15 Mayıs 2024 Çarşamba

Bir Hasbi Adam

Falan kimse çok hasbi biri şeklinde ifade duyarız. Bu kimse hakkında iyi bir şey olduğunu anlamakla beraber kelimenin ne anlama geldiğini pek bilmeyiz. Hoş, cümle içerisinde kullandığımız çoğu kelimelerin de ne anlama geldiğini bilmiyoruz. 

Hasbi ya da hasbilik kelimesi de anlamı çok güzel olmakla beraber son yıllarda unutulmaya yüz tutan kelimelerimizden biri. 

Bize gittikçe yabancılaşan hasbilik; bile isteye, karşılıksız, çıkarsız, gönüllü, beklentisiz, bedava, meccanen, canı gönülden, ücretsiz, parasız anlamlarına geliyor. 

Hasbi ise beklenti içerisine girmeden, gönüllü ve içten demektir. 

Falan çok hasbi biri dendiği zaman da karşılık beklemeden yapılan bir iyilik akla gelir. Bu yönüyle hasbi anlam yüklü bir kelime. Bir işi hasbi yapan insan da çok kalite ve kişiliği oturmuş demektir. Gerçekten kaçımız yaptığımız bir iş veya birine yardım ettiğimizden dolayı karşılık beklemeyiz. Bu yönüyle hasbi insana evliya gibi adam dense yeridir. 

Hesabilik hesapçılık, hesabi ise hesapçı demektir. Çoğumuz hesabi işler adamıyız. Düğünlerde takılan takılar için bile karşılılık ilkesi gözetiliyor desem, be kadar hesapçı olduğumuz daha iyi anlaşılmış olur.

Hesabilik, çoğumuzun damarlarına işlemiş. İçimizde bol miktar var. Hasbi insanlara bakalım en iyisi. Belki hesabiliği bırakıp hasbiliğe döneriz. 

Şu ilkeleri hayatına düstur edinmiş insanın hasbiliğe en güzel örnek olduğunu düşünüyorum:

Gelmeyene gideceksin. 

Vermeyene vereceksin. 

Zulmedeni affedeceksin. 

Bu üç özelliği kendinde barındıran katıksız hasbi olur.

Böyle birini tanıyorum. Şehir dışında olmasına rağmen kimin cenazesi varsa, ya cenazeye ya da taziyeye katılır. Yeter ki şu gün taziyeye gidiliyor mesajını gruptan alsın. Atlar gelir. Yine WhatsApp grubundan birinin düğün davetiyesini mi aldı. Bir bakmışsın düğüne katılır. Gelirken de hediyesini getirir. Şayet düğüne katılamayacaksa düğün sahibine ulaştırılmak üzere bir başkasının ibanına para gönderir. Hatır güder.

Düğün, davetiye, arkadaş toplantısı türünden katıldığı programların haddi hesabı yok. İşim yoğun demez, masraf olur diye düşünmez, yorulurum aklına gelmez. 

Hiç hesap kitap yapmaz. Bir adım atana on adım atar. Hatta hiç adım atmasa bile gelmekten kaçınmaz.

Bu hasbi kişi de bir düğün yaptı bir ay kadar önce. Düğününe gittik on kişi kadar. Mutlu gününde yanında yer aldık. 

Düğününe gitmeyen, gidenlerle hediye göndermeyen bir başka arkadaş düğün yapıyor. Bu hasbi adam arıyor beni. Hal hatırdan sonra sadede geliyor. Ağabey, bugünler benim yoğun günler. Arkadaşımızın düğününe gelemiyorum. İbanına şu kadar gönderiyorum. Lütfen düğün sahibine emanetimi verir misin diye.

Onun yapmadığı hesabı ben yaptım. Kardeş, o arkadaş düğününe gelmedi. Üstelik davetiye gönderdin. Diyelim ki düğününe katılamadı. Düğününe gelenlerden biriyle çam sakızı çoban armağanı hediye gönderdi mi dedim. Göndermedi abi. Biliyorsun ben öyle hesap yapmam dedi. Tamam yapma kardeş de senin yerine ben hesap yapayım. Hesabıma para falan gönderme dedim. Yine de göndermiş.

Bana sorsanız, dünyada hasbi bir adam söyle. Ben bu arkadaşı söylerim. Helal olsun. İyi ki tanımışım onu. Allah kendisine huzur, saadet ve sağlık versin. Allah kendisinden razı olsun. 

Unuttuğumuz Değerlerden

Bu ülke 2,5 yıl kadar Nurettin Nebati’nin Hazine ve Maliye Bakanlığını gördü. Şimdilerde adı sanı duyulmuyor. Halbuki görevi başında iken hiç gündemden düşmüyordu.

Ekranlarda “göz ışıltısından” bahsediyordu bir zamanlar.

“Ortodoks ekonomiden heteradoks ekonomiye geçtik” diyordu.

“TL yeterince değer kaybetti. Düşeceği yere düştü. Daha da belini doğrultamaz. İçiniz rahat olsun” dedi.

“Enflasyon şu ay, bu mevsim düşecek. Göreceksiniz baz etkisini” dedi.

“Başarılı olamazsam çocuklarımın yüzüne bakamam” dedi. Dedi oğlu dedi.

Kimse kendisine inanmasa da o hep kendine inandı.

İnandığı hiçbir şey gerçekleşmedi.

TL daha da değersizleşti.

Enflasyon daha da fırladı.

Daha da gidecekti bu heteradoks yolda.

Yeter bu kadar yaptığın hizmet. Bayrağı başkasına devret. Yaptığın hizmetlere karşın bir ödülü daha hak ettin. Seni vekil yapalım dendi.

O şimdi vekil.

Vekil olarak Bakanlığı dönemindeki gibi pek orta yerde görünmese de Bakanlığı bıraktığının seneyi devriyesinde, hakkında yazdığım bir yazıyı hatırası adına bloğuma kaydetmek istedim. Şöyle yazmışım 15 Mayıs 2022 yılında kendisi hakkında:

''Küresel enflasyon sorunuyla karşı karşıya kalmış olsak da ülkemizde enflasyon ataletini hep birlikte yeneceğiz. Enflasyonla mücadelede önceliğimizdir. Para ve maliye politikalarımızın etkin kullanılmasıyla önümüzdeki dönemde tek haneye indireceğiz''.

Sayın Nebati'nin bu konuşmasındaki "...enflasyon ataletini hep birlikte beraber yeneceğiz" cümlesindeki atalet dikkatimi çekti. Acaba atalet kelimesinin anlamını yanlış mı biliyorum diye sözlüğe bir daha baktım. Bildiğim gibi tembellik demekmiş atalet. Benim bildiğim atalet (tembellik) yerinde saymak ya da gerisin geriye gitmektir. Halihazırda yaşadığımız enflasyon coşuyor maşallah. Her ay bir önceki rekorunu egale ediyor. Daha nerede duracağını Bakan’ın kendisi bile bilmiyor. Yani enflasyon aksine çok çalışkan. O zaman Bakan’ın sözündeki ataleti nasıl anlayacağız?

Bakan,

Ya ataletin anlamını bilmiyor.

Ya sürçülisan bir kullanım.

Ya bizimle özellikle benimle dalga geçiyor.

Ya bu Ramazan, bugünlerde yazacak bir şey bulamıyor. Ona bir malzeme vereyim dedi.

Ya bugünlerde hakkında çıkan skeçler hoşuna gitti. Alın size bir skeçlik daha dedi.

Ya da mevcut bastırılmış enflasyonu hala yeterli görmüyor. Daha da çıksın istiyor. 15 Mayıs 2022

13 Mayıs 2024 Pazartesi

FB'nin Matematiksel İddiasını Yabana Atmayın

Bu spor yorumcularını anlamak zor. Kafaya koymuşlar bir defa GS'i şampiyon yapmaya. Neymiş de efendim, % 99 GS şampiyon. Size kim verdi böyle yorum yapma yetkisini? Bu oranın neresinde mantık var? 

Diyelim ki dediğiniz takım % 99 şampiyon. Geriye % 1 var. Bu oranı niye küçümsersiniz? Az mı yüzde 1 oran? İki maç sonra bu oran tutmazsa mahcup olmayacak mısınız?

Bir defa top yuvarlak. Yuvarlak olan üzerine hesap kitap yapılmaz. Buna bir ayak oyunu olan futbola  ayak oyunu eklerseniz sonucun değişmemesi mümkün değil. Bu top yuvarlanıp yüzde 1'in üzerine konar mı konar. Bal gibi konar. 

Ayrıca matematik olarak iddia devam ederken bu şampiyon ilanı da nereden çıktı? İhtimalleri ortaya koyarken tüm ihtimalleri masaya yatırmak daha objektif olmaz mı? Objektiflikle işi olmayan ne anlar bu kriterden değil mi? 

Gelin bir hesap yapalım. Sakın ola ki evdeki hesap çarşıya uymaz demeyin. Asıl sizin hesabınız ev hesabı. 

Mesela;

GS son iki maçı kaybeder, FB iki maçı da kazanırsa puanlar eşitlenir mi? Eşitlenir.

Geriye kalır averaj. 

Averajlara bakılacak. 

+4 averaj var. 

FB bunu da halledemez mi? Sonra çok mu artı dört averaj?

Daha dünkü Gaziantep, deplasmanda Adana Demirspor gibi bir takıma 6 gol atıyorsa, köklü bir geçmişi olan FB niçin atamasın bir bu kadar gol. Haftaya 4 GS'ye atsa, bir 6 da son hafta ligden düşmesi kesinleşen İstanbulspor'a 6 gol atamaz mı? Daha GS'nin yiyeceği goller bu hesaba dahil değil. 

Burada GS takımı 17 maçtır yenilmiyor. Eli armut toplamayacak son iki hafta. Mutlaka gol atar denebilir. 17 maç kaybetmedi. Bu iki maçı da kaybetmeyeceği anlamına gelmez. Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar. Haydi sizin dediğiniz gibi 17 defa zıplasın. Bu çekirge eninde sonunda bitap düşüp zıplayamayacak. 

O yüzden siz siz olun, oturduğunuz yerde hesap yapmaya kalkmayın. Ayrıca matematiksel olarak şampiyonluk iddiamız devam ediyor sözünü yabana atmayın. Lütfen gözünüzü başka şeyler bürümesin. Bir defa matematik bir bilimdir. Her şeye karşı gelin ama bilime karşı gelmeyin. Maazallah, cehaletiniz ortaya çıkar. Unutmayın ki asrımız cehaletle mücadele ve karanlığa karşı aydınlık için mum yakmaktır. Bu millet için ise mum yakmak kolaydır.

11 Mayıs 2024 Cumartesi

Kaybettiğimiz Değerlerimizden Biri Anısına (5)

Bu çoğunluğun, bir tiyatroda sergilenen şu olay olsa bile FETÖ’cü damgası yiyenlerin mağduriyetine inanması mümkün değil. Bilmeyenler için kısaca anlatayım. Ülkenin birinde bir tiyatroda rol gereği kurusıkı tabancayla birinin vurulması gerekiyor. O kişi rol gereği acı çekerek ölecek. Ama arkadaşı gerçek silah kullanır. Adam yaralanır. Vücudundan kanlar boşalır. Yere yığılır. Yandım, bittim, imdat, beni kurtarın der can havliyle. Kimse yardımına koşmaz. Döner seyirciden yardım ister. Seyirci hep birlikte ayağa kalkar. Ne güzel ne samimi rol yapıyor, rolünü oynuyor diye tüm seyirci ayakta bu yaralı adamı alkışlar. İmdat dedikçe alkışın ses tonu artar. Yaralı adam, bakar ki kimseden umut yok. Bir başına sahnede seyircinin gözü önünde yere yığılır ve oracıkta can verir. Bu tiyatro oyunundaki gerçek ölüm gibi ölüm bekliyor bizim seyirci toplum FETÖ ile irtibatlı kişilerin ölümünü. Ancak böyle inanır arşı âlâya yükselmiş mağduriyetleri.

Hasılı biz tuzu kurular 15 Temmuzda 252 şehit verdik desin dursun. Biz nice okumuş insanımızı bu uğurda harcadık. Kiminin memuriyetine son verdik kimini hapse koyduk kimi kaçıp gitti kimi yıllarca açıkta bekledi. Sonra pardon dendi. İçlerinde ne kadarı masum ne kadarı suçluydu, bunun tespiti yapılmadı. Çünkü at izi ile it izi birbirine karıştı. Hatta işi o kadar ileri götürdük ki memuriyetten atıldıktan sonra özelde çalışmak isteyen hekimlere, zorunlu hizmetini tamamlamadın. Daha şu kadar zorunludan süren var. Bu süre bitmeden çalışamazsın engeli konarak görevden atılanlar süresini dolduruncaya kadar özelde çalışamadı. Tam süre bitti. Anayasa Mahkemesi kanuna eklenen bu maddeyi iptal etti. Adaletimiz bu isi aslında.

Ayrıca nice FETÖ’cü olanlar yırttı. Hiç ceza almadı. FETÖ’cü denen niceleri de kapının önüne kondu. Kapı önüne konan lar, arkası olmayan kişiler idi. Hala ihya olan ve imkanlardan yararlananlar ise arkası sağlam olanlar. Hatta iki bylock çıktığı mahkeme kararıyla ispatlanan bir kişinin göz önündeki bir yerde başkan olduğu yazılıp çiziliyor.

Tarih FETÖ’cüleri, mağdurlarını, mağdur edenleri, seyredenleri yazacak ama neye yarar. Basta harap olduktan sonra. Basra’yı bir şekil ihya edersin ama ölmeden mezara koyduklarımı izı fitilmrk mümkün değil.

Demek istediğim FETÖ’ye sadece 252 kişi vermedik. FETÖ üzerinden yüz binlerce insanımızı feda ettik. Ölenler gitti, kurtuldu ama FETÖ üzerinden mağdur edilenler her gün ölmeye devam ediyor ama maddi ama manevi. Sicillerine işlenen örgüt üyeliği de bu işin tuzu ve biberi. Esas hainler ise dışarıda keyif çatıyor. Dün FETÖ’yü övüp bugün küfredenler ise el üstünde tutuluyor. Yesinler sizin adaletinizi. Üstelik FETÖ üzerinden mağdur edilenler FETÖ’ye ne istedilerse verenlerden değildi.

FETÖ üyesi olmakla suçlanıp kapının önüne konan İrfan Bey de FETÖ’cü değildi. Ki FETÖ’cülüğü s.ksan geçmezdi İrfan Bey’e. Ama olan İrfan Bey’e oldu. Sadece İrfan Bey değil, binlerce İrfan ve Ayşeler bu uğurda telef oldu.

Geciken adalet, adalet olmayınca masumluğu anlaşılmasına rağmen devlet ve toplum İrfan Bey ve onun gibi değerleri kaybetti. Başımız sağ olsun. İrfan Bey’in kulakları çınlasın. Kötülere de kalmasın bu dünya. Eden bu dünyada çeksin cezasını hem de kat kat. Yandım Allah dedikçe, anam dedikçe ne güzel rol yapıyor diye tüm insanlık alkış tutsun tıpkı tiyatro oyununda gerçek rol oynayan gibi. Alkışı sevmem. Birilerinin mutluluğu üzerine mutluluk kurmam ama söz, alkışa ben de eşlik edeceğim.

Hatıralar yaşlıların koltuk değneğidir sözü gereği ne benim hatırlatın bitecek ne de FETÖ mağdurlarının hikayesi. 

Kaybettiğimiz Değerlerimizden Biri Anısına (4)

Para çıkartmanın yolunu biliyordum artık. İlçe MEM’e yazı yazmadan soluğu il özel idaresinde alıyordum. Sonraki çıkarttığım para ile okulun içini, dışını bir güzel boyattım. Müdür ve yardımcı odası bir arada idi. Giriş kapısının birini kapattırarak müdür odası yaptırdım ödenekle. Öğretmenlere, boşaltılan müdür odasını verdim. Geniş geniş oturdular. Müdür yardımcısı da öğretmenlerin kullandığı küçük odaya geçti. 

Zamanın Meram Kaymakam’ından bahsetmek üzere bu yazıyı kaleme almak istemiştim. İşin içine inşaat, onarım girince gördüğünüz gibi yazı nerelere gitti. İnşaat işine girince ne inşaat biter ne de onarım. Ben en iyisi Meram Kaymakam’ına değinip bu yazıyı bitireyim. Çünkü farklı bir mülki amirdi.

Zamanın Meram Kaymakam’ı Konya’nın değeri İrfan Kenanoğlu idi. Bilgi, donanım, birikim, hoşgörü, hoşsohbet, muhabbet ehli, özgüveni yüksek, sosyal ve iletişim yönü güçlü, mütevazılığı elden bırakmayan, çocukla çocuk, büyükle büyük bir devlet adamı idi.

Bazı mülki amirler gibi insanlara ve özellikle devlet memurlarına mesafe koyan kibir abidesi ve ne oldum delisi biri değildi. Oturmasını, kalkmasını bilen biri idi. Devlet adamlığı ciddiyetini elden bırakmadan espri yeteneği, hazır cevaplılığı, taşı gediğine koyması, espri ile cevap vermesi unutamadığım yönlerinden.

Aynı zamanda çok zeki ve güçlü bir hafızaya sahip biriydi. Gördüğünü ve dediğini unutmazdı. Kendisi için Konya’nın hafızası dense yeridir. Konya’dan Ankara vali yardımcılığı gitti.

Ankara’da vali yardımcılığı yaparken kanlı 15 Temmuz darbesi oldu. Üzerine kayıtlı olan telefonlarının birinde By-Lock yüklü olduğu iddiasıyla KHK ile memuriyetten atıldı. Binlerce köşesine çekilen ve içine kapananlardan biri oldu. Sonra duydum ki masumluğu anlaşılmış, göreve iade edilmiş ama emekliliğini isteyip bana eyvallah, benden bu kadar demiş. Öyle zannediyorum hayata ve bu hayatı kendisine reva görenlere küsmüştür.

Geri iade olunca göreve dönmesini isterdim. Çünkü devletin böyle değerlere ihtiyacı vardı. Ama dönmedi.

Niçin dönsündü ki? Kolay değil FETÖ isnadını kaldırmak.

Hoş dönse de işini halletti, döndü diyecekti çoğumuz. Çünkü bu çoğumuza göre ateş olmayan yerden duman çıkmazdı. FETÖ’cü denmişse vardı bir şeyler.

Yine bu çoğumuza göre kendisine niye böyle bir isnat yoktu. Yeter ki birine FETÖ’cü densin. O kişi masum olduğunu kimseye anlatamaz, kimseye ispat edemezdi. Aklansa bile bu toplumun çoğuna göre o kimsenin aklanması şaibeliydi.

Ki bu toplumun o çoğumuza göre bu tipleri memuriyetten atmak da yetmezdi. Hapis cezası olmak üzere her türlü ceza bunlara verilmeliydi.

Bilir bilmez, elde belge olmadan insanlara FETÖ iftirası, açığa alınması, görevden atılması bizim çoğumuza göre bir şey değildi. Masum ise dönerdi. Göreve geri dönenin psikolojisi nasıl olur, hiç düşünülmedi.

Hasılı toplumun sesi çok çıkan, rüzgara ve güce göre tavır alan çoğunluğa göre kişinin FETÖ’den dolayı mağdur olduğu hiç ikna edici bulunmadı. Çünkü onlar ateş düştüğü yeri yakan familyadan değildi. Bol keseden atan tuzu kuru insanlardı. (Devam edecek) 

Kaybettiğimiz Değerlerimizden Biri Anısına (3)

Aralık ayı idi. İlçeye yazı yazarak okula tahsis edilen ödeneğin emanete alınmasını istedim. 

Aylar geçti. Yapıldı, yapılacak denen okul, mahallenin okul yeri konusunda ikiye bölünmesiyle okul yapımı yılan hikayesine döndü. 

Olmayacak şu emanetteki parayla okulun acil işlerini yaptıralım dedik. Bu sefer okulun parasını bulamadık. Emanetteki para kaybolmuş. Biri bizim parayı harcamış ama nereye belli değil.

İlçedeki memurlar, paranın kaybolmasını hiç üzerlerine almadı. Harca dedik, harcamadın diyerek neredeyse beni suçlu çıkardılar. 

İlçe MEM, İlçe il ve özel idare ve il MEM olmak üzere paranın peşine düştüm. Hepsi yok bizde dedi. Üzerine de gelen para emanete mi alınır, harcanmaz mı dediler. 

Sonra gidip gele gele il MEM’deki müdür yardımcısı, müdürüm merak etme, ben o parayı bulacağım dedi. İzini takip ede ede ilçe MEM’de paranın kaybolduğunu tespit etti ve ilçenin inşaattan sorumlu yetkilisine inceleme başlattı. İncelemenin başladığı vakitte ise geçici sorumlu şube müdürü bir başka kurumun müdürlüğüne kapağı atmıştı. Orada ise kadın işine kurban gitti beyzademiz. İnsanı denemenin yolu para, kadın ve makam dedikleri bu olsa gerek.

Sonunda bizim para bulundu. Meğer ilçe bizim okulun ödeneğini başka lisenin tamir giderine harcamış. Nasıl harcadılar, bu eforu nasıl sarf ettiler, bu yeteneği nasıl gösterdiler bilmiyorum ama sonunda nasıl harcandığına kani oldum. İlçedeki memurların işgüzarlığından başka bir şey değildi. İlk atandığım yıl harcadığım 3 bin liralık ödeneğin ödeme belgesini ilçe hazırlamıştı. İlgili işgüzar memur, lisenin parasını harcarken aynı ödeme belgesinde düzenleme yapmış. Her yerde gerekli değişikliği yapmadığı ve benim okulun kodları kaldığı için lisenin ağalığını benim okul yapmıştı. Ağalık da bana yakışırdı hani. Lisenin ödeneği de duruyor bu arada. Kısaca iş liseye yapılmış. Para benden çıkmış. Benim işim yapılmamış, lisenin parası yerinde duruyor ama benim param iç edilmiş.

İl müdür yardımcısına, lisenin ödeneğini de biz harcayıp ödeşelim dedim. Olmaz hocam. Sizinki ilköğretime, lise ise ortaöğretime bağlı. Birinin ödeneğini diğerine harcayamayız. Harcarsak suç olur dedi. Bir yanlışlık yapılmış. Bu yanlışı da yanlış yaparak düzeltelim ve doğruyu bulalım. Bu sefer ben onarım yaptırayım. Parası da liseden çıksın dedim ise de müdür yardımcısı Nuh dedi, peygamber demedi. Bu arada yerden göğe haklı olduğumu söyledi sağ olsun. Ama bir gerçek var ki bizim para uçmuştu. 

Ertesi yıl il genel meclisi üyeleri ve başkanı ile birkaç defa görüştüm. Kalorifer için 25 bin lira ödenek çıkarttım. 6 ayrı firmadan teklif aldım.  KDV hariç 27 bin ila 60 bin arasındaydı teklifler. 

İlçe milli eğitim müdürü geldi bir ara okula. Kalorifer döşeteceğiz gücümüz yeterse dedim. Öğretmenlerin yanında iyi olur. Döşetirsen bin lira da ben kantin hesabından vereyim dedi. Uğurlarken sağına soluna baktı. Birbirinden uzak iki binada eğitim gören bu okula kalorifer olmaz dedi. Çekip gitti. 

En düşük teklifi veren firmanın yetkilisini çağırdım. KDV dahil 25 bin liram var. Bu fiyata yaparsan, teklifleri yenileyelim dedim. Benden para istemezsen, ben bu fiyata yaparım dedi. Ne parası isteyeceğim dedim. İşini yaptığımız okul müdürlerine açıktan para veririz dedi. Senden bir kuruş istemiyorum. Yeter ki kaloriferimizi döşe dedim. Ertesi günü işe başladı. Kısa süre içinde okulumuza kalorifer döşendi. Ardından buraya kalorifer gitmez diyen ilçenin demirbaş müdürüne gittim. Hocam söz verdiğimiz bin lirayı alayım. Kaloriferimiz döşendi dedim. İstediği yazıyı yazıp ilçeye teslim ettim. Okul aile birliğine aktarılan parayı da okulun diğer işlerine harcadım. (Devam edecek) 

Kaybettiğimiz Değerlerimizden Biri Anısına (2)

Neyse biz gelelim okulun işine. Zira iş bizi bekliyor. Umduğumuz dağlara karlar yağsa da iş bizi bekliyor ve tek seçenek de bunlar değildi. 

Mahallenin bakkalıyla birlikte çıktık yola. Meramımızı anlatacaktık her yere. Ben makam, mevki dinlemem. Her yere girer, isterim dedi. Olmaz öyle dedim ise de çıkmıştık yola. Gide gide Valiliğe girdik. Eğitim işlerinden sorumlu valinin kapısının önüne geldik. Ben şu okulun okul aile birliği başkanıyım. Vali yardımcısıyla görüşeceğim dedi. İçeri alındık.

Vali yardımcısına okulu öyle anlattı ki ben bile okulu sayesinde tanıdım. Rüzgar pencerelerden vuruyor, sesi içeriye giriyor, yağmış içeri akıyor. Pencere deliklerine poşet sokuyoruz dedi.

Çıkışta yapmayaydın böyle. Bu kadar da değil dedim. Ben ne yaptığımı biliyorum. Abartmadan bu işler olmaz dedi. 

Biz daha Valilikten çıkmadan ilçe milli eğitim müdürüyle yüz yüze geldim. Kendisini okul aile birliği başkanı ilan eden yardımcım gitti. Koridorda müdürle konuştuk. Çok iyi yapmamışsınız. Kaymakam'a da ayıp oldu. Vali yardımcısına gidilir mi, protokol atlanır mı dedi. Meğerse bizim vali yardımcısı biz odasından çıkar çıkmaz ilçe kaymakamını aramış. Böyle okulun var da niye bakmıyorsun demiş. Saymış dökmüş. Gördünüz değil mi devlet adamındaki hizmet anlayışını.

Oradan çıkıp Meram Kaymakamlığına geldim. Bekletmeden içeri aldı Kaymakam. Olup biteni anlattım. Sizi es geçme gibi bir niyetimiz yoktu. Birlik başkanının tasarrufuna bir şey diyemedim dedim. 

Beni dinleyen Kaymakam, kusura gerek yok. O vali yardımcısı epeydir benimle uğraşıyordu. Ona söyleyeceklerim vardı. Bu vesileyle içimi boşalttım. Cevabını aldı, mesele kapandı dedi. 

Sonra beni tanıyor musun dedi. Hayır dedim. Senin ismin şu, Konya İHL'de okudun. Hacı Veyiszade Yurdunda kaldın. Oranın hafızlarındansın, şu dönem mezunusun. Ayrıca iki çocuğun üniversitede okuyor değil mi dedi. Evet dedim. İyi de bunları nereden biliyorsun dedim.

Biz seninle aynı yurtta kaldık. Sizden bir dönem önce aynı okul mezunuyum. Beni yurttan çıkaramadın mı dedi. Maalesef çıkaramadım dedim ama mahcup olmadım değil. Sonra biz şunlarla sınıf arkadaşıyız, bunları tanıyor musun dedi. Dediği kişilerin hepsini de hatırladım. O günleri yad ettik. 

Ardından cep numaramı kaydet, çaldır ben de kaydedeyim dedi. Çayımızı içtik. Sonra anlat şimdi okulunu dedi. Anlattım. İl özel idare başkanını aradı yanımda. Başkanım, okulun müdürünü gönderiyorum, bir dinle ve yardımcı ol. Bu okul önceki müdür yüzünden epey mağdur oldu. Bu müdürle telafi edelim dedi. Teşekkür edip yanından çıkarken ne zaman bir derdin ve isteğin olursa, numaramı verdim ararsın, kapım da açık dedi. 

Kaymakam'ın hakkımdaki bilgisine hayran kaldım. Çünkü karşımda müthiş bir hafıza vardı. Kendi hafızamdan utandım.

Ertesi günü özel idare başkanının verdiği randevu saatinde özel idare binasına gittim. Başkanla görüştüm. Okulun durumunu anlattım. Ben oraya yeni okul yapacağım dedi. Başkanım, yeni okul yapacaksanız ve hemen başlanacaksa, mevcut okul yıkılacaksa o zaman kalorifer döşemeyelim. Boşa gitmesin dedim. İyi düşündün dedi. 

Oradan çıkıp aradan birkaç gün geçtikten sonra daha önce görüştüğüm il genel meclisi üyelerinin yardımıyla okulumuza kalorifer döşenmesi için 17 bin lira çıkarıldığını söyledi ilçe. 

Ardından okulun yeni yeri hakkında tapu kadastro bilgilerini istedi ilden inşaattan sorumlu müdür yardımcısı. İstediklerini kısa zamanda temin edip teslim ettim. Müdür yardımcısına, hocam inşaat hemen başlanacaksa 17 bin liralık ödeneği harcamayalım dedim. Müdürüm hemen başlayacak. Para boşa gitmesin. Şayet bir aksilik olursa diye paranı emanete alalım, tenkis olmasın dedi. (Devam edecek?)