14 Şubat 2024 Çarşamba

Siyasette Ceket Dönemi *

Efendim, nicedir takım elbise diktirmiyordun. Şimdi o kadar ceket ölçüsü aldırdın ki size ceket dikmekten bitap düştüm. Bu kadar ceketi ne yapacaksınız? Giyeceksiniz diyeceğim ama hepsini giymeye zamanınız bile olmaz.

Memnun değil misin bu durumdan?

Memnun olmaya memnunum. Bu sayede işlerim açıldı. Paraya para demiyorum. Üstelik kaça dikersin diye eskisi gibi pazarlık da yapmıyorsun. Ne diyorsam hemen veriyorsun. Allah başımızdan eksik etmesin. Yalnız merak ettim. Ne yapacaksın bu kadar ceketi?

Devir ceket devri. Malum seçim zamanı. Kendimi her yerden aday gösterme imkanım yok. Banko dediğim yerlere ehil aday arayışına da ihtiyacım yok. Elimin ulaşmadığı, kendimin aday olmadığı yerlere bu ceketlerden bir tanesini koyacağım. Bu kadar ceket bu hayat pahalılığında bana biraz tuzlu oluyor ama işin ucunda çokça belediye başkanlığını kazanma olunca bu kadar masrafa değer. 

Eskiden söylenen "Ceketimi koysam kazanırım" mı demek istiyorsun?

Aynen öyle. 

Çok iddialı değil mi bu söz? Kendine çok güvenmenin bu kadarı riskli değil mi?

Değil terzi değil. Hiç olmadığı kadar meydan benim. Seviyorum şu alternatifsiz olmayı. Seçmen sağına soluna bakıyor. Bir de bana. Rakip görünenlerin durumuna bir bakıyor. Bunlar kendilerini yönetmekten acizler. Değil ki bir şehri yönetebilsinler deyip bana yöneliyor tekrar ya da kazanamayacak adaya veriyor.

Bu kadar yani?

Görmüyor musun hallerini. Doğru dürüst aday gösteremiyorlar. Başkasını aday gösterince verip veriştiriyorlar. Ardından istifa ediyorlar. Dün karşıma birleşip çıkanlar neredeyse birbirlerinin topuğuna sıkıyor. Birbirinin karşısına aday çıkarma yarışına girdiler. Adeta kaybetmek ve beni kazandırmak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Gördüğün gibi her şey lehimde. Bugüne kadar bu kadar kolay bir seçime hiç girmemiştim. Bugüne kadar nice zorlu seçimleri galip bitirdim. Değil ki bunu. 

Bu durumda seçim çalışması yapmana bile gerek yok. 

Yok tabi. Bu kadar ceketi boşuna mı diktiriyorum. Seçmen bir birbirine girmiş rakiplerime bakıyor, bir de benim cekete. Bunun ceketi yeter, bunun ceketi onlara beş çeker diyecek. Üstelik bu seçimde mevcut seçmenimin dışında kendilerinden de oy alacağım.

Nasıl? Adamlar sizden nefret ediyor. 

İki nefretten birini seçecek. Partisi kendisini aday göstermeyince kızıp bana oy verecek ya da benim dışımda parçalanmış irili, ufaklı adaylardan birine oy verecek. Bu durumda ben bu kadar adayın arasından en yüksek oyu alıp başarılarıma yeni başarılar ekleyeceğim. Bu durumda ben sevinmeyeyim de kim sevinsin.

*16/02/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

13 Şubat 2024 Salı

Gölge Etmemek

“İki çocuk bütün sabahı, donmuş bir göl üzerinde kayarak geçirdi. Ama sonra aniden buz kırıldı ve çocuklardan biri suya düştü. Akım onu birkaç metre uzağa çekti, çocuk bir buz tabakasının altında kalmıştı. Onu kurtarmanın tek yolu, o buz tabakasını kırmaktı.

Arkadaşı yardım istemek için bağırmaya başladı. Kimsenin gelmediğini görünce hızlıca bir kaya aradı ve olabildiğince sert bir şekilde buza vurmaya başladı.

Bir delik açana kadar tekrar tekrar vurdu, sonra kolunu suya soktu, arkadaşını tutup dışarı çekti. Birkaç dakika sonra, çocuğun bağırışlarını duyan komşular sayesinde itfaiyeciler geldi. Çocuk olanları anlatınca, küçücük bir çocuğun böylesi kalın bir buz tabakasını kırabilmesine şaştılar.

“Küçücük elleriyle buzu kırmasının imkânı yok. Bu imkansız, gücü yetmez. Bunu nasıl yaptı?” diye sordular birbirlerine.

Yakınlarda yaşlı bir adam, konuştuklarını duyunca itfaiyecilerin yanına geldi.

Yaşlı adam, “Çocuğun bunu nasıl yaptığını biliyorum” dedi.

“Nasıl?” diye sordular şaşırarak.

“Ona yapamayacağını söyleyecek kimse yoktu yanında.”

Yukarıdaki alıntı bizim için bir yol gösterici. Öyle yol gösterici ki kulağımıza küpe olacak türden. Niye derseniz? Başarılı olamamış, tabir yerinde ise bir baltaya sağ olamamış, ideal ve hayallerini gerçekleştirememiş nice insanın geçmişinde, etrafındaki insanların “Yapamazsın, edemezsin. Mümkün değil. Sen ha. Lütfen hayal kurmayalım. Senden hiçbir şey olmaz. Senden adam olmaz” türünden moral ve motive bozucu sözlerin olduğunu düşünmek lazım. Bu türden sözleri duyan birçok insan hedefine ulaşamadan pes etmiştir.

Halbuki yapamazsın, edemezsin şeyler yerine azmedersen, pes etmezsen, şöyle şöyle yaparsan, başarılı olursun şeklinde söylemek en güzeli. Çünkü böyle demek kişiyi motive eder, moral verir. Kişi en azından kendisine güvenen insanların olduğuna inanır.

Sonunda başarır ya da başaramaz. Başarırsa tebrik edilir. Başaramazsa çabası takdir edilir. En azından moral bozucu şeyler söylememek suretiyle başarısızlıkta pay sahibi olmamış oluruz.

Bu açıklamaların ardından yeniden hikayeye gelirsek, bu çocuk buzun altına düşen arkadaşını kurtarmak için etrafından bu buzu kıramazsın diyenler olsaydı, çocuk o zaman uğraşmaya gerek yok deyip arkadaşının boğulmasını beklemekten başka bir şey yapmayacaktı. Moralini bozacak kimsenin olmaması, çocuğun arkadaşını kurtarmak için arayış içine girmesi sonucunu doğurmuştur. Bu çabası da arkadaşını kurtarmasına sebep olmuştur.

O yüzden bir şey yapamıyorsak, taşın altına elimizi koymuyorsak bile birilerinin ideallerini yok etmemek için en azından gölge etmemek lazım. 

Siyasete Girmelisin!

Moralin bozuk gibi?

Nasıl bozuk olmasın. 

Hayırdır?

Bir meşgale arıyorum. 

Var ya meşgalen. 

Var olmaya vardı ama yol göründü bana. 

Niye?

65'imi doldurunca postalayacaklar beni.

Yeter çalıştığın. Çekil köşene otur. Torun sev. Gez dolaş. 

İyi de ben çalışmadan edemem ki. Üstelik vücudum dinç. 

Dinç olmaya dinç. Nice gençleri cebinden çıkarırsın. 

Öyle de kimse iş vermiyor. Şöyle bir nabız yokladım. Yaşımı gören bize yaramazsın diyor. Devlet kapının önüne koyuyor. Özel sektör yüzüme bakmıyor. Geri kalan ömür gezip dolaşmakla, evi beklemekle geçer mi? Bana bir yol göster.

Seni bu yaşta kabul eden bir yer var. 

Neresi neresi? Söyle lütfen.

Siyasete atıl. 

Olur mu bu yaştan sonra? Kim kabul eder beni? Sonra ne anlarım ben siyasetten?

Her işin ve yerin yaşı vardır ama siyasetin yaşı yoktur. Ayrıca bizde siyaset genç ve orta yaş işi değil, yaşlı işi. Nice yaşını başını almış kişiler bu sektörde hala at koşturuyor. Konuşmakta zorlanıyor, yürümekte güçlük çekiyor ama yeter artık, benden bu kadar demiyor. Siyasetten anlamam demen de bir nevi tecahülüarif. Bu ülkede yaşayıp da siyasetten anlamayan var mı? Hepimiz birer siyasetçiyiz. Bugün siyaset yapanların senden bir artısı yok. Bir de vekil ya da belediye başkanı falan seçilirsen, yaşadın. Bırakmak istesen bile bırakamazsın.  Çünkü talih kuşu ahir ömründe konmuş demektir. Bil ki cenazen devlet töreniyle Meclisin önünden kalkar. Emekliliğin üzerine bir dönem de vekillik yaptın mı senden sonra eşin de ihya olur.

Sevdim bu işi şimdiden.

Isınmaya başla vakit geçirmeden. Gelecek vadeden partilerin kapısını aşındırmaya başla şimdiden. Bu arada beni de görmeyi unutma.

12 Şubat 2024 Pazartesi

Kale Şehirler *

Şu şehir, şu bölge falan partinin kalesi tabirlerini siyasette çok duyarız. Gerçekten de öyle ilçe, il ve bölgeler vardır ki siyasi partilerin kalesidir. Bu durum geçmişten günümüze hep böyle olmuştur. Bu şehirlerde kolay kolay ne vekil sayısı değişir ne de belediye başkanı. Partiler, adı geçen kalelerinde adeta ceketlerini koysalar seçimi kazanmaları kesindir.

Kale olan şehirler, siyasi partiler için seçimin altın tepside sunulduğu, sonucun baştan belli olduğu, heyecanın fazla olmadığı çantada keklik yerlerdir. Partiler daha önceki aldıkları oy oranını yükseltme ve rekor kırma peşindedir bu tür seçim bölgelerinde. Kalesi olmayan partiler için bu tür yerler bir önceki seçim sonucunu koruma ve artırma başarısını yakalama, aday çıkarmış olmak için ve laf olsun diye seçime girilen yerlerdir.

Kişilerin kimliği olduğu gibi şehirlerin de bir kimliğinin olması normaldir. Bu tür yerlerde vekil ve belediye başkanı seçilenler görevlerini layıkıyla yaptıkları, şehirlerini güzel bir şekilde temsil ettikleri, şehirlerine katma değer ürettikleri, seçmen oy verdiğine pişman olmadığı takdirde bu şehirlerin bir partinin kalesi olmasında hiçbir sakınca yoktur.

Siyasi partilerin kalesi olan şehirlerde sakınca, seçimin alternatifinin olmamasıdır. Seçim çantada keklik olunca siyasi parti ciddi ve donanımlı aday göstermeyebiliyor. Seçilecek aday doğru dürüst seçim çalışması yapmıyor. Seçildiği zaman doğru dürüst hizmet etmeyebiliyor. Niye hizmet etsin değil mi? Çünkü çalışsa da çalışmasa da nasılsa başka parti seçimi kazanamıyor. Partisi diğer seçimde kendisini aday göstermese bile gösterilecek aday nasılsa yine partisinden olacak. Yeni seçilen enkaz devraldım demeyecek. Eksik, aksak yönler ortaya dökülmeyecek.

Kale bilinen şehrin insanı ise belediye başkanının ve vekillerin çalışmasından memnun olmasa bile bizim partinin insanı deyip karizmayı çizdirmemek için yine oyunu aynı partiye veriyor. Bir nevi inatlaşıyor. Yeter ki kale başka partiye teslim edilmesin.

Kale olan şehirlerin rengi değişmeyince bu tür şehirler diğer şehirlere oranla daha az hizmet alıyor, birçok şehir daha da gelişirken buralar yerinde sayıyor.

Bu problemi çözmenin yolu, seçmenin bazen sağ gösterip sol vurmasıdır. Yani X partisinin kalesi olan şehirleri bazen Y partisi, Y partisine ait olan şehirleri de bazen X partisinin kazanmasıdır. Böyle olduğu takdirde siyasi partiler bir yeri kendilerinin kalesi görmez. Hizmeti aksatmaz. Çalışmadığım takdirde diğer parti burayı kazanır endişesi taşır ve var gücüyle şehrine hizmet eder. Bu da o şehir insanına yarar.

Kısaca, kale olan şehirler hiçbir partinin çiftliği olmamalı. Buralar sonucu baştan belli seçim bölgesi olmamalı. Buraları elinde bulunduran siyasiler rakibin nefesini arkasında hissetmeli. Partiler arasında eşit rekabet şartları olmalı. İyi olan, iyi aday çıkaran seçimi kazanmalı ve o şehri yönetmeli.

*14/02/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

10 Şubat 2024 Cumartesi

Müslümanlık Eşittir Kul Hakkı Yemek midir?

“Almanya'da Müslüman bir Türk, çalıştığı iş yerinden çıkarılır. Üstelik tazminatını da alamaz. Mağdur olan vatandaş, bir çıkar yol ararken, bu ani gelişmenin şokunu da henüz atlatamamıştır.

Gel zaman git zaman, vatandaş bir kilisenin önünden geçerken aklına bir şey gelir. Kiliseye girip papazla dertleşecektir.

'Kendi memleketimde olsa hocaya giderdim herhalde' der kendi kendine.

Neyse, papazın yanına varıp yaşadıklarını anlatır.

Papaz çok etkilenir anlatılanlardan. Adeta dehşete kapılmıştır. Duyduklarına inanamaz.

Vatandaşa yardım etmek ister ve bir kağıda birkaç kelime karalayıp kağıdı bir zarfa koyar ve kapatır.

 - 'Al', der vatandaşa. 'Bunu götür ve patronuna ver.'

Ne olup bittiğini anlamayan vatandaş, çaresiz ve biraz da umutsuzca papazın dediğini yapar.

 Varır elindeki zarfla patronuna.

 Patronu notun papazdan geldiğini görür ve ivedilikle okur.

 Çok şaşkındır. Yüz ifadesi değişir. Çok rahatsız olmuştur okuduklarından. Derhal talimat verir, vatandaşa işi iade edilecektir.

Vatandaş terfi ettirilir ve maaşına da zam yapılır. Vatandaş, neler döndüğünü anlayamaz. İşine geri döner.

Bir gün papazın yanına gider ve ona yardımından ötürü teşekkür eder. Ancak bir şeyi çok merak etmektedir. Papazın işe dönmesini sağlayan kağıda yazdıklarını.

Bunu sorar ve papazdan şu cevabı alır:

- Kâğıtta ne mi yazıyordu?

Ne zaman Müslüman oldun da kul hakkı yiyorsun?”

Yukarıda paylaştığım yazı WhatsApp aracılığıyla bana geldiğine göre öyle zannediyorum bu yazı sosyal medyada dolaşımda. Olay gerçek mi kurgu mu bilmiyorum. Aslı var veya yok. Yalnız yazının, Müslümanların kul hakkı yediği, Müslümanlık eşittir kul hakkı yemek demek olduğu şeklinde bir algı oluşturma mesajı içerdiği açıktır. Yazıdaki “Ne zaman Müslüman oldun da kul hakkı yiyorsun?” vurgusu üzüntü verici. Üstelik bazı Müslümanlar gibi kul hakkı yemeye başladın demiyor. Toptancılık yapılıyor. Halbuki hangi din ve ırktan olursa olsun bir topluluk ve zümreyi aynı kategoriye koymak doğru değil. Çünkü her inanç grubunda kul hakkı yiyeni vardır, aynı zamanda koruyanı da. Zira hiçbir topluluk tek başına iyi veya kötü değildir.

Müslümanlar eşittir kul hakkı yeme algısı oluşturmaya çalışanlara kızalım kızmaya. Yalnız kızmanın faydası yok. Önemli olan bu algıyı yok etmek için çaba sarf etmek olmalı. Şu bir gerçek ki işçi ve özlük haklarını koruma konusunda, Batı İslam dünyasına göre kat kat ileride. Özel sektör de olsa bir işçiyi işten çıkarmak en azından patronun iki dudağının arasında değildir. Bir işçiyi işten çıkarmak için ölçülebilir kıstaslar gerekli. İslam dünyasında ise işçi çıkarmak çok kolay. En kötü ihtimalle işçi çıkaran kişi tazminatını öder, iş biter. Bununla birlikte Müslüman işletmeciler arasında işçisinin hakkını koruyan, kul hakkı yemekten korkan kişilerin olduğu da bir gerçek. Ama bu tür işletmelerin sayısının fazla olduğunu sanmıyorum. Çoğunluk ise işçi çıkarma ve kul hakkı yeme konusunda sınıfta kalır.

3 Şubat 2024 Cumartesi

Boşalan Koltuk Bana Yar Olmadı

Büyük umutlarla Merkez Bankası başkanlığına getirilen Hafize Gaye Erkan'ın başkanlık serüveni 11 ay sürdü. 

Türkiye tarihinin ilk kadın merkez bankası başkanı olarak tarihe geçti.

Bu zaman zarfında yüzde 8,5 olan politika faizini yüzde 45'e çıkardı. Ömrü uzun olmasa da bu yönüyle de tarihimize geçmiş oldu. Belki de bir daha çıkmaz, hep inecek dedikleri politika faizini yükselten başkan olarak günah keçisi ilan edilecek.

Sayın Erkan'ın istifası sürpriz olmadı. Ne zamandır bekleniyordu. Çünkü son aylarda ailesiyle ilgili çıkan haberler basında ayyuka çıkmıştı. 

Sayın Erkan istifa mı etti, ettirildi mi, görevden mi alındı? Bunu tam olarak bilemeyeceğiz. Gerçi istifa ettiğine dair sosyal medyada paylaşımı var. Yeni başkanın atanmasıyla ilgili Cumhurbaşkanlığı kararnamesine göre görevden alındı deniyor. Bilinen bir gerçek var. Adı istifa ya da görevden alınma olsa da Hafize Gaye Hanım'ın başkanlıktan ayrılması kimse için sürpriz olmadı. 

Neyse geçelim bunları. Zira bunlar ayrıntılar. Ben geleyim en iyisi sadede. Başkanın MB başkanlığını bırakmasıyla birlikte MB koltuğu bana yabancı gelse de yine de  bir koltuk boşaldı diye içim kıpır kıpır etti. Çünkü her boşalan ve boşalma ihtimali olan koltuğa göz kırptığım ve bir beklenti içine girdiğim gizleyemediğim gerçeklerden. 

Gaye Hanım'ın istifasıyla birlikte Sayın Hazine Bakanı Şimşek'in "Önerim doğrultusunda yeni atanacak Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası başkanı ve ekibine başarılar dilerim" açıklaması beni daha da umutlandırdı. Acaba önerdiği isim ben olabilir miydim? Niye olmasın. Çünkü başarılı ekonomist Gaye Hanım'la yürümedi. Bu kez başında ilahiyatçı olan bir başkanla yürümek istiyorum diye düşünmüş olabilirdi. 

Ama Cumhurbaşkanı geceyi es geçmedi. Ardından hemen yardımcısını başkanlığa atadı. Geceyi bile darı ambarında geçiremedim. Maalesef bu beklentim de başlamadan bitti. 

Halbuki benim beklentim yönünde atamam gerçekleşmiş olsaydı, en az Gaye Hanım kadar gündemde kalacak, ilkleri başaracaktım. 

Merkez Bankası'nın başına ben atanmış olsaydım, gazeteler son dakika haberi verecek, televizyonlar günlerce benden bahsedecekti. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası başına ilk defa bir ilahiyatçı başkan atandı diyeceklerdi ve tarihe geçecektim. Yorumcular, bu başkan sürpriz görülse de bu branşın atanmadığı tek yer burası kalmıştı. Geliyordu gelmekte olan. O yüzden bizim için bir sürpriz yok diyeceklerdi. 

Hemen sabahında göreve başlayacak ve daha atanmadan önce beni önerip başarı dileyen Sayın Şimşek ile hummalı bir çalışma içerisine girecektim. Sayın Bakan, şunu nasıl yapalım dediğinde, o iş sende. Nasıl diyorsan öyle olsun, ben imzamı atarım diyecektim. Göstereceğim uyum düşman çatlatan cinsten olacaktı. Kamuoyu, herkesler ve her türlüsünü gördük de böylesini ilk defa görüyoruz diyecekti. Hasılı beklentim ve serüvenim başlamadan bitti.

Düşman Çatlatan Kardeşlik

Birine sormuşlar düşmanın var mı diye. Yok demiş. Kardeşin de mi yok demişler.

Burada kardeşlerin en büyük düşman olabileceğine işaret ediliyor. 

Tüm kardeşler böyle mi?

Değil elbet. 

Kimileri kolay kolay bir araya gelmez. 

Kimi kardeşler birbirinin onmasını istemez.

Kimi çok kıskançtır. 

Kimi canciğer arkadaş gibidir. İyi günde kötü günde kardeşinin yanında olur. 

Tarih kardeş kavgalarıyla doludur ve kardeş kavgası da kolay kolay bitmez. 

Kabil ile Habil kardeşliği beceremeyenlerden. 

Ağabeylerinin Yusuf'u kuyuya atmaları, onu yok pahasına satmaları. 

İshak ve İsmail peygamberlerin soyundan olmaları yönüyle İsrailoğullarının Filistinlilere hayatı ve nefes almayı esirgemesi. 

Osmanlı hanedanında kardeşlerin taht kavgası, kardeş katline sıcak bakılması. Bunun sonucunda yıkılan ya da güç kaybededilmesi vs. 

Günümüz daha önce düşman kardeş iken sonradan hangi sihirli el değdi ise can ciğer kardeş olan iki kesim var. Bunlar soy yönünden kardeş olmasa da aynı muhit aynı bölge aynı zihniyetin çocukları olması hasebiyle aynı ailenin çocuğu kabul edilir. Bunlar dün rakip idiler. Birbirlerine demediklerini bırakmadılar. Öyle şeyler söylediler ki birbirlerinin yüzüne bakacak sözler değildi bunlar. Görüntü ne dünyada ne de ahirette bir araya gelebilirlerdi. 

Bu kardeşlik Filistin İsrail kardeşliği gibi giderken sonra ne olduysa birbirlerine yaptıkları hakaretler bir anda unutuldu. Sen bana, ben sana şunları söylemiştim. Kusura bakma bile demediler. Daha önce hiçbir şey olmamış gibi bir araya geldiler. O gündür bugündür yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor. Birbirlerine destekleri tam. Hemen hemen her konuda birlikte hareket ediyorlar. Hasılı kardeşlikleri düşman çatlatan cinsten. 

İnsanların düşmanlık yerine bu şekil kardeşlik yapmaları elbette tasvip edilir. Çünkü istenirse ortak bir noktada buluşulabilir.

Bugün yapmamız gereken bu düşman kardeşlerin dünü ve bugünü bir güzel inceleme konusu yapılmalı. Dünkü düşmanlığın sebebi neydi? Bugünkü kardeşliğin formülü nedir? Düşmanlığın ardından bugün gelinen kardeşlik bundan sonraki kardeş kavgalarına örnek olmalı. Bakın sizden önce bunlar böyleydi. Bugün böyleler. Gelin siz de yol yakınken bu kardeşlikte buluşun diye araları bulunabilir. 

Gördüğümüz bu güzel örnek keşke insanlık tarihinin ilk başlarında olsaydı belki Kabil Habil'i öldürmez, tarih kardeş cinayetinde şahit olmazdı. Ağabeyleri Yusuf'u ölsün diye önce kuyuya ardından yok pahasına satmazlardı. Bugün İsrail Filistin kardeş gibi yaşardı.

Bugün için tarih geriye döndürülemez, Habil-Habil ve Yusuf-ağabeyleri için bir şey yapılamaz. En azından Filistin-İsrail meselesine günümüz düşman kardeşliği bir çözüm olabilir.