7 Temmuz 2022 Perşembe

Sağlıkta Güvenlik Zafiyeti

Konya Şehir Hastanesi Kardiyoloji bölümünden uzman bir hekim bir hastanede güvenlik görevlisi olarak çalışan bir psikopat tarafından görevinin başında iken şehit edildi. Doktoru öldüren katil aynı tabanca ile intihar etti. İddia edilen sebep ise annesinin ölümünden doktoru sorumlu tutması yazılıp çiziliyor.

İnfiale sebebiyet veren bu olayın ardından hastaneye akın eden yetkililerden ve devletin üst kademesinden “menfur olayı lanetliyoruz, kınıyoruz” gibi açıklamalar yapıldı. Tabipler Birliği sağlık çalışanlarının iki gün işe gitmemesi yönünde grev kararı aldı.

Şimdilerde Konya’da olan bu olay Türkiye’de ne ilk, böyle giderse ne de son olacaktır. Bakmayın siz yetkililerin “şiddet yasasını çıkardık, sağlıkçılara uzanan eller kırılacak…” dediklerine. Bizde şiddete meyilli bu toplum yapısı, bir caydırıcılığı olmayan ucube “Adli kontrol yasası”, beş yılın altındaki cezalar için cezaevine girilmemesi, ceza indirimi ve erteleme oldukça sağlıkçıları öbür dünyaya göndermeye daha çok devam ederiz.

Niçin meselelerimizi konuşarak çözmeyiz biz? Çünkü buna kelime hazinemiz yetmez. En önemlisi de şiddete meyilliyiz biz. Çoğumuz hayatın herhangi bir safhasında, özellikle küçük yaşlarda anne-babasından, büyüklerinden şiddete maruz kalır. Şimdilerde gittikçe azalsa da okullarda şiddet görenimizin sayısı da az değildir. Bir zamanlar askerlik de böyleydi. Çünkü bizde şiddet gücü yeten tarafından güçsüzlere uygulanır. Üzerinde şiddet uygulanan ya da bir şiddeti gören kimse de fırsatını bulduğu ilk anda şiddete başvurur. Çünkü üzerinde uygulanan şiddet bilinçaltına işler.

Kanunlarımız suçluları koruyacak şekilde düzenlenmiş. Toplum yapımız da bu. Ne yapalım bu durumda? Bu toplum için feda olsun sağlıkçılar mı diyeceğiz? Aslında çok şey yapmamıza gerek yok. Alacağımız bazı tedbirler şiddeti ve cinayeti en aza indirger. Tamam, kendini öldürecek ve hayatını karartacak şekilde gözü kararmış, psikopat türünden insanlarımız var. Kafasına koyan gider evinde, parkta ve bahçede de bulur sağlıkçıyı. Bunlar için hiçbir şey fayda vermez. En azından görev mahallinde şiddet ve cinayetlerin önüne geçilebilir. Mesela neler yapılabilir?

Bir defa hastaneleri yolgeçen hanı olmaktan kurtarmak lazım. Hastaneye giriş yapacak kişiler sıkı bir aramadan geçirilmeli. Bunun için güvenlik tedbirlerini azami seviyeye çıkarmalı. Hastane girişlerinde X-Ray cihazları konmalı. İçeri giren herkes bu cihazlardan geçmeli. Cebinde silahı, tabancası, bıçak gibi yaralayıcı aletlerle geçmeye çalışanlar içeri alınmamalı. Girmeye kalkan olursa derdest edilip güvenlik güçlerine teslim edilmeli. Hastane girişlerindeki güvenlik görevlisi çalıştırma yerine polisin görev yapacağı şekilde bir düzenleme yapılmalı. Çünkü özel güvenlik görevlileri polis kadar etkili değil.

Görev mahallinde veya görevi dışında bir sağlık çalışanına göreviyle ilgili bir tehdit eden, şiddet uygulamaya kalkan, yaralayan kimseler adli kontrol şartından, CMUK’tan, ceza ertelemesinden kesinlikle yararlandırılmamalı. Cezası bir gün bile olsa cezaevine girip cezasını çekmeli.

Bu tipler kamuda çalışıyorsa kamu ile ilişiği kesilmeli, kamuya girişine engel olmalı.

Devletin sunduğu sağlık hizmetlerinden kendisi yararlanmayacak şekilde düzenleme yapılmalı.

Güvenlik tedbirlerini ve caydırıcı unsur örneklerini çoğaltabiliriz. Her ne yapılacaksa bu alanda acele harekete geçilmeli. Değilse; riskli ve cerrahi bölümleri tercih edecek, hastayla yüz yüze olan branşlarda hastalarımıza ilk müdahaleyi yapacak ve ameliyata girecek doktor bulamayız.

Son sözüm de hasta ve hasta yakınlarına olsun. Şu bilinmeli ki yüzdesi düşük de olsa en basit ameliyatın bile riski vardır. Riskli ameliyatlarda risk yüzdesi daha yüksektir. Riski göze almayan, sonucuna katlanamayacak, hıncını sağlıkçıdan alacak, kinini sağlıkçıya kusacak olanlar ne muayene için gitsinler ne tedavi olsunlar ne de ameliyat olsunlar. Oturup evinde kendi kendilerini tedavi etsinler.

6 Temmuz 2022 Çarşamba

Çocuklarımızın Geleceğini Karartmayalım *

Yeni ev değiştirdim. Ev değiştirince iş bitmiyor. Zira eksik gedik eksik olmuyor. İlk etapta bir TV ünitesi, çocuğun odasına bir gardırop bir de mutfak lavabosuna musluk alalım dedik. Lavabo musluklarına baktığımızı gören reyon görevlisi, düşünürseniz, şu iki üründe indirim var dedi. İndirimli fiyatı yani bir musluğun bedeli 1000 lira imiş. İndirim varsa kaçırır mıyım? Aldım bir tane. Dolap ve TV ünitesini de aldık. Musluğun dışında diğer iki üründen birini kargo ile eve teslim yapacaklarmış, diğerini de firma eve gönderecekmiş. Ödemeyi yapmadan önce montaj bize mi ait olacak sorusuna, montaja ne alıyorsunuz dedim. Beheri 250 lira imiş. Bir saniye deyip eli pense, şimdilerde büfe çalıştıran bir tanıdığımı aradım, ürünlerin fotoğrafını göndererek bunların montajını yapar mısın dedim. Yaparım dedi. Ki yapardı da. Çünkü küçüklüğünden beri teknolojiye, tamire merak sarmış, kendi çapında amatörce bir şeylerle uğraşmıştı.

Ürünlerin teslimatı yapılır yapılmaz, tanıdığım eve geldi, az bir inceledikten sonra iki ürünün montajını yaptı. Bu esnada eşim çeşmeci gelmeyecek mi dedi. İşleri biraz yoğunmuş, iki gün sonra arayacağım dedim. Bunu duyan tanıdığım, çeşmecinin gelmesine gerek yok, bunu ben değiştiririm.  Bir de servis parası vermeyin. Zira çok kolay dedi. Ardından bu değiştireceğiniz musluğun neyi var ki 1000 lira verip musluk aldınız. Yazık değil mi paranıza. Bu ürünü iade ederek başka bir ihtiyacınızı alırsınız dedi. Musluğu kontrol etti. Bunun alyansı mı çıkmış dedi ya da alyansla sıkarım tamam mı dedi. Bir çırpıda mevcut musluğu da halletti. Sapasağlam oldu. Bir sevindim bir sevindim. Nasıl sevinmem. Beş yüz lira montaj parasının yanında bir 1000 lira daha kazanmış oldum. Bu kazancın içine çeşmeciye vereceğim para dahil değil.

Tanıdığım, montajları yaparken terledi. Keyfi yerinde olan ben de onun duyacağı şekilde fısıltılı konuştum: Şu çocuktaki maharete bak. Aletler eline ne güzel yakışıyor. Sahasında iyi bir usta olur, işini ibadet aşkı içerisinde yapar, yıllarca başkasının yanında çalışmaz, zaman zaman da işsiz kalmazdı. Halihazırdaki büfesi olmasa yine işsizdi. Babası, illa şu okula gideceksin diyerek çocuğun geleceğini kararttı, dedim.

Şimdi ne demek istediğime geleyim. Malumunuz ilköğretimi bitiren çocuklarımız, 4-20 Temmuz tarihleri arasında liselere tercihte bulunacaklar. Bu aşamada anne, babalara ve büyüklere büyük görevler düşüyor. Burada yapılması gereken, geleceğimiz olan çocuklarımızın, kabiliyetlerine ve kapasitelerine uygun okul tercihi yapmalarına rehberlik yapmaktır. Kendi gönlümüzden geçen ve hayalimizde olan okul türünden ziyade çocuğun meylini ve yeteneğini göz önünde bulundurmak önemli. Zira okuyacağı okul sonrası, hayatın geri kalan kısmını çocuk kendi yaşayacaktır. Çocuğumuzun kabiliyetini tespit etmeden, onu gönlümüzden geçen mesleğe veya okul türüne yöneltmek, çocuğumuza yapabileceğimiz en büyük kötülüktür.

Yazımda bahsettiğim çocuk da babasının kurbanı. Süreci yakinen bildiğim için söylüyorum. İstememesine rağmen babasının dayatmasıyla bir okul türünü kakalama bitiren bu çocuğun, lise sonrası girdiği birçok işte dikiş tutturamamasının ve bu işleri severek yapmamasının en büyük müsebbibi babasıdır. O yüzden bir LGS tercih aşamasında anne babaların, çocuklarının geleceğini karartmamalarında fayda vardır. Bilelim ki bu ülkenin tek okul türüne ve bu okul türünden yetişen çocuklara ihtiyacı yoktur. Tüm okullar bu ülkenindir. Biri üvey biri öz, biri ötelenecek, diğeri korunacak okullar değildir. Her okul türü en az diğer okul türü kadar önemlidir ve ihtiyaçtır. Anne ve babaların ve eğitimcilerin okul seçiminde ideolojik yaklaşmamaları ve hamaset yapmamaları gerekir. Zira eğitim ve öğretime ideolojik yaklaşılmaz ve hamaset yapılmaz. Mevzubahis olan bir çocuğun geleceğidir.

Biraz kapalı biraz açık mesaj vermeye çalıştım. Tercih anne, baba ve eğitimcilerin.

*13/07/2022 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

İktidar Olmanın/Kalmanın Yolu *

—Üstadım, piyasada baya piştim. Bundan sonra bana ne önerirsin? 

—Siyasete gir. 

—Piştim dedimse o kadar değil. Siyaset zor iş. Vizyon, misyon, plan, program, irade vs. ister. 

—O kadar zor değil. Yaparsın. Zira ülkenin yapılacakları bellidir. Onları bir plan dahilinde halledersin. 

—Haydi bunu yaptık. Ekip işini nasıl halledeceğim? 

—Ağzın laf yapıyorsa, bir de gelecek vadediyorsan bu da kolay. Ekibinde yer almak için çoğu sıraya girer. 

—Ekibi nasıl idare edeceğim? Zira içlerinde sivri dilli olanlar çıkar. 

—Bu en kolayı. Siyasette bir nebze de olsa yer almak isteyen, seni karşısına almaz. Kuzu gibi olur. Her dediğine eyvallah der. Yeter ki emir verme iradesi göster. Seni dinlemeyen, yaramaz çocuğa oynayan çıkar mı? Çıkar. Bu durumda yüksek disiplin kurulunu çalıştır. Kurul üyelerine tek diyeceğin, bunu ihraç edin demektir. Zaten bir kişiyi atsan, gerisi kuzu gibi olur. 

—Diyelim ki yapacaklarımı yaptım. İşler bir müddet tıkırında gitti. Bu durumda ne yapacağım?

—Yürü, seni kim tutar bu durumda? Durmadan yaptıklarını anlatacaksın. Bir de istatistik ilminden azami derecede faydalanacaksın. Senden önceki dönemlerle kendi dönemini kıyaslayacaksın ve o dönemlerin faillerini yerden yere vuracaksın, onları ayıplayacaksın.

—İstatistik ilmi bir müddet sonra aleyhime dönmeye başlar, benden önceki dönemleri aratacak bir durum ortaya çıkarsa o zaman ne yapayım?

—Bu durumda yapacağın şey, bir zamanlar hiç ağzından düşürmediğin istatistik ilmini ağzına almayacak ve önceki dönemleri kıyaslamayı bırakacaksın.

—Ayıplamazlar mı?

—Bir alay mazeret öne sürerek işi pişkinliğe vereceksin. Efendim daha önce şöyle demiştiniz diyenlere haddini bildirecek ve ağzını bozacaksın. Onlara yüksek perdeden konuşacaksın. Ayıplama işine gelince, varsın ayıplasınlar. Bunda gocunacak bir durum yok. Zira bu vesileyle ölümlü olduğunu cümle aleme duyurmuş olursun. Çünkü ayıpladığı başına gelmeden ölmezmiş insan. Ayıplanmak zoruna giderse, evet öyle ama benim dönemim daha iyi diyeceksin.

—Bunu nasıl izah edeceksin?

—Bunu bir anekdotla anlatayım. Burada hisseni al. 200 kişinin alınacağı bir sınava girmiştim. Asaleten kazanamadım. Yedekler arasında 159. sıradayım. Bu süreçte aynı sınava giren bir arkadaşımla karşılaştım. Sonucumu sordu. Sıralamamı söyleyince bir sevindi bir sevindi. Hayırdır, seni bu kadar sevindiren nedir dediğimde, iyi ya ben senden daha iyiymişim dedi. Senin sonuç nasıl, asaleten mi kazandın yoksa dedim. Hayır, ben de yedeklerdeyim ama benimki 155.yedek dedi. Hasılı karşındakilerle, senden önce bu ülkeyi yönetenler arasında bir farkınız yok. Zira hepiniz Osmanlı Bankasısınız.

—Tüm bu dediğin siyaseti izledim. Başka ne yapayım? Zira seçimi alınca ilanihaye ülkeyi yönetmiyorsun. Göz açıp kapayıncaya kadar gelir. 5 yıl dediğin ne ki. Dün beni seçen seçmen, alternatif arayışa girerse ne yapayım?

—Alternatifinin olmadığını ispatlayacaksın.

—Bunu nasıl yapacağım?

—Alternatif olma ihtimali olan bir partiyi seçeceksin. Onu topa tutacaksın. O partinin cemaziyelevvelini ortaya dökeceksin. Geçmişte o parti neler yapmışsa hepsini bir bir ortaya çıkaracaksın. Şunu yaptılar, bunu yaptılar. Ülkeyi ne hale getirdiler. Bunlar böyle iken iktidara bir gelirlerse o zaman görün gününüzü diyerek seçmene aba altından sopa göstereceksin. Yani seçmeni alternatif gibi görünen parti ile korkutacaksın.

—Faydası olur mu bunun?

—Nedin sen. % yüz hem de. Bunu da şöyle bir anekdotla anlatayım. Öğretmen olduğumun ilk yıllarında bir büyüğüm geldi, bana “Burada tecrübe konuşuyor. Dediğim formülü uygularsan sınıfta yıl boyu rahat edersin dedi. Ardından konuşmaya devam etti: Bir sınıfa girdin. Selam verdin, ders defterini doldururken sınıfın gürültü yapmasına izin ver. Sen yazarken bırak onlar konuşsunlar. Ara ara öğrencilere göz at. İçlerinden güç yetirebileceğin bir öğrencinin konuşmasını kolla. O çocuk konuşur konuşmaz, o kadar kişi arasından o çocuğu tahtaya çıkar. Niye konuştun diye onu tahtada evire çevire bir döv. Bunu gören tüm sınıf süt dökmüş kediye döner. Böylece sene sonuna kadar rahat edersin” dedi. Sen de rahatça yenebileceğin bir partiyi seç, onu durmadan eleştir, halkı bu partiyle korkut. Seni dinleyen halk, beterin beteri varmış diyecek ve sana tıpış tıpış oy verecek.

—Hay aklınla bin yaşa e mi?

 *12/09/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

4 Temmuz 2022 Pazartesi

Nasılsak Öyle mi Yönetiliriz? (2) *

“Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” cümlesinin kaynağı üzerine bir önceki yazımda bilgiler vermiş, halk arasında hadis diye bilinen bu sözün senet ve metin yönünden zayıf kabul edildiğine işaret etmeye çalışmış, zayıf hadisle amel edilebileceğini, inkarı halinde küfrü gerektirmediğini, bu yazımda da sözün içeriği üzerine değerlendirmede bulunacağımı ifade etmiştim.

Bu hadisle ilgili değerlendirmeye geçmeden önce bu hadisle uyumlu ya da birbirlerini tamamlayan iki ayet mealine yer vermek istiyorum: “Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez...” (Rad 11). Diğeri, “Bu, bir topluluk iyi gidişini değiştirmedikçe Allah'ın da verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden ve Allah'ın işiten, bilen olmasındandır.” (Enfal 53)

Bu iki ayet değişmez toplumsal iki yasadır. Toplum veya insanlar bir şey elde etmek istiyorlarsa o konuda yapılması gerekeni yapacaklar. Yani sebeplere sarılacaklar ve sebep-sonuç çerçevesinde sebepleri yerine getireceklerdir. Bunun için mevcut yaptıklarını revize etmeleri veya değiştirmeleri gerekecek ki Allah da onları değiştirmiş yani istediklerini vermiş olsun. Eğer insanlar bu elde ettiklerini devam ettirmek istiyorlarsa mevcut durumlarını değiştirmeleri gerekiyor. Değilse Allah verdiklerini bir şekilde alır.

Şimdi “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” hadisinin içeriğine gelelim. Bu hadisten anlaşılan, siz kimseniz, sizi öyle biri yönetir. İyi iseniz iyi biri, kötü iseniz, kötü biri yönetir. Bu anlayış bir yere kadar doğru ise de derinlemesine düşününce, yöneticilerin sorumluluğunun halka yıkıldığını anlayabiliriz. Çünkü bu hadisi bilen ve baz alan bir yöneticiyi, yaptıklarından dolayı eleştirmeye kalkınca, o yöneticinin bize söyleyeceği, “Siz iyi biri misiniz ki benden iyi şeyler bekliyorsunuz? Siz buna müstahaksınız. Siz iyi olursanız, ben de iyi olurum” diyecektir. Bu ise yanlış kader anlayışına benzer. Kaderiye’nin doğuşu yanlış kader anlayışına dayanır. Çünkü Emeviler döneminde bazı idareciler, yaptıkları yanlış tasarrufları “takdiri ilahi” demek suretiyle kendilerini temize çıkarmaya ve suçu kadere atmaya çalışmışlardır. Bu yanlış anlayışa tepki olarak “İnsan hür iradesiyle yaptıklarından sorumludur” diyebileceğimiz Kaderiye doğmuştur.

Bir an için iyi insanların başına iyi insanlar, kötü insanların başına kötü insanlar geçer diyelim. Bunu da toplum aynı toplum olmasına rağmen o toplumun başına bazen iyi bazen de kötü idareciler gelebileceğini söylersek, bu hadisi nereye koyacağız?

Burada sorgulanması gereken bir başka husus, değişim aşağıdan yukarıya mı olmalı ya da yukarıdan aşağıya mı olmalı? Her ikisi ile de değişim olabilir. Yalnız aşağıdan yukarıya yani herkes iyi olacak, başa iyiler gelecek anlayışının pratikte bir anlamı olmaz. En kolayı, sonuç alıcı olanı ve pratikte karşılığı olanı, değişimin yukarıdan aşağıya olmasıdır. At sahibine göre kişner sözünü bu çerçevede hatırlayabiliriz. Burada bir başka soru daha soralım. Peygamberler iyi toplumlara mı gelmiş yoksa kötü toplumlara mı? Tarihen ve dinen sabittir ki tüm peygamberler Allah tarafından seçilmiş iyi kimselerden oluşur. Yine biliriz ki tüm peygamberler kötülükte aşırı giden toplumlara gelmiştir. Her bir peygamber, toplumu düzeltmek için çaba sarf etmiştir ve her biri değişimin ve dönüşümün öncüleri olmuştur. Kimi başarılı olmuş, kimi ise başarısız. Bu ayrı bir konudur.

Burada hadisi şerifi içerik yönünden tekrar ele alırsak, bu hadise göre peygamberler iyi toplumlara gelmeliydi. Çünkü peygamberler iyi kimselerdir. Ama biliriz ki tüm peygamberler haddi aşan toplumlara gelmiştir. Yani peygamberler iyi, toplumlar kötüdür.

Hülasa, toplum düzgün olacak ki başa iyi idareciler gelsin sözünün pratikte bir karşılığı olamaz. Zaten herkes iyi ise yöneticiye ne gerek var, öyle değil mi? Kimse kusura bakmasın, bu anlayış topu taca atmaktır. Yönetici planlayıp uygulayacak, makul şeylere imza atacak. İmzasının arkasında olacak, bunun takipçisi olacak. Halk da bunlara uyacaktır. Uymayanlara ise gereken yapılacaktır. Bu konuda en son şunu söyleyeyim. Bu hadisle, iyi kimselerden olmaları için halka sorumluluk yüklemek anlamını çıkarmak en uygunu diye düşünüyorum. Çünkü halk iyi olursa yöneticilerin yönetim işi daha kolaylaşacaktır.

*16/07/2022 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Nasılsak Öyle mi Yönetiliriz? (1) *

“Nasılsanız, öyle idare olunursunuz” cümlesi halk arasında sıkça dile getirilen ve hadis diye ifade edilen bir söz. Bu söz hadis mi değil mi, bunu üzerinde durmak istiyorum: Bu “söz ana hadis kitaplarında (Kütübü Sitte denen altı hadis kitabında ve Kütübü Tis’a denen ilave üç hadis kitabında) yer almamakta, tali derecedeki hadis kaynaklarında1 geçmektedir.

“Şevkâni Fevâidu’l-Mecmûa adlı eserinde bu rivayetin senedinde hadis uyduran biri olduğunu ve ayrıca senette kopukluk olduğunu belirterek rivayetin zayıflığına işaret etmiştir. (Şevkani, Fevâidu’l-Mecmûa, s. 210, hadis no: 624)”

“Son dönem hadis âlimlerinden Nâsıruddîn el-Albâni bu hadisin senet açısından “zayıf” olduğunu belirttikten sonra şu açıklamaları yapmıştır”:

“Bu hadisi Deylemi, İbn Cemi ve Kadai “merfû”2 olarak zikrederlerken Beyhakî ise bu hadisi “mürsel”3 olarak kabul etmiş ve hadisin ravilerinden biri olan Yahya b. Hişâm’ın hadis uyduran kişiler arasında olduğunu zikretmiştir. İbn Tâhir, İbn Hacer de hadisi Mübarek b. Fudâle’den rivayet eden kişinin “meçhul”4 olduğunu söylemiştir.”

“Albânî bu açıklamalardan sonra kendisi bu hadisin mana açısından da sahih olmadığını belirterek şunları söylemiştir”:

“Zaten vakıa da bunu yalanlamaktadır. Halk aynı halk olduğu halde, yani hiç değişmedikleri halde bazen iyi yöneticiler bazen de kötü yöneticiler başa geçebilmektedir.” (Bkz: Albâni, Silsiletü Ehâdîsi’d-Daîfe ve’l-Mevdûa, c: 1, 320, s. 491-492)

Albânî’nin bu tespiti bizce de oldukça makuldür.

Sonuç olarak bu bilgiler ışığında hadise baktığımızda hadisin hem senet hem de metin açısından zayıf olduğu anlaşılmaktadır”. (fetva.net)

Fetva.net sitesinden alıntıladığım bu sözle ilgili bilgileri özetlersek;

-Halk arasında hadis diye bilinen bu söz meşhur ve ana hadis kitaplarında geçmiyor.

-Sözün kaynağıyla ilgili merfu, mürsel ve meçhul denmesi sebebiyle hadisin hem senet hem de metin yönünden zayıf kabul edilmektedir.

-Hadisi sahih kabul etsek bile Albani’nin işaret ettiği gibi “halk aynı halk olmasına rağmen bazen iyi bazen de kötü idarecilerin yönetime geldiği” yönündeki tespitini de yabana atmamak gerek.

Zayıf hadisle amel edilse de inkarı küfrü gerektirmez.

Yıllardır her ortamda söylene söylene iyice belleğimize yerleşen bu söz, içerdiği anlam itibariyle kamuoyu tarafından doğruluğu kabul edilse de anlamı üzerinde biraz kafa yormak isterim. Bunu da diğer yazımızda ele alalım.

1.Rivayetin geçtiği yerler için bkz: Aclûni, Keşfu’l-Hafâ, c: 2, s. 126-127, hadis no: 1997; Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, c: 5, s. 47, hadis no: 6407; Albâni, Silsiletü Ehâdîsi’d-Daîfe ve’l-Mevdûa, c: 1, 320, s. 491

2.Merfu: Senedi Resûlullâh’a dayandırılan rivayet.

3.Mürsel: Tabîinden birinin sahabeyi zikretmeksizin doğrudan doğruya Resûlullâh’ın adını anarak rivayet ettiği hadis.

4.Meçhul: Hadis literatüründe, hadisle fazla meşgul olmadığı için muhaddisler arasında bilinmeyen kimse.

*15/07/2022 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

1 Temmuz 2022 Cuma

Eleştiri Görevi *

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir”. (Ali İmran 104.ayet)

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a iman edersiniz…”. (Ali İmran 110.ayet)

Yine bu çerçevede peygamber efendimiz, "Bir kötülük görüldüğü zaman el ile düzeltmeyi, buna güç yetmezse dil ile düzeltmeyi, buna da güç yetmezse -yapılan bu işten memnuniyetsizlik anlamında- kalp ile buğzetmeyi” emreder. Bunun da imanın en zayıf noktası olduğunu belirtir.

Bu iki ayet ve hadis, dindar ve mütedeyyin insanların dilinden hiç düşmez. Ki düşmemeli de. Çünkü emri bil maruf ve nehyi anil münker (iyiliği emretme, kötülükten sakındırma) prensibi, fıkıhta, yerine getirilmesi gereken farzı kifaye bir görevdir. Bu vazife toplumun tamamına değil, toplum içinde bir grubun yerine getirmesiyle tüm Müslümanların üzerinden düşer. Bu görevi kimse yerine getirmezse bu prensip her müminin üzerine farzı ayın olur. 

Bu görevi bir toplumda kimse yerine getirmezse akıbet felaket olur. Çünkü kötülüklere ses çıkarılmayınca kötülere gün doğar. Kimse karışmadığı için ortalık yerlerde cirit atarlar. Lut peygamberin kavminde homoseksüelliğin aleni bir şekilde yaygınlaşması, çoğunluğun bu eylemlere sesini çıkarmaması sonucunda o toplumun helak edildiği hepimizin malumudur. Yine aslı var veya yok bilmiyorum ama anlatılan bir anekdota burada yer vermek istiyorum. “Eski zamanların birinde Allah, melekleri bir bölgeyi helak etmeleri için görevlendiriyor. Melekler, ya Rabbi, o bölgede gece gündüz size ibadet eden kişiler de var. Onları da mı helak edelim sorusuna, Allah evet onları da. Çünkü onlar iyiliği emretme, kötülükten sakındırma görevini ihmal ettiler” der.

Bu çerçevede peygamberlerin bu görevi yerine getirmekle görevlendirildiğini söyleyebiliriz. Yine Yasin süresi ikinci sayfada geçen, elçilere kötülük yapmak isteyenlere karşı onları korumaya çalışan, yapmayın tavsiyesinde bulunan Habibi Neccar isimli şahsı da bu meyanda sayabiliriz. Ebu Zer el Gıfari'nin Hz Osman'ın akrabayı görüp gözetiyorum sadedinde Ümeyye Oğullarını devlet bürokrasisine getirmesini eleştirmesini ve Muaviye'nin Şam'da sürdüğü saltanata karşı çıkmasını bu prensibi yerine getirme olarak değerlendirebiliriz.

İyiliği emretme, kötülükten sakındırma kolay bir görev midir? Herkes bunu yapabilir mi? Bu konuda şunu söyleyebilirim. Bu görev göründüğü kadar kolay değil. Çoğu zaman bir bedel ödemeyi gerektirir. Peygamberler her türlü işkenceye maruz kalmış, memleketinden hicret etmek zorunda kalmış, kimi de canından olmuştur. Kötülere karşı elçileri korumaya çalışan Habibi Neccar öldürülmüş, Hz Osman ve Muaviye'nin tasarruflarını eleştiren Ebu Zer el Gıfari Rebeze çölünde sürgün hayatı yaşamış ve yalnız ölmüştür. Verdiğim örneklerde görüleceği üzere eleştirmek, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, kötülerin kötülük yapmasına mani olmaya çalışmak çok kolay olmasa gerek. Bu yola çıkan başına her şeyin gelebileceğini göze alması gerekir. 

Günümüze gelirsek, her türlü kötülük ve yanlışa örnek vermeyeceğim. İktidarları ele alalım. Ülke yönetimini üstlenen iktidarlardan beklenen, iyi ve yararlı şeylere imza atmasıdır. İktidarların her icraatı iyi ve yerinde midir? Değil. Aynı şekilde her icraatı kötü müdür? Değil. Hükümetlerin, yararlı şeylere imza atması asli görevi iken icraatları isabetli değilse, yaptıklarından ve yapmadıklarından dolayı toplumun kahir ekseriyeti olumsuz etkileniyorsa, bu tür hükümetlere, gittiğin yol, yol değildir, gidişatını değiştir, vatandaş bundan muzdarip, şöyle yapman gerekir şeklinde yol göstermek bir nevi iyiliği emretme ve kötülükten sakındırmadır. Bunu da bugün adına eleştiri dediğimiz şeyle yapabiliriz. 

İktidarlar ve iktidarları savunanlar, eleştiriye ne kadar açıklar? Bu konuda evet demek çok zor. Her ne kadar başta iktidarlar olmak üzere herkes prensip olarak eleştiriye açığız dese de uygulamada pek öyle değiller. Hele iktidarları eleştirmek her kişinin harcı değil. Ben eleştiri görevimi yaparım diyenler her şeyi göze almalıdır. Bu açıdan iktidarları eleştirmek ateşten gömlek giymek gibidir. Yine de eleştiri, iktidarlar ve iktidarları sevenler tarafından hoşa gitmese de bu görevi birileri yerine getirmelidir.

*17/09/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Hediye Çıtası *

Son yıllarda vakıf, dernek ve STK’ler ortaokul ve lise seviyesindeki öğrencilere yönelik Hz Muhammed’in hayatı ile ilgili yarışmalar düzenliyor. Kimin hangi amaç ve niyetle yarışma yaptığını bilmiyorum ama bu yarışmalarla murat edilenin, öğrencilerin bizim için yaşantısı örnek olan Hz Muhammed’i daha iyi tanımalarını sağlamak olmalı diye düşünüyorum.

Yarışmaya katılacak öğrenciler belirlenen bir kitaptan sınava tabi tutuluyor. Dereceye giren öğrencilere de çeşitli hediyeler veriliyor.

Aynı şekilde değişik konularda ilçe ve il çapında yapılan yarışmalarda da okullar, kaymakamlıklar ve valilikler ödül veriyor.

Yaz aylarında belediyeler de ödüle dayalı etkinliklere imza atıyor.

Ne tür hediyeler veriliyor? Umre ziyareti, Kudüs İstanbul ve Çanakkale gezileri, altın, bilgisayar, tablet, bisiklet vs.

Bir yerde yarışma ve etkinlik varsa teşvik olsun diye hediye de olmalı elbet.

Burada değinmek istediğim hususlar var:

Yarışmalar sıklıkla yapılıyor. Öğrenciler takipte zorlanıyor. Hatta bazıları iç içe geçiyor.  Bu da bıkkınlığa sebebiyet verebiliyor. Bu tür yarışmalar için bir planlamanın yapılmasında fayda var diye düşünüyorum.

Öğrencilerin okuyacağı kitabın yaşlarına uygunluğu yetkili organlardan geçmeli. Çünkü bazen seçilen kitabın dili ve anlatımı öğrencilere ağır gelebiliyor, içerik yönünden ise hurafe bilgiler yer alabiliyor.

Zamanlamaya dikkat edilmiyor. Öğrenci bu tür yarışmalara mı hazırlansın, okul derslerine mi baksın. Bunun için öğrencinin sınav stresi yaşamadığı ve rahatladığı dönemler tercih edilebilir.

Bir diğer husus, hediye seçimi. Hediye belirlenmesinde çıtanın çok yükseltildiğini görüyorum. Yukarıda bazı hediye örneklerine yer verdim. Ne sakıncası var derseniz? Hediyeler abartılınca bir araç olması gereken hediyeler, amaç haline gelebiliyor. Yarışmalar iç içe geçtikçe ve hediyeler abartıldıkça öğrenci yarışmayı duyar duymaz ilk önce ödülü soruyor. Ödül çeyrek altın ise ben çeyrek için bu yarışmaya girmem diyebiliyor. Çeyreği küçümsüyor anlayacağınız. Halbuki hediyede asıl olan, manevi değeri olan hediyeler tercih edilmeli. Bugün çok klasik görülen kitap ve kalem hediyeleri bir zamanların vazgeçilmez hediyeleriydi. Bu ödülleri alan öğrenci sevinir; kalem kazandım, kitap kazandım derdi övünerek. Son yıllarda bilgisayar, bisiklet, altın vb. hediyeler verilince kitap ve kalemin yüzüne bakan yok. Bugün birileri yarışma sonucunda kazananlara kitap, defter, kalem vs. verilecek dese, bu tür yarışmalara giren olmaz.

Namaz alışkanlığını edindirme amacıyla farklı belediyelerin düzenledikleri etkinliklerin de niyet iyi olmasına rağmen sonuçları itibariyle amaca hizmet ettiğini söyleyemem. Kampanya bitince yorgan gitti, kavga bitti misali, camiye devam eden de kalmıyor.

Sonuç olarak, yarışma ve etkinliklerde öğrenci psikolojisinin ve pedagojinin gözetilmesini, hediye çıtasını çok yükseltilmemesi gerektiğini ve bu tür etkinliklerde amacın sonuç almak olduğunu gözden kaçırmamak gerektiğini düşünüyorum. Baktık ki istediğimiz sonuç amaca uygun değil, bu tür etkinliklere yer vermemek olmalıdır.  

*23/07/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.