7 Ocak 2023 Cumartesi

Yürümek

Yürümek;

Spor yapmaktır. 

Vücudu hareket ettirip çalıştırmaktır. 

Sağlıktır. 

Vakit geçirmektir. 

Vücudu hantallıktan kurtarıp işletmek ve dinç tutmaktır. 

Doğayı, etrafı, olup bitenlerden haberdar olmak, gözetleme, seyretmek ve değişik ortamları görmektir.

Daha fazla ve hızlı nefes almaktır, nefes nefese kalmaktır. 

Ciğerleri açmak ve temizlemektir. 

Ter atmaktır. 

Kalabalıklar içerisinden insanın kendisini dışarıya atması, bir başına kalması ve doğayla baş başa kalmasıdır. 

Kilo vermek, göbeği eritmek ve vücuttaki fazlalıkları atmaktır.

Hayal gücünü geliştirmesi, düşünmeye fırsat vermesi ve insanın kendini sorgulamasıdır.

Vücudun ve ayakların hakkını vermektir. Zira yürüyüş ayakların zekatıdır. 

Ayakları açmaktır. 

Bir tempoda yürümektir. 

Harekettir. Her hareket beraberinde bereket getirir.

Koyduğun hedefi yerine getirmek, menziline varmaktır. 

Vücuttaki fazlalıkları atmaktır. 

Üşengeçlik fobisini yok etmektir. 

Bu Paranın Suyu

—Baba, seninle gurur duyuyorum. İyi ki varsın, iyi ki babamsın. 

—Bayram değil, seyran değil, nereden çıktı bu gurur evlat, hayırdır? 

—Sana sormalı? 
—Neyi? 
—Farkında değil misin? Ne istersem, ihtiyacın mı var? Aklının ucundan geçirme, almam diyordun. Eskiden sineğin yağını hesaplar, boşa harcadın diye kibrit çöpünün hesabını sorardın. Bugünlerde adeta yağıyorsun. Eve de alıyorsun ama özellikle bana çekip geliyorsun. 
—Abartma evlat. 
—Abartmıyorum. Sayayım mı aldıklarını? 
—Say bakalım. 
—Eve annem ne istediyse en kalitelisinden aldın. Bana gelince en iyisinden masaüstü bilgisayar aldın. Onu koymak için masasını aldın. Eşyalarımı koymak için ucuz ve uygun bir şey alabilir misin diye korka korka söyledim. Gidip en pahalısından aldın. Daha masaüstü bilgisayarın sevincini yaşarken oturduğun yerde kanepede bilgisayara gir diyerekten en kralından laptop aldın. Cep telefonum yeterliyken gidip cep telefonu aldın. Pantolona ihtiyacım var. Bunu da kendi harçlığımdan alayım derken ben varken senin paran geçmez diyerek al şuradan çek deyip kartı uzattın. Bazı zamanlar en sevdiğim yiyeceği yaptırıp eve getiriyorsun. Al şunu harçlık yap diyorsun. Bir gün sonra gelip şunu da al deyip üzerine para veriyorsun. İnan son günlerde aldıklarını kaç senedir görmemiştim. Dün ev geçindiriyorum deyip istediklerimiz için kartın günü dönsün derdin. Şimdilik olanla yetinin, ben sizin gibi değilim. Sırtımda küfe taşıyorum, ev bütçesini idare etmek kolay mı derdin. Ne oldu sana böyle? Hasta falan değilsin değil mi? Başına Allah göstermesin, taş falan düşmedi değil mi? Vicdana mı geldin, biri seni rüyada mı korkuttu? Bir yerlerden gömü mü buldun? Biri sana haybeden al harca deyip para mı verdi? Sahi nedir bunun sırrı?
—Bir şey bulduğum yok. Ben yine aynı babanım. Mütevazı bütçemizle sizi kimseye muhtaç etmeden yetinmeye çalışıyorum.
—Madem paramız aynı. Dün olduğumuz yerdeyiz. Niçin dün değil de bugün bu şekil bonkörsün? Öyle zannediyorum, son günlerde harcadıklarının karşılığı yok. 
—Yok olmaya yok. Üstelik borçlanıyorum.
—İyi de neden? 
—Aşağı yukarı beş yılda bir böyle yaparım. 
—Yalnız bu son beş yıl önceki beş yıllardan farklı. Şimdi var yok demeden kesenin ağzını açtın. 
—Şimdi bıçak sırtı bir durum var. Annenle aile reisliği çekişmemiz var. Halbuki kaç yıllardır bu aileye ben bakıyor, reisliği ben yapıyorum. Annen, ben senden daha iyi yaparım diyerek isyan bayrağını açtı. Ben de onur meselesi yapıp kaybetmemek için kesenin ağzını açtım. 
—İyi de ne değişecek? Bu borcu yine bu aile ödeyecek. Yani sırtımıza binecek. 
—Ödeyecek ödemeye ama ev yönetimi bende kalsın diyorum.
—Benim burada yapabileceğim bir şey var mı?
—Var, olmaz olur mu? Sana bu yatırımı niye yapıyorum sanıyorsun? 
—Nasıl?
—Büyük ağabeylerin benim yanımda. Çünkü onlar geçmiş yoklukları bildikleri için bana karşı çok vefalılar. Geçmişi pek bilmeyen yeni yetme ağabeylerin annenle birlikte hareket ederek nankörlük yapıyorlar. Yani aile reisliği seçiminde annenle birlikte hareket ediyorlar. Yani eşitlik söz konusu. Burada senin tercihin önemli. Ne tarafa yönelirsen o taraf kazanacak. Hasılı kilit noktadasın. Üzerine yatırım yapmam da bundan.
—Benim için başka neler yapabilirsin? Malum evin son tekne kazıntısıyım. Z nesli veya milenyum çocuğu diyorlar benim için. Geleceğimi düşünmek zorundayım. Bu durumda benim için ne yapabilirsin?
—Annen ne veriyorsa ve ne vadediyorsa, beş fazlası benden. Yeter ki oyunu bana ver.
—Beş fazlası biraz yuvarlak olmadı mı? Biraz açabilir misin?
—Fazla uzatmayacağım. Biliyorum, en büyük endişen iş bulma konusunda. Bu konuda sana yardımcı olabilirim desem, yeterli olur mu?
—Bana iş mi bulacaksın?
—Daha ilerisi.
—Nasıl? 
—İşe başlamadan emekliliğe ne dersin? 
—Olur mu öyle şey? 
—Niye olmasın. Bir sözüme bakar. Bugüne kadar olur dediğim hangi şey olmadı. 
—Güzel teklif. Biraz düşünmem lazım. Bir de anneme gideyim. Bakalım o ne vaat edecek? 
—Unutma! O ne veriyorsa, beş fazlası benden. 

Buldum Buldum

Bu foto da neyin nesi demeyin. Gördüğünüz fotoğraf birilerine göre külüstür ve eski ve yenilenip model yükseltilmesi gereken bir arabanın iç aksamından bir görüntü. Yani birileri değiştir bu arabayı diyor. Güya beni düşünüyorlar. Beni mi düşünüyorlar yoksa üzerine cebinden para çıkar, piyasa hareketlensin mi diyorlar, çok da anlamış değilim. Onlara göre 2000 model bir araba değiştirilmeliydi. Vazifeleri sanki. Halbuki benim için iyi ve modelli bir araba; işimi görüyorsa, beni yolda bırakmıyorsa, masraf açmıyorsa, yürüyen aksamında bir sorun yoksa iyi arabadır. Yaşı başı önemli değildir. Ayrıca model takıntım yoktur. Zaten araba bağımlısı değilim. Zorunlu olmasam hiç binmem. Yani tuvalete dahi arabayla gideyim diye bir düşüncem yok. Sabahtan akşama yürüsem, ayaklarıma kara sular inse, keşke şurada arabam olsaydı da binseydim demem. Yorulsam da her adım ve yürüyüş bana canlılık getiriyor, işleyen demir ışıldar misali sağlığıma artı değer katıyor, kafamı da bir güzel rahatlatıyor. Yürüyüş deyip de geçmeyin, nasıl rahatlatırmış demeyin. Bir nevi müteferriçlik benimkisi. Korkarım bu kelimeye de yabancısınızdır. Korkmanıza gerek yok. Ben de bu kelimeyi yeni öğrendim. Bilmeden oradan oraya yürümemin adı müteferriçlikmiş yani. Bakalım müteferriç neymiş? "Derdini, sıkıntısını gezerek atan kimse. Yürüyerek rahatlayan, dolaşarak sıkıntısından kurtulan kişi" demekmiş. Yürüyüş, derdi ve sıkıntıyı giderir mi bilmiyorum ama insanı üşengeçlikten kurtaran, vücudu dinç tutan, yürüdükçe gözümüz ve beynimizde büyüttüğümüz uzakları yakın kılan sportif bir aktivitedir yürüyüş. Zıddı halinde vücudu statik hale getiren, beraberinde kilo ve göbek olarak karşımıza çıkan hal, vücudu koflaştıran ve hantallaştıran bir tembellik halidir. Hasılı yürüyüş ve binit arasında bir tercih yap denirse, bu ayaklar bu vücudu taşıdığı müddetçe yürüyüş derim. Tadına varanların da tercihi bu olur. Yeter ki şeytanın bacağını kırabilmiş olsunlar. 
Neyse hiç değinmeyecek iken konum döndü dolaştı, yürüyüşe gitti. Bu da antrparantez olsun. 
Gelelim fotosunu çekip buraya yapıştırdığım görüntüye. Hemen arabanın içini görüp araban da pek kirliymiş demeyin. Bir bezlik işi var. Siz esas içime bakın. Zira bu görüntü aynı zamanda içimin bir göstergesidir. Kendimi gizleyecek halim yok. İçim neyse arabam da odur. Zaten göstereceğim de o değil. Ayrıca bardağa boş tarafından bakmayı değil, dolu tarafından bakmayı öneririm size. Göstergeye bakın mesela. Arabanın gazı dörtte. Yani dolu. Bu doluluğu yürümeye borçluyum. Yürürseniz sizin depo da dolu olur. Kıskanmayın. 
Ben esas gösterge in yukarısında L, alt tarafında ise R yazan yere gelmek istiyorum. Çünkü yazının konusu bu. 2011 yılından beri kullandığım bu aracın bir özelliğini keşfettim. 
Ne işe yaradığını bilmesem de LPG'li bir araç olarak ortasındaki düğmeyi yukarı doğru kaldırırsam, yakıt LPG'ye, aşağı doğru indirirsem, bu araç yabancı olduğuna göre o ülkenin dilinde benzin R ile başlıyor olabilir diye düşünmüştüm. Hatta egzoz muayenesinde benzine geç dediklerinde bu düğmeyi oynamışlığım var. İşe yaramadı tabi. Görevli LPG göstergesi olan yere basmak suretiyle benzine geçmişti. L ve R göstergesinin sağındakine de ara ara öylesine dokunmuşluğum var. Herhangi bir değişiklik olmadığını görünce bu yabancılar bunu aksesuar olarak koymuş olmalılar diye düşündüm. Başka da bunlar ne işe yarar diye ne sordum ne de merak ettim. Zira benim için araç; depriyaj, fren, gaza basmak ve vitese atmaktan ibaretti. Direksiyon hakimiyeti, aynaları kontrol de varsa daha ne isterdim, dün eşekten başka bir araca binmeye biri olarak. Çalıştırıp yürütebiliyor muyum, menzilime gidebiliyor muyum, benim için kafi idi. Böyle böyle geldim 2022 yılının son günlerine. 
Arabada üç dört kişi var. Ben de kaptan koltuğundayım. Kalkmadan önce o değilden camı indirip aynayı elimle ayarlamaya çalışmışım. Arkada oturan yeğenim, dayı, senin araçta aynayı ayarlayan düzenek var sol tarafta. Oradan düzelt. Elinle düzeltirsen bu özelliğini bozarsın dedi. Hangisi şu L ve R yazan olabilir mi dedim. Buradan tam göremiyorum. Orası olmalı dedi. Düğmeyi yukarı, aşağıya doğru indirdim. Benim dikiz aynalarında hiçbir hareketlenme olmadı. Sonra düğmeyi tekrar ortaya getirdim. Sağındaki göstergenin dört bir tarafına dokundum. Yine tık yok. Aman neyse ne. Bu eller ne güne duruyor. İhtiyaç olursa elle düzeltirim dedim. Bıraktım bu işi. 
Yine bir gün araçtayım. L tarafa doğru düğmeyi kaldırdım. Sonra sağdaki yere elimle dokundum. Sol dikiz aynasında bir hareketlenme oldu. İşte bu dedim. Nihayet 11 yıl sonra da olsa arabanın bir özelliğini buldum dedim. Sevincime diyecek yok. Anlatılmaz bu. Ancak yaşanır. Suyun kaldırma kuvvetini bulan Arşimet ancak bu kadar sevinmiştir. 
Sonra bir binişimde, yanımda oturan küçük oğluma arabanın bu özelliğinden bahsettim ve sağa sola çevirerek gösterdim. Oğlan, vay be! Japonlar bunu ta 2000 yılında düşünmüş, helal olsun. Demek bu arabanın bu özelliği de mi varmış dedi. Bu arada Nissan Primera'nın Japon malı olduğunu da bu vesileyle öğrenmiş oldum. 
Sorun olarak görmediğim bir sorunu çözmüş oldum ama bir sorun daha vardı. Sol dikiz aynasını ayarlamayı öğrenmiştim ama sağdakini ne yapacaktım? Bunu da arabadan inip eve giderken oğlan söyledi. R'ye doğru düğmeyi indirirsen, sağ aynayı da oradan ayarlarsın dedi. Bir binişimde denedim. Oğlanın dediği doğruymuş. 
Hasılı, birilerinin külüstür dediği arabanın, aynaları ayarlayan özelliğini geç de olsa öğrenmiş oldum. Şimdi her arabaya binişimde aynalar düzgün olsa bile hareket halindeyken oynuyorum. Bu oynama pek de hoşuma gidiyor doğrusu. Yeni oyuncağım bu. 
Şimdi siz, tüm bu anlattıkların bir dikiz aynasını ayarlamayı anlatmak için miydi? Vah yazık. Bu kadar da üşenmeden yazmış diyeceksiniz. Varsın deyin. Böyle bir konuda bu kadar yazıp da üstüne bir de size okuttum ya bu yeter bana. 

6 Ocak 2023 Cuma

Yatacak Yeri Olmayanlar

Siparişle bir başkasının canını alan tetikçilerin,

Başkasının canını başkasına ihale eden azmettiricilerin,

Yetim malı olan kamu malını çarçur edenlerin, 

Emir ve siparişle bir başkasının aleyhine kalem oynatanların,

Liyakatin yerine sadakati önceleyenlerin, 

Gerçeği örtmek için algılara başvuranların,

Bizden diye suçluyu koruyanların, 

Tarafgirliği gözünü kör edenlerin, 

Bir şeyin ne olduğundan ziyade kimin söylediğine bakanların ve ona göre tavır alanların, 

Eleştirinin yapıcı olanına dahi katlanamayanların, 

Bir prensip edinip bir duruş sergileyeceği yerde tüm ömrünü kişilere adayanların ve kişilerin peşinde koşanların, yanlışı söyleyenleri düşman belleyenlerin,

Sevdikleri gözlerini kör edenlerin ve sevdiklerine yanlışını söyleyemeyenlerin, 

Gerçek ayan beyan iken gerekçelerin ardına sığınanların, 

İnandığı değerlere uygun yaşamayanların, 

Özeleştiri yapmayıp suçu hep başkalarına atanların, 

Güçlüyken tahammülsüz olup aslan kesilenlerin, zayıfladığında sesi çıkmayanların, 

Gücünü güç alıp güçten beslenenlerin, 

Ortak değerleri emellerine alet edenlerin, 

Yazıp çizdiklerini anlamayıp anlamadığını da bilmeyip üzerine ahkam kesenlerin ve gülünç duruma düştüklerinin farkında olmayanların,

Söz ve eylemleriyle çağı okuyamayanların ve zamanın ruhuna uygun hareket edemeyenlerin ve ucuz mücahitlik yapanların,

Savunma ve saldırı refleksiyle ayakta duranların,

Doğruyu bir kendi savunduğundan ibaret görenlerin,

Dün ne isem, bugün de aynıyım diye övünenlerin, gelişim ve dönüşüme kapalı olanların... vb.

Yatacak yerleri yoktur. 

Kaç Yazar?

Bir insan;

allameicihan olsa,

yüksek makamlarda otursa,

dünya kadar para kazansa, 

şöhret salsa,

gücü ve kuvveti yerinde olsa,

gücünü koltuğundan alsa, 

emrinde binlerce çalışan olsa, 

sözü emir kabul edilip tak diye yerine getirilse, 

herkes ona ister korkudan ister özünden saygı gösterse; 

neyi,

nerede,

hangi ortamda,

nasıl,

kimin yanında,

ne şekil yapacağını ve ne söyleyeceğini bilmedikten;

usul,

adap ve

nezaketten yoksun olduktan;

oturduğu koltuğu tartışılır kıldıktan,

her hareketi faul olduktan,

temsil kabiliyeti sıfır olduktan,

kubbede hoş bir seda bırakmadıktan,

gören baş belası geliyor dedikten,

geldiği ve gittiği yere huzur ve güven vermedikten,

sorun çözme yerine sorun olduktan,

sorunun kaynağının kendisi olduğunu bilmedikten sonra şu olmuş, bu olmuş, şöyle biriymiş, pek kudretliymiş... adam olmadıktan ve insanlıktan bihaber olduktan sonra kaç yazar?

5 Ocak 2023 Perşembe

Kayıp Kuşak

Öyle bir devirde yaşıyoruz ki birkaç neslin görebileceği bir hayatı bir kuşak yaşıyor. 

Her kuşağın yaşadığı dönemle ilgili sınavları farklı farklı olsa da 2000'den sonra doğanların imtihanı daha bir farklı. Bu nesle "Z kuşağı", milenyum nesli deniyor. İnsanlar nasıl ki hangi anne ve babadan doğmayı seçemiyorsa, hangi kuşakta da yaşayacağını seçemiyor. Herkes doğduğu dönemin sınavına tabi. Amma zor amma kolay.

Bana hangi kuşakta yaşamak istersin dense; şu mu, bu mu diye tereddüt ederim ama kesinlikle yaşamak istemediğim nesil, "Z" neslinin yaşadığı dönemi yaşamak istemeyeceğim kesin. Çünkü imtihanları zor. Ben bu nesle kayıp kuşak diyorum. Gizemli kuşak da denebilir. Kayıp veya gizemli hangi ismi verirsek verelim, bu nesli çok iyi tanıyabildiğimizi söyleyemem. Hoş, bu nesil de bizi böyle bilin diye bir çaba içine girdiğini sanmıyorum. Bildiğim bir şey var ki bu nesil önceki nesillere benzemiyor. Geleceğimizin teminatı, ülkeyi emanet edeceğimiz ve yapılacak genel seçimin kilit kitlesi bu nesil kimdir? İzninizle bu soruya cevap arayacağım. Bu nesil;

Renk vermiyor, 

Fazla konuşmuyor, 

Büyüklerin içine pek girmiyor,

Genelde kafelere takılır, 

Her şeye ilgisizmiş gibi davranıyor, 

Gündelik tartışmalara bigane, 

Yüzleri pek gülmüyor, 

Giyim ve kuşama pek önem vermiyor, 

Dine ve değerlere mesafeli, 

Siyasete uzak, 

Haber izlemez. Gündemi youtube'dan takip eder. 

Ellerinde telefon, kulaklarında kulaklık, sırtlarında sırt çantası ile görünürler, dünyaları o küçücük telefondur. 

Toplum meselelerine duyarsız gibi bir görünüm veriyorlar,

Yüzleri endişeli,

Hayata küskünler, 

Umutsuz ve çözümsüz vaka görüntüsündeler,

Geleceğe ve hayata dair umutları yok izlenimi veriyorlar,

Aile ziyaretlerinden uzaklar.

Yedikleri yiyecek ve yemekleri bile farklı... 

Gençlerle ilgili çok şey yazılabilir. Her ne kadar hiçbir şeye ilgi gösteriyormuş gibi bir görüntü verseler de bu gençler aslında çok duyarlı. Renk vermediklerine bakmayın. Her birinin fikri ve zikri var. Belki de bu verdikleri görüntüyle keşfedilmeyi ve dokunulmayı bekliyorlar. Bu gençleri anlayabildiğimizi sanmıyorum. Ortak özellikleri olsa da hepsi tekdüze değil. Önümüzdeki seçimin sonucunu etkileyecek bu nesli yanlarına çekmek için siyasi partiler ne kadar çaba sarf etseler de bugüne kadar hiçbir siyasi parti onları okuyamamış, onlara yönelik bir proje geliştirememiştir. Hasılı mutsuz, gizemli ve kayıp bir kuşakla karşı karşıyayız. 

Tahkir ve Tezyif

Tahkir; "Aşağılatma, onur kırma, onuruna dokunma.", 

Tezyif ise "Bir şeyi değersiz, adi, bayağı, aşağılık göstermeye çalışma, küçültmek isteme."; "Alay etme, eğlenme." anlamlarına gelen Arapça iki kelimedir.  

Şimdilerde pek kullanılmasa da harbiyenin kudretli olduğu, siyaseti etkileyip kıskaca aldığı, irticayla mücadele ettiği yıllarda bu iki kelime çok kullanılmıştır. Halk anlamlarını bilmese de bu iki kelimeye aşinaydı. Kim asker hakkında bir iddiayı dile getirse, bir tespitte bulunsa, bir öneri getirse o kimse hakkında "askeri basın yoluyla alenen tahkir ve tezyif" etme suçlamasıyla savcılar harekete geçerek dava açılır, o kişi yargılanır ve ceza alırdı. Gazeteci ise asker tarafından kara listeye alınır, istenmeyen kişi ilan edilir, o kişinin bazı yerlere girişi yasaklanırdı. O yüzden asker ismini ağzına almak her babayiğidin harcı değildi.

O dönemde asker siyasi söylemde bulunur, ülkenin başbakanına "şerefsiz" bile derdi. Bu hakareti yapan asker hakkında başbakana hakaret etti iddiasıyla dava açılmadığı gibi ilgili kişi bir başka ile terfi bile edilmişti. 

Şimdilerde asker ne basın açıklaması yapıyor ne cevap veriyor ne siyasete dair bir söz söylüyor ne her hareketi laikliğe aykırı görüyor ne de irticayı iç tehdit görerek mücadele ediyor. Eskiden başına buyruk olan, kendilerini bu ülkenin tek sahibi ve kurucu unsuru gören, Cumhuriyet'i koruma ve kollama anlamında bir eyleme girişen bu zümre şimdilerde böyle bir şeylere imza atmıyor. Haklarında bir iddia varsa Milli Savunma Bakan'ı açıklama yapıyor. Kısaca sivil iradenin emrinde, dış tehdide yoğunlaşmış durumda ve görevini yapıyor. Yani olması gereken yerde. Olur olmaz tahkir ve tezyif iddiasıyla kimseye dava açılmıyor. Mevcut asker her şeyden nem kapmıyor, niyet okumuyor, kimseye had bildirmiyor ve kendine vazife çıkarmıyor. Askerin bugün kendi görev alanına çekilmesi, Türkiye'nin normalleşmesinde önemli bir adım olmuştur.

Harbiye dün vazifesi dışına çıkmış olsa da dün olduğu gibi bugün de bu milletin göz bebeğidir. Halkımız nazarında orası Mehmetçik olarak görülür. 

Harbiyenin geçmiş ve evrildiği günümüzü kısaca özetlemeye çalıştım. Yazımın bundan sonraki kısmını da mülkiyeye ayırmak istiyorum. Çünkü mülkiye de harbiye kadar bu ülkede etkili ve önemli bir görevi ifa etmektedir. Çünkü il ve ilçelerde devletin tek üst düzey yetkilisidir ve devleti temsil etmektedir. Bu temsil görevini büyük bir çoğunluk hakkıyla yerine getirmektedir. Ki böyle de olması lazım. Çünkü devletin itibarı söz konusudur. Yalnız her camia ve meslek grubunda olduğu gibi mülkiyede de temsil görevini yerine getiremeyen, getirmeye çalışırken etrafını kırıp döken, söz ve eylemlerinden dolayı basının diline düşen mülkiyeliler de vardır. Böyle durumlarda devlet yeni bir kararnameyle görevlilerin yerini değiştiriyor, özellikle yıprananları da merkeze çekmektedir. Böyle de olması lazım. Çünkü üst düzey bir bürokratın yıpranması demek devletin yıpranması anlamına gelir. Yani devlet aksaklıkları gidererek kendini yeniliyor. 

Burada mülkiyelilerde de harbiyelilerde olduğu gibi müthiş bir dayanışma olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Buna mesleki veya mülkiyeli dayanışması diyebiliriz. Bunda da bir sakınca yok. Bir meslektaşlarının başına bir durum geldiğinde ona destek olmalarından ve etrafında kenetlenmelerinden doğal bir şey olamaz. Fakat içlerinde öyleleri var ki ego ve kaprisleri tavan yapmış. Görev yaptığı yerde her şeyi kırıp dökmüş. Devletin bir mahaldeki itibarını sıfırlamış. Bu durumda o meslektaşlarını uyarıp kendine çekidüzen ver diyecekleri yerde, bir meslek dayanışması örneği gösterip yanında kenetleniveriyorlar. İster tanısınlar ister tanımasınlar. Ne eleştiriye geliyorlar ne tenkide. Gariplik burada. Tıpkı bir zamanların askeri gibi isimlerini ağzına alıvermeyi bile hakaret sayıyorlar. Gariplik burada. Kusura bakmasınlar ama bir yerde devletin tek temsilcisiyim, istediğimi yaparım türünden hareketlere imza atanların arkasında durmak, bu meslek grubuna ve devlete halel getirir. Görevi ne olursa olsun, kimsenin buna hakkı yoktur.