanmış.

İnancın elinden ise hiçbir şey kurtulamaz.

FB'yi böyle zorlu bir maçı on kişiyle kotarmasından dolayı tebrik etmek lazım.

GS ise nasılsa cümle alem bizi favori ilan etti. Fener dediğiniz takım sahasında zoraki maçlar kazanıyor. Küme düşmeye namzet takımlar karşısında ecel terleri döküyor. Sahamızda Fener varlık gösteremez. Çalışmamıza da gerek yok. Zaten altı puan da fark var demiş. Bir hafta boyunca hazırdan yiyen evlat gibi yatmış ve mevcudu tüketmiş.

Oynadığı oyunla ve aldığı skorla şampiyonluğu hak ediyor denilen GS son iki haftadır oynadığı oyunla şampiyonluğu tam hak etmediğini kendi sahasında göstermiş oldu. Üstelik 17 maçtır iç saha yenilmezliğine de Fenerbahçe eliyle son vermiş oldu.

Demek ki rakipler iyi olsa GS bu kadar puan toplayamayacak ve galip gelemeyecek. Bu yönüyle GS'ye kötülerin iyisi denebilir.

GS-FB derbisi şunu gösterdi ki GS’de FB fobisi devam ediyor. İki yıldır Fenerbahçe’yi yenmeye başlayınca bu fobi kalktı sanılmıştı. Görünen o ki değişen bir şey yok. Ölüsü bile GS’yi yenmeye devam edecek. GS de Fener'in formasını görünce ayaklarının bağı çözülüyor. Fener de Galatasaray’ı görünce diriliyor. Yenince de şampiyon olmuş gibi oluyor. GS'i yendiler mi şampiyonluğa gerek yok onlar için. Fenerliler unutmasın ki maratonda asıl olan yarışın belli etabında başarı elde etmek değil, maratonu göğüslemektir.

Elhasıl, GS son hafta Konyaspor sahasında bir puan alırsa şampiyon olacak ama bilinsin ki karizmayı çizdirdi vesselam.

19 Mayıs 2024 Pazar

Büyük Camiye Küçük Kubbe

Resimde gördüğünüz cami inşaatı, Konya Millet Bahçesinin köşesine yapımı devam etmekte olan Merkez Camii ve Kur'an Kursu inşaatından bir görüntü.

Bu camiye ihtiyaç var mıydı, ismi uygun mu, üzerinde konuşmaya değer. Zannımca, burada bir camiye ihtiyaç yoktu. Çünkü çevresinde yeterince büyük camiler var. Koca eski stadın içinde bir büfe, bir tuvalet ve küçük bir mescidin yer almasını, geri kalan kısmın tamamen yemyeşil bir bahçeden ibaret olmasını daha uygun görürdüm. 

Camiye Merkez adının verilmesinden ziyade bahçeye uygun olacak şekilde başka bir isim tercih edilebilir. Mesela Millet Camii ismi daha güzel yakışırdı. Açıkçası Merkez ismi bana itici geldi. Merkezin başka anlamları olsa da polis karakolu anlamında da kullanılır. Ki eskiden polisler bir suçluyu yakaladıklarında “Seni merkeze alalım, merkeze çekelim” derlerdi. Masa başında oturan merkez valisi de çağrışım yaptı bu arada. Belki de Konya’nın ortası anlamında bu isim verilmiştir.

Neyse, ihtiyaç veya değil, ismi uygun veya değil, yetkililer hem camiye ihtiyaç duymuş hem de bu ismi vermiş. Bize de bunu kabullenmek düşer. Bu konuyu daha önce yazı konusu edindiğim için bu kadarla yetiniyorum. 

Bu sefer bu camiyi yazı konusu edinmemin sebebi başka. Estetik yönünden ele alacağım bu camiyi. Müsaadenizle bu konuyu açayım. 

Her zaman önünden geçtiğim, bir zamanlar yürüyüş parkurunda yürürken yanından geçtiğim bu caminin orta kubbesi dikkatimi çekti bugün. Uzaktan gördüm. Garip geldi bana.

Bir fotoğrafını alayım diye az yaklaştım. Size nasıl geldi bilmem ama dört minareli koca caminin ortasına kondurulmuş kubbe küçük geldi. Biraz daha geniş kubbe daha hoş gelir, görenlere seyir zevki verirdi.

Yer mi yok diye baktım. Minareler ile kubbe arasında epey mesafe vardı. İstenirse daha büyük ve geniş bir kubbe buraya yerleştirilebilirdi.  

Caminin inşaat halinde olması beni yanıltabilir. Çünkü inşaat halinde iken yapılanı pek bir şeye benzetemeyebiliriz. Ortadaki küçük gördüğüm kubbenin cami büyüklüğüne ve minarelere uyumu cami inşaatı bittikten sonra daha iyi anlaşılır. Belki de bu kubbenin dışına kaplama yapılarak daha da genişletilecek olabilir.

Orta kubbenin büyük camiye uyumlu olmadığına dair bu yorumumdan, estetikten anladığım anlaşılmasın. Estetik ile ben pek bir araya gelmem. Gördüğüm görüntü bana yanıltıcı da gelebilir.

Bunu en iyi caminin mimarı bilir. Projesini çizerken mutlaka hesap, kitap yapmış, ölçüp biçmiştir. Bu işin sinüs, kosinüs, tanjant ve kotanjantını hesap etmiştir. Çünkü ehli odur.