3 Ocak 2023 Salı

Yazılarına Kızıyorum

—Sana kızıyorum. 

—Niye? 

—Daha doğrusu yazılarına. 

—Ne var yazılarımda? 

—Hep eleştirel yaklaşıyorsun. 

—Bir şeyler iyi gitmiyorsa, eleştirmek gerek miyor mu? Ki eleştiri kişiyi mükemmelleştirmek için değil mi? 

—Öyle de bunu biz bize yapsak. 

—Kol kırılsın, yen içinde kalsın diyorsun. 

—Aynen öyle. 

—İyi de mızrak çuvala sığmaz hale geldiyse olup biteni sağır sultan duyduysa da mı? 

—Mızrak çuvala sığmaz ne demek? 

—"Herkesin gözünün önünde olan ve net bir şekilde bilinen gerçeklerin gizli tutulması, yokmuş gibi davranılmasının imkansız olduğu" kastedilmektedir. 

—Öyle de olsa dost var, düşman var. Bunu bizim söylememiz lazım. 

—Bu, kafayı kuma gömmek olmuyor mu? Böyle yapınca kendimizi kandırmış olmuyor muyuz? Hem bu dilsiz şeytan olmak değil mi? Hani biz bir kötülük gördüğümüzde elimizle, gücümüz yetmiyorsa dilimizle, buna da gücümüz yetmiyorsa kalbimizle buğzetmeyecek miydik? 

—Başkası çok mu iyi yapıyor? 

—Başkası senin hocan mı ki onlar da yapıyor diyorsun? 

—Ama hep muhalifsin. Hiç mi iyi yanımız yok?

—Varsa da olumsuzlukların içinde kaybolup gidiyor. Sonra muhalif olduğumu nereden çıkarıyorsun? Senin sorunun eleştirel bakış ile muhalifliği karıştırmak. 

—Yine de kızıyorum yazılarına. 

—Kızmaya kız da ben senin istediğin gibi yazmak zorunda mıyım? Senin noterin miyim ben? Ayrıca ben yanlış yazıyorsam, senin istediğin gibi yazmıyorsam, benimle uğraşacağına, bugün ne yazmış diyeceğine otur yaz doğrusunu. Elinden alan mı var? 

—Eleştiri eleştiri... Nereye kadar? 

—İşler düzelinceye kadar. O zaman baba da iş kalmaz. 

—Eleştiriden niye korkuyorsun? 

—Ha ne bileyim? 

—İyi şeyler duymak ister insan. 

—Çocuğun var mı? 

—Ellerini öper, üç tane. 

—Onları hiç eleştirdin mi? 

—Çok.

—Niye eleştirdin?

—İstediğim gibi değiller. 

—Sen onları eleştirerek onların kötü olmasını mı istemiş oluyorsun? 

—Aksine. Daha iyi olsunlar istiyorum.

—Benim yaptığım da bu.

—İyi de başkasını niye eleştir miyorsun?

—Sen kendi ailen ve çocukların dururken başkasının çocuklarını eleştirir misin?

—Ne münasebet. Onlardan bana ne?

—Kusura bakma da ben de senin yaptığını yapıyorum.

—Peki, yazılarından dolayı kendine özeleştiri yapıyor musun?

—Yapmaz olur muyum? Benim her yazım bir nevi özeleştiri zaten.

—Yine de kendimi alamıyorum sana kızmaktan.

—Ben eleştirilerime devam edeceğim, sen de kızmaya devam et. En azından bir mesleğin olur: Kızma mesleği.

—Aslında bir itirafta bulunayım. Eleştirdiğin her konuda bir sorun var. Sadece bunlar söylenmesi istiyorum.

—İşleri istediği gibi gitmeyen böyle ister. Bununla da yetinmez, alkış ister. Bunu ben asla yapmayacağım. Çünkü alkış insana kendini unutturur. 

2 Ocak 2023 Pazartesi

Kim Kazanır?

Yazıma, bir konuda hep kimin dediği olur diye bir soruyla başlamak istiyorum. Kimin olduğunu söylemeyeceğim. Sadece örneklere yer vereceğim. Örneklerden sizler bulacaksınız. Zira size tarif gerekmez. 

Küçük çocuklarıyla beraber markete giden bir aile düşünün. Anne baba alışveriş yaparken ihtiyaç olmayan ve evde olan bir şeyi çocuk istediğinde önce aile çocuklarını evde var, sonra alırız, şimdi müsait değiliz, paramız yeterli değil şeklinde ikna etmeye çalışır. Bazı çocuklar bununla ikna olsa da bazıları vardır ki basar çığlığı. Gerekirse yuvarlanır. Markettekiler ne oluyor diye bakışmaya başlar. Burada kazan kim olur? 

Evde küçük çocuğunuz veya kardeşiniz varsa, evdeki bir şeyi yeter ki istesin. İstediğiniz kadar olmaz deyin. Sonunda kimin dediği olur, bir düşünün. 

Bizim akran bir tanıdığım vardı. Mızıkçı biri idi. Epilepsi hastasıydı. Her oyunun üzerine gelir. Kimse onu oyuna almak istemese de bağırarak çağırarak oyunu bozarım diyerek istemeye istemeye oyuna dahil edilir. Oyuna almakla kalsa, yenildiği zaman kıyameti koparır, ağzından köpükler çıkararak oyunu bozar. Şunu yaparım, bunu yaparım, evimizin camını kırarım tehditleri yapar. Ki dediklerinin şakası da olmazdı. Kaç evin camını kırmıştır. Böyle bir oyunu kim kazanır? 

Bir başka akranımız daha vardı. O da futbol oyununun üzerine gelir. Girmedin, giremezdin tartışması fazla sürmez. Çünkü koşarak topu alır, ta uzaklara vurur. İstenmeyen kişi olmasına rağmen oyuna alınır. Oyun da centilmence sona ermez. İyi oynayan kazanmaz. Burada kim kazanır? 

Tilkinin yüz planı olurmuş, bu planın doksan dokuzu horozu haklamak üzerine olduğunu hepimiz bilirsiniz. Tilki akşam sabah horozun zaafını kollar. Çünkü işi bu. Bugün olmazsa yarın mutlaka bir gedik bulur. Burada da kim kazanır? 

Üst daima haklıdır, bilhassa haklı olduğu anlarda sözü gereğince bu müsabakayı kim kazanır? 

Küçükler böyle. Adı üzerinde küçük. Mızıkçılık yapmada, bencil davranmada, dünyayı kendilerine ait görmede üstlerine yoktur. Bu yola çıkarken de en büyük silahları ağlamaktır. Ağlamanın açamayacağı kapı yoktur. 

Tilkiyi söylemeye gerek yok. Adı üzerinde tilki. Bir şey elde etmek için hile, hurda, desise ne ararsanız, var onda. 

Ast üst ilişkisi olan iki kişi arasında bir niza varsa, üst karşısında astın hiç şansının olmadığını söylemeye gerek yok. 

Küçükler böyle de ta büyükler nasıl? Büyükler de küçüklerin vücutça büyümüş şeklidir. Fiziken ne kadar büyüse de ruhen küçükten farklı değiller. Herkes için aynı şeyi söyleyemem ama bazıları nedense hiç büyümüyor. Her alanda hep kazanmaya alışmıştır. Küçücük bir kayba tahammülü olamaz ve bu yenilgiyi hazmedemez. Tüm hesapları kaybettiğini elde etme üzerine kurar. Bunun için her türlü planı yapar, her imkanı değerlendirir. Plan yapmada tilki gibidir. Ne yapıp ne edecek, kaybettiğini yeniden elde edecek. Bunun için en büyük silahı her yolu mubah görmesidir. Bu konuda en büyük yardımcısı da sessiz yığınların sessizliğidir. 

Evlilik Sözleşmesi

Kız isteme, söz kesme, nişan, kına, düğün ve nikah yapmak suretiyle evliliklerimizi birleştiriyor.  

Başlıklar halinde saydığım bu evlilik aşamalarında tatlı yorgunluğun ötesinde düğünler, ağırlığını erkek tarafı çekmek suretiyle taraflara büyük maddi külfet getirmektedir. Bu külfet dolayısıyla aileler haydi deyince düğüne kalkışamıyor. 

Düğün ve evlilikler büyük maddi külfet getiriyorsa da burada düğünlerden ve düğünlerin getirdiği maliyetleri işlemeyeceğim. Taraflar zorlansa da düğünler bir şekil olup gidiyor. Ya düğün sonrası? Hep cicim ayları şeklinde mi devam ediyor? Buna kimse evet diyemez. Çünkü bazı evlilikler başlar başlamaz, bazısı evliliğin üç beş yılında bitiyor bazısı da uzatmalarla bir süre devam ediyor. Anlatmak istediğim değişik gerekçelerle boşanmaların arttığı. 

Evlilik kadar tasvip edilmese de boşanmalar da haktır. Geçinemiyorlarsa, elbette yollarını ayıracaklar. Yalnız en ufak bir anlaşmazlıkta ayrılmak için mahkeme kapısına başvurmak da doğru değildir. Çünkü her boşanma çoğu insanın bir ömür boyu yaşayacağı, psikolojisinden kurtulamayacağı şekilde onulmaz yaralar açabiliyor. Hele bir de arada çocuk varsa, en büyük sıkıntıyı da çocuk çekmektedir. Bu yüzden evlilikleri birden bitirmemek gerekir diye düşünüyorum. 

Evlilikleri birden bitirmemek için de evlilik aşamasında nikahtan önce veya nikahla birlikte hayatını birleştirecek eşlerin aralarında bir evlilik sözleşmesi yapmalarında fayda var. Bu sözleşme, eşler arasında bir sorun ortaya çıktığı zaman soruna nasıl yaklaşacaklarına dair bir yol haritası olacaktır. Evliliği sağlam temeller üzerine kurmak için eş adaylarının bir araya gelerek inceden inceye düşünmek suretiyle bir sözleşmeye imza atamalarında fayda var. Burada eşlere ufuk açıcı olması için sözleşmeye dair bazı örneklere yer vermek istiyorum:

1.Alacağımız kararları birbirimizle istişare ederek alacağımıza, ortak karar olmadan bir şeyi almaya kalkmayacağıma,

2.Konuştuğumuz konuda hemfikir olmadan tek başına karar vermeyeceğimize,

3.Konuşurken bağırmadan, çağırmadan, şiddete başvurmadan nazik ve kibar bir şekilde saygı ve sevgi çerçevesinde davranacağımıza,

4. Yanımızda bir başkası ve çocuk varken sesimizi yükselterek konuşmayacağımıza,

5. Bir isteğimizin olması için dayatma yapmayacağımıza, isteğimizi sık sık tekrarlamayacağımıza, 

6. Birbirimizin ailesine gereken ilgi, alaka ve saygıyı göstereceğimize, 

7. Ailelerimizi kıyaslamayacağımıza,

8. Bir konuyu konuşmak için uygun ortamı bekleyeceğimize, birimiz sinirli ve gergin olduğunda konuyu başka bir zaman görüşmek üzere erteleyeceğimize,

9. Ev ortamında aramızda olup bitenleri başta ailelerimiz olmak üzere kimseyle paylaşmayacağımıza,

10.Sorunlarımızı kimseye duyurmadan kendi aramızda zamana yayarak çözmeye çalışacağımıza, sorun çözülemediği takdirde aileleri çağırarak sorunumuzu masaya yatıracağımıza, 

11. Birbirimizin kalbini kırdığımız ve üzdüğümüz zaman özür dileyeceğimize,

12. Birbirimizin kırmızıçizgisine saygı göstereceğimize,

13.İyi ve kötü günde sırt sırta vereceğimize, problemin üstesinden birlikte geleceğimize,

14. Birbirimizle hiçbir zaman iletişim ve diyaloğu kesmeyeceğimize... vs.

İşbu sözleşme şahitler huzurunda taraflarca imza altına alınmıştır.

1 Ocak 2023 Pazar

Acınası İnsanlar

Bazı insanlar vardır ki kızıyorum. Sonra kızdığıma kızıyorum. Kızmak yerine bunlara ancak acınır diyorum. Evet acınasılar. Çünkü acınası olduklarını bilmekten de acizler. Hallerini, kapasite ve çaplarını bilmeden her konuda söz söylemekten de geri kalmazlar ve başkasını ayıplarlar. Güçleri yeterse ayıplamakla kalmazlar. Bir kaşık suda boğarlar. Çünkü bunlar;

Hayata tek gözlükle ve başkasının penceresinden bakarlar. 

Kendilerine ait bir duruşları yoktur. Aidiyet duygusuyla güce yaslanarak kimlik sahibi olduklarını sanırlar.

Görüş ve düşünceleri varsa bu fikirlerini değiştirmeden hep aynı düşündüklerini övüne övüne söylerler. 

Dini yaşantıları nasıl bilmiyorum ama kendilerini din konusunda uzman görürler. Hayata hep bu gözle bakarlar. Savundukları din de toplumda kabul görmüş örfe dayalı bir dindir. Geçmişte yazılıp çizilenler günümüzde geçerliliği olmasa dahi bunlar için yol haritası niteliğindedir. Üzerine toz kondurmazlar. Kondurmaya kalkana karşı ağızlarını bozarlar. Bir din dışına atmadıkları kalır. Körler ve sağırlar olarak birbirlerini ağırlarlar. Kendileri gibi düşünmeyene iyi gözle bakmazlar. Dini kendi tekellerinde görürler. 

Kendilerini yenilemeyi zül addederler. 

Okumazlar ve araştırmazlar. Tüm okudukları, sınıf geçmek için okudukları ders kitaplarıdır. Üzerine hiçbir şey koymadan bir ömür boyu satmaya çalışırlar.

Elleri kolay kolay cebe gitmez. Boş mezar bulurlarsa hayır demezler. 

Çoğu sabah akşam siyaset yapar. Kendileri gibi düşünmeyenler nankördür, satılmıştır, yabancıların uşağıdır. Ülkenin tek sahibi ve yerli unsuru olarak görürler kendilerini.

Hayatlarını başkasından korkarak geçirirler. 

Slogan ve hamaset diz boyu.

Konuştuklarıyla, yaptıklarıyla, hal ve hareketleriyle kendi gibi düşünmeyen insanların içerisinde gülünç duruma düştüklerinin de farkında değiller.

Sevdiklerinin gözündeki çöpü görmezken başkasının gözündeki merteği görürler.

Aşırı saldırgan ve savunmacıdırlar.

Ne çağı okuyabiliyorlar ne yeni neslin ne istediğinden haberdarlar.

Ne yazık ki dünyaya ve dünyanın gittiği yöne doğru söyleyebilecekleri bir şeyleri yoktur.

Herkesle İyi Geçinmenin Yolu

Bundan sonra herkesle iyi geçirmenin yollarını buldum. Ne de olsa yarım asrı aşkın bir tecrübe var. Biraz geç oldu ama olsun, zararın neresinden dönülürse kardır.

Bundan sonra kimseye otur, kalk, şunu yap, bunu yapma, gözünün üstünde kaşın var, bir gözün kör, kulağın sağır demek yok. 

Adam, birine küfür mü ediyor, "Oh oh! Ne güzel küfrediyorsun, keşke ben de yapabilsem, yerden göğe kadar küfretmekte haklısın. Aslında az bile yapıyorsun" diyeceğim. 

Adamın görüşü bana hiç uygun değil mi? Katılmıyorum yok, saygı duyuyorum demek yok. Ne güzel görüşün var böyle, ağzına sağlık, diyeceğim. 

Adam kendini olduğundan farklı mı anlatıyor. İçimden ikiyüzlü desem de dıştan doğrusun, haklısın diyeceğim. 

Bugün görüşü farklı olsa da kardeş sen eskiden bu konuda şunu diyordun demeyeceğim. 

Adam bir şeyi birden fazla mı anlatıyor. İlk defa duymuş gibi dinleyeceğim. 

Adam birini kötülüyor mu? Onunla birlikte onu ben de kötüleyeceğim. 

Adamın görüşü saçma mı? Yüzüne gülüp arkasından konuşacağım. Hatta ne orijinal fikrin var diyeceğim.

Bir yere gelmek mi istiyorum, çalmadık kapı bırakmayacağım. Aldığım koltuğun hakkını vereceğim. Bana referans olanlara hep şükran duyacağım ve emrinde olacağım. Öyle ya kim yapar bu devirde bu iyiliği. 

Ülkede cami, Kur’an Kursu ve imam hatip okulları dikkat çekici bir şekilde fazlaca yapılıyor ve çokça açılıyor mu? Lafı hiç eğip bükmeden, içinde cemaati ve öğrencisi yok demeden, israf bu demeden, gerekirse boş kalsın, ne güzel! Yapanlara, emek sarf edenlere ve sebep olanlara teşekkürü borç bileceğim. Varsın bir kişi gelsin. Buralar Allah’ın evi, okuyanlar da Allah’ı öğreniyor. Cami, Kur’an Kursları ve imam hatip okulları bu toplumun bir itibarıdır. İhtiyaç fazlası da olsa itibardan ödün vermeyelim diyeceğim.

Baktım, kalabalıklar emir almışçasına aykırı fikir serdedenlere saldırıyor mu? Yapmayın, adamı linç etmeyin, asmadan önce son sözünü bir dinleyin demeyeceğim. Gireceğim kalabalıklar içerisine. Taşın büyüğünü ben atacağım. Öyle ya böylelerine anladığı dilden konuşmalı.

Hasılı, güç nerede ben oradayım. Mağdur yerini ve haddini bilecek. Zira bana mağdurluk değil, mağrurluk yakışır.

Yazmak

Yazmak kadar güzel bir şey yok. 

İçinden geçenleri ip gibi diziyorsun.

Yazarken de kimseyi rahatsız etmiyorsun. Ne bakışınla ne oturuşunla ne de sesinle. 

Bu durumda yapacağın tek şey cep telefon tuşlarını sessize almak kafi. 

Yanında kimsecikler yokken kendini yabancı ve bir başına hissettirmiyor. Daldırıp götürüyor seni başka bir aleme. 

İçini döküyorsun. Dünya, hayat, dert ve sıkıntılar, çözüm ve çözüm önerileri, sebep ve sonuç önerileri birbir gözünün önüne geliyor, zihninde okuyorsun, klavye marifetiyle kağıda boşaltıyorsun. Ne kağıt derdini bana boşaltıyorsun diyor ne de klavyem, basıp durma. Derdinin kahyası mıyım, yeter artık diyor. Ne acınıyor ne de sızlanıyor. Sessiz sessiz dinliyor ve tarihe şahitliğime tanıklık ediyorlar. Dost dediğin böyle olur. 

Yazıyor yazıyorsun. 

Kafandakileri yazıp bitirince saatine bir bakıyorsun. Geçmez denen vakit ne güzel geçmiş. İki günü eşit tutmadan ne de güzel bir iş çıkarmışım diyorsun ve çıkmış karşına bir eser.

Yazım ve imla hatalarını görmek için yazıya dönüp bir bakıyor ve okuyorsun. Yazıdaki tek eksiklik T9'un su koyuvermesinin dışında bir şey yok. Bana yardım edeceğim diye kastettiğim kelimenin dışında bir kelimeyi görünce bu da nereden çıktı diyorum. Mesela "bana" yazıyorum. Bir bakmışsın yardımcım "baba" ya dönüştürmüş oluyor kelimeyi. Bu baba da nereden çıktı diye kısa bir düşünüyorum. Sonra bizim yardımının işgüzarlığı ve okuması diyorum. Bazen böyle yapsa da yine de canı sağ olsun. Tam beceremese de karşılıksız yardım ediyor ve sayemde böyle hızlı yazabiliyorsun, unutma diye başa kakmıyor. Kim yapar bu devirde almadan vermeyi ve bu hasbiliği. Kağıt ve klavyeden sonra etti mi dostun sayısı üç. Haydi tuşlara durmadan basan parmak uçlarımı da dostlar hanesine dahil edelim. Tüm zararlarına rağmen tüm yazdığımı kaydeden, not defteri görevini yapan cep telefonunu da dostlar sofrasına almak lazım.

Bu kadar hasbi dost yeter şimdilik. Yeniden yazmaya geleyim.

Yazmak;

 Bir nevi okumaktır.

İnsanın kendi kendisiyle konuşup dertleşmesidir.

Hafızayı güçlendirir.

Hayata ve olaylara daha farklı perspektiften baktırır.

Kelime hazineni güçlendirir.

Düşündürür her şeyden öte.

Düşündükçe insanın ufkunu açar.

Düşünceyi yazıya geçirmek ise özgürleştirir.

İşte ben buyum diyor alıcısına ve seyredenlere. İçimin dışa yansımış hali der.

Cesarettir aynı zamanda.

Bedel ister. Mimlenmenin ve kutuplaşmanın kol gezdiği bugünlerde.

Burun kıvıranlara, yazı düşmanlarına, fikir ve düşünceye ve aykırı fikirlere tahammülü olmayanlara ben buyum dedirtir insana.

Elinle düzeltemediğini, dilinle beceremediğini kalbinle buğzdur bir nevi.

Söz uçar, yazı kalır misali tarihe şahitlik etmek ve not düşmektir.

Hasılı her şeye rağmen yazmak güzeldir. 

Başarını Neye Borçlusun?

—Üstat, sırtın yere gelmiyor maşallah. Bu başarını neye borçlusun? 

—Çelişkilerime borçluyum. 

—Üstüme iyilik sağlık. Çelişki ve başarı. Bir arada nasıl bulunur? 

—Ne dilimin kemiği var ne de omurgam. Ortama göre hareket ederim. Dün ak dediğime bugün kara, kara dediğime de ak derim. Dün birini dost, başkasını düşman bellerim. Sonra bir bakarsın, dostumu düşman, düşmanımı da dost bellerim. 

—Bunu nasıl beceriyorsun böyle? 

—Tamamen ikna işi. Çoğu insana nasip olmayan ikna kabiliyeti var bende. Bu bende olduğu müddetçe sırtım yere gelmez. Allah vergisi bendeki. Rabbim ne kadar şükretsek azdır. Yeter ki ikna et. İknanın yapamayacağı yoktur. İnanmadan söylediklerimi söyleye söyleye söylediklerime neredeyse kendim bile inanacağım. Bunun için samimi ve içten olduğunu göstermen gerek. Bu da bende fazlasıyla var. Zaten hiçbir şey yapmasam bile ağzımdan çıkacak her söze inanan sevenlerim çok. Onlar sağ olsun. Zira işimi kolaylaştırıyor. Her yer ve platformda ana babasından ziyade beni savunurlar. 

—Yıpranmıyor musun bu şekil? 

—Tüm bunları yaparken yıprandığım, zora düştüğüm oluyor elbet. Ama benimki bugünden yarına bir başarı değil ki. Uzun bir maratondayım. Zaman benim ilacım oluyor. Bir de ortam bana yardım ediyor. Tam öldüm, bittim, bir daha kalkamam derken bir bakmışsın birileri değirmenime su taşıyor. Bunu lehime çevirmede üstüme yok. Bu da bir Allah vergisi. 

—Güven bunalımı yaşamıyor musun böyle yaparak? 

—Bazılarının bana güveni azalsa da çoğunun güvenini yeniden kazanıyorum. Zaten birçoğuna benden uzak durun desem de gitmezler. Güveni azalanlar da izlediğim rota sayesinde tekrar etrafımda kenetleniyor. 

—Bu nasıl oluyor? Ne yapıyorsun? 

—Korku pompalıyorum durmadan. Korkuyu gören beterin beteri var deyip soluğu yanımda alıyor. 

—Hep böyle mi devam edeceksin?

—Niye devam etmeyeyim ki? Bu formül nasılsa prim yapmaya devam ediyor. Hal böyle iken başka şeylere niye kafamı yorayım, öyle değil mi?

—Senin için her şey ve tek kriter başarı mı?

—Evet.

—Bu uğurda her şey mubah diyorsun yani?

—Aynen öyle.

—Üstadım, tek şey söyleyeceğim: Senden korkulur. Başka da bir şey demiyorum.